• Sonuç bulunamadı

2.1 Kent, Kentleşme ve Kentlileşme Kavramları

2.1.1 Kent kavramı ve tarihsel gelişimi

2.1.1.1 Kent kavramı

Kent terimi; yurttaşlarla ilgili ve uygar anlamlarına gelen Latince “civic” kelimesi ile yurttaşlık, bir kentin hemşeriliği, millet ve devlet anlamlarında kullanılan Latince “civitas” kelimesi ile ilişkili bir terimdir. Bu bilgilere göre; uygarlık, hemşerilik, siyasal olma ve devlet kavramlarının kökeninin kent kavramına dayandığı görülmekte olup, kibar (civilité) ve görgü (urbanité) kelimelerinin de kent kavramı ile ilişkili olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Arapçada ise Medine kelimesi “şehir” ya da “belde” terimiyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.100

Bilineceği üzere Şehir kelimesi de kaynak bakımından “hâkimiyet” ve devlet anlamına gelen Farsça “hşasra” ve Sanskritçe “ksatra” ile aynı kelimedir. İlk ve eski anlamının yanı sıra bu kelimenin Pehlevicede aldığı “şahr” biçimi ile “idari bölge” ve “büyükşehir” anlamı vardır. “Şahr” kelimesi Türkçe ’de bilindiği üzere “şehir” biçimini almıştır.101 Yani aslında tüm bu bilgilerden de anlaşılmaktadır ki kent; “yurttaşlık haklarının kullanıldığı mekân” anlamına gelmekte olup, bu noktada kentlerin, uygarlık ve medeniyetin beşiği olarak bilindiği algısı bir kez de buradan anlaşılmaktadır.102

Kelime anlamı ile belirtilen anlamı kazanan “kent” kavramı sosyolojik açıdan ise “nüfus birikiminin, uzmanlaşmanın, iş bölümünün, sanayileşmenin ve ikincil ilişkilerin yoğun biçimde yaşandığı bir yer” olarak tanımlanmaktadır.103

Benzer bir tanımda ise Fransız sosyolog Rene Maunier kenti; “nüfusuna oranla coğrafi temeli dar olan aileler, meslek grupları, sosyal sınıflar, mezhepler vs. gibi çeşitli heterojen grupları içine alan karmaşık bir yerleşme grubu” olarak tanımlamaktadır. Max Weber’in kent tanımına bakıldığında ise, siyasal bir birim olan kentin biri idari ve demografik, diğeri ise sosyo-ekonomik ve kültürel olmak üzere iki ayrı boyutunun bulunduğu görülmektedir. Fakat Weber’e göre daha önemli olan boyutu kentin siyasal ve ekonomik örgütlenme biçimidir. Bu anlamda idari ve demografik açıdan belli bir nüfus büyüklüğüne ulaşan yerleşim birimi olan kentin tanımlanmasında

100

Kıvılcım Akkoyunlu Ertan, Kent ve Kentli Hakları, Ankara, TODAİE Yayınları,1.Baskı, Temmuz 2014,s.35. 101Fügen Berkay, Tarih ve Toplum Köy ve Kent (Yerleşme Sosyolojisine Başlangıç),Bursa, Ekin Yayım Dağıtım,2009,s.65.

102

Mehmet Özel, “Özerk Yerel Yönetimlerin Oluşumunda Kentlerin Tarihsel İşlevi”, Süleyman Demirel

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 18, Sayı 2,2013, s.51.

