• Sonuç bulunamadı

Kafkasya, Orta Asya ve Yeni Düzende “Türkiye Modeli”

5.1.3 1991 Körfez Savaşɪ

5.1.6. Kafkasya, Orta Asya ve Yeni Düzende “Türkiye Modeli”

SSCB'nin dağılmasıyla birlikte Türkiye ile etnik, dilsel ve kültürel bağlarɪ olan Azerbaycan (Kafkasya'da), Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan (Orta Asya'da) bağımsız cumhuriyetler olarak tarih sahnesine çɪkmɪşlardɪ. Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya’daki yeni cumhuriyetleri tanɪyan ve elçilikler açan ilk ülke olmuştur. Bu gelişme, Türkiye'de coşkuyla ve sevinçle karşılanmɪş ve Türkiye’ye, Asya'daki akraba topluluklarla ilişki kurup ilişkilerini geliştirme fɪrsatɪ vermiştir.

Heinz Brill, Türkiye'yi Soğuk Savaş'tan sonra "yükselmekte olan” devletlerden biri olarak görmüş ve Türkiye’ye geleceğin Asyasɪnda bölgesel liderlik rolü biçmişti. Türkiye; Avrupa, Akdeniz, Ortadoğu ve Orta Asya arasında önemli bir jeopolitik konuma sahip olmuş ve kendi bölgesinde aktif ve düzen kurucu bir aktör olarak öne çɪkmɪştɪ. Brill'e göre Türkiye'nin Ön Asya ve Orta Asya'daki jeopolitik, jeostratejik, jeokültürel ve jeoekonomik çɪkarlarɪ dönüşmekte ve Türkiye, Soğuk Savaş sonrasɪ süreçte Avrasya'da kendi rolünü arayan bir devlet konumunda olmuştur. Brill, ayrıca Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra ilk defa yeniden uluslararasɪ sistemde kendi başına bir rol alabilecek konumda olduğunu ifade etmişti.280 Brill'in bu fikrini 1990'lı yılların başından itibaren Başbakan Demirel

de paylaşmış ve 1992'de Orta Asya'da bir ziyareti esnasında Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar yeni bir Türk dünyasından bahsetmişti.281

Fakat Demirel'in bu vizyonunun ilerleyen yɪllar iҫerisinde gerҫekleşmesi zor bir vizyon olduğu anlaşɪlmɪştɪ. Ankara, kısa süre içerisinde bu yeni devletlerin

279 Baskɪn Oran, „1990-2001: Küreselleṣme Ekseninde Türkiye: Dönemin Bilanҫosu“, kaynak: Baskɪn

Oran (edit.): Türk Dɪṣ Politikasɪ: Kurtuluṣ Savaṣɪndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II: 1980-2001, 5. baskɪ, İletiṣim Yayɪnlarɪ, İstanbul 2003, s. 230-231.

280 Heinz Brill, “Die geopolitische Lage der Türkei im Wandel”, kaynak: Österreichische Militärische Zeitschrift, Nr. 2/ 1998, s. 113-114 ve s. 119-120

281 Sabri Sayari, „Turkish Foreign Policy in the Post-Cold War era: The challenges of multi-

bağımsızlıklarını koruyabilmeleri ve devlet yapılarɪnɪ geliştirebilmeleri için öncelikle yoğun ekonomik ve askeri desteğe ihtiyaç duyduğunu görmüştü. Ayrɪca Türkiye'nin "ağabey rolü" oynamak istemesi, Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerde faydadan ziyade zarar getirmişti. Çünkü bu devletler, Soğuk Savaş döneminin süper gücü olan SSCB’nin etkisinden yeni kurtulmuşlardı ve tekrar başka bir devletin etkisinde kalmayɪ veya Türkiye’nin kendilerine ağabeylik yapmasɪnɪ istememişlerdi. Diğer bir önemli engel ise yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsız olmalarɪna rağmen ekonomik, siyasi ve askeri açıdan hâlâ Moskova'nın etkisi altında olmaları olmuştu. Bu gerçeklerin farkɪnda olan bu cumhuriyetler, kendilerinin ihtiyaҫ duyduklarɪ ekonomik ve teknik ihtiyaҫlarɪn Türkiye tarafɪndan karşɪlanamayacağɪnɪ kɪsa zaman sonra görmüşlerdi. Bu gerçeği gören bu devletler, Türkiye'nin liderliğinde bir işbirliğinden ziyade "Türk Kardeşliği" çerçevesinde "gevşek bir organizasyon" arzulamɪşlardɪr.282

Gelecekte işbirliğini yoğunlaştırmak adına Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye'nin gerçekleştirdiği çeşitli zirve toplantılarında taraflar karşılıklı olarak birçok vaatte bulunmuş fakat bu zirveler istenilen politik ve ekonomik yakɪnlaşma için gerekli bir mekanizma kurulmasɪnɪ sağlayamamɪştɪ. Bu devletler, Ankara’nɪn kendileri ile Batı dünyası arasɪnda yönlendirici ülke veya köprü vazifesi gören aktör olmasɪnɪ benimsemişlerdi. Yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri, geleceklerini daha iyi inşa edebilmek ve ülkelerini istikrara kavuşturmak için Batınɪn ekonomik ve teknik desteğinin gerekli olduğunu görmüşlerdi. ABD ise bu bölgedeki enerji kaynaklarından dolayı 1990'lı yıllarda Kafkasya'ya ve Orta Asya'ya yoğun şekilde ilgi duymuş ve Türk Cumhuriyetleri’ne yakɪnlaşma çabasɪ içinde olmuştu. Ankara hükümeti, bölgedeki yeni gelişmelerin, Türkiye'nin bölgesel etkisini arttırmasɪna ve Türkiye'nin bölgede etkin ve düzenleyici rol oynamasına katkı sağlayacağı ümidi içinde olmuştu. Türkiye, bu gelişmeyi Batı ile arasındaki geleneksel ilişkiler için olumlu bir faktör olarak görmüş ve Ankara, Türk Cumhuriyetleri ile gelişen ilişkilerini Batı nezdindeki stratejik önemi açɪsɪndan avantajlɪ bir faktör olarak görmüştü.283

282 Nasuh Uslu, Türk-Amerikan İliṣkileri, 21. Yüzyɪl Yayɪnlarɪ, Ankara 2000, s. 350. 283 Nasuh Uslu, Türk-Amerikan İliṣkileri…, 2000, s. 350-352.

Bölgenin doğalgaz ve petrol açısından zengin olmasɪ, Batɪlɪ güçlerin ilgisini bu bölgeye odaklanmasɪnɪ sağlamɪṣtɪ. Ayrɪca bu bölgenin tarihte Rusya ve İngiltere arasɪnda yaşanan büyük çekişmeye benzer bir şekilde Avrasya'da “yeni bir büyük

oyun”un sahne alacağı öngörüsü ileri sürülmüştü.284 Bu oyunda önemli bir aktör olabilecek olan Türkiye’nin, enerji kaynaklarının Kafkasya'dan ve Orta Asya'dan Akdeniz kıyılarına ve Avrupa'ya nakli konusunda önemli bir ülke olma konumu giderek öne çɪkmɪştɪ. 1990'lı yıllarda, Bakü'den Ceyhan'a yönelik planlanan petrol boru hattı bu bölgedeki en büyük projelerden biri haline gelmiş ve Türkiye bu projeyi ABD’nin de desteği ile gerçekleştirmek istemişti. Batılı güçler için bu projenin önemi üç nedenden dolayɪ büyüktü. Birincisi: boru hattının güzergâhı Rus topraklarından geçmeyecek ve Rusya'nın etkisi devre dışı bɪrakɪlacaktɪ. İkincisi: bu hat Batılı devletler için Rus enerji kaynaklarına alternatif bir enerji kaynağı olarak görülüyordu. Üçüncüsü ise, bu bölge körfez ülkelerinin enerji kaynaklarına bir alternatif teşkil ediyordu. Bakü-Ceyhan boru hattɪ projesine taraf olan devletler, bu projeyi mâli, teknik ve güvenlik politikaları açısından hayata geçirilebilir bir proje olarak değerlendirmişlerdi. Kafkasya'daki sorunlar, bu sorunlardaki Rusya etkisi ve bu bölgedeki İran faktörü, Gürcistan ve Türkiye topraklarının bu projenin gerçekleştirilmesi için daha iyi bir güzergâh olabileceğini ortaya koyuyordu.285

1990’lɪ yɪllarda Türkiye ve ABD, Avrasya'daki enerji kaynaklarɪnɪn Türkiye üzerinden Batɪ dünyasɪna ulaşmasɪ konusunda benzer düşünceleri benimsemişlerdi. Her iki devlete göre Rusya, Kafkasya ve Orta Asya'da enerji kaynakları üzerinde mutlak kontrole sahip olmamalı ve İran'ın politik etkisi bu bölgelerde engellenmeli ve petrol boru hatları İran topraklarından değil Türkiye topraklarından geçmeliydi.286

Türkiye, Türk Cumhuriyetleri’nin BM’ye, AGİT üyeliğine ve NATO’nun “barɪş için ortaklɪk” programɪna katɪlɪmɪnɪ destekleyerek bu ülkelerin uluslararasɪ kurumlarda yer almasɪna önemli ölçüde katkɪ sağlamɪştɪ. Türkiye, eğitim alanında da

284 Kemal Kirisҫi, „US-Turkish relations: from uncertainity to closer ties”, kaynak: İnsight Turkey,

Vol. 2 No. 4/ 2000, s. 42-43.

285 Seyfi Taṣhan, „A review of Turkish Foreign Policy in the beginning of 1998“, kaynak: Foreign Policy Ankara, Vol. XXII, No. 1-2/ 1998, s. 12-13.

286 Gareth M. Winrow “Orta Asya Ve Trans-Kafkasya Politikasɪ”, kaynak: Alan Makovsky-

Sabri Sayarɪ (edit.): Türkiye’nin Yeni Dünyasɪ, Türk Dɪṣ Politikasɪnɪn Değiṣen Dinamikleri, Alfa Yayɪnlarɪ, İstanbul 2002, s. 166 ve 173-175.

Kafkasya ve Orta Asya’da etkisini artırmak için önemli adımlar atarak bu ülkelerden her yıl 7000’in üzerinde öğrenciye Türk Üniversiteleri’nde okumaları için burs vermişti. Kendi ekonomik sorunları ile mücadele etmek zorunda kalan Türkiye gibi bir ülke için bu çok dikkat çekici bir durumdu. Ankara, aynɪ zamanda, yeni cumhuriyetlerin hükümetleri ile yeni okullar inşa etmek için işbirliğine girmiş ve bu okulları desteklemek için gerekli malzeme ve insan kaynakları (öğretmen, bilim adamı vb.) temin etme gayreti içinde olmuş ve bu ülkelerle kültürel yakɪnlaşmayɪ desteklemek için bu bölgeye yönelik televizyon yayɪnlarɪnɪ başlatmɪştɪ.287

Türkiye’nin, yeni düzendeki jeostratejik önemi, ABD için farklɪ boyutlarda devam etmişti. Türkiye, bulunduğu bölgede ekonomik düzeyi, insan kaynaklarɪ ve askerȋ gücü bakɪmɪndan “bölgesel güç” olma özelliği taşɪmɪş ve gerek Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da gerekse Karadeniz ve Akdeniz’de aynɪ anda etkili olabilecek tek ülke konumunda olmuştu. Türkiye’nin demokratik ve laik karakteri ve serbest piyasa ekonomisini benimsemesi ve bu bağlamda Türkiye’nin özellikle ABD tarafɪndan 1990’lɪ yɪllarɪn başɪnda model devlet olarak gösterilmesi Türkiye için önemli bir faktör olmuştu. Bu durum, Ankara’da Türkiye’nin Yunanistan, İran ve Rusya ile bölgesel rekabetinde önemli bir dɪş politika aracɪ olarak benimsenmişti.288

Fakat ilginç olan şey, Türkiye’nin yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri’ne model olmasɪ gerektiği fikrinin Türkiye tarafɪndan değil Davos’ta yapɪlan Dünya Ekonomik Forumu’nda Henry Kissinger tarafɪndan ilk defa dile getirilmesiydi.289

Erol Mütercimler, Türkiye'nin bu ülkeler için model ülke olabilmesini üç önemli faktöre bağlamɪştɪr. Birincisi, “Ekonomik model olarak Türkiye”: Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde üç farklı ekonomik sistemi uygulamayı denediği süreçlerden geçmişti; 1960'a kadar Devletçilik, 1960'dan itibaren Karma Ekonomik Sistem ve 1980'den itibaren serbest piyasa ekonomisi. İkincisi, “model ülke olarak Türkiye”: Politik olarak Türkiye, ulusal bağımsız bir cumhuriyetti ve demokratik-laik düzene

287 Ümit Haluk Bayülken, „Turkey’s geopolitical interests in the Black Sea and Central Asia“, kaynak: İnsight Turkey, Vol. 2, No. 2, April-June 2000. s.79-81.

288 Şule Kut, „1990’larda Türk dɪṣ politikasɪnɪn anahatlarɪ“, kaynak: Barry Rubin-Kemal Kiriṣҫi

(edit.): Günümüzde Türkiye’nin Dɪṣ Politikasɪ, Boğaziҫi Üniversitesi Yayɪnevi, İstanbul 2002, s. 12- 13.

ve hukuk kurumlarına ve kurallarına bağlɪ olarak yönetilmekteydi. Türkiye’de çok partili sistem mevcuttu ve anayasaya göre ulusal egemenlik ilkelerine, demokratik- laik karaktere ve insan haklarına bağlıydɪ. Türk modelinde faşist, aşırı sol veya din eksenli partilere izin verilmemekteydi. Türk demokrasisi henüz Batılı devletlerin düzeyine gelememiş olsa da, Mütercimler’e göre Türkiye İslam Dünyası'nda nispeten istikrarlı demokrasiye sahip tek ülkeydi. Üçüncüsü, “sosyal bir model olarak

Türkiye”: Kemalist devrimler, Türkiye'de modern ve çağdaş devletin temellerini

oluşturmuştu. Türkiye bu yönüyle diğer Müslüman devletlerden ayrılmaktaydı.290

Yeni kurulan düzen, Türkiye’yi Kafkasya ve Orta Asya’ya tekrar yaklaştɪrmɪş olsa da, ABD, Avrupa devletleri, Japonya ve Çin gibi ülkelerin bu bölgedeki enerji kaynaklarɪ ile ilgili menfaatleri, bu bölgedeki gelişmeleri artan oranda etkilemeye başlamış ve Türkiye’nin yetersiz ekonomik ve teknik imkânlarɪ Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini olumsuz etkilemiṣti. ABD nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ve komünizm sonrasɪ düzende bu ülkelerin pazar ekonomisi ve seküler bir devlet yapısına yönelerek modern devlet anlayɪşɪna sahip olmalarɪnɪ desteklemiş ve Türkiye’nin bu bağlamda etkili bir örnek devlet olacağɪnı düşünmüştü. Ankara'da, ABD’nin bu desteği olumlu karşɪlanmɪş ve bu durum Türkiye için bu bölgede avantaj olarak değerlendirilmişti. Bu durum, aynɪ zamanda, Ankara’da Batınɪn gözünde Türkiye'nin stratejik müttefik konumunu güçlendiren ve uluslararasɪ düzende Türkiye’nin saygɪnlɪğɪnɪ arttɪracak bir gelişme olarak görülmüştü. Batɪlɪ devletlere göre Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya'daki alternatifi, Şii İslamɪ temsil eden İran ve bölgedeki kontrolü devam eden Rusya idi ve bu denklemde Türk modeli tercih edilmişti. Nitekim Türkiye, bu yeni devletlerde kɪsa sürede yatɪrɪm yapma eğiliminde olmuş ve 1990'lı yılların sonuna kadar 2500 civarɪnda Türk firması bu ülkelerde çeşitli projeler üstlenmiş ve Türk yatırımları 8,4 milyar dolar civarɪna yükselmişti. Aynɪ süreҫte bu ülkelerle yapılan ticaretin hacmi 1992'de 145 milyon dolar iken 1999 yılında 5,6 milyar dolara yükselmişti. Özellikle telekomünikasyon sektörüne büyük yatırımlar yapan Türkiye, bu devletlerin uluslararası piyasalara uyumu konusunda önemli bir rol oynamıştɪ. Fakat yeni

290 Erol Mütercimler, 21. Yüzyilin Eṣiginde Uluslararasi Sistem ve Türkiye-Türk Cumhuriyetleri İliṣkiler Modeli, Anahtar Kitaplar, İstanbul 1993, s. 317-318.

kurulan Türk Cumhuriyetleri, Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek için çaba gösterse de zamanla Rusya’ya olan ekonomik ve askerȋ alandaki bağɪmlɪlɪkları ağɪr basmɪştı ve bu ülkeler tekrar Rusya’nɪn etkisi altɪna girmişti. SSCB’nin dağɪlɪşɪndan sonra ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya için benimsediği Türkiye modeli stratejisi ilerleyen yɪllarda önemini yitirmeye başlamɪştɪ. Bu süreç içinde ilk başlarda müttefiki Türkiye’nin bölgedeki etkinliği çerçevesinde strateji öngören ABD, Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerini zamanla doğrudan kendi girişimleri doğrultusunda geliştirmişti.291

Diğer taraftan 1990’lɪ yɪllarda Kafkasya'da meydana gelen çatɪşmalar, Türkiye için büyük güvenlik sorunu oluşturmuş ve Türkiye’nin 1990’lɪ yɪllarɪn başɪndaki olumlu havasɪ yerini yeni çatɪşma ortamɪna bɪrakmɪştɪ. Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ çatışmasından ve Çeçenler ile Rusya arasındaki Çeçenistan Savaşı’ndan ve Gürcistan'daki Abazalar-Osetler ile Gürcüler arasındaki savaştan doğrudan etkilenmişti. Bunun iki önemli nedeni vardɪ. Birincisi, bu çatışmalar Türkiye’ye yakɪn bir coğrafyada gerçekleşiyor ve Türkiye’nin de güvenliği için sorun oluşturuyordu. İkincisi ise Türkiye'de milyonlarca Kafkasyalı göçmen (Çeçenler, Abazalar, Gürcüler, Azeriler vb.) yaşıyordu ve bundan dolayɪ Kafkasya'daki çatɪşmalar doğrudan Türkiye’yi de etkiliyor ve Türk toplumunda rahatsɪzlɪk unsuru oluşturuyordu.292

1990’lɪ yɪllarda Kafkasya ve Orta Asya’daki yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri’nin kɪsa sürede kendilerini toparlayarak istikrarlɪ bir sürece girme ümitleri Türkiye’nin ve ABD’nin istediği gibi gelişmese de ve Türkiye’nin bu bölgedeki ekonomik ve politik etkinliği Türkiye’nin beklentilerinin altɪnda kalsa da Türkiye, yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri ile imkânlarɪ ölçüsünde ilişkilerini geliştirmeye ҫalɪşmɪştɪ. Erol Mütercimler’e göre Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya’da, 21. yüzyɪlda gerçekçi ve ulusal çɪkarlara dayalɪ bir strateji geliştirebilirse Türk Cumhuriyetleri ile 1990’lɪ yɪllarɪn başɪnda arzuladɪğɪ boyuttaki yakɪn işbirliğini 21.

291 Ziya Öniṣ, “Turkey And Post-Soviet States: Potential and limits of regional power influence“,

kaynak: Middle East Review of International Affairs, Vol. 5, No. 2, Summer 2001, s. 66-69; Mert M. A. Gökɪrmak, Türkiye-Rusya iliṣkileri ve petrol taṣɪmacɪlɪğɪ sorunu: Jeopolitik bir değerlendirme, Bağlam Yayɪncɪlɪk İstanbul 1996, s. 164-166.

yüzyɪlda gerçekleştirme imkânɪna sahip olabilecektir. Bu aynɪ zamanda Türkiye’nin Avrasya’daki konumunu istediği noktalara taşɪyabileceği bir vizyonun oluşmasɪna da yol açabilecekti. Erol Mütercimler, 1990’lɪ yɪllarda Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerini ekonomik ve teknolojik yetersizliklerinden dolayɪ istediği düzeyde geliştirme olanağɪna sahip olamasa da bunun 21. yüzyɪlda gerҫekleştirilebilecek bir hedef olduğunu ifade etmiştir. Mütercimler, Türkiye’nin bunu hayalperest bir vizyonla değil, Atatürk’ün ortaya koyduğu ilkelerle ve akɪlcɪ bir vizyonla gerçekleştirilebileceğini düşünmüştür.293