• Sonuç bulunamadı

A'KIN GELD / YER VE GEL ' AMACI

MEVLÂNÂ’NIN RUBA LER NDE MÜTEAL A'K

A'KIN GELD / YER VE GEL ' AMACI

AQk tariflerinin KQKTKnda baQlattKTKmKz takip süreci, nihayette bizi, aQkKn geldiTi yeri bulmaya yöneltmektedir. Bu yerin neresi olduTu meselesine “Sânii gösteren” bir Qey ipucuyla müdahil olan Mevlânâ, aQkK “yokluk ilinden yola dü en bir kervan (R 46a)” sKfatKyla tanKmladKTK bir dizede, aQkKn asKl yerini açKkça gösterir. Bu gösterim, aQkKn, içkin ve fanî bir varlKk deTil, bilakis ölümsüz bir varlKk olduTunu ikaz etmektedir. Bu durumda âQKk, müteâl olanla içkin olanKn bir mevcutta bir-leQmesini temsil eder. Bu birleQmenin ayrKmKna varamadKTKmKz zaman, bedenin arzularKnK aQk zannetmek gibi vahim bir yanKlgKya düQeriz ki, tam bu noktada Mevlânâ, Qu uyarKyK yapar:

insaf göster ki, a k güzel bir i tir besbelli, bozulmas yarat l t r, kötü temelli!

sen kendi ehvetine, a k ad n vermi sin,

ehvetten a ka giden yol, uzundur bir hayli! (R 224)

AQkKn “yokluk ilinden yola dü mesi”, onun hareket halinde bir varlKk olduTu-nu gösterir. AQk gelir ve geliQiyle beraber kiQiyi, ilk olarak herkesten ve her Qeyden ayKrKp tecrit gamKna düQürür, ardKndan da acKyKp ihsanlarda bulunur. Mevlânâ’ya göre aQk, abKhayat oluQu itibarKyla âQKTKn varlKTKnK, kendi suyunda bir Qeker gibi eriterek vuslata eriQtirir. Bu teQbihin KQKTKnda, vuslatKn bilindiTi üzere, bir kavuQma deTil, kaynaQKp aynîleQme süreci olduTu, alenî bir Qekilde görülmektedir.

AQkKn geliQinin bir baQka amacK da “tövbeyi cam gibi k rmakt r (R 275a)”.

Dikkat edilirse Mevlânâ, tövbe kavramKnK da diTer kavramlarda olduTu gibi, QaQKr-tKcK bir Qekilde deTerlendirmektedir. Demek oluyor ki tövbe, âQKTKn yolculuTunda, zahidin yolculuTundan farklK bir iQlevdedir. Zahitte yol lütfü olan tövbe, âQKkta yol engelidir; ancak Qu ince ayrKma dikkat edilmelidir; tövbenin aQk tarafKndan kKrKlmasK, o vasKtanKn bir defalKk kullanKlmasKna iliQkindir. AQk geldikten sonra âQKTKn ilerlediTi yolda, bir ricat durumu olan tövbeye gerek kalmayacaktKr; fakat bu durumun mahzuru da vardKr; tövbenin ruhu, âQKk tarafKndan iyi algKlanmazsa, tövbenin raTmKna, âlem nimetlerine dalma tehlikesine düQülür. AQkKn tövbeyi kKrmasK, aQkla gelen yeni bilinç düzeyinin inQa edilmesi gayesine yöneliktir. Bu gaye, varlKk içine itilen âQKTK, istigna makamKna çKkararak, varlKkta darlKk çekme ahlakî düzeyine eriQtirir. Nitekim Yunus Emre’nin; “bunca varl k var iken gitmez gönül darl ; ” dizesi, bu durumun beliT bir ifadesidir.

AQkKn gelerek âQKkla birleQmesi, onu kendisinden boQaltKp dostla doldurmasK gayesine yöneliktir. Bedenin tüm hücrelerini dostla kaplanmKQ olarak algKlayan âQKk, fani olanda baki kalanK tadarak ölümsüzlük bilincine ulaQKr. Mevlânâ’nKn, aQkKn âQKTKn gönlüne gelmesi olgusunu, a k varl ; n n ne elenmesi amacKna iliQkin bir fiil olarak ileri sürmesi, aQkKn gönle gelmeden önce, kendini ortaya koyacak bir tecelli zemini bulamadKTK için mahzun olduTunu gösterir. AQkKn neQesi, bir

