• Sonuç bulunamadı

GERÇEK A'KIN BÜRÜNDÜ/Ü K SVELER

MEVLÂNÂ’NIN RUBA LER NDE MÜTEAL A'K

GERÇEK A'KIN BÜRÜNDÜ/Ü K SVELER

Mevlânâ, bir rubaîsinde aQkK, sabah meyi ve bahar sembolleriyle tarif eder;

“sabah meyidir a k, ben onunla uyan r m/bahard r a k, onda gülzar gibi donan r m (R 1314ab)”. Mevlânâ, gece içilen meyin baQ aTrKsKnK, sabah meyiyle giderme yönte-mine telmihte bulunarak, aQkKn sabah meyi sembolüyle verildiTinde, uyutan deTil uyandKran bir cevhere dönüQtüTüne iQaret eder. Bu iQaretin açKlKmKndan hareketle, ondaki her manevî cezbe ve coQkunun, öbür tarafa uyanKQ sürecini tetiklediTini ileri sürebiliriz. Bu uyanKQ süreci, aQkKn bahar sembolüyle ifade edildiTi durumda da yürürlüktedir. AQk baharK, ruhsal niteliklerin duraTan halden, faal hale geçiQi-nin gözlemlendiTi bir aQama olarak, hayret verici bir uyanKQKn ve yeniden diriliQi müjdeleyen derunî bir akKQKn adKdKr. AQkK, “i e güce dü man (R 1314c)” bir mefhum olarak gösteren Mevlânâ, asKl iQsizliTin, iQle uTraQKlan zaman olduTunu söyler. Qe güce yönelen aQk, aQkKn getirdiTi anlamlarKn sKrlarKnK perdeleyerek, perdeler

âlemi-ne tabi oluyor demektir. Bu tabiiyet, asKl gaye olan hakikat arayKQKnK zayKflataca-TKndan ya da bitireceTinden dolayK, istenmeyen bir Qeydir.

AQk tanKmlamalarKnda bütün mutasavvKflarKn ittifak ettikleri hususlardan biri, onun sKnKrsKzlKTKdKr. AQkK, “k y s z bir deniz, bo lukta bir umman (R 1470ab)”

olarak niteleyen tanKmlar, bu sKnKrsKzlKTK çok iyi ifade eder. Bu sKnKrsKzlKk algKsKnKn, beraberinde korku duygusunu getirdiTini söyleyen Mevlânâ, bu sebeple aQkKn korku tarafKnKn, ümit tarafKna baskKn bir Qey sanKldKTKnK belirterek aQkK, derin bir korku olarak algKlamak yanKlgKsKna vurgu yapar. AslKnda o, derin bir korku ile kaplK alandaki ümit KQKTKna dikkat çekerek ümidi, o korku denizinin sKnKrsKzlKTKna götürecek bir binit olarak takdim eder. Bu takdimdeki gaye, sonsuzluk ve sKnKrsKz-lKk kuQatmasK altKndaki ruha, nitelikli bir imtihan ile karQK karQKya olduTu gerçeTi-ni sezdirmektir:

azîm bir denizdir ki, k y s olmaz a k n!

bo lukta bir ummand r, s rlar hadden a k n...

canlar bu denize dalm lar, orda kalm lar!

bir damlas ümit, gerisi korkudur, a k n! (R 1470)

Mevlânâ, “bizde öyle bir a k var ki, haddimizi a ar (R 175a)” derken, sKnKrsKz-lKTK, insanKn ihata edemediTi bir boyut olarak gösterir; ancak “biz ona lây k de;iliz, o lütfünden sunar (R 175d)” tamamlayKcK fikriyle bu durumun, kendisi gibi olanla-ra, Hakk’Kn bir lütfü olduTu vurgusunu yapar. Bu vurguda dikkat edilmesi gere-ken yön, hakkKn verdiTi aQk nimetinin hadden fazla olmasKndan dolayK, büyük bir emanet taQKma görevine dönüQmesidir. Mevlânâ, bu görevin ifasKnda gösterilecek küçük bir zaafKn, söz konusu nimeti, külfet niteliTine taQKma tehlikesi içerdiTine dair, uyarKcK bir bilincin gerekliliTine deTinir. Mevlânâ’ya göre âQKk, yüklenici ol-mak itibarKyla takat, yüke dayanol-mak itibarKyla da sabKr sahibi olmalKdKr. hsanKn, sabKr ve tahammülü olgunlaQtKran bir araç olduTu belirtilerek, âQKTKn ihsan karQK-sKndaki durumunun, daima edilgen bir mahiyet taQKdKTK söylenir. Maruz kalKnan bu durumdan dolayK, âQKTKn, aQk ihsanKndan kaçKQKnKn olmadKTK gerçeTini Mevlânâ, üzerinde Ksrarla durduTu bir seçilmiQlik ek yükü vurgusuyla dile getirir. O bu yü-kün, kendisinde hâsKl ettiTi, yoTun kuQatKlmKQlKk duygusunu, “nereye gidersem gideyim, önümdedir a k (R 255c)” dizesiyle, Qahsî bir tecrübe olarak kaydeder; ancak Mevlânâ’daki kuQatKlmKQlKk duygusu, aQktan kaçKnma Qeklinde bir ihtiyatlK yakla-QKm deTil, ardKndan gitme Qeklinde bir davet algKsKdKr. O aQkKn temel mesajKnK,

“geri dön!” diyen bir yasakçKnKn deTil, “ beri gel!” diyen bir rehberin vereceTi inan-cKnK taQKr.

