• Sonuç bulunamadı

DI'LAYICILIK ARASINDA MEVLÂNÂ

Cengiz BATUK

ÖZET

Bu makale Mevlânâ’n n gayri-müslimlere bak n n dini ço ulculuk ve d la-mac l k aras nda bir yerde olu unun tahlil etmeyi hedeflemektedir; ancak bu yer basitçe dinsel kapsamac l k (inclusivism) de ildir; çünkü Mevlânâ’n n çal malar Bat dünyas n n H ristiyan olmayanlar ve Bat l olmayanlara ili kin geli tirdi i gibi bir

“öteki” kavram n yans tmaz. Bu nedenle, Mevlânâ’n n gayri-müslimlere yakla m n Bat l d lamac l k, kapsay c l k, ço ulculuk, diyalogculuk ve i birlikçilik kavramlar ba lam nda anlamaya çal mak yanl olacakt r. Bat H ristiyanl di er dinleri ve inançlar “Ben ve Öteki” düalistik metafizi i temelinde alg lar. Mevlânâ’n n ça r s n n Müslümanlar ve Müslüman olmayanlardan (H ristiyanlar, Yahudiler, Budistler, Ate-istler ve Putperestler vb.) kar l k bulmas n n nedeni de onun di er inanç sahiplerini alg lamas nda bir “öteki” dü üncesine müsaade etmemesidir.

Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, ço ulculuk, d lamac l k, kapsay c l k, dinleraras di-yalog

MAWLANA BETWEEN RELIGIOUS PLURALISM AND EXCLUSIVISM

This paper aims at showing that analysis of Mawlana’s understanding of non-Muslims takes us toward a place between religious pluralism and exclusivism.

Nevertheless, this place is other than inclusivism simply because Mawlana’s literary works do not reflect any conception of “other” as developed by Western World re-garding non-Christians and non-Western peoples. Therefore, it would be wrong to grasp Mawlana’s approach toward non-Muslims within the context of Western ex-clusivism, inex-clusivism, pluralism, dialogism, and cooperationism. Western Chris-tianity understands other religions and other faiths on the basis of dualistic meta-physics of 'I and Other'. The reason why Muslims and non-Muslims (Christians, Jewish, Buddhist, Atheist and Pagans etc.) response to the call/invitation of Maw-lana is that he doesn’t allow any notion of “other” in his understanding of different people of faith.

Key words: Mawlana, pluralism, exclusivism, inclusivism, interfaith dialogue

Mevlânâ’nKn Müslümanlar dKQKndaki insanlarK algKsK, onlara yaklaQKmK ve bakKQ açKsKnK tartKQmayK amaçlayan bu makalede Mevlânâ’nKn dinsel çoTulculuk ve dKQlayKcKlKk arasKnda bir yerde durduTu ve belki kapsayKcK olduTu iddia

edilmemek-ArQ. Gör. Dr., Rize Ü. lahiyat Fak. Dinler Tarihi ABD. cebatuk@hotmail.com

tedir. Tam aksine bu çalKQmada Mevlânâ’nKn BatK’nKn dinleri algKlama noktasKnda geliQtirmiQ olduTu kapsayKcK (inclusivist), dKQlayKcK (exclusivist), çoTulcu (pluralist), diyalogcu ya da iQbirlikçi (cooperational) gibi Ben-Öteki metafiziTinin etkisini yansKtan formatlar baTlamKnda bir “öteki” algKsKna sahip olmadKTK tezi iQlenecektir. Mevlânâ’nKn çaTrKsKnKn Müslümandan HKristiyana, Yahudiden Budiste, Ateistten Putpereste kadar çok farklK insanda karQKlKk bulmasKnKn nedeni onun “öteki” algKsKna sahip olmamasKdKr.

HKristiyanlKTKn klasik görünümünün dKQlayKcKlKk olarak adlandKrKlabilecek bir formda olmasKnKn doTurduTu problemleri aQmak için 1960’lardan sonra geliQen felsefi ve teolojik tartKQmalarKn bir sonucu olarak, özellikle 1980’lerden sonra, genelde dinlerin birbirlerini algKsKnK özelde ise HKristiyanlKTKn diTer dinlere bakKQKnK ifade etmek için temelde üç farklK kavram ortaya atKldK: dKQlayKcKlKk (exclusivism), kapsayKcKlKk (inclusivism), çoTulculuk (pluralism)1.

Alister E. McGrath, R. Douglas Geivett ve W. Garry Phillips gibi düQünür-ler tarafKndan savunulan dinsel d lay c l k anlayKQKnKn temel argümanK tek bir dinin doTru olduTu ve bu dinin dKQKnda kalan tüm dinsel geleneklerin ise yanlKQ olduTudur. Geleneksel anlamda dinlerin kendileri dKQKndaki dinlere yaklaQKmKnKn genel olarak dKQlayKcKlKk olduTu kabul edilerek HKristiyanlKk dKQKnda bir kurtuluQ yolunun olamayacaTK iddia edilmektedir. DolayKsKyla kurtuluQun merkezinde sa Mesih vardKr. Kurtulmak için ona inanmak ve O’nu temsil ettiTini söyleyen kili-seye girmek gerekmektedir. Nitekim Yeni Ahit’te yer alan Qu ifadelerde de sa Mesih’e imanKn dKQKnda kurtuluQ olmadKTK vurgulanmaktadKr: “BaQka hiç kimsede kurtuluQ yoktur. Bu göTün altKnda insanlara baTKQlanmKQ, bizi kurtarabilecek baQ-ka hiçbir ad yoktur.”2“ sa ona, ‘yol, hakikat ve yaQam ben’im’ dedi. ‘Benim aracK-lKTKm olmadan Baba’ya kimse gelemez.’”3 Bu pasajlar Katolik Kilisesi’nde “Kilise dKQKnda kurtuluQ yoktur.” Qeklinde ifade edilirken, Protestanlar da sa’nKn dKQKnda kurtuluQun olamayacaTK Qeklinde ifade etmiQlerdir. II. Vatikan Konsili’nde ve Papa II. John Paul’un ilk genelgesinde (Redemptor Hominis) “istisnasKz herkesin sa tara-fKndan kurtarKlacaTK” ifade edilmektedir. Bugün daha çok muhafazakâr Katolikler-le fundamentalist Protestanlar tarafKndan savunulan düQünceye göre ncilKatolikler-le karQK-laQmayan veya onu kabul etmeyen insanlKTKn çoTunluTunu TanrK ebedi olarak cezalandKracaktKr.4DiTer dinleri tamamKyla hakikatin kapsama alanK dKQKna

çKka-1 Bu üç kavramKn dKQKnda yukarKda sayKlan diyalogcu, iQbirlikçi gibi farklK yaklaQKmlar da sergilenmek-tedir. Bu yaklaQKmlarKn tümüyle ilgili genel bilgi için bkz. Donald K. Swearer, Dialogue: The Key to Understanding Other Religions, (Philadelphia: The Westminister Press, 1977) ss. 25-50; Martin E.

Marty (edit.), Attitudes Toward Other Religions: Some Christian Interpretations, (New York: Harper and Row Publishers, 1969); Cafer SadKk Yaran (edit.), ,slâm ve Öteki, ( stanbul: Kaknüs YayKnlarK, 2001);

Mahmut AydKn, Monologdan Diyaloga, Ça;da H ristiyan Dü üncesinde H ristiyan – Müslüman Diyalo-gu, (Ankara: Ankara Okulu YayKnlarK, 2006).

2 Elçilerin Qleri 4:12.

3 Yuhanna, 14:6.

4 Hick, ,nançlar n Gökku a; , s. 54.

ran bu yaklaQKmKn savunucularK dKQlayKcKlKTKn (exclusivism) dinsel çatKQma ve hoQ-görüsüzlüTe zemin hazKrladKTKna karQK çKkmaktadKrlar. Antik dönemde de bugün-künden hiç de az olmayan oranda farklK düQünce ve inanKQlarKn olduTunu ifade eden Michael Green, bunlarKn farklK düzlemlerde karQKlaQmalarKnKn gerçekleQtiTini ama buna raTmen insanlarK HKristiyanlKTa davet eden ilk inananlarKn asla diTer inançlar aleyhinde bir tavKr sergilemediklerini sadece tüm güç ve inançlarKyla sa’yK tebliT ettiklerini söyler.5 DKQlayKcKlKTKn dogmatizmi gerektirdiTini savunan exclusivistler, TanrK ve insan hakkKndaki en gerçekçi açKklamanKn yalnKzca kendi-leri tarafKndan yapKldKTKna da inanKrlar.

1960’lardan sonra Vatikan merkezli olarak geliQen diyalog çabalarK, dKQlayK-cKlKTKn diTer dinlerle iliQki/diyalog sürecinde savunulmasKnK zorlaQtKrmKQtKr. Bu ise HKristiyan teologlarKn hem TanrK’nKn kurtuluQ planKnKn evrensel olduTu hem de sa-Mesih’in söz konusu planKn insanlKTa sunulmasKnda tek yol olduTu düQünce-sini savunmaya devam ederek yeni bir yol arayKQKna girmelerine neden olur. Bu baTlamda onlara yeni bir açKlKm saTlayan bakKQ açKsK kapsay c l k (inclusivism) olur.

KapsayKcKlKk genel olarak kiQinin kendi inancKnK kurtuluQa erdiren tek yol olduTu-nu kabul etmekle birlikte diTer dinlerinde mutlak anlamda olmasa bile kurtuluQa götürücü rol oynayabilecekleri ya da müntesiplerinin kurtuluQa eriQmeleri için zemin oluQturabileceTine inanmayK kapsar. Bu baTlamda herhangi bir dinsel gele-neTe mensup olan tüm insanlar kurtuluQa ereceklerdir. Hakikat ve kurtuluQ her dinsel gelenekte mevcuttur; ancak her gelenekte bir Qekilde mevcut olan hakikat ve kurtuluQ, tek gerçek hakikatin kKsmi yansKmasKdKr. Yani onlar hakikatin tama-mKnK deTil belirli bir kKstama-mKnK yansKtKrlar ve kurtuluQ sa’nKn çarmKhtaki kefaret edici ölümüne baTlKdKr. sa’nKn tüm insanlKTa kefaret olmasK ilkesi sadece HKristi-yanlarK deTil tüm insanlarK kapsar. Böylelikle tüm dünya dinlerinin müntesipleri HKristiyan kurtuluQuna dâhil edilmektedirler. Bu yüzden Karl Rahner, diTer insan-larK “isimsiz (anonim) HKristiyanlar” olarak adlandKracaktKr.6

Hick’e göre kapsayKcKlKTKn temelde iki Qekli vardKr. lk Qekline göre bir kiQi-nin kurtuluQa ermek için kiQisel olarak sa’yK Rab ve kurtarKcK olarak kabul etmesi gerekmektedir. Bu dünya hayatKnda onunla karQKlaQamayanlarKn muhtemelen ölüm sonrasKnda onunla karQKlaQacaTKnK savunarak kurtuluQ geleneksel terimlerle izah edilir. DiTer Qekline göre ise, insanoTlunun fiili transformasyonunu ve onlar vasKtasKyla da toplumun dönüQümünü öngören kurtuluQ anlayKQKdKr. Buna göre kurtuluQ HKristiyanlKk içinde olduTu kadar dKQKnda da gerçekleQir. Budist, Müslü-man, Hindu ya da Yahudi kendi inançlarKnKn ahlaki ve manevi uygulamalarK ile kurtuluQu elde edebilirler; ancak bu da nihayetinde Mesih’in gizil etkisiyle gerçek-leQir. Yoksa Hinduizm, Budizm ya da slâm gibi dinlerin kendilerinden

kaynak-5 Köylü, “Dinsel DKQlayKcKlKk (Ekslusivizm)”, ss. 31-32.

6 Gündüz, “ÇaTdaQ HKristiyan DüQüncesinde Öteki’nin nklusivist Yorumu”, ss. 105-110; Hick, ,nançlar n Gökku a; , s. 55.

lanmaz. Yeryüzündeki her dinsel gelenek içinde bilinmese de faaliyet gösteren gerçek güç Mesih sa’dKr. KapsayKcKlar, bu noktada NasKralK sa / tarihsel sa figürü yerine Ksrarla tanrKsal Mesih’i ön plana çKkarKrlar; zira Buda tarihsel olarak sa’dan çok önce (yaklaQKk 500 yKl) yaQamKQtKr. Yahudilik ve Hinduizm tarihsel olarak çok daha öncelere gitmektedir. Bu durumda sa Mesih’in gizli kurtarKcK olarak bütün bu geleneklerde yer alabilmesi için tarihsel kimliTinin bir kenara bKrakKlmasK ge-rekmektedir. Musa’ya, Konfüçyüs’e, Lao-Tze’ye ve ZerdüQt’e ilhamda bulunan Mesih’tir. Bu ise açKkça kiQinin kendi inancKnK yani tek mutlak hakikate sahip olan dinsel geleneTini diTerlerinden daha üstün kabul etmesi anlamKna gelmekte-dir.7

DKQlayKcKlKk ve kapsayKcKlKTKn doTurduTu problemlere tarihsellik, niyetsellik, dilin sKnKrlarK, hermenötik ve diyalogun zorunluluTu açKlarKndan yaklaQan düQü-nürler, dinlerin hakikat iddialarKnKn mutlaklKk içeremeyeceTini çünkü her hakikat iddiasKnKn hakikatKn yalnKzca bir kKsmKnK yansKttKTKnK, insanKn kendi sKnKrlKlKTK dolayKsKyla topyekün hakikati kuQatamayacaTKnK iddia etmiQlerdir. AyrKca onlar kurtuluQun da tek bir dine has olamayacaTKnK iddia ederek dinlerin temelde Nihai AQkKn VarlKk/ lke’yle iliQkiye geçmenin bir aracK olduTunu öne sürmüQlerdir. Buna göre HKristiyanlarKn kozmik Mesih’i ya da ebedi logosu, MüslümanlarKn Allah’K, Taoistlerin Tao’su, Budist ve HindularKn Dharma’sK aynK lahi AQkKn GerçekliTin farklK yansKmalarKdKr.

Hakikatin tekliTi ya da diTer bir ifadeyle mutlaklKTK sorunu, dinlerin olduTu kadar felsefenin de önemli bir problemi olarak karQKmKza çKkmaktadKr.

Wittgenstein’a göre gerçeklik hakkKndaki bir ifade, tasvir etmeye çalKQtKTK gerçek-liTin ancak kKsmi bir ifadesi olabilir. Gerçeklik sKnKrsKz sayKda bakKQ açKlarKndan görülebilmesine raTmen, dil o gerçekliTi bir defada sadece bir ya da birkaç açKdan ifade edebilir. DolayKsKyla dilin sKnKrlKlKTK hakikat anlayKQKnK da sKnKrlandKrKr. Yine Gadamer’e göre metin hakkKndaki tüm bilgi yorumlanmKQ bir bilgidir dolayKsKyla da tüm hakikat ve bilgi yorumlanmKQ hakikat ve yorumlanmKQ bir bilgidir. Tabi tüm bunlar bizleri bir sorunla karQK karQKya bKrakmaktadKr: Sorunun kaynaTKnda hakikatin mutlaklKTKndan ziyade insanKn kendi sKnKrlKlKTKndan dolayK hakikat algK-sKndaki eksiklikler mi var, yoksa gerçekten mutlak hakikat yok mu?

Dinsel çoTulculuk (Pluralizm), batKda geliQen günümüzün en önemli teolo-jik akKmlarKndan biridir. Bu akKmKn en temel iddiasK paradoksal olarak “mutlak bir hakikatin olduTu”dur; ancak mutlak hakikat iddialarK ya da dinlerin mutlak haki-kat iddiasK birçok açKdan doTruluk deTerine haiz deTildir. John Hick bunu prizma metaforuyla çok güzel bir tarzda ifade etmeye çalKQKr. Ona göre hakikat tek bir noktadan gelir; ancak insanlar aynK hakikatin farklK vechelerini/yönlerini kavrar-lar. TKpkK güneQten yansKyan bir KQKTKn semada bir yaTmur damlasKna çarpmasK

7 Hick, ,nançlar n Gökku a; , ss. 55-58; Yaran, “Dinsel KapsayKcKlKk ( nklusivizm)”, ss. 67-80.

sonucunda kKrKlarak gökkuQaTKnK oluQturmasK gibi. GökkuQaTKnK oluQturan renkle-rin her birisi, KQKTKn bir parçasKdKr ya da KQKTKn bir yönünü, bir rengini yansKtKrlar;

ama hiçbirisi tekil olarak KQKTKn bütününü yansKtmaz. IQKk sadece ne mavi, ne yeQil ne de kKrmKzKdKr. Tüm bu renklerin güzel bir harmonisi KQKTKn bütününü ifade edebilir. TanrK’dan gelen vahiy ya da insanlarKn TanrK algKlarK da insanlarKn kendi baTlamlarK çerçevesinde Qekillenecektir.8

,nançlar n Gökku a; (The Rainbow of Faiths) adlK kitabKnKn Türkçe çevirisine yazdKTK önsözde kitabKnK hazKrlarken bazK sufi düQünür ve Qairlerin yazKlarKndan büyük ilham aldKTKnK söyleyen John Hick, kitabKnKn ana parolasKnKn Mevlânâ’nKn

“Lambalar farklK; fakat KQKk aynK KQKktKr. O öteden gelmektedir.”9 sözü olduTunu söyler. Bunun ötesinde yine Mevlânâ’nKn meQhur fil hikayesi de gerek Hick’in ve gerekse diTer çoTulcularKn kullandKklarK önemli argümanlar arasKnda yer alKr.10 Söz konusu öyküde Hintliler halka göstermek amacKyla bir fil getirirler; ancak fili karanlKk bir ahKra koyarlar. MeraklK halk bir an önce fili görmek için ahKra topla-nKr; lakin ahKr o kadar karanlKktKr ki fili görmeleri imkansKzdKr. Bu durumda kala-balKk elle dokunmak suretiyle filin nasKl bir hayvan olduTunu anlamaya çalKQKr.

Birisi filin hortumuna dokunur ve filin bir oluTa benzediTini söyler. Bir baQkasK kulaTKna dokunur ve filin yelpazeye benzediTini söyler. AyaTKna dokunan filin bir direTe benzediTini söylerken sKrtKna dokunan da filin bir tahta benzediTini söyler.

Herkes dokunduTu kKsmKn filin bir cüzi olduTunu anlamaksKzKn filin tamamKnKn ondan ibaret olduTu zannKna kapKlKr. Mevlânâ herkesin elinde bir mum olsaydK Qayet, sözlerindeki ihtilaf ortadan kalkardK, der. Lakin karanlKkta filin ne olduTu-nu anlamaya çalKQtKklarK için gerçeTi anlayamKyorlar.11 Bu hikaye ilk bakKQta haki-katin farklK algKlanmasK için bulunmaz bir argüman gibi durmakta, gerek insani zaaflarKmKz dolayKsKyla ve gerekse AQkKn GerçekliTin insan tarafKndan kuQatKlma-sKnKn imkânsKzlKTK nedeniyle hakikatin bütünüyle insan tarafKndan kavranamaya-caTKnK göstermektedir.

Ancak Mevlânâ’nKn öykünün devamKnda kaydettiklerine de bakmanKn ya-rarlK olacaTK kanaatindeyiz; zira Mevlânâ hemen öykünün devamKnda “denizi gören göz baQka, köpüTü gören göz baQka… fakat QaQKlacak Qey ki sen köpüTü görüyorsun ama denizi göremiyorsun.” diyerek insanKn algKsKnKn Hakk yerine baQka Qeylere yöneldiTini izah eder. nsan gerçekten de kördür; ancak bu körlük hakikati kavrayamayacak olmasK anlamKnda deTildir zira; insan aydKnlKk bir

deni-8 Dinsel çoTulculuTa iliQkin detaylK bilgi ve tartKQmalar için bkz. Mahmut AydKn, Dinsel Ço;ulculuk ve Mutlakl k ,ddialar , (Ankara: Ankara Okulu YayKnlarK, 2005).

9 Hick, ,nançlar n Gökku a; , s. 35.

10 Johnson, “John Hick’in ÇoTulcu Hipotezi ve ÇatKQan Hakikat ddialarK Sorunu”, s. 47.

11 Mevlânâ, Mesnevî, III, 1260-1269 (Mesnevîden yapKlan aktarKmlar için “Mevlânâ, Mesnevî, çev.

Veled zbudak, Göz. Geç. Abdulbaki GölpKnarlK, (Ankara: MEB YayKnlarK, 1988) c. 1-6” kullanKlmKQ olup sayfa numaralarK yerine cilt ve beyit numaralarK verilmiQtir).

zin üstünde yüzmekte olan bir gemidir. Deniz karanlKk içinde deTil, aydKnlKktKr ve insan onun yerine köpükle yani dünyevi bir takKm meQgalelerle uTraQmaktadKr:12

Ot gibi aya; n yere ba;l … hakikate eri emez de bir yelle ba n sallar durursun.

Aya; n yok ki bir yerden bir yere gidebilesin, yahut çal p çabalay p aya; n bu balç ktan kurtaras n.

Nas l kurtarabilir, nas l bu balç ktan aya; n çekebilirsin? Hayat n bu balç ktan.

Hayat n terk etmekse senin için pek mü kül bir ey!

Fakat ey yoksul adam, Hak’tan hayat bulursan topraktan müsta;ni olur, bu bal-ç ; o vakit terk edersin.13

Öykünün sonrasKndaki ifadelere dikkat edildiTinde Mevlânâ’nKn hakikati kavrama karQKsKnda insanK baTlayan, sKnKrlandKran Qeylerden söz ettiTi görülür.

Evet hakikat bütünüyle kavranamaz; ama bunun en önemli nedeni Hakk’a baTlK olmamak, Hak’tan hayat bulmamaktKr. Hayat kaynaTK olarak baQka Qeylere yö-nelmektir. Mevlânâ, burada insanlarKn “Hak” ya da “hakikat” karQKsKnda farklK konumlanKQlarKnK deTil “Hak”tan ayrK kalmalarKnK, uzaklaQmalarKnK, bir anlamda yabancKlaQmalarKnK ifade etmektedir.

Mevlânâ’nKn gerek Mesnevî’sine gerekse diTer metinlerine “ben – öteki”

düalizmi açKsKndan bakKldKTKnda hem dinsel çoTulculuTa hem de dKQlayKcKlKTa kapK aralayan ifadeleriyle karQKlaQmak mümkündür. YukarKda zikrettiTimiz fil hikayesi bunlarKn en önemlisini oluQturmaktadKr. Nitekim bir kKsmKnK aQaTKda da tartKQaca-TKmKz bu ifadelerden hareketle Mevlânâ pluralist bir model olarak takdim edil-mektedir.14

Mevlânâ’nKn peygamber ve veliler arasKnda fark görmediTi dolayKsKyla her-hangi birine tabi olmanKn yeterli olacaTKnK ifade ettiTi görülür:

Her Peygamberin, her velînin bir mesle;i vard r; fakat de;il mi ki hepsi halk Hak’ka ula t r yor, birdir

.

15

Bu ifadelerine bakKlKnca Mevlânâ’nKn peygamberleri farklK dinlere mensup insanlar olarak gördüTü zannedilebilir; oysa ona göre bütün peygamberler tevhi-din davetçileridirler. Nitekim onun sa’ya inanan insanlarK yollarKndan saptKrmak için hileli bir yöntem kullanan Yahudi vezir ve padiQahKn öyküsünü anlattKTK beyitlerin hemen baQKnda Yahudi padiQahK QaQK olarak nitelendirdiTini görürüz.

Öyle ki, sa’ya düQmanlKk besleyen bu padiQah, sa’nKn Musa’dan bir farkK olmadK-TKnKn, hatta her ikisinin tamamen aynK olduTunun farkKnda deTildir. Bunu ifade etmek için de Mevlânâ QaQK çKrak ve usta öyküsünü anlatKr. UstasK çKraktan evdeki QiQeyi getirmesini ister. ÇKrak iki QiQe olduTunu hangisini getireceTini sorar. Usta

12 Mevlânâ, Mesnevî, III, 1270-1274.

13 Mevlânâ, Mesnevî, III, 1280-1284.

14 Mevlânâ’nKn pluralistik yorumu için bkz. AydKn, “A Muslim Pluralist: Jalaluddin Rûmi”, ss. 220-236.

15 Mevlânâ, Mesnevî, I, 3086.

bir tane QiQe olduTunu söyler ve onu alKp gelmesini ister. ÇKrak evde iki QiQe olduTu konusunda Ksrar edince usta bu defa “birini kKr ve diTerini getir.” der; ancak çKrak QiQeyi kKrdKTKnda geriye hiç QiQe kalmaz. Mevlânâ da sa’nKn mesajKnKn Musa’nKn mesajKyla aynK olduTunu anlayamayan padiQahK, QaQK çKraTa benzetir ve

sa’yK/ sa’nKn mesajKnK ortadan kaldKrmaya uTraQtKTKnda aslKnda Mu-sa’yK/Musa’nKn mesajKnK ortadan kaldKrdKTKnK ifade etmektedir.16

Kur’an’Kn, ncil’e inandKTKnK söyleyenleri Allah’Kn onda indirdikleri ile hük-metmeye17, ona göre yaQamaya davet ettiTi ayetlerini hatKrlatKrcasKna Mevlânâ da Hz. Peygamberin yolundan gitmeyenin bari adam gibi sa’nKn öTretisi üzerine yaQamasKnK ister:

,sâ (a.s.)’ n tarîk , mücâhede ve halvet ve ehvetten ictinâbt r; ve tarîk- Mu-hammedî ise, kad n n ve erke;in cevr ve gussalar n [eza ve cefalar n ] çekmektir.

Mâdem ki tarîk- Muhammedî’ye gidemiyorsun, bâri tarîk- Îsâ’ya git; tâ ki büsbütün mahrum olmayas n.18

Yine Mevlânâ, Kur’an’Kn iman edenlerle Yahudiler, Sâbiîler ve HKristiyan-lardan Allah’a ve ahiret gününe inanKp iyi icraatlarda bulunanlarKn üzerine korku olmadKTK, onlar için Rableri katKnda hazKrlanmKQ mükafatlar olduTunu19 söyleyen ifadelerini çaTrKQtKracak tarzda iyinin, güzelin ve doTrunun bazen hiç umulmadKk bir yerde de olabileceTini hatKrlatKr:

Ey insandaki binlerce Cebrail! Ey âdi bir kal pta gizli Mesihler!

Ey Kilisede gizli binlerce Kâbe! Ey ifriti, ,blisi yan ltan, yanl lara sevkeden!

Sen mekân ilinde mekâns zl k secdegâh s n. ,blislerin dükkan senin yüzünden y k lm t r.20

Mevlânâ’yK dinsel çoTulculuk çizgisiyle birlikte ananlar kendilerine daya-nak olarak yukarKdaki ifadelerinin yanK sKra onun TanrK anlayKQKnK kullanmaktadKr-lar. Gerçekten de Mevlânâ kelamcKlarKn kavramsallaQtKrarak alabildiTine soyutlaQ-tKrdKklarK TanrK’nKn yerine insanKn içsel olarak duyumsayabileceTi yani ayette belirtildiTi Qekilde insana Qah damarKndan daha yakKn olan bir TanrK’yK önerir:

“Tanr , ah damar ndan daha yak nd r insana. Halbuki sen, ok gibi olan dü ünceni uzaklara atmadas n. Ey yay kurup oku atan! Av yak nda sen uza;a dü mü sün.”21 Bu yüzden de Mevlânâ, içsel tecrübeyi yani aQkK merkeze alKr; zira aQk, varlKklardan Allah’a doTru gerçekleQecek olan yükseliQi saTlar. AkKl, sadece temeli tanKtKp öteye götürmezken aQk, insanK Allah’la birleQtirir. Ona göre akKl hakikatin önündeki perdedir. AkKl, âlemin TanrKdan ibaret olduTunu göstermek için türlü tasnifler ve

16 Bkz. Mevlânâ, Mesnevî, I, 325-334.

17 Maide 5/47.

18 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, XXI. FasKl, s. 82.

19 Bakara 2/62; Maide 5/69.

20 Mevlânâ, Mesnevî, VI, 4584-4586.

21 Mevlânâ, Mesnevî, VI, 2354-55.

açKklamalar yapar; ancak içe nüfuz edip asKl gerçeTi göremez. Oysa Mevlânâ’ya göre Allah’K dKQarKda aramak körlüktür, QaQkKnlKktKr.22Bu nedenle Armstrong’a göre Mevlânâ, herkesi içindeki saklK gerçekliTi görmeye çaTKrKr. çsel gizemi görmeyi engelleyense benliktir. Bu yüzden insan benlikten sKyrKlabilirse yalKtKlmKQ ayrK varlKklar olmaktan çKkKp bütün varlKTKn temelinde bir olur.23 Bu aynK zamanda insanKn kendi içindeki Öz’ün yani “içerdeki TanrK’nKn hükümranlKTK”yla24 zahirin de bütünleQmesini ifade eder.

Armstrong, Mevlânâ’nKn Musa ve saf çoban diyalogundaki ifadelerinden onun baQka insanlarKn tanrKsallKk kavramlarKna saygK göstermemiz gerektiTini anlatmakta olduTunu öne sürer.25 Buna göre insanlar TanrKyK farklK Qekillerde de algKlKyor olsalar da aslKnda aynK Qeyden söz etmektedirler. Musa ile saf çoban ara-sKnda geçen öyküde26, Musa bir çobanKn TanrKyla içten samimi bir Qekilde konuQ-masKna tanKk olur; ancak çoban TanrKdan sanki sKradan bir insandan bir arkada-QKndan söz ediyor gibi bahseder: “Ey kerem sahibi TanrK! Neredesin ki sana kul, kurban olayKm. ÇarKTKnK dikeyim, saçKnK tarayayKm. Elbiseni yKkayayKm, bitlerini kKrayKm.. Ulu TanrK, sana süt ikram edeyim. ElceTizini öpeyim, ayacKTKnK ovayKm.

Uyuma vaktin gelince yerceTizini silip süpüreyim. Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün naTmelerim, heyheylerim senin yâdKnladKr TanrKm!” Adeta çoban, küçük bir çocuTun TanrKdan söz etmesi gibi TanrK hakkKnda konuQmaktadKr. Bu sözleri duyan Musa, sinirlenir ve ona “Sen bunlarK kime söylüyorsun, amcana, dayKna mK? TanrK sKfatlarKnda cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mK?” der. Arala-rKndaki karQKlKklK diyalog bu minval üzere devam eder. Musa çobanKn TanrKya bu ithamlarK yapmakla kafir olduTunu dahi söyler. Musa’nKn uzun izahlarK ve açKk-lamalarK sonunda çoban, “Ya Musa, aTzKmK baTladKn, piQmanlKktan canKmK yak-tKn.” der ve çöle doTru yola düQer. Öykünün bundan sonraki kKsmKnda bu defa Musa TanrK tarafKndan azarlanKr:

Kulumuzu bizden ay rd n. Sen uzla t rmaya m geldin, yoksa ay rmaya m ? Kaadir oldukça ayr l ;a ayak basma. Bence en ho lan lmayan ey ayr l kt r.

Ben, herkese bir huy, herkese bir çe it st lah verdim. Ona medih olan söz, sana zemdir; ona göre bald r, sana göre zehir!

Bizse temizden de münezzehiz, pisten de. A; rl ktan da ar y z, çeviklik ve titizlik-ten de! Kullara ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye de;il, kullara ihsanlarda bulunay m diye.

22 Topçu, Mevlânâ ve Tasavvuf, ss. 10-11, 31-32.

23 Armstrong, Tanr ’n n Tarihi, ss. 307-308.

24 Schuon, Tasavvuf: Kabuk ve Öz, s. 104.

25 Armstrong, Tanr ’n n Tarihi, s. 308.

26 Mevlânâ, Mesnevî, III, 1720-1815; VI, 1090-1095.

Hintlilere, Hintlilerin sözleri medihtir. Sintlilere, Sintlilerin. Onlar n beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla kendileri temizle-nirler.

Biz; dile, söze bakmay z; gönle hale bakar z. Kalp hu u sahibiyse kalbe bakar z, isterse sözünde kulluk ve a a; l k olmas n! Çünkü gönül cevherdir, söz söylemekse araz.

Biz; dile, söze bakmay z; gönle hale bakar z. Kalp hu u sahibiyse kalbe bakar z, isterse sözünde kulluk ve a a; l k olmas n! Çünkü gönül cevherdir, söz söylemekse araz.