gönül-de tecelli etmekle gerçekleQir. Tuhaf olansa, aQkKn neQeyi bulmasKna mukabil, uTradKTK gönlün neQesini kaybederek mahzun olmasKdKr.4Bu durumdan anlaQKlma-sK gereken Qey, aQkKn saf halde iken neQeden, gönlün de hüzünden mahrum oldu-Tudur. Mevlânâ, aQkKn gönle geliQinin, âQKk için ilginç bir tecrübî boyutuna daha deTinir; aQkKn geldiTi gönülden gitmemesi. Bu da gösterir ki, âQKk, aQkla imtizaç ettikten sonra, dünyevî neQeyi duyumsamaya duyarsKzlaQKr. AQk âQKktaki dünyevî neQeyi alKrken yerine, yeni bir Qey ikame eder; ferah. Bu ferah, çekilen aQk gamla-rKnK kendine dönüQtürerek, ruhu baQka âlemlere kanatlandKran lütufsal bir inQirah-tan baQkasK deTildir.

A k n âlemden gelerek, âQKTK avlayKp yakalayan aQk, “vefa sahibi bir dilberin elçisi”nden baQka bir Qey deTildir. Bu noktada bir tezat daha ortaya çKkar. Bu âle-me iliQkin aQkta, yani aQkKn âle-mecazî olanKnda, dilber vefasKz iken, a k n âlemden gelen aQkta vefasKzlKk yoktur. AQkKn geliQiyle, bedenin mahiyet deTiQtirmesinin bir gereklilik olduTunun altKnK çizen Mevlânâ, aQk öncesi, bakKr mesabesinde olan bedenin, aQk iksiriyle altKn halini almasKnK tabii karQKlar. Bu bilgiden, bir araz olan vefasKzlKTKn, ârKzî nitelikteki bedenleri, bir cevher olan vefanKn da cevherî nitelikli bedenleri aradKTKnK öTreniyoruz. DolayKsKyla vefa sahibi bir dilberden gelen aQk, Mevlânâ’nKn makbul saydKTK bir aQk olup, bu kabil bir aQkKn bin bir elle aranmasKnK tavsiye eder. AQkKn geliQinin yeni bir deTerler manzumesi oluQturduTuna deTinen Mevlânâ, bu cümleden olmak üzere, aQktan önce aziz bilinen canKn, aQk kavrayK-QKndan sonra nasKl bir deTer kaybKna uTrayKp önemsizleQtiTini Qöyle ifade eder:

bu hânede, ayr bir oda verdim ben, cana, s rf riya, gönül çoktan gitmi ti senden yana!

can han m , odas nda oturdu bir müddet, a k n geldi, can üç kere bo ad m, cânâ! 1268

Mevlânâ, aQk kavrayKQKnKn getirdiTi bilinç düzeyinin, kesbî nitelik taQKyan gayretle elde edilen bilgi düzeyinin meçhulü olduTunu belirtir. Bu bilinç düzeyi, lütuf ve himmet ürünü olan bir marifetin eseri olduTu için vehbî bir mahiyet arz eder. Mevlânâ bu durumu, “a k kendi gelen bir hâl, ö;renilmez sonradan (R 2073d)”

dizesiyle veciz bir Qekilde açKklar. AQkKn geliQiyle feda edilen canKn ne kadar aziz bir varlKk olduTu, Qu bilinç düzeyimizle dahi malumumuzdur. KiQinin aQk uTruna candan geçmesi, gelen Qeyin geldiTi yeri, ne kadar büyük bir coQku ve giderek çKlgKnlKk yeri haline getirmesiyle alakalKdKr. AQk varlKTK, indiTi yer olan gönül ve ruhla temas edince ortaya birbirinin neticesi olan üç inceleme konusu çKkar: 1- AQkKn gönülde hâsKl ettiTi büyük coQku ve mestlik, 2- Bu coQkunun âQKTK içine

4AQk-gam iliQkisi çok ayrKntKlK olarak üzerinde durulmasK gereken bir konu olduTundan, biz meraklKlarK için bu konularK ihtiva eden rubai numaralarKnK vermekle yetineceTiz: 152, 154, 193, 214, 227, 229, 240, 314, 336, 383, 428, 443, 456, 461, 462, 477, 478, 484, 494, 505, 539, 551, 555, 557, 566, 578, 611, 617, 630, 688, 706, 809, 832, 836, 1193, 1255, 1256, 1370, 1395, 1423, 1457, 1466, 1528, 1678, 1713, 2000, 2168.

çektiTi çKlgKnlKk halinin onda yaptKTK dönüQtürücü tahribat, 3- Bu tahribatK izleyen ölümsüzlük kavrayKQK. Bu konularKn incelenmesi ayrK bir makale gerektirdiTi için, bu inceleme görevini o makaleye havale ederek geçiyoruz.5

Mevlânâ’ya göre, aQk geldiTi zaman, bütün aQk eylemleri sevdaya dönüQür.

Bu dönüQüm, her Qeyi ile yanan bir nesnenin, geriye kül bile bKrakmayacak biçim-de yanKQKnKn eseridir. Böylesi bir sevdaya dönüQme sürecinbiçim-de, yanKQtan geriye kalan Qey, yanKp sönme kabiliyetini kullanarak ortaya binlerce suret çKkarKr. AQk suretleri olarak ortaya çKkan bu Qeylere Mevlânâ, özgün bir ad vererek, sevdalar der. Ona göre, ölümsüz bir Qeyden doTduklarK için, ölümsüz bir Qey olan sevdala-ra, yokluk ve fena illeti bulaQmaz. Mevlânâ bir rubaisinde bu duruma iQaret ede-rek, “yok olmaz eski sevdalar/ç kar rlar ba lar n , bal k gibi sudan (R 86cd)” der.

AQkKn geliQinin bir yakKQ süreci olduTu, yakîn bir bilgi olarak, bütün muta-savvKflarda vardKr. YanKQKn bir oluQ olduTunun yahut bir oluQa zemin hazKrladKTK-nKn en yaygKn sembolü, mitolojik kaknüs kuQu ve en tahazKrladKTK-nKnmKQ motifi, küllerinden doTuQtur. Kendi bedeninin külünden doTmuQ yeni bir kaknüs olan âQKk, bu yenili-Ti, yanKQa borçludur. “Pi irir bizi bu a k ate i (R 9a)” diyen Mevlânâ, piQirmenin deTiQtirici ve dönüQtürücü bir süreç olarak ateQ olgusuna ihtiyaç duyduTunu belir-terek, bedenin piQmesi için gereken ateQin, doTrudan doTruya yokluk ilinden gelen aQkta mevcut olduTunu söyler. ÂQKk ancak aQk sayesinde, bütün zerrelerin taQKdKk-larK güzelliklerin, aslî ve gerçek yüzlerini görerek, bu güzelliTin tesiriyle, gece gün-düz mum gibi yanacaktKr. AQk ateQinde yanKQKn, güzelliTi örten perdeleri tutuQ-turmak ve güzelliTi dolaysKz olarak temaQa ettirmek gibi bir sKrrK açKTa çKkardKTKna da ayrKca iQaret etmek gerekir. YanKQKn bir baQka amacK da aQKTKn zaman Quurunu düzenlemektir. Bu düzenlemeyle âQKk, çoklukla malul vakitler Quuru yerine, tek-likle saTalmKQ vakit bilincine kavuQur. Bu bilinç, içkin olan zaman bilincinin, aQkKn olan zaman bilincine dönüQmesinden baQka bir Qey deTildir; “ezelîdir a k ve sürecek ebede kadar (807)”

AQk ateQinin Qiddetinden dolayK âQKk, bu dünyayK hep bir yangKn yeri olarak algKlar. Bu algKnKn cehennem imajK ile beraber gelmesi, onun dünya ile temasKnda-ki olumsuzluTun temel açKklayKcKlarKndan birisidir. AQk ateQiyle yananlarKn, uyku-yu unutmalarK gereTine deTinen Mevlânâ, aQk ateQinin ruhu gafletten uyaran bir iQleve sahip olduTunu, ruhun uyanKQKnKn ise baki bir hayat ve mutluluk anlamKna geldiTini ifade eder. Onun Ksrarla vurguladKTK Qeylerden birisi, aQkKn getirdiklerini

5Bu konularla ilgili rubailer için bkz; AQk/CoQku-(Tutku-Zevk-!evk) 35, 142, 245, 321, 334, 521, 528, 614, 665, 774, 779, 820, 846, 1190, 1590, 1774, 1875; AQk-gönül: 636, 802, 941, 1088, 1195, 1217, 1243, 1276, 1290, AQk-tahrip: 61, 100, 103, 363, 461, 753, AQk-delilik: 5, 21, 26, 34, 359, 385, 408, 587, 672, 688, 769, 770, 865, 872, 967, 1171, 1539, 1854, AQk-!arap: 47, 206, 244, 274, 277, 332, 487, 556, 599, 746, 754, 847, 994, 1206, 1362, 1473, 1918; AQk-varlKk/!ahsiyet: 103, 223, 130, 131, 211, 309, 388, 405, 429, 488, 585, 662, 734, 773, 781, 782, 1297, 1827, 2066. AQk-Ölümsüzlük: 6, 123, 377, 406, 460, 644, 759, 1007, 1132, 1208, 1345, 1445, 1793, 2009, 2093.; AQk-Gelen Bir !ey: 46, 72, 275, 343, 424, 429, 652, 1268, 2073.

anlama anahtarKnKn, uykusuzlukta gizli olduTu uyarKsKdKr. ÂQKklarKn gönül yangK-nKnK, aQk derdinin kutlu emaresi sayan Mevlânâ, bu dert sebebiyle çekilen âhlarKn, hakkKn rahmet katKna giden bir yol niteliTi kazandKTKna deTinerek, aQk daTK sebe-biyle çekilen âhlarK, rahmet düzeyiyle irtibat kuran imtiyazlK elçiler gibi deTerlen-dirir.

“A k ate i gönülde parlay p yan nca /a ktan gayri her eyi ate e yakar R 670ab)” diyen Mevlânâ, böyle bir gönül sahibinin, akla iliQkin öTrenme biçimle-rinden, aQka iliQkin öTrenme biçimlerine geçeceTini söyler. Bu öTrenme biçimi kesintisiz bir coQkuyla geldiTi için, onun ifadesinde, aklKn dili olan nesir yetersiz kalacaTKndan dolayK, aQkKn dili olan Qiire baQvurmak bir zaruret halini alKr. Nesir,

“ta lar bile eriten a k ate ini (R 847b)”, kuQatacak bir duygu yoTunluTunu anlat-maktan mahrum olduTu için, bu aQamada devreye giren Qiir, aQka soTuk duranlarK dahi, aQk hararetiyle yanacak bir düzeye getirir. Mevlânâ, kesret olarak görülen Qeyleri ifna etmenin, ancak aQk ateQinden alKnan alevlerle yakKlma QartKna baTlK olduTunu söyler. Bu süreçte, gönlün kendi haline bKrakKlmasK tehlikesine karQK, sevgili etkin bir görev üstlenerek, gönlü her an aQk ateQiyle yakar. Böyle bir yakK-QKn, aQkKn ateQ ve suyuyla aQina olmak anlamKna geleceTini söyleyen Mevlânâ, âQKTKn bu ateQte su gibi kaynadKTK halde, diri kalma sKrrKna ermesini, bu aQinalKTa baTlar. Ona göre aQk ateQi, öncelikle aQk istidadK taQKyan ruhlarK yakar. Bu yakKQ, kurunun yaQK yakmasK gibi bir sirayet eseri gösterir ve aQkla tutuQan ruhlar, aynK aQkla baQka ruhlarK tutuQtururlar. Böylelikle ham ruhlarKn, baQka Qeylere eTilim duymalarK halinde, aQk ateQine yanarak o eTilimden vazgeçeceklerini ileri süren Mevlânâ, kiQinin içinde yanKp kavrulduTu aQk ateQinin, o kiQinin cennetini hazKr-ladKTK fikrini savunur. AQk ateQiyle kavrulan ile kavrulmayan arasKndaki farkK, güneQle yKldKz arasKndaki farka benzeterek, aQk yangKnKnK söndürme yeteneTi ol-mayan bir gönle gelen aQkKn, amaca uygun bir geliQ olmadKTKnK da özellikle belir-tir.6

AQk sKrrKnKn sKrdaQK olarak seher yelini, rehberi olarak da geceyi gösteren Mevlânâ, aQk yolculuTuna geceleyin çKkKlmasKnK öTütler. KiQinin âQKklKk sKrlarKndan ancak böyle yaparak haberdar olacaTK bilgisini vererek, bu bilgiye eriQenin keQfet-tiTi sKrlarK, kaçKnKlmaz olarak ifQa edeceTini ve âQKTK diTerlerinden ayKran Qeylerden birinin de bu ifQada gizli olduTunu söyler:

ki i, â kl k s rr ndan olursa haberdar,

a k if as yla, â klar içinde nâm yapar (R 227ab)