Mevlânâ’nKn aQk tanKmlarKnKn önemli bir kKsmKnK da tanKmlama zorluTu oluQturur. Bu zorluk aQkKn, âQKTKn ruh haletine telkin ettiTi “telvin”den kaynakla-nKr. Mevlânâ, “her bir kisveye giren a ktan perhiz gerekir (R 263b)” dizesinde, bu telvinin ruh üzerinde gösterdiTi deTiQkenliTin, kiQiyi tekrar mecazî aQka sürükle-me tehlikesi taQKdKTKna dikkat çeker. Mevlânâ’ya göre, aQkKn bir tanKmlanma za-manK yoktur, ama bir kavranma zaza-manK mutlak surette vardKr. Bu zaman geceden

baQkasK deTildir. Bu yüzden Mevlânâ’da, gecenin ayrK bir önemi vardKr, çünkü aQkKn kavranma nesnesi gecedir. O herkesin derin uykulara daldKTK bu demde, yKldKz gibi olup uykuyu sabahlatKr. AQk sKrrKna yabancKlarKn ortalKktan çekildiTi esnada, dost ile halvete girerek hakikat dolunayKnK gönül hanesine düQürür. HKzKr, abKhayatK nasKl ki karanlKklar ülkesinde bulduysa, âQKk da asKl abKhayat olan aQkK, geceleyin bulur. Bu niteliklere sahip bir gecenin çok çabuk geçmesi, Mevlânâ’da süreklilik arz eden bir Qikâyet konusudur. Onun bu manada geceyi sorguya çekti-Ti de görülür. Gece bu sorguyu, usta iQi bir hamle olarak deTerlendireceçekti-Timiz,

“a k n sonu yoksa bizim ne günah m z var! (R 300d)” karQK sorusuyla iptal eder.

AQkKn hudutsuzluTuna raTmen gönle sKTabileceTini söyleyen Mevlânâ, hu-dutsuzu, hudutludaki tecellisinden hareketle tarif ederken tezadK, dengeyi kuran bir ifade aracK olarak kullanKr. Her Qeyin terazinin bir kefesine yüklenmesi, lahi nizama mugayir olduTundan, onu dengelemek üzere harekete geçen bir karQK tarafK, mutlaka hesaba katmak lazKmdKr. Bu yüzden Mevlânâ, aQkK dengeleyen Qey olarak akla vurgu yapar. Onun zaman zaman aklK tasvip etmez görünmesi muha-tabK yanKltmamalKdKr. Bu olumsuzlama, terazinin öbür kefesinde aQk olmadKTK zamandKr. Ona göre akKl tartK nesnesi olmadKkça, öbür kefede tartKlan asKl Qeyin aQk olduTunu kavramakta zorluk çekeriz. Bu baTlamda o, “a ktan yâr gelir, ak ldan dü ünce ve delil (R 1226a)” diyerek, düQünce ve fikrin gaye deTil, öbür kefedeki yâri gösterme gereci olduTuna vurgu yapar. Mevlânâ, zihnimizdeki hudut fikrinin altK yön algKsKndan dolayK yerleQtiTini belirterek, hudutsuz olan aQk düzeyini kavra-manKn, altK yön dKQKna çKkmakla mümkün hale geleceTini beyan eder.3

Mevlânâ aQkK, kiQiyi zatK ve sKfatK ile gösteren olaTanüstü bir aynaya benze-tir. DolayKsKyla aQk aynasKna bakmak, kiQinin kendisine bakmak imtiyazKdKr: “a k ayna gibidir, o aynaya kim bakarsa/zat ve s fat n görür, özgeye amâd r! (R 1516 cd)”

Bu aynaya bakmanKn temel kuralKysa diTerlerine kör olmaktKr. Mevlânâ’nKn aQk tanKmlamalarKnda belirleyici olan üst aklKn ilkeleri olduTu için, bu ilkelerin beyanK, ancak tersine bir dünya çizilerek mümkün hale gelmektedir. Gözden kaçKrKlma-masK gereken bu temel bakKQ unsurunu, onun söyledikleriyle iliQkilendirmediTimiz takdirde; körlüTü görme, sarhoQluTu ayKlma, suskunluTu dile gelme sembolleriyle üst aklKn hakikatine baTlamasKnK, bu âlemin hilafKna iQleyen iQe yaramaz sözler sanma yanKlgKsKna düQeriz. Bu itibarla onun söylemlerinde görülen eylemlerin tersliTi, yârin geldiTi ufku görebilmek için- bilhassa edinilmiQ- ayrK bir basiret gücüne iQaret eder.