103

nüfus gerekli ama yeterli bir ölçüt olamaz. 104

Bu ve benzeri birçok tanımda da görüleceği üzere bu tanımlarda ortak birçok nokta bulunmasına rağmen, kent olgusu tarihin değişik dönemlerinde değişik şekillerde tanımlanmıştır. Bu nedenle genel kabul görmüş ortak bir tanım bulunmamasına rağmen, bu zamana kadar yapılan tüm bu ve benzeri tanımlardan hareketle kentin üç temel özelliği olduğu görülecektir. Bu özellikler nüfus yoğunluğu, yerleşmenin büyüklüğü ve heterojen yapıdır. 105

Nüfus yoğunluğu veya nüfusun büyüklüğü kent tanımı için önemli bir özelliktir. Tek başına yeterli bir ölçüt olmasa da belli bir nüfus büyüklüğüne ve nüfus yoğunluğuna erişilmiş olması kentin diğer iki özelliği kadar önemli bir özelliktir. Nüfus büyüklüğünün yanında bir diğer özelliği olan yerleşmenin büyüklüğü de kent tanımı içinde önemli bir özelliktir. Yerleşim yerinin fiziksel altyapısının belli bir düzeye ulaşmış olması yani bir diğer ifade ile yerleşmenin büyüklüğünün yanında nüfusun büyük oranda örgütlenerek karmaşık iş bölümüne ve yüksek uzmanlaşma düzeyine erişmiş olması da kentin bir diğer özelliği olan heterojen toplum yapısına sahip olmasının bir gereğidir.106Tüm bu ortak özellikleri içererek yapılan bir tanım kent için doğru bir tanım olacaktır. Buna göre kent; “tarımsal olmayan üretimin yapıldığı ve tüm üretimin denetlendiği, dağıtımın koordine edildiği, belirli teknolojinin kullanıldığı, nüfusun belli bir büyüklük ve yoğunluğa ulaştığı, heterojenlik ve bütünleşmenin var olduğu bir yerleşme yeri” olarak tanımlanabilir.107

2.1.1.2 Kent kavramının tarihsel süreci

Kent olgusu daha önce de bahsedildiği üzere ortaya çıktığı bilinen ilk zamandan bu yana uygarlıklar ve kültürlerin gelişimini belirleyen temel öğelerden biri olmakla kalmamış, özellikle de bu önemini XX. yüzyılın ikinci yarısında daha çarpıcı bir şekilde hissettirmiştir. Günümüzde kentlerin ilk olarak nasıl ve nerede ortaya çıktığına dair farklı görüşler bulunmakta olup, görüşlerin farklılaşmasında bazı nedenler etkili olmuştur. Bu nedenlerden bir tanesi, özellikle Antik kentler üzerine bulguların çoğunun arkeolojik olması nedeniyle yazılı belgelerden ziyade bu

104Yusuf Pustu, “Küreselleşme Sürecinde Kent- Antik Site ’den Dünya Kentine”, Sayıştay Dergisi, Sayı 60,2005,s.130.

105

Pustu, Küreselleşme Sürecinde Kent…,s.130. 106

Erol Kaya, Kentleşme ve Kentlileşme, İstanbul, Okutan Yayınları, 2007,s.5. 107

Mustafa Yıldırım, “Kavramsal Çerçevesi İçerisinde Kent, Kentleşme ve Kentlileşme” ,Toplum Bilimleri, 8 (15) ,2014,s. 321-348.

bulgulara dayanılmış olmasıdır. Çünkü sadece bu arkeolojik bulgulara dayanılarak, farklı coğrafyalardaki farklı kentler aynı tarihsel dönemde oldukları için aynı şartlara sahipmiş gibi eşit bir biçimde incelenmiştir. Bu nedenle antik kentlerin daha sonraki dönemlerin kentleri ile karşılaştırılması; gerçeğin yalnızca kaba bir biçimde yani tam ve doğru bir şekilde yansıtılmamasına neden olmuştur.108

Bu ve benzeri birçok nedenden ötürü, kentlerin ilk nerede ve nasıl ortaya çıktığı konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Buna göre ilk kentleri, Yunan ve Roma kentleri olarak gören kent bilimcilerden, ilk kentlerin Mezopotamya, Meso-Amerika, Nil, İndus ve Sarı Irmak’ta ortaya çıktığına kadar farklı görüşler bulunmaktadır. 109