Ona göre, âQKk bu ifQayK yaparken bir dava gütmez, zira onun derdi, varlKk deTil yokluk meselesidir. Bu yokluk ifQasK, kadim bir sKr olan aQk sKrrKnK açmaktan baQka bir amaç taQKmaz; ancak eylemi bulmak demek, özneyi bulmak demek olduTundan varlKk oyununun asKl faili bulunmuQ olur:

6AQk-AteQ: 9, 19, 60, 114, 544, 670, 847, 916, 996, 1161, 1244, 1430, 1526, 1535, 1612, 1832, 2158.

cihanda, örtülü kalm , kadîm bir s rd r a k, örtülmü , örteni açar, oyun buna ba;l ! (326 cd)

fQa zamanKna dek gizlenmiQ olan aQk sKrrKnKn, binlerce perde altKndan geçe-rek ortaya çKkmasK, beyhude deTildir. AQk sKrlarKna eriQenler için, bu sKrrKn iki türlü iQlevi vardKr. SKrrK açKklarlarsa insanlarK kendilerine çekecekler, açKklamazlarsa aQk tarafKndan kendileri çekileceklerdir. ÂQKklarKn her iki tercihte de dramatik sonuç-larla karQKlaQmasKysa iQin baQka bir cilvesidir:

a k n bir dem, kiminle kayna rsa aç k ki, dersin, “bu zat n ba na belâ ya;m sanki!”

mansûr, a k s rr ndan bir ni an aç klay nca, o huyu, k skançl k ipiyle as ld çünkü! (671)

Mevlânâ, aQk sKrrKnKn ifQasKnda7, âQKTKn maruz kaldKTK bu durumun dramKnK tasvir ettikten sonra, ifQanKn önüne geçilemez bir Qey olarak, istem dKQK vuku bulma yeteneTine dikkat çeker. O tam bu noktada, ifQanKn a kla a; z açma yön-teminden farklK bir yönünün, kendi yerini tutan bir yöntem olarak devreye gire-ceTini ifade eder; ah ve enin. AQk feryadKnKn bizzat bedenî bir eylemle aktarKlmasK mümkün olduTu gibi, baQka bir nesne aracKlKTKyla aktarKlmasKnKn da mümkün olduTu görüQünden hareket eden Mevlânâ, aradKTK aracK nesneler olarak musiki aletlerini keQfeder. Bu keQiften sonra, karQKmKzda sKradan musiki aletleri deTil, aQk hakikatini, kâmil insanKn dili olarak terennüm eden bir remzî Qahsiyetler zümresi vardKr:

a k rebâb n n feryâd , dostun m zrab ndan;

bu ses, sanmayas n ki, rebap sesidir rebap! (262cd)

dinle duy, neler anlat r sana bu ney neler!

hep yüce mevlân n gizli s rlar n söyler…

gönlü yorgun, yüre;i k r k, ba ndaysa a k yeli;

a; zs z dilsiz dile gelip; “allah, allah!” der. (1294)

AQka âQKk olarak, onun getirdiTi bilinç düzeyiyle bir aQk çocuTuna dönüQ-tüTünü söyleyen Mevlânâ, ayrKca bir de aQk annesinden doTar ve ondan sKr sütü emerek, hayat içinde yeni bir hayat bulur. lk hayatta, suret kaydKyla kuQatKlmKQ olan kiQi, ikincisinde suret kaydKndan kurtularak; var gibi görünen yok bilinç düze-yinden yok gibi görünen var bilinç düzeyine eriQir. Qte aQkla elde edilmesi gereken temel meleke budur; özge bir idrak düzeyi. AQkla gelen bu özge idrak düzeyinde, içkin ile aQkKn kesin bir hesaplaQmaya gider ve aQk içkinle girdiTi mücadelede zafe-rini ilan eder. Bu zaferle elde edilen Qey, aQkKn âlemle aramKza giren suretler âle-minin perdelerini yKrtmaktKr. Mevlânâ’ ya göre bu âlem, bin bir perdede, binlerce

7AQk-SKr: 120, 219, 227, 326, 409, 592, 658, 671, 1363.

suret göstererek hakikate giden aQk yolcusunu oyalar. Büyük ve sürekli gözbaTcK-lKk telkininden baQka bir Qey olmayan bu fani görüntülerden kurtulmak için, kiQi-nin özge idraki elde ederek, söz konusu perdeleri yKrtmasK gerekir ki, bu yanKlsa-mayK kavramasK mümkün hale gelsin:

u yokluk âleminde, nice varl k görünür;

ço;u yok, göz ovu turup bakan, bunu kavrar! (R 281cd)

AQkla kavranan bu idrak düzeyinde, aQkla ölmek esastKr. Bu ölüm mesele-sinden maksat, daha önce QartlanKlan itibarî deTer ve ebatlarKn Quurdaki etkisini sKfKrlamaktKr. Bu durumda utanmazlKk, delilik, körlük, saTKrlKk gibi kusurlar mezi-yete, zaaflar erdeme, bir zerrecik iki cihanK kaplayan devasa bir küreye dönüQebi-lir. ZKtlar arasKndaki yanKltKcK farklKlKklar birleQerek hilkatin temel prensibi olan dengeye kavuQurlar:

a kta ne alçakl k vard r, ne de yükseklik var!

ne çok sarho luk vard r, ne de ay kl k ey yar! (R 647ab)

hakk talepte birdir, ak ll yla dîvâne, a k n dilinde birdir, yak nla bigâne, yârin vuslat meyini sunanlar mezhebinde, ayr gayr olmaz, birdir, kabeyle puthâne! (459)

Özge idrak safhasKnda âQKTKn gözü önünde beliren bu yeni dünya, onu öyle bir hayret âlemine taQKr ki, âQKTKn içinde bulunduTu yüksek coQku, zevk ve Qevk duyusu, onu, bu âlemin bir saatine mukabil yüzlerce canK feda etmeye hazKr bir duruma getirir:8

gözümde sen olmasan, kime bakard m, ey yar?

kime ç lg nd m, sevdân serde tutmasa karar?

bilmedi;im bir yer vard r, acep nerde o yer?

senin a k n olmasayd , orda ne i im var? (2049)

bir saatlik a k, yüzlerce cihana bedeldir...

â kl ;a, yüzlerce can fedâ olsun, ey can! (R 1547cd)

Mevlânâ’nKn bahsettiTi biçimiyle, bize bizim dKQKmKzdan gelerek, bilinici-mizi fani düzeyden baki düzeye yükselten, ruhumuzu alçaktan yükseTe taQKyan, toprak bedenimizi Qark kimyasKyla altKna dönüQtüren bir aQk, bu âleme iliQkin bir Qey olamaz. Bu aQk, aQkKn âleme ait, yüksek nitelikli farklK bir kavrayKQ sürecidir.

Sözü Mevlânâ’ya bKrakalKm:9

8AQk-Özge drak: 281, 376, 389, 428, 459, 510, 562, 597, 647, 714, 749, 775, 950, 1271, 1547, 1860, 2049.

9ÇalKQmamKzKn sKnKrlarKnK aQacaTK için aQk kavramKyla ilgili diTer tavsiflerin rubai numaralarKnK ver-mekle yetiniyoruz: AQk-Dostluk: 23, 344, 589, 2104; AQk-Mezhep-Tarikat-Yol: 49, 106, 572, 629, 806, 821, 1356, 1638; Çocuk-Anne: 49, 781, 944; Bîçare: 52; Av OluQ: 839;

AQk-Ey can, sen bir ba kas n, a k n bir ba ka, inan! (R 1024d)

Bir aQk eri olan Mevlânâ, aQksKzlKTKn nasKl bir Qey olduTu üzerinde fazla durmaz. Onun aQk üzerine dair beyanlarK- mefhumun muhalifinden hareket edilmek QartKyla- aQksKzlKTKn nasKl bir Qey olduTunun da beyanKdKr. Bu zKmnî bildi-rimin dKQKnda o, bir rubaisinde, aQksKzlKTK müstakil bir mevzu olarak ele alKr ve muhataba çKkKQKr:

mâdem â k olam yorsun, git de yün e;ir (R 1105a) KAYNAKÇA

ArpaguQ, Sami, (2007) Mevlânâ ve ,slam, Vefa Yay. stanbul, 698 s.

AydKn, Mehmet, (2007) Mevlânâ ve Sufizm, Nüve Kültür Merkezi Yay. Konya, 167s.