Mevlânâ aQkK bir liyakat olarak tanKmlarken, aQkKn herkes için olduTunu, ancak liyakat sahipleriyle temas edince onlarK yüceltip layKk olmayanlar içinse engel teQkil ettiTini belirtir. Bu bahiste en dikkat çekici Qey, onun aQkKn her türlü tecellisi karQKsKnda tevazu tavrK gösterirken, liyakat kisvesi giymede iddiakar ve

3Bu kKsKmla ilgili rubailer için bkz: AQk-SKnKr-SKnKrsKzlKk: 175, 255, 263, 300, 322, 393, 470, 1005. AQk Nedir?: 1291, 1314, 1470, 1516.

övünücü bir tutum sergilemesidir. OlayKn nadirliTi, meselenin deTerini artKrdKTK için, bu tavrK göz önüne getirmekte fayda vardKr:

a ktaki karar ve sebât m, acep kimde var?

kimde var a k na hayranl k, bendeki kadar?

ben su arar m, yârim yel gibi esip gider;

a kta sabr m kimde, kimde var yârim gibi yar? (R 1191)

AQkKn, kâinatK bir sanat eseri olarak ortaya koyan “Sâni”i gösterdiTini ve o yüzden de aQk harflerinin birer sembol olduTunu belirten Mevlânâ ‘ya göre, aQk harflerinden ayKn âbid, n âkir ve kaf da kâni’dir. AQk kelimesinin harflerine yük-lenen bu simgesel anlamlar, âQKkta bulunmasK elzem olan üç ahlakî niteliTi göste-rir:

a k, kendine lây k olmayana olur mâni, e;er a k olmasayd , görünmezdi hiç sâni, a k harflerinin anlam nedir, bilir misin?

ay n, âbid; n, âkir ve kaf harfi de kâni! (R 1172)

Burada dikkat edilirse Mevlânâ’nKn aQkK, iyi ve kötü olarak da tasnif ettiTi görülür. “A k n iyisi de var, kötüsü de (R 211c)” diyen Mevlânâ, iyi ve kötü aQkKn, lütuf sahibinin himmetine göre tecelli ettiTini söyler. Onun bu söyleminde, him-metin her zaman rahmet anlamKna gelmediTi görülmektedir. Bu ayrKntK, onda zKtlKTKn üstlendiTi iQlevin asla ihmale gelmez bir anlama ve anlamlandKrma ölçütü olduTunu ihtar eder. Denilebilir ki Mevlânâ’da hiçbir tarif, muhalif mefhumu ile düQünülmeden kavranamaz. Onda bir meleke haline gelen bu dikkat biçiminin ürettiTi algK aktarKmlarK, daima QaQKrtKcK bir tarifler silsilesi halinde, okuyucu ve yorumcu zihninin altKndan kalkamayacaTK bir sKklet oluQturur. Mevlânâ’nKn aQka dair bütün tanKmlarK, aslKnda aQka giden yolu bulmanKn zorluTuna vurgu yapar, ancak muhatabKnK bu zorluTa karQK hazKrlayan bir hitapla uyarKr. Bu hitabKn ama-cK, muhatabK, anlamaya çalKQma kargaQasKna sürüklenmekten kurtarmak ve ya-nKndayKm diyen bir edayla ona, yalnKz olmadKTKnK hissettirmektir.

Mevlânâ’da, aQkKn engin ve kKyKsKz bir deniz sembolüyle ifadesi, zihnî bir çKkarKm deTil, ruhî bir gark oluQ bilincidir. “Bu denizde figan edenler de, yâ rab diyen-ler de batar. (R 393d)” O halde ona düQendiyen-ler bu iki eylemden de içtinap etmelidir-ler, fakat kurtarKcK üçüncü eylemin ne olduTu söylenmez. Mevlânâ, bu tip kör noktalarda söyleme cehdiyle dolu bir halde durur; ancak söylemeye izni olmadKTK için sustuTunu beyan eder; ancak bu suskunluk, sKrlK anlamlarK kör düTümlerle baTlamaz. Dikkatli bir okuyucu, özellikle susulan yerlerin, söylemeye eQdeTer tutulacak ipuçlarKyla dolu olduTunu fark eder. Mevlânâ’nKn bu tavrK, sKr açKklama yeri geldiTinde sürdürmesine bakKlKrsa, sKrrK yakalamak için, izin yokluTu mazere-tine deTil, ondan sonra söylediTinin peQine düQmek gerekir.