Genel kanı, yazılı tarih dönemlerinde uygarlığın Mezopotamya ve Mısır’dan başlayarak Yunan ve Roma’ya, sonra ise Bizans ve İslam dünyası kanalı ile Atlantik Avrupa’sına ve Amerika’ya doğru yol aldığı, zamanla Hint, Çin, Meksika ve Peru uygarlıklarının ve daha birçoklarının da buna eklendiğine dairdir.110

Zaten, Musul, Halep, Şam, Beyrut gibi Yakın Doğu kentleri ile Lusor, Heliopolis gibi Mısır kentlerinin kökeninin milattan çok öncelere dayandığı; Paris’in ise henüz iki bin yaşında bile değil iken, Kudüs’ün üçüncü bin yılı geride bıraktığı artık günümüzde kabul edilen bir gerçek olup, bu bilgiler de bir yerde uygarlığın gelişim sürecini doğrulamaktadır.111 Neticede, insanlığın ve uygarlığın Mezopotamya ve Mısır’dan başlayıp yenidünya ile dünyanın diğer bölgelerinde devam eden bu gelişimi ile değişim ve yayılma serüveni, aynı zamanda kent yerleşiminin de tarihi olarak kabul edilebilir. Çünkü her kent doğal olarak ayrı bir tarihe sahip olmasına rağmen kent yerleşimi tarihsel sürecine pek çok yeni öğe katmışlardır. Böylece her kent ayrı ayrı insanlığın ve uygarlığın gelişimine bu şekilde bir katkıda bulunmuştur. 112

Kentlerin ilk ortaya çıkışında etkili olan nedenlere bakıldığında ise, başta güvenlik kaygısının etkin olduğu bilinmekte ise de asıl etkenin ekonomik olduğu görülmektedir. Buna göre kentlerin doğuda ve batıda farklı biçimlerde ortaya çıkışının nedeni toplumların üretim biçimleridir. Yani, kentler aslında üretim biçimindeki değişimle doğmuş ve üretim güçlerindeki gelişme ile değişmiş ve

108

Duru ve Alkan ,a.g.e., s.78-80. 109

Kaya, Kentleşme ve Kentlileşme, s.7. 110

Berkay,a.g.e.,s.67. 111

Kaya, Kentleşme ve Kentlileşme, s.8. 112

gelişmişlerdir.113

Fakat kent uygarlığı Roma İmparatorluğunun yıkılması ile sekteye uğramıştır. Çünkü Roma İmparatorluğunun istilalar sonrasında ikiye ayrılması ile birlikte merkeziyetçi mutlak bir imparatorluk olan Roma İmparatorluğu’nun birleştirici ve koruyucu gücü ortadan kalkmış, barbar kavimlerin saldırılarına karşı koyamayan Roma kentleri tümüyle tahrip olmuştu. Bunun üzerine güvenliği sağlanamayan kırsal alanlarda ki nüfus ise daha güvenli yerlere göç etmiş, kentleri besleyen ve geliştiren ticaret yollarının güvenliği kalmadığı için artık kent nüfusu da giderek azalmıştır. Aslında belirtilen bu türden olumsuz sonuçlarına rağmen söz konusu bu gelişme bir taraftan da kentler için önemli ve olumlu bir değişime de neden olmuştu. Bu dönemde kırsal alanlardan daha güvenli yerlere başlayan göç sonucunda Ortaçağ kentleri kendilerini besleyen kırsal alanlardan tamamıyla ayrılmışlar, fakat bir taraftan da kırsal alanların kentsel alanlardan ayrılmasıyla bugünkü anlamıyla yani gerçek manada birer kente dönüşmüşlerdir.

Siyasi istikrar IX. yüzyıldan itibaren yeniden tesis edilmeye, X. yüzyıldan itibaren de zanaat ve ticaret tekrar önem kazanmıştır. Bu nedenlerden dolayı kentler hem Avrupa’da hem de İslam dünyasında yeniden büyümeye başlamışlardır. XII. ve XIII. yüzyıllarda ise günümüz Batı Avrupa modern kentlerinin birçoğunun kurulduğu bir kentsel gelişme dönemi yaşanmış olup, Ortaçağ şehirciliğinin ‘altın yılları” bu dönemde başlamıştır. Böylece halkı saldırılardan korumak üzere çok sıkı korunan “Kale kentlerden”, hızla “Kente” geçiş başlamıştır. Bu zamanda kentler açısından dikkat çeken bir diğer özellik ise “Ortaçağ kent toplumlarının artık kendine özgü yasa, yönetim ve hukuk bilimine sahip birer ticaret ve sanayi toplumu” niteliğine kavuşmalarıdır. Çünkü bu dönemde kentlerde ticaret ve sanayi zamanla tekrar gelişmiş, toplumsal yaşamı düzenleyen yasalar konusunda ise belirli bir gelişmişlik seviyesine ulaşılmıştı. Zanaat ve ticaretin kentlerde tekrar yoğunlaşması ve kentlerde ahlaki, sanatsal, mimari ve dini alanlarda yönelimlerin artması ile bugünkü manada kent anlayışının yerleşmeye başladığı görülmüştür. Bu nedenle bu tarihten sonra “Eski çağ kentlerinin belli bir nüfus büyüklüğüne sahip olması, ekonomik yapısı ve idari sistemi ile diğer yerleşim birimlerinden farklı olması”

113M. Fatih Çan, “Kentleşme, Sanayileşme ve Kalkınma Etkileşimi”,<Http://Www. Fka. Org. Tr/ Sayfadownload/Kentle%C5%9fme%20sempozyum%20bildiri%20metni%20%20m.%20fatih%20%C3%87an.Pd f>, (Erişim Tarihi 16 Mayıs 2015),s.1.

yerleşim yerlerinin kent sayılması için yeterli bir ölçü iken, artık sadece bu sayılan nitelikler kentler için yeterli gelmemeye başlamıştır.114

Ortaçağda kentler yeni bir kimlik kazanmakla beraber, günümüzdeki anlamıyla yani modern kentin ortaya çıkışının sanayi devrimi sonrasında mümkün olduğu görülmektedir. Dahası, literatürde “Kentleşme” olgusunun “Sanayi Devrimi Öncesi Kentleşme” ve “Sanayi Sonrası Kentleşme” olarak ikiye ayrılarak incelenmesi de sanayi devriminin bu süreçte bir dönüm noktası olduğu göstermektedir. 115

Kısaca, kent olgusu özellikle sanayi devrimi ile birlikte toplum yapısını niteleyen bir ağırlık kazanmıştır. Hal böyle olunca, toplumların kaderi de gittikçe artık daha fazla bir şekilde kentlerde belirlenmiş ve kentlerin gösterdiği ekonomik, sosyal, siyasal ve idari performans ise hem kentte oturanlar hem de insanlığın gelişimi açısından öncelikli bir önem kazanmıştır. 116

2.1.2 Kentleşme olgusu ve kentleşmenin nedenleri

Kentlerin gelişiminde sanayi devrimi yeni bir dönemi başlatmıştır. Neolitik (Tarım devrimi) devrim denilen birinci kent devriminden sonra “İkinci kent devrimi” adı verilen bu dönem, 1750'lerde Britanya’da buhar gücüyle çalışan makinelerin makineleşmiş endüstriyi doğurması ile başlamıştır. Kentleşme ise bu noktada, sanayileşme ve modernleşme süreçlerinin sonucu olarak ortaya çıkan mekânsal ve toplumsal yaşamdaki yapısal değişimi ve dönüşümü ifade etmektedir. 117

Toplumsal yaşamda farklılık, çeşitlilik, yoğunluk, karmaşıklık, yabancılaşma ve benzeşme, bireyleşme ve toplumsallaşma gibi bazen birbirine zıt bazen de birbirini tamamlayan birçok kavramı içinde barındıran bir süreç olarak önemini ve güncelliğini koruyan kentleşme olgusu ile kentleşmenin nedenleri, tarihsel süreç göz önünde bulundurularak çalışmanın bu kısmında irdelenecektir.

114

Kaya, Kentleşme ve Kentlileşme, s.9. 115

Çan,a.g.m.,s.1. 116

Halis Adnan Arslantaş, “Sosyal Değişme, Kentleşme ve Kentlileşmenin Din Üzerine Etkileri”, İlahiyat

Fakültesi Dergisi,2008, s.172.

117

İsmail Yörük et al., “Akhisar İlçesi Kentsel Alan Kullanım Değişiminin Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma”,

2.1.2.1 Kentleşme olgusu

Dar anlamda kentleşme; kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasıdır. Geniş anlamıyla kentleşme ise “sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artmasını ve kentlerin büyümesi sonucunu doğuran; toplum yapısında örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan; insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi süreci” olarak tanımlanmaktadır.118

Kentleşme olgusu, bu tanımdan da anlaşılacağı üzere “üretim ilişkilerinin mekânsal yansımasını ifade eden bir süreç” 119olduğundan tarihsel bir bağlamı da bulunmakta olup, bu nedenle yere ve zamana göre tanımı da değişmiştir. Bununla beraber günümüz kentleri ve kentleşme süreci aslında modern çağdaki gelişmelerin üzerinde oluşmuş olmasına rağmen tarihsel bir gelişim sürecine sahip olduğundan, bugünü anlamak için geçmişe de bakmak gerekir. 120

İlk kentlerin ortaya çıkışı, Neolitik dönem diye de adlandırılan ve “İlk Kentleşme Devrimi” ismini alan dönemde, sulu tarım yapılarak tarımsal devrimin gerçekleştirilmesi ve nüfusun belli bölgelere yığılması ile başlamıştır. Yazının bulunması (MÖ.4000-M.Ö.2000) ile devam eden kentleşme süreci, Mısır-Sümer uygarlığından Helen-Yunan uygarlığına, oradan da Roma dönemi kentlerine kadar uzanmıştır.121

Bu dönemde geleneksel ticaret yolları üzerinde yer alan kentler ile liman kentleri ön plana çıkan yerleşimler olmuştur.122 Fakat bir kent devleti uygarlığı olması nedeniyle Antik Yunan Uygarlığının ve bir kent devletinden dünya imparatorluğuna giden süreçte ise Roma İmparatorluğunun kentleşme sürecinde önemli birer evre olduğunu da kabul etmek gerekir. 123 Geç Orta Çağ dönemi ise artık kentsel ekonomik sistemlerin iyice belirdiği, kentlerin ticari yollarla birbirine bağlandığı, kent sayılarının giderek arttığı ve başta Güney ve Kuzey Avrupa, Kuzey Avrupa kıyıları ve Anadolu olmak üzere

118

Şule Bilge Özkeçeci, Modernleşme Olgusunun Toplumsal Olarak İçselleştirilmesi (Kayseri Örneği), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,2004,s.37.

119

Kaygalak ve Işık,a.g.m.,s.18. 120

İrfan Kaygalak ve Şevket Işık, “Kentleşmenin Yeni Ekonomik Boyutları”, Ege Coğrafya Dergisi, Sayı 17-35, 2007,s.18. 121 Ertan,a.g.e.,s.18-21. 122 Kaygalak ve Işık,a.g.m.,s.18. 123 Ertan,a.g.e.,s.18-24.

kentleşmenin kıtalar ölçeğinde yayıldığı bir dönemdir.124 Neticede, görüleceği üzere artık Ortaçağın sonlarına doğru Akdeniz havzası kent ekonomileri yoğun ticari ilişkilerle birbirine bağlanmış durumdadır. Dolayısıyla küresel ya da bölgesel düzeyde birbirine bağlı kentsel sistemlerin ortaya çıktığı zaman “modern çağ” olmasına rağmen, Orta Çağda bile ticari ilişkilerle birbirine bağlanmış kentsel ekonomilerden bahsedilebilmektedir.

Çağdaşlığın veya modernliğin iki temel öncülü endüstrileşme ve kentleşme olarak kabul edilmektedir. Modernleşmenin temelinde kentleşmenin yattığı fikrinden hareket eden Daniel Lerner (1917 - 1980), kentleşmeyi modernleşmenin bütünleyici bir parçası olarak görmektedir. Lerrner’e göre “Modernleşme, sanayileşmiş toplumların yapısal dönüşümünü anlattığına göre kentleşme de bunun kent mekânlarında gerçekleştirilmesi olarak kabul edilmekte, dolayasıyla modernleşme sürecindeki kent, kırdan göç eden yığınların modernite deneyimini yaşadıkları mekân olmaktadır”.125

Buradan da anlaşılmaktadır ki, kentleşme, modernleşme ve sanayileşme birbirlerini üreten, geliştiren olgular olmuşlardır. Ancak sanayileşmenin kentleşmeyi hemen etkisi altına aldığı söylenemez. Sanayileşmenin etkisini İngiltere de XVIII. yüzyılın ikinci yarısında ancak gösterebilmesi buna bir örnektir.126 Sanayi Devrimi, kentlerde nüfus yığılmalarına neden olmuş, çağdaş manada kentleşme bu türden nüfus hareketleri ile birlikte ortaya çıkmıştır. Sanayi Devrimi, bir yandan teknolojik- ekonomik diğer yandan politik- ideolojik temele dayalı olarak toplumsal ve kültürel yapıyı yeniden şekillendirmiş ve sanayi toplumunu ortaya çıkarmıştır. Artık, toplum modern ve kentleşmiş bir toplum,127

kentler ise; modernliğin, bilimin, uygarlığın ve ilerlemenin kaleleri olarak bilinmektedir.128

Bir anlamda; modernleşme, kapitalizm, sanayileşme ve kentleşme süreçleri birlikte yürümüş, birini tercih edip diğerini reddetme imkânı olmamış ve modernleşme süreci nihai olarak kentleşmeyle tamamlanmıştır. Fakat modern çağın kentsel gelişim süreci küresel ölçekte, merkez ülkeler ve çevre ülkeler arasında 124 Kaygalak ve Işık,a.g.m.,s.19. 125 Özkeçeci,a.g.e.,s.34. 126 Arslantaş,a.g.m.,s.175. 127

Kaya, Kentleşme ve Kentlileşme, s.43. 128

Şafak Kaypak, “Modernizmden Postmodernizme Değişen Kentleşme”, Küresel İktisat ve İşletme Çalışmaları

farklılıklar göstermiştir. Ana hatlarıyla yukarıda tarif edilen sanayileşmeyi izleyen kentleşme süreci, daha çok Batı Avrupa ve ABD, Kanada gibi ülkelerde görülürken; çevre ülkeler olarak adlandırılan azgelişmiş ülkelerde ise çoğunlukla kentleşme sanayinin önünde bir gelişim sergilemektedir. Merkez ülkeler sanayiye dayalı kentleşme süresini birkaç yarım yüzyılda yaşarlarken, çoğu çevre ülke aynı süreci bir yarım yüzyıla sığdırabilmiştir. Özellikle “gelişmekte olan ülkeler” kategorisinde tanımlanan Meksika, Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Türkiye, Arjantin, Brezilya ve diğer Latin Amerika ülkeleri bu gelişmenin en hızlı yaşandığı ülkeler olmuşlardır. Gelişmiş ülkeler sırasıyla tarım ekonomisi, sanayi ekonomisi, hizmet ekonomisi gibi aşamaları ardı ardına yaşadıkları halde, gelişmekte olan ülkeler doğrudan tarım ekonomisinden hizmet ekonomisine geçmiştir. Bu durum daha sonra değinileceği üzere nüfus yoğunluğu dışındaki kent özelliklerinin kazanılmasını güçleştirmiştir. Dolayısıyla kentleşme de sanayileşme alanlarından çok hizmet sektörlerine kaymıştır.129

Gelişmekte olan ülkelerde kentleşmenin bundan başka ortak özellikleri de bulunmaktadır. Bunlar; kişi basına düsen milli gelirin azlığı, tarıma dayalı istihdam ağırlığının oluşu, hızlı bir kentleşme içinde olunmasına karşılık esas nüfusun şehir dışı yerleşim alanlarında yaşıyor oluşu, doğum oranlarının ölüm oranlarından fazla oluşu gibi ortak niteliklerdir. Bu nitelikler, kentleşme sürecinin gelişmekte olan ülkelerdeki sahip olduğu nitelikler olup, kentleşmenin nedenlerinden bahsedilirken bu farklılık biraz daha açıklığa kavuşacaktır.

2.1.2.2 Kentleşmenin nedenleri

Kentleşme, toplumsal değişmenin hem nedeni hem de bir sonucudur. 130 Yani, toplumsal yapıdaki değişimlerin kentleşmeye neden olduğu, kentleşme sürecinin ise yerleşik yapıdaki toplumsal yapının dönüşümü için uygun bir ortam sunarak bu ilişkinin bu şekilde karşılıklı olarak sürdürülmesine katkı sağladığı kabul edilmektedir. Bu nedenle kentleşme; XIX yüzyıl sonlarından itibaren XXI. yüzyıl başlarına kadar tarım toplumunu sanayi toplumuna dönüştüren bir süreç olarak tanımlanırken, XXI yüzyıl başlarından itibaren ise toplumu, bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkisi ile bilgi toplumuna dönüştüren bir süreç olarak

129

Kaygalak ve Işık,, a.g.m.,s. 20. 130

tanımlanmaktadır. Ya da tersten söylendiğinde kentleşme; sanayi toplumundan tarım toplumuna ve nihayet bilgi toplumuna dönüşen toplumun, bu süreçlerin sonunda kaçınılmaz bir şekilde yaşadığı doğal bir süreç olarak da tanımlanabilir.

Her iki şekilde aynı süreci ifade eden, yani kentleşme sürecini ifade eden bu değişimin ve dönüşümün bazı nedenleri bulunmaktadır. Bu çalışmada; ekonomik, teknolojik, siyasal ve psiko-sosyolojik nedenler başlıkları altında bu nedenler dört grup altında irdelenecektir. Fakat sayılan bu nedenlere ek olarak tarım tekniklerinin ve ulaşım tekniklerinin ve iş imkânlarının gelişmesi, coğrafi, hukuki ve göç etme eğilimi gibi bazı nedenlerin de klasik kentleşme nedenleri olarak sayılması suretiyle kentleşme olgusunun oluşumunu daha eski tarihlere kadar götürüldüğü de bilinmelidir. Ayrıca, ekonomik işbirliği toplulukları, yabancı işçi istihdamı, serbest bölge uygulamaları ve ulaşım teknolojisindeki ilerlemeler gibi daha yakın tarihli çağdaş kentleşme nedenleri de günümüzde başka kentleşme nedenleri olarak sayılmaktadır. 131

2.1.2.2.1 Teknolojik nedenler

Kentleşme olgusunun tarihsel gelişim süreci irdelenirken, Sanayi Devriminin kentlerde nüfus yığılmalarına neden olduğu, çağdaş manada kentleşmenin ise bu