Bayraktar, Levent, (2006) Mevlânâ’da Ruh-Beden ,li kisi Problemi, UluslararasK Mevlânâ Mesnevî Mevlevîhaneler Sempozyumu Bildirileri, (19-21 AralKk 2005 Manisa) s.11-18.

---, (2007) Mevlânâ ve Bergson’da Ruh Kavram , UluslararasK Mevlânâ Mesnevî Mevle-vîhaneler Sempozyumu Bildirileri, (30 Eylül-1 Ekim 2006 Manisa) s.27-31.

Bilen, Osman, (2007) Mevlânâ’n n ,nsan Felsefesi, UluslararasK Mevlânâ Mesnevî Mevlevî-haneler Sempozyumu Bildirileri, (30 Eylül-1 Ekim 2006 Manisa) s.5-19.

Can, !efik (2001) Hz. Mevlânâ’n n Rubaileri, Ankara, Kültür BakanlKTK Yay. 408 s.

Çelebi, Âsaf Hâlet (1944) Mevlânâ’n n Rubaileri, stanbul, Kanaat Kitabevi, 170 s.

Gençosman, M. Nuri (1988) Mevlânâ’n n Rubaileri I-II, MEGSB Yay. 346 s.

Gocul, Basri (1971) Mevlânâ’dan Rubailer, Bursa, Özvar MatbaasK, 17 s.

Gürer, Dilaver, (2006) Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî: Hayat ve Dü üncesine “A k Aray ” Eksenli Bir Bak , UluslararasK Mevlânâ Mesnevî Mevlevîhaneler Sempozyumu Bildirileri, (19-21 AralKk 2005 Manisa) s.5-19.

HalKcK, Feyzi (1986) Mevlânâ Celaleddin/Rubailer, Konya, DoTuQ Ofset, 120 s.

Halman, Talat Sait (2000) Candan Cana/Mevlânâ Celaleddin Rumi’den Seçme Rubailer, s-tanbul, Türkiye Q BankasK Yay. 168 sayfa.

GölpKnarlK, Abdülbaki (1964) Rubâiler, stanbul, Remzi Kitabevi, 240 s.

zbudak, Veled Çelebi (1312) Rubâiyyât- Mevlânâ, stanbul, Ahter MatbaasK, 400 s.

Mevlânâ, (2007) S rlar n Dili/Mevlânâ’n n Rubaileri, çev. Ziya AvQar, Kökler Yay. Konya 2007.

Öztekin, Nezahat, (2006) Mevlânâ’n n Mesnevisinde Sembolik A k ,fadeleri, UluslararasK Mevlânâ Mesnevî Mevlevîhaneler Sempozyumu Bildirileri, (19-21 AralKk 2005 Manisa) s. 29-47.

RKfat, Hüseyin (1942) Yeni lavelerle Mevlânâ Rubailerinden SeçilmiQ Türkçe Manzum Tercemeler, stanbul.

TanyaQ, Hamza (1998) Mevlânâ’dan Rubailer, stanbul, Kaknüs Yay. 263 s.

Yücel, Hasan Âlî (1932) Mevlânâ’n n Rubaileri, stanbul, Remzi Kitaphanesi, 125 s.

Sûretten Kurtulma: 130, 131; Yâri Elde EdiQ: 198; Hak AQkK-Korku: 676; AQksKzlKk: 1105; Deniz: 1470, 1162, 1746; Liyâkat: 1191; AQkla ATKz Açmak: 1415; hâta Gücü: 40; AQk-Sohbet-Ders-ÖTreticilik: 72, 255, 1071; AQk ÂQKklKTK: 123, 243, 1249; AQk-Kölelik-BaTlKlKk: 251, 319, 1579; Samedîlik: 523; Kemal: 1211; Denge: 2055; KonuQma Gücü: 1598; AQk-Kozmik Etki: 1201, 1722; AQk-Galebe: 1827; AQk-Temkin: 2105; AQk-Baht: 2142, 2152; AQk-Naz:

2163; AQk ve Nitelemeleri: AQk Ordusu: 780, AQk ÖnderliTi: 725, AQk Kabesi 1321, AQk Bîçaresi 1022, AQk SancaTK 1029, AQk Mazulü 1575, AQk KavgasK 1723, AQk KimyasK 1740, AQk Hazinesi 1797, AQk Vadisi 1893, AQk Madeni 1915, AQk SofrasK 2012.

B R E/ T M ARACI OLARAK