• Sonuç bulunamadı

3. KEMALİZM ve TÜRKİYE’NİN MODERNLEŞMESİ

3.5. Atatürk ve Kemalist Dış Politika

Kemalistler, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma gayretlerinin sonucu olarak diğer alanlarda olduğu gibi Türkiye'nin dış politika eksenini de Batı’ya (Avrupa) yönlendirmeyi benimsemişlerdir. Atatürk, devrimleri gerçekleştirdikten sonra Türkiye'nin temel dış politika yönelimi olarak Batɪ yönlü dɪş politikayɪ benimsemiş fakat aynɪ zamanda Türkiye’nin komşularɪ ile ilişkilerini geliştirmesi için büyük çaba göstermiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda ordunun modernizasyonu ile başlayan Batı yönlü modernleşme, daha geniş boyutta Kemalist Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Dış politikada belirlenen Batı yönelimi, Atatürk'ten sonra da izlenmiştir. NATO Üyeliği (1952), Avrupa Konseyi Üyeliği (1952), Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ortaklɪk antlaşmasɪ (1963), Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik başvurusu (1987), AB ile gümrük birliğine gidilmesi (1996) ve ABD ile II. Dünya Savaşı sonrasında gelişen ilişkiler bu durumu doğrulamıṣtɪr.152

149 Ahmet-Taner Kɪşlalɪ, Siyasal Sistemler…, 1991, s. 108.

150 Orhan Türkdogan, Kemalist sistem ve sosyolojik yapɪsɪ, IQ Kültür-Sanat Yayɪncɪlɪk, İstanbul 2005,

s 505.

151 Halil İnalcɪk, Atatürk ve Demokratik Türkiye, Kɪrmɪzɪ Yayɪnlarɪ, İstanbul 2007, s. 65.

152 Philip Robins, „Suits and Uniforms, Turkish Foreign Policy since the Cold War, C. Hurst

Dış politika alanındaki maceralardan uzak duran Atatürk, gerçekçi bir dış politika izlemiş ve Türkiye’nin varlığı için önemli olan ulusal çɪkarlarɪnɪ takip etmiştir. Mustafa Kemal için bağımsızlık ideali bağlamɪnda Cumhuriyet’in siyasi, ekonomik ve malȋ bağımsızlığɪ, vazgeçilmez şartlarɪ olmuştur. Osmanlı subayı olarak Avrupalı güçlere malȋ bağımlılığın Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupalı güçlere karşı nasɪl zayıf düşürdüğüne tanık olmuştu. Yeni Cumhuriyet aynı duruma düşmemeliydi. Cumhuriyet’in kurulmasɪndan sