• Sonuç bulunamadı

BİYOETİĞE TIP EĞİTİMİNDEN BAKIŞ PANELİ SORU-CEVAP BÖLÜMÜ

Belgede DEĞİŞEN DÜNYADA BİYOETİK (sayfa 71-74)

DİNLEYİCİ: Kevser Hanım’ın verdiği bir örnek vardı. Derste söylenen ama pratikte

uymayan davranış. Bununla ilgili küçük bir örnek vermek istiyorum. İnturn öğrenci-lerinin cüzi sembolik bir ücret alabilmeleri için eylemler yapıyorduk. Sene 1997 idi. Bu sırada hocamız etik açıdan doğru olmadığımızı; fakat onun o söylemi, tam da o cümle ile endişeliydi. İlk nöbetinde çok yoğun bir gece geçiren inturn arkadaşımız, sabahında aşağıya hasta indirdiğinde hocayla karşılaşıyor. Hastanın yanına dosyayı koymamış. Hoca da diğer insanların yanında öğrenciyi çok kötü bir şekilde, çok kötü bir dil kullanarak cezalandırıyor. Öğrenci bu diyaloğu hatırlattı hocaya. Hocanın ikti-darı orada bu cümle ile bitmişti. Söylenen tutum ve oynanan rol bu kadar belirleyici. Çok teşekkür ederim.

SORU: Söz için teşekkür ederim. Ben aslında üçünüze birden sormak istiyorum. Kim

cevap vermek isterse… Yeni yüksek öğrenim taslağı belirlendi ve yılbaşına kadar da yasalaşması isteniyormuş anladığım kadarıyla. Bunu okudum ve okuduğum vakit şöyle bir sonuca vardım. Sağlıkta yaşanmış olan her şey şimdi yüksek öğrenimde yaşanacak. Sanırım o zaman bizden beklenen şeyler o kadar aşırı olacak ki, etik eğitimi gibi sizin çok güzel gösterdiğiniz şekilde zaten yapılması çok zor. İşte dav-ranış izlemeye, model izlemeye dayalı şeyler vb. Başka yapmak istediğimiz şeyler, özellikle benim geldiğim ve Mehmet Ali hocamın tıp fakültesine eklemek istediği in-san bilimleri alanı filan zannediyorum yok olacak, buharlaşacak. Acaba siz benim kötümserliğimi ortadan kaldıracak bir şeyler düşünüyor musunuz yoksa paylaşıyor musunuz? Umarım düşünüyorsunuzdur. Teşekkür ederim.

KEVSER VATANSEVER: Göstermediğim bir slayt vardı, etik ve entelektüel gelişim

ile ilgili. Çok uzayacak diye vazgeçtim. Onun en son aşaması, evrensel ilkelere bağ-lılık, problem çözmeye adanmışlık. İnsanı bir yaklaşım, bir ölçüde mücadeleci kişiliği benimsemiş bir insan tipi çiziyor. Ne yazık ki, bu etik ile entelektüel gelişimin altıncı basamağına, yani mücadeleci, insan haklarını ya da kimin hakkı varsa tüm bunları temel alan evrensel ilkeleri benimsemiş, insan sayısı arttıkça bununla mücadele de artacak. Bir ölçüde etik, profesyonellik ya da insani bilimler eğitimin bence hedefle-mesi gereken nokta o. Evrensel ilkelere bağlı yurttaşlar yetiştirmek. YÖK biz müca-dele ettiğimiz oranda geri çekildi hatırlarsanız zamanında. Mücamüca-dele etmediğimiz zamanlarda da askıya aldı. Arada ufak avantajlar sağlayarak susturdu. Bu hekim olmanın yanı sıra yurttaş olmakla beraber bir mücadeleyi içeriyor. Sadece programa yeni bir şey eklemek değil.

MEHMET ALİ GÜLPINAR: Katılıyorum, işimiz zor. Ama aynı zamanda şunun için de

zor. Sosyal ve sağlık politikaları ile bu politikaların belirleyicilerini dikkate aldığımızda işimiz zahmetli ve uzun. Ancak ben şahsen oralara gitmek kadar, aynı zamanda, ısrarla, bölümümde, fakültemde, üniversitemde kalmaya çalışıyorum. Çünkü oralara gitmek bazen bizi rahatlatabiliyor ama gözümüzün önümüzdeki,kendi sorunlarımı-za eğilmeyi engelliyor. İki somut örnekle aslında bunun ne kadar önemli olduğunu paylaşmak isterim sizlerle. Bizim fakültede tıp eğitiminin ilk 3 yılında profesyonelliğe yönelik kapsamlı bir programımız var. “Klinik Uygulamaya Giriş”(KUG) programı ve bu program kapsamında yer alan “Tıpta İnsan” programı. Bu programı 10 yıldan fazladır uyguluyoruz ve aynı zamanda, başından beri bu programı klinik eğitim

yıl-larında da nasıl devam ettirebiliriz diye düşünüyoruz. İki yıllık bir çabanın sonunda bu yıl,klinik eğitim programında da “Profesyonelliğe Yönelik Gelişim ve Danışmanlık (PGD) programı ile profesyonelliğe yönelik eğitime başladık. Bu programı geliştirir-ken ve uygulargeliştirir-ken öğretim üyeleri ve öğrencilerle yaşadığımız örnekleri paylaşmak istiyorum. Az sayıda klinisyen “ne kadar önemli bir program”, ancak “öğrencilerden önce bizim böyle bir eğitime ihtiyacımız var” derken; çoğunluk, “haftada yarım gün bu iş için fazla”, “bunun içini nasıl dolduracaksınız bakalım”, “yarım gün bunlarla uğra-şacaklarına o sürede gitsinler bir iki hasta daha baksınlar daha iyi”, “ben intörnlerimi haftada yarım gün klinikten çekip bu program için gönderemem, gönderirsem sistem çöker” şeklinde değerlendirmelerde bulundular. Öğrencilerin bir bölümü “biz buraya (dördüncü sınıfa) ilk 3 yıldakiKUG’tankurtulduk diye gelmiştik,ancak şimdi karşımıza PGD şeklinde çıktı.” Durumu kendilerince açıkça dilegetirdiler. Ben bunun için bu konularda hemen Ankara’ya “savrulmamayı”, kendi bölümünüzde, kendi öğrencileri-mizle, kendiöğrencileri-mizle, kurumumuzla kalmayı, burada konuşmayı, mücadele etmeyi daha çok tercih ediyorum.

NADİ BAKIRCI: 2 akademisyenden 2 ayrı tutum. Bir de şeyi beklemek lazım,

bek-lemek değil de zorlamak lazım. Bu performans denilen şey, sağlık alanındaki uy-gulanan şekli ile korkunç bir şey. Eğer bunu akademik alana yansıtacak olurlarsa, gerçekten büyük felaketler getirecektir.

DİNLEYİCİ: Bugün yaşadığımız aynı şeyler ile performansta da yaşadığımız

so-runun ne kadar ilişkili olup olmadığını merak ediyorum. Her şey somut, ölçülebilir, çıkmaya dayalı, tek bir hakikat, hakikatinde hegemoni haline gelmesi aslında yaşa-dığımız temel kriz noktası olabilir mi? Aynı şekilde aşmaya çalıştığımız aslında tek bir iktidar mekanizması, bizim dışımızda pek de dahil olmadığımız “onu yıkmaya çalışan” bir modernite olması ve böyle bakmamız, tıp eğitiminde temel kriz çıkması-na neden olabilir mi?

NADİ BAKIRCI: Öyle ağır bir soru sordunuz ki, panel konusu yapmamız lazım

as-lında.

MEHMET ALİ GÜLPINAR: Evet bu konu başlı başına bir panel konusu ancak

bu-rada sorunuza kısaca şu şekilde değinebiliriz. Doğru, o yönüyle baktığımızda karşı karşıya kaldığımız sorun bir modernite sorunu. Zaman içerisinde evrilerek bugüne kadar aldığı şekli ile daha faydacı, daha ölçülebilir, daha çıktıya dayalı, duygulardan arındırılmış, toplumsal ve kültürel olanlardan arındırılmış, kendini güç üzerinden, iktidar üzerinden konumlandıran, evrenselci vehegonomik bir dil kullanan modernite sorunu. Ancak bunun çözümü post-modernite mi, batı merkezli evrenselcilikten gö-receliğe savrulmak mı?Bunların etraflıca tartışılması gerekiyor.

NADİ BAKIRCI: Kesinlikle ben de katılıyorum. Bunu tartışmak üzere sonra şunu

söyleyeyim “yabancılaşma”, bu hem hasta-hekim ilişkisinde tıp alanında sağlık ala-nında oluyor, hem de akademik alanda eğitim alaala-nında oluyor. Tarafların yabancılaş-ması. Eğitici olan, eğitimi alan, eğitim tarafları hepsi yabancılaşıyor ve performans denilen şey bunun katalizörü. Yani bu yabancılaşma parçalara bölünür, parçalara bölmek aslında bu modernitenin geldiği son nokta. Çünkü parçalara bölerek ücret-lendirebiliyoruz. Bir şeyi ücretlendirebilmemiz için, parçalara bölmemiz lazım. Mese-la sağlık hizmeti satıMese-lamaz bir şey. Ekonomistler diyor ki “satıMese-labilir”. ParçaMese-lara böler-seniz teknik açıdan satılabilir. Parçalara bölmenin getirdiği şey, bu işte. Eğitimde de yaşanan şey bu olacak, olmakta. YÖK bunu getiriyorsa parçalara bölüyor demektir

ve ücretlendiriyor demektir. Bu da gerçek anlamda bir felaket.

MEHMET ALİ GÜLPINAR: Yabancılaşmanın şu anda geldiği boyut öyle bir nokta

ki, eğiticinin öğrenciye, hukuk insanının adalete, hekimin hastaya, sosyal bilimcinin topluma ve kültüre yabancılaştığı bir nokta. Aslında bu anlamda işimiz maalesef pek kolay gözükmüyor.

KEVSER VATANSEVER: Ben de çok kısa bir şey söylemek istiyorum. Çıktıya dayalı

eğitim konusu artık öyle bir noktaya vardı ki, uluslar arası kongrelerde, tıp eğitiminde 4 ya da 6 yıl gibi bir süre tanımının çok gerekli olmadığı, aslolanın hedef davranışları kazanmak olduğu vurgulanıyor. Öğrencilerin tanımlanan çıktılara ulaştıklarında me-zun olabilmeleri öneriliyor. Aslında postmodern kuramlara belki de dikkatle yaklaşıp özellikle dönüştürücü, özgürleştirici ve eleştirel eğitim kuramlarını temel alan bir yak-laşım benimsemekte yarar var.

DİNLEYİCİ: Modernizme girersek çok zaman alacağını biliyorum, tartışmalar

uza-yacaktır; çünkü ben çok farklı düşünüyorum. Burada Kevser Hoca’ya katılıyorum. Evrensel bir değerden söz ettiği için. Orada ayrımını yapmamız gereken bir şey var. Yalnızda kendi konumunu koruma, kollama içinde olan bir akademisyen tipi var, ev-rensel değerde kendinden ötesi için fedakarlıktır zaten etik. Bence bu ayrımın sa-lonlarda olduğu gibi, kafalarda da ayırt edilmesi gerekir. Değişenlerle beraber bizim başımıza ne geliyor? Akademisyenlerimiz bununla ilgili yazıp çiziyor; ama bu etik değil. Etik olması demek, başkası için olduğundan evrensel olan ne ise ona bağ-lı olmabağ-lıydık biz. Dün de, bugün de ve yarın da… O yüzden Kevser Hoca’ya çok katılıyorum. Bu sebeple modernitenin evrensel değerlerinin savunulması gerektiğini düşünüyorum. Mesela çok kısa bir örnek, hemşire olarak aile hekimleri ile beraber etik eğitimi yapmaya başladık. Nerede kazanılır sorusuna herkes çocukluğumuzda diye yanıt veriyor. Seçenekler çıkardım. Diğerleri de olabilir diyorlar; ama daha çok çocukluğumuz yanıtı oldu ve bu standart bir yanıt. Bunu nasıl değiştireceğiz? Burada modernite lazım.

NADİ BAKIRCI: Bu ayrı bir tartışma konusu ve size kısmen katılmıyorum. Bu şuan

için ifade edebileceğimiz bir durum değil. Zamanımız yok ama ciddi bir tartışma ko-nusu. Mutlaka bu tartışmayı yapmamız lazım. Katıldığınız için çok teşekkürler.

BÖLÜM IV

BİYOETİK VE SAĞLIK POLİTİKALARI

Belgede DEĞİŞEN DÜNYADA BİYOETİK (sayfa 71-74)