• Sonuç bulunamadı

KENT KÜLTÜRÜ NEDİR?

Belgede DEĞİŞEN DÜNYADA BİYOETİK (sayfa 140-145)

BU KÜLTÜRDE HAYVANLARIN YERİ NE OLMALIDIR?

Yrd. Doç. Dr. Dr. Altan ARMUTAK(∗)

Kent Tarihi

Kent sözcüğü “kend”den gelir ve bu kelimenin kökeninin Türkçe olduğu bilinmektedir (2, 17). Semizkend (Semerkand) veya Taşkend gibi Orta Asya Türk yerleşim merkez-leri buna örnek gösterilebilir. Arapça karşılığı “vilayet”; Farsça karşılığı “şehr” olan bu kelimenin batı dillerinde de pek çok karşılığı vardır. Yunanca karşılığı “polis” kelime-sidir. Birçok dilde “kent” sözcüğü ile “medeniyet/uygarlık” sözcüğü arasında da köken ilişkisi görülmektedir. Arapça’daki “uygar” anlamına gelen “medeni” kelimesi, “kent” anlamındaki “Medine” sözcüğünden köken alır. Medeni kelimesi dilimizde “kentlileş-miş, kırsallıktan kurtulmuş ve uygar” anlamlarında kullanılmaktadır. Kent kelimesi belli bir olgunluk seviyesini ifade eder. Kalkınmayı, medenileşmeyi ve gelişmişliği yansıtır (15).

Kentin çok sayıda tanımı yapılmıştır. Her kesim kendi bakış açısına göre bu tanımı oluşturur. Tüm bu yaklaşımların ışığı altında kenti; belli bir nüfus büyüklüğüne ve yoğunluğuna ulaşmış, tarımsal üretimden daha ileri olan sanayi üretimine geçmiş, belirli bir fiziksel alt yapı düzeyine ulaşmış, geleneksel büyük aile yapısı yerine çe-kirdek aile yapısı şekillenmiş, nüfusu büyük oranda örgütlenmiş, karmaşık iş bölümü ve yüksek uzmanlık düzeyine erişmiş, yerel değerlerin yerine, ulusal ya da evrensel değerler kabul edilmiş, bireysel ilişkiler ve bireysel çıkarlar ön plana çıkarılmış, eğitim düzeyi kırsal kesimin çok ötesine ulaşmış, çocuk bakımı ve eğitimi aile dışı kurumlar-ca üstlenilmiş, sosyal normların yerini resmi denetleme kurumları almış ve statülerin aileden gelmeyip bireysel çabalarla kazanılmış olduğu büyük yerleşim alanları şek-linde tanımlayabiliriz (4,15,21).

Her kentin kendi tarihi olmasına karşın, insanlığın tarihi büyük ölçüde kentlerin ve kentsel yaşamın tarihi olarak yazılabilir. Dünya tarihi; kent tarihidir ve her kültür; baş-kentinin tipine göre şekillenir. İlk kurulan kentlerin kökeni hakkında farklı görüşler sa-vunulmaktadır. Bazı bilim adamları ilk kentleri, Yunan ve Roma kentleri olarak kabul ederler. Ancak yaygın olan kanı ise ilk kentlerin Mezopotamya, Nil, İndus ve Sarı Ne-hir kıyılarında ortaya çıktığı yönündedir. Sonuçta dünya tarihinde ilk kentlerin doğuda kurulduğu görüşü ağırlık kazanmıştır (4,6,15).

Yaklaşık M.Ö. 4000 yılında kurulan ilk kentlerin, hakimiyet altına alınan topluluklar etrafında kurulmuş daimi birer ordu karargahı olduğu ya da ilkel birer köy olarak kurulduğu ve sonra yavaş yavaş kentsel merkeze dönüştüğü ileri sürülmüştür. Bazı araştırmacılar, ilk kentlerin oluşumunda toplumların örgütlü ve sınıflı bir yapıda olma-sı gerektiği görüşünü dile getirmişlerdir. Yine ilk kentlerin ortaya çıkışında artı ürünün saklanması için bir mekana duyulan gereksinimin önemli olduğu ve ilk kentlerin ge-nellikle suyu bol ve toprakları verimli Mezopotamya ve Nil Nehri vadisinde kurulduk-larına işaret edilmektedir (4,7,8,11,14,16,21).

Türklerde kentleşme Uygurlar ile başlamışsa da; onlardan önce Göktürk’ler ve hatta Hunlar zamanında da kentler kurulmuştur. Hun Türkleri Kale-Kentler inşa etmişler-dir. Buna karşın büyük ve görkemli kentlerin kurulması Uygurlar ile başlar. Uygur

Hakanı’nın kurduğu Bay-Balık yeni bir Türk kentidir. Türklerin İslam dinini kabul et-meleri ile, kentlere yerleşim önem kazanmaya başlar. Yeni ele geçirilen topraklarda bulunan eski kentler yerleşim merkezi olurken, bir yandan da yeni kentler kurulur (15,17).

İslam dininin doğduğu kentler önemli birer ticaret merkezidir. Toplumun iktisadi, sos-yal ve hukuki açıdan İslami esaslara göre yeniden düzenlenmesiyle kentler kırsal alanlara hakim olur ve Müslümanlar kentlerde oturmayı daha çok tercih ederler. Kısa süre sonra İslam egemenliğine giren bölgelerde var olan ya da yeni kurulan kentlerde de ticarete ve üretime dayalı bir iktisadi canlılık sağlanır. Ortaçağ Avrupa kentlerinin ilk olarak 10. yüzyılda kaleler çevresinde kurulduğu görülür. Ortaçağ kentlerinde za-manla kırsallık, kentlerden belirgin çizgilerle ayrılır ve kent-devletler kurulur. Ortaçağ kentleri, kırsal alanın kentsel alandan ayrılmasıyla zamanla gerçek anlamda birer kent yapısına bürünür (4,15,19,21).

Kentlerin gelişiminde sanayi devrimi yeni bir dönemi başlatır. Bu dönemde kentle-rin nüfuslarında patlamalar yaşanır ve nüfus yüzbinlerle ve milyonlarla ölçülebilen büyüklüklere ulaşır. Köylerden kentlere doğru yaşanan akışa “kent devrimi” adı ve-rilir. Kent devrimleri, üretim ekonomisinde gerçekleşen iki büyük teknoloji devrimi-nin sonucunda ortaya çıkmıştır. Birinci kent devrimi; günümüzden binlerce yıl önce gerçekleştirilen “Neolitik Devrim”dir (7,8). İkinci kent devrimi ise; çok daha yakın za-manlarda, 1750’lerde Britanya Adaları’nda görülen “Sanayi Devrimi” dir. Bugünkü anlamıyla kentleşme; kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artışı anlamında olup, sanayi devrimi ile başlayan bir olgudur. Kentleşme olgusu sanayileşmenin bir yan ürünü olarak görünür ve sanayileşme ile kentleşme ayrılmaz bir biçimde birbir-lerine bağlanırlar (4,15,16).

Kent Kültürü

Geçimini tarım ve hayvancılık dışı uğraşların oluşturduğu ekonomik faaliyetler kent-lerde; ticaret, sanayi ve hizmet sektörleri gibi alanlarda yoğunlaşmıştır. Kent bir in-sanlar topluluğundan fazla bir şeydir. Bilakis kent, bir ruh halidir; gelenek ve görenek-lerin, örgütlü tavır ve görüşlerin toplamıdır. Kentin kendine has bir kültürü vardır ki buna “kent kültürü” adı verilir. Dolayısıyla kent, bir mekanda yoğunlaşmış yapı ve in-san demek değildir. Bu birliktelikten oluşan yeni bir kültür ve değer yargıları, kentlerin görünmeyen ama hissedilen özellikleridir. Kentler; insanların düşüncelerini ve fikirle-rini açıkça söyleyebildikleri yerleşim yerleridir. Kişilerin düşünce ve davranışlarından dolayı yadırganmayacağı, her giyim tarzından insanların bulunabileceği ortamlardır. Kentte bireyler tek başlarına farklı olmakla beraber, bu farklılıklarıyla ortak yaşama kültürüne kavuşmuşlardır. Kentli birey, geniş ölçüde, ekonomik, siyasal, eğitimsel, dinsel ya da kültürel alanlardaki etkinlikleri sayesinde kişiliğini ifade eder; geliştirir; statü kazanır ve uğraş alanını oluşturan eylemini sürdürebilir (1,6,15,17,21).

Kent Kültüründe Hayvanın Yeri

Genellikle kentlerde yaşayan ve bakımı, beslenmesi ve üremesi insanların kontro-lünde olan ev hayvanları “pet hayvanı” olarak adlandırılır. İngilizce’de pet; “çok se-vilen ve evlerde beslenen hayvan” anlamında kullanılır (3). Kentlerde pet hayvanı yetiştirilmesi ise, binlerce yıl önceye dayanır. Ünlü Yunanlı tarihçi Herodotos tari-hinde, Eski Mısır kentlerinde kedi ve köpeklerin evlerde bakıldıklarını anlatır (10,12). Tarihsel süreçte binlerce yıl önce başlayan bu birliktelik, sanayi sonrası günümüz

kent yaşamında da farklılaşarak sürmektedir. Yine egzotik hayvanlar da, günümüz kentlerinde, evlerde beslenen canlılar arasında sayılabilir.

Ev hayvanları ise, genellikle evlerde bakılıp beslenen ve sahiplenen kişilere ekono-mik çıkar sağlamayan hayvanlardır. Kırsal alanda bakılan çiftlik hayvanları sahiple-rine maddi kazanç sağlarken, ilişkiler çok daha maddi ve somut düzeyde kalır. Kent hayvanlarının ise, sahiplerine herhangi bir maddi çıkar sağlamadığı, tam tersine sa-hiplenen kimselerin hayvanları için bir takım maddi fedakarlıklarda bulunduğu ve ilişkilerin çok daha duygusal, soyut ve çok yönlü olarak geliştiği olgulardır. Hayvanları sahiplenen kişiler, aşı, bakım, tedavi, mama ve bazen kısırlaştırma giderlerini karşı-lamaktadırlar. Ev hayvanları ile sahipleri arasında merhamet, empati, sevgi, güven ve bağlılığa dayalı duygusal bir yakınlık vardır (20). Ancak, tüm bu yaklaşımlara rağ-men ev hayvanlarının özgürlük sorunu halen tartışma konusudur (9).

Evcil hayvan sahiplenme nedenleri arasında; hayvanların bir takı gibi algılanarak es-tetik değerlere sahip olması, toplumsal statü sembolü olarak görülmesi, hobi olarak bakılması, işlev ve performanslarından yararlanılması, sahibinin bir uzantısı olması ve ayrıca eşlik edici bir arkadaş, bir aile üyesi, bir kardeş ya da bir çocuk gibi görül-mesi sayılabilir. İnsanların evlerindeki hayvanlara genellikle çocukları gibi yaklaştık-ları, onlarla bebekleri gibi konuştukları ve onları bebeklerini tuttukları gibi kucaklarına aldıkları görülmüştür. Ayrıca evdeki hayvanların yalnızca çocuk değil, bir partner ya da ebeveyn olarak görüldüğü de bildirilmiştir (5,13).

Kentler, insanlar tarafından kurulmuş olsalar bile, hayvanlar için de tarih boyunca hep bir yaşam alanı olmuştur. Kentlerde yaşam süren başta kuşlar ve diğer tüm evcil-leşmemiş hayvanlar kent kültürüne renk katarlar. İstanbul’daki Osmanlı saraylarında özel kuşların yetiştirildiği kuşhaneler, kuş evleri, kuş sarayları ve kuş yuvaları vardır. Mezarlıklarda kuşların su içmeleri için suluklar bulunur. Dünya’da simgesi hayvan olan sayısız kent vardır. İstanbul’un en makbul kuşu bülbül; en çok bilinen kuşu ser-çe; en kutsal kuşu leylektir. Bir deniz kenti olan İstanbul’un balığı ise lüferdir (1). Yurdumuzda sahipli ve sahipsiz olarak nitelendirilebilen kentli hayvanlar, türlerine özgü davranış biçimlerinin bazılarını kaybederek, tıpkı kentlileşen insanlar gibi kent yaşamına ayak uydurmaya çalışırlar. Osmanlı İmparatorluğu kent yaşamından biz-lere miras kalan sokak hayvanlarının en önemli temsilcisi köpeklerdir. Özellikle Os-manlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’un sokak köpekleri, bir çok batılı aydının derin ilgisini çekmiştir. Yaklaşık 19. Yüzyılın ortalarından başlayarak batılı gelişmiş sanayi ülkelerinin büyük kentlerinde sokak hayvanlarının tamamen itlaf edilmesi (bu uygulama günümüzde de sürdürülüyor); batılılaşma çabası içinde olan Osmanlı İmparatorluğu’nu da etkilemiş ve bu konudaki girişimler 1910 yılında Hayırsız Ada’da 30.000 köpeğin öldürülmesi gibi talihsiz bir sonuç doğurmuştur (18).

Kent kültürümüz içinde sahipsiz köpekler genellikle sokaklarda ve evlerin bahçe-lerinde bakılırken, sahipsiz kedilere, evlere kısa süreli de olsa girme ve bazen de yavrulama hakkı tanınır. Kentlerde genellikle sahipsiz kedi ve köpeklerin yaşadığı sı-nırlı alanlar vardır. Bu hayvanlar, yaşadıkları bölgelerdeki insanlar tarafından tanınır ve genellikle bakılıp beslenirler. Özellikle kentlerin varoşlarında ya da uzak, kırsala yakın banliyölerinde oluşan köpek sürüleri, çiftleşme dönemlerinde kentin daha ka-labalık ve merkezi bölgelerine göç ederek, o bölgelerdeki köpekler arasında oluşmuş hiyerarşiyi yıkabilirler ve kent yaşamında sıkıntı oluşturabilirler. Kediler ise, çiftleşme dönemlerinde çevrelerine rahatsızlık verseler de çok daha sakin ve sorunsuz kentli-lerdir. Büyük kentlerimizde sokak hayvanı sorunu, daha çok sahipsiz sokak köpekle-riyle eşdeğer durumdadır. Halkımız sokak hayvanlarının sorunlarına her geçen gün

daha da duyarlı hale gelmektedir. Sahipsiz sokak hayvanları için başlatılan ve onlara su ve yiyecek sağlamaya yönelik kampanyalar, demokratik kitle örgütleri ve yerel yönetimlerce de desteklenmektedir (20). Sokak hayvanları için yürüyüşler yapan, gösteriler düzenleyen halkımız, kentlerinde yaşayan bu sahipsiz canlıları aynı kentin kültürünü paylaşan bir “hemşehri” olarak kabul ederek önemli bir çevresel etkinlik başlatmışlardır. Kentlerde yaşayan gerek vahşi, gerek sahipsiz ve gerekse sahipli hayvanlar, o beldeler için zengin birer kültür kaynağıdır.

Kentlerimiz, toplatılarak itlaf edilmiş ya da barınaklara hapsedilmiş sokak hayvanla-rı yerine, sağlık kontrolünden geçmiş, aşılahayvanla-rı ve tedavileri yapılarak tekrar insanlar arasındaki kentli yaşamına iade edilmiş kedi ve köpeklerle daha renkli ve yaşana-bilir hale gelmektedir. Eski İstanbul mahallelerinde koruma, güvenliği sağlama ve olumsuz durumları havlayarak haber verme gibi özelikleriyle halkın sevgi ve güvenini kazanmış bu hayvanların yeri, yine insan hemşehrilerinin yanıdır. Sahipsiz sokak hayvanlarının bakıldığı “Hayvan Barınakları” sosyolojik bir olgudur. Batı’da barınağa düşmüş sahipsiz hayvanın akıbeti genellikle ölümdür. Bizim kültürümüzde ise böyle-si bir akıbet kabullenilmese de; barınakların bir açık hava hapishaneböyle-si olarak görül-düğü ve barınaklardaki köpeklerin sağlıklarına karşı duyulan bir kaygı söz konusu-dur. Ayrıca, bazı kentlerde bulunan hayvanat bahçeleri de bir esaret alanıdır (9,18). Hayvan barınaklarının müşterileri genellikle köpeklerdir. Sahipsiz kediler bu barı-naklarda çok az sayıda yer alır. Osmanlı İstanbul’unda ki kuş evleri gibi; günümüz İstanbul’unun özellikle bazı lüks semtlerinde de sahipsiz kediler için “kedi evleri” yapılmıştır. Bu minyatür evdeki kedilere, yine insan hemşehrileri tarafından yardım eli uzatılmaktadır. İstanbul gibi özellikle tarihi öneme sahip birçok kentimizde, pet hayvanları yanında sokakta beslenen hayvanlar da günlük yaşamın ayrılmaz birer parçası haline gelmişlerdir. Böylesi insanlarla iç içe yaşayan canlılar zamanla, sanat ve kültürü besleyen önemli birer kaynağa dönüşmüşlerdir. Farklı kültür ve birikime sahip insanların kültürel alışverişte bulunduğu ve kendilerini geliştirdikleri, özgürlük-lerin soyut söylemlerden somut değerlere dönüştüğü bir yerleşim yeri olarak kentler, hayvanların başta hakları ve refahları olmak üzere bir dizi yasal gelişimin düzenlen-diği ve özellikle uygulandığı çok önemli birimlerdir.

