• Sonuç bulunamadı

3. KEMALİZM ve TÜRKİYE’NİN MODERNLEŞMESİ

3.4. Kemalizmin İlkeler

Kemalizmin iki temel hedefi olmuştur: Türkiye'nin bağımsızlığı ve modernleşmesi. Bu hedeflere ulaşmak için de Kemalist ideolojinin altı ilkesinin izlenmesi temel alɪnmɪştɪr. Bunlarɪ Ahmet Taner Kışlalı, Fransız Devrimi'ne dayandırılan Ulusalcılık, Cumhuriyetçilik ve Laiklik ilkeleri ile sosyalist fikirlere dayanan Devletçilik, Halkçılık ve Devrimcilik ilkeleri olarak belirtmiştir.136

Cumhuriyet'in 1923'te kurulmasından itibaren 1930'lu yılların sonuna kadar Türkiye adım adım dönüştürülmüş ve yeni bir devlet yapısı gelişmiştir. Atatürk'ün vizyonu ve buna dayalɪ olarak benimsenen altı ilke, Cumhuriyet'in yeni ideolojik temelini meydana getirmiştir. Udo Steinbach bu altı ilkeyi Kemalizm'in “ilmihali” olarak değerlendirmiş ve Mustafa Kemal Atatürk’ü Batɪ dünyasɪ dɪşɪnda kalan ve kendi yolunu kendi seçen bir devletin ilk lideri olarak değerlendirmiṣtir.137 Kemalizm’in

ilkeleri kɪsaca ṣu ṣekilde belirlenmiṣtir:138

Cumhuriyetçilik

:

Cumhuriyet bir devlet şeklidir ve bu devlette egemenlik ulusa aittir. Cumhuriyet, dış dünyaya karşı devletin egemenliğini ortaya koyar ve aynɪ zamanda halkın egemenliğini yansıtır. Atatürk, reformları uygularken Saltanat karşısındaki duruşunu açıkça ortaya koymak için egemenliğin halka ait olduğunu ve egemenliğin kimseyle paylaşılamayacağını ve kimseye devredilemeyeceğini açıklamıştır. Adil Dağıstan'a göre, Atatürk zamanında, istenilen demokratik düzen oluşturulamamɪş olsa da demokrasi için gerekli olan kurumlar kurularak ve düşünsel temel geliştirilerek Türk toplumu demokratik düzene hazırlanmıştır.139 Atatürk'e göre

Cumhuriyet, demokrasinin yerleşmesi için en iyi devlet şekliydi ve Atatürk’ün hedefi de demokratik bir cumhuriyet kurmak olmuştur.140 Atatürk, CHP’yi bizzat

kurdurmuş ve 1924 ile 1930 yılları arasında arkadaşlarına tavsiyelerde bulunarak

136 Ahmet Taner Kɪşlalɪ, Siyasal Sistemler, İmge Yayɪnevi, Ankara 1991, s. 97.

137 Udo Steinbach, die Türkei im 21. Jahrhundert, Bastei Lübbe, Bergisch Gladbach 1996, s. 139. 138 Bkz. Salih Yɪlmaz, „Atatürk İlkeleri ve Bütünleyici İlkeler“, kaynak: Salih Yɪlmaz (edit.): Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 2. Basɪm, Nobel Akademik Yayɪncɪlɪk, Ankara 2014, s. 290-304; Bkz.

Emre Kongar, Devrim tarihi ve Toplumbilimi acisindan Atatürk, Remzi Kitabevi, İstanbul 2005, s. 287-333; Bkz. Ali Güler, „Bir çağdaşlaşma modeli olarak Atatürkçülük“, kaynak: Atatürk ve

Atatürkcü düşünce, Genelkurmay Basɪm Evi, Ankara 2003, s. 141-152.

139 Adil Dağɪstan, „Atatürk ilkeleri“, kaynak: M. Derviş Kɪlɪnçkaya (edit.), Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi, Ankara 2004, s. 499.

onları parlamentoda muhalefeti oluşturmak için yeni partiler kurmaya cesaretlendirmiştir. Atatürk, tek partili sistemin Cumhuriyet’e zarar vereceğini düşünmüş ve bundan dolayɪ CHP için bir kontrol mekanizması oluşturmayɪ istemiştir. Ancak Türkiye, 1946 yılına kadar tek partili sistemle yönetilmiştir çünkü Atatürk'ün tavsiyesi ile kurulan iki parti, kurulduktan kısa bir süre sonra gelenekçi ve din eksenli grupların merkezi haline gelmiş ve bu da her iki partinin yasaklanmasına yol açmıştır. Bu arada, 1929 yılındaki dünya ekonomik krizi tüm dünyayı sarsmıştır ve onu izleyen II. Dünya Savaşı da Atatürk'ün Demokratik Cumhuriyet projesini olumsuz etkilemiştir.

Ulusalcɪlɪk/Milliyetҫilik: Atatürk, Emile Durkheim'dan etkilenen Ziya

Gökalp'in milliyetçilik fikirlerinden esinlenmiştir. Gökalp, Türk milliyetçiliği ile ilgili ilk önemli eserleri yazmıştır. Gökalp'e göre bir ulusun temelini oluşturan ırk değil, ortak dil, din, etik ve etnik duygudur. Milliyetçilik, Fransız Devrimi'nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda öncelikle gayrimüslimleri sonra Türk olmayan müslümanları ve en sonunda Türkleri etkilemiştir. Türk milliyetçiliği, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türk olmayan topluluklarɪn bağımsızlığına tepki olarak gelişmiştir. Atatürk'ün bu konudaki bir açıklaması şöyledir: "Ulus olarak biz,

milliyetçi fikirlere gecikmeli olarak ilgi gösterdik. Bu gecikme ile ilgili açıklarımızı kapatmalıyız çünkü tarihte milliyetçilik her zaman var olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki Türk olmayan topluluklar milliyetçi fikirleri benimseyerek bağɪmsɪzlɪklarɪnɪ kazandɪlar ve kendilerini kurtarabildiler. Biz ise bu konuda cezalandırıldık. Biz, Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki diğer halklar bağɪmsɪz olduktan sonra başka bir millet olduğumuzu anladık. Bu halklar bizi dışladılar ve bizim zayıf olduğumuzu anladıkları anda bize savaş açtılar. Ondan sonra hatamızın, kimliğimizi unutmamızdan kaynaklandığını anladık. (...) Dünyada saygı görmek istiyorsak önce kendimize saygı göstermeliyiz. Kendi kimliğini kaybetmiş milletlerin başka milletlerin avı olacağını bilmemiz gerekir".141 Atatürk,

uygulamaya çalɪştığɪ kültür politikasıyla Türk milletini inşa etmek istemiş ve millet olabilmek için modern ve medeni bir toplum olmanɪn gerekliliğini görmüṣtür. Atatürk, Türklerin ulus olma sürecini yaşayarak millet olacağɪnɪ ve buna bağlɪ olarak

demokratik bir devletin kurulabileceğini görmüṣtür. Bu bağlamda Kışlalı'nın ifadesine göre Atatürk, Anadolu'da yaşayan insanları (Türkleri, Kürtleri, Lazları, Çerkezleri vb.) bir ilke altında toplamak istemiş ve "Ne mutlu, Türk olana" değil "Ne

mutlu, Türküm diyene!" ilkesini benimsemiştir. Atatürk'e göre "Türkler", Anadolu'da

farklı etniklerine rağmen iyi günde ve kötü günde bir arada yaşayabilme iradesini gösteren insanlardı.142

Halkҫɪlɪk: Atatürk, Anadolu halkının Osmanlı İmparatorluğu himayesinde

ihmal edildiği kanaatinde olmuṣ ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde Padişah ile halk arasında oluşan uçurumun giderilmesinin gerektiğine inanmɪṣtɪr. Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gibi bir sınıf ayrımına karṣɪ ҫɪkmɪṣ ve sınıfsɪz bir toplumu inşa etmek istemiṣtir. Atatürk’e göre, Türk toplumu sadece iş bölümü açısından ayrışabilirdi (köylü, işçiler, zanaatkarlar, memurlar vs.). Atatürk TBMM’deki bir konuşmasında şunları dile getirmişti: “Türkiye'nin gerçek sahipleri üreten köylülerdir. (...) Bizim eksikliğimizin ve fakirliğimizin asıl nedeni, bunu daha önce bilmiyor oluşumuzdur.”143

Laiklik: Laiklik, Yunanca bir kavram olup (laikos veya laicus) halk veya

kitle anlamına gelmektedir. Laiklik kavramɪ, tarihte Avrupa'da 16. ve 17. yüzyıldan itibaren kilisenin gücünü kaybetmesi ve ulusal devletlerin ortaya çɪkmasɪ ile anlam kazanmaya başlamıştır. Laik düşünce: "Devlet ve din işlerinin birbirinden

ayrılması"nɪ ortaya koymuṣ ve Avrupa'daki ulusal devletlerin temel prensibi olarak

kabul edilmiştir. Oysa Osmanlı İmparatorluğu’nda din, sultanlığın kontrolü altında olmuş ve o tarihlerde Avrupa'da olduğu gibi yönetim ve din adamlarɪ arasında bir çatışma unsuru olmamɪştɪr. Laiklik, Kemalizm'in 6 ilkesinin en önemli ayağɪnɪ oluşturmuştur. Çünkü Mustafa Kemal, Osmanlɪ’dan kalma dini-geleneksel ve siyasi bir yapıyı ortadan kaldırmış ve halkɪn egemenliğine dayanan laik bir devlet kurmuştu.144 Atatürk, ancak laik bir cumhuriyet ile uygar bir devlet kurulabileceğine

inanmış ve bu nedenle teokratik monarşiyi kaldırmış yerine laik bir cumhuriyet kurmuştur. Atatürk’e göre gücün kaynağı, bireylerin elinde değil (hükümdar, kral

142 Ahmet-Taner Kɪşlalɪ, Siyasal Sistemler …, 1991, s. 97-98. 143 Ahmet-Taner Kɪşlalɪ, Siyasal Sistemler…, 1991, s. 101-102. 144 Emre Kongar, a.g.e., 2005, s. 306.

vs.) halkın bizzat kendisinde olmalıydı. Atatürk için din, insanın kendi özel meselesiydi. Atatürk bu konuda şu yorumu yapmɪştɪr: "Din, vicdanȋ bir konudur. Herkes vicdanının söylediğine inanabilir. Biz dine saygılıyız. Biz insanların fikirlerine ve düşüncelerine karşı değiliz, biz sadece dinin devlet işlerine karıştırılmamasını istiyoruz. (...) Din, Allah ve inanan arasındaki bir ilişkidir“.145

Devletҫilik: 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, liberal ekonomik

politika uygulayarak ekonomik geliṣimini sağlamak istemiṣtir. Devlet, özel girişimcileri destekleyerek ekonomiyi yeniden inşa etmeye çalışmış, ticareti ve sanayiyi desteklemek için İş Bankası kurulmuştur. Girişimcilere yardımcı olmak için gerekli yasalar çıkartılmış, tarımın desteklenmesi ve trafik alt yapısının modernleştirilmesi de devletin öncelikli olarak önem verdiği konular olmuştur. Fakat 1929'daki dünya ekonomik krizi, dünyadaki diğer ülkeleri derinden etkilediği gibi Türkiye’yi de derinden ve olumsuz bir şekilde etkilemişti. Bunun yanɪnda Lozan Antlaşması’nda, Avrupalı güçler tarafından Türkiye'nin bütün itirazına rağmen düşük gümrükler dayatılmɪş ve bu durum Türkiye’nin ekonomisi için ek bir engel teşkil etmiştir. Bu gelişmeler etrafɪnda hükümet, liberal iktisat politikasɪndan devletçi ekonomik politikaya yönelerek özel teşebbüslerin yapmasɪ gereken girişimleri üstlenmek durumunda kalmɪṣtɪr.146 Devletçilik, devletin ekonomik süreçlere

müdahale etmesini benimseyen iktisat politikasɪ anlayɪṣɪnɪ ortaya koymuṣtur. Atatürk, devletin ekonomik sorunlara el atması gerektiğini anlamıştır. Çünkü Türkiye'de ülkenin sorunlarını ele alacak ve çözebilecek girişimcilik yok denecek kadar azdı. Bu sebeple Cumhuriyet, 1930 yılından sonra devlet kontrollü bir iktisadi politika uygulamıştır. Ama Atatürk'ün devlet ekonomisi pragmatik, ılımlı bir devlet ekonomisi olmuş ve prensip olarak sosyalist ideolojiye dayanmamıştɪr. Atatürk bu konudaki düşüncesini şöyle ifade etmiştir: “Türkiye'nin iktisat politikasındaki devlet

uygulamaları Sosyalizm kaynaklı değildir. Uyguladığımız sistem, Türkiye'nin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş ve kendi sorunlarımıza odaklanan bir sistem niteliğinde olmuştur. Özel işletme kuran girişimciler, prensip olarak ekonomi için önemlidir, ama biz özel girişimcilerin bunu kendi başına yapabilecek konumda

145 Adil Dağɪstan, a.g.e., 2004, s. 530-531; Ahmet-Taner Kɪşlalɪ, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi….,

1994, s. 29-33.

olmadıklarını ve Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayamayacaklarını gördük, bu sebeple de devletin ekonomiye müdahale etmesi gerektiğini kabul ettik. (...) Prensip olarak devlet, bireylerin rolünü üstlenmemeli ve ekonomik gelişim sürecinde ana etken devlet değil girişimci olmalıdır. Devletin, ekonomik alanda bireylerin özgürlüğünü ve etkinliklerini kɪsɪtlamamasɪ, demokrasinin önemli kaidelerinden birisidir".147

Devletçilik, CHP'nin programına 1931 yılında girmiş ve 1930'lu yıllarda önemli ekonomik gelişmeler kaydedilmiştir. 1934 yılında ilk "Beş Yıllık Kalkınma Planı" gerçekleştirilmiş ve Türkiye'nin bu ilk sanayileşme planı ile mümkün olduğunca Türkiye'nin tüm bölgelerinde üretim ekonomisinin eşit biçimde desteklenmesi ve öz kaynakların kullanılması öngörülmüştür. 1930'lu yılların bu ekonomi politikasıyla Türk sanayisi ve tarımı güçlü bir şekilde gelişebilmiş ve Türkiye'nin büyüme oranı Sovyetler Birliği’nin ve Japonya'nın büyüme oranlarɪ ile birlikte dünya zirvesine ulaşmɪştɪr.148

Devrimcilik: 1919 tarihinden itibaren 1938 ölüm tarihine kadar Atatürk, Türk

Devrimini gerçekleştirmiş ve üç önemli engeli aşmak zorunda kalmıştır: a. Türkiye'yi Batılı emperyalist devletlerden kurtarmak.

b. Osmanlı İmparatorluğu ile beraber işlevlerini kaybeden kurumları ortadan kaldırmak.

c. Eski kurumların yerine yenilerini kurarak yeni bir devlet sistemi inşa etmekti.

19 yıl içerisinde Atatürk, ulusal egemenliğe dayanan radikal reformlar gerçekleştirmişti. Atatürk, bütün bu devrimlerin merkezinde olan şahɪs olmasɪna rağmen tek başına hükümdar konumunda değildi. Monarşi yerine Cumhuriyet kurulmuş ve teokratik devletten laik devlet düzenine geçilmişti. Atatürk’ün amacı, devrim yoluyla modern bir Türk Devleti yaratmak, din ve mezhep yerine ulusal ideolojiyi yerleştirmek ve bilimi esas alarak o devirde ҫağdaṣ medeniyetin merkerzi olan Batı dünyasɪnɪn bilimsel metodlarını uygulamaktɪ. Atatürk, Türkiye'nin normlarını ve kurumlarını evrensel standartlara göre inşa etmeyi ve bilimi hayatta tek rehber olarak kabul etmeyi benimsemişti. Ahmet Taner Kışlalı, Atatürk hakkɪnda şu

147 Adil Dağɪstan, a.g.e., 2004, s. 539-540.

önemli tespiti yapmɪştɪ: “Mustafa Kemal, tarihteki en büyük ve en kapsamlı kültür devrimini gerçekleştiren mimardı. Dilini ve tarihini neredeyse tümüyle unutmuş ve kendine olan güvenini kaybetmiş bir toplumu ayağa kaldırarak modern bir ulus olma yolunu açmıştır”.149

Türkdogan'a göre Kemalizm, Türk fikir tarihinde Rönesans hareketinin bir temsilcisidir.150 İnalcık için Kemalist devrim, Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme çabalarından itibaren 150 yıllık süreçte yaşanan en son radikal gelişmeydi. Türklerin Avrupa'ya karşı "aşağılık duygusu" yüzyıllardır var olan bir sorundu. Çünkü İmparatorluk 16. yüzyıldan beri bilim ve teknikte Batı Avrupa Devletlerine göre hep geride kalmıştı. Türkler, Avrupalıları önce savaşla alt etmeye çalışmış bunu başaramayɪnca Avrupa ile ilişkilerini geliştirmeye veya Avrupa'nın bir parçası olmaya çalışmıştı.151