Görüldüğü gibi kentler; bütünüyle insan ürünü olup, doğadan soyutlanan yapay alanlardır. Kültürlerin üretildiği ve dünya tarihinin yazıldığı bu uygar beldelerde, doğa-dan koparak gelen hayvanların sahipli olsun veya olmasın insanlarla çatışma yaşa-mamaları olanaksızdır. Bu çatışmalar kentte yaşanır ama, çözülebileceği tek yer yine kentlerdir. Kentleşme; çok sayıda insanın bir arada yaşamasına olanak sağlayan bir kültürdür. Kent kültürüne sahip olmak; kendilerinden farklı kültürel birikime sahip kişi ve canlıları sindirmek ya da ortadan kaldırmak yerine, onların varlıklarını ve haklarını kabul etmeyi gerektirir. Gerekirse konu ile ilgili yasal düzenlemeler yapılması yolu-na gidilebilir. Sonuçta kent kültürü; kentte yaşayan hayvanları kabul ederek onlara değer veren, haklar tanıyan ve onlarla birlikte hemşehrilik anlayışı içinde uyumlu bir yaşam için koşulları zorlayan bir kültürdür.

Kaynaklar

1. Anonim (2010): Şehir Ve Kültür. İstanbul. Sahra Gürsel Ve Sanatsal İletişim Ltd. İstanbul, S. 9-47,172-174,324-346.

2. Anonim (1986): Meydan Larousse Ansiklopedik Sözlük. Meydan Yayıncılık. İs-tanbul, C.7 S. 174.

3. Anonim (1989): Redhouse İngilizce-Türkçe Sözlük. Redhouse Yayıncılık. İstan-bul, S. 721

4. Anonim (1996): Kent Ve Kültürü. COGITO/ Yaz. Yapı Ve Kredi Yayınları (YKY) Sayı 8. İstanbul , S. 1-292

5. Archer, J. (1997): Why Do People Love Their Pets. Evolution Of Human Beha-viour. 18: 237-259.

6. Aydoğan, A. (2000): Şehir Ve Cemiyet, İz Yayıncılık, İstanbul, S. 37,43, 65-66 7. Childe, G. (1983): Kendini Yaratan İnsan. Varlık Yayınları. İstanbul, S. 142-183. 8. Childe, G. (1983): Tarihte Neler Oldu. Alan Yayıncılık. İstanbul, S. 66-80. 9. De Grazıa, D. (2002) :Hayvan Hakları. Dost Yayınları, İstanbul, S. 123-146. 10. Erk, N. (1978): Veteriner Tarihi. AÜ Veteriner Fakültesi Yayınları 352 Ankara,

S. 16.

11. Frankfort, H. (1989): Uygarlığın Doğuşu. Varlık Yayınları. İstanbul, S. 73-117. 12. Herodot(1983): Herodot Tarihi. Remzi Kitabevi. İstanbul, S. 105-115.

13. Hirschman, E. C. (1994): Consumers And Their Animal Companions. Journal Of Consumer Research. 20 (4): 616-632.

14. Huot, J.L.; Thalmann, J.P., Valbelle, D. (2000): Kentlerin Doğuşu . İmge Yayınla-rı. Ankara, S. 37-43.

15. Kaya, E. (2003): Kentleşme Ve Kentlileşme. İlke Yayıncılık. İstanbul, S. 9-29 16. Keleş, R. (1990): Kentleşme Politikası. İmge Yayınları. Ankara, S. 5-16. 17. Kılıçbay, M.A. (1993): Şehirler Ve Kentler. Gece Yayınları. Ankara, S. 11-34. 18. Pinguet,C. (2009): İstanbul’un Köpekleri. Yapı Ve Kredi Bankası Yayınları

İstan-bul, S. 11-134.

19. Pirenne, H. (2002): Ortaçağ Kentleri. İletişim Yayınları, İstanbul, S.80,146,155. 20. Sungurbey, İ. (1993): Hayvan Hakları. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Ya-yınları. İstanbul, S.5-881.

ORGANİZE SANAYİ BÖLGELERİNDE SOKAK HAYVANLARI İÇİN

Belgede DEĞİŞEN DÜNYADA BİYOETİK (sayfa 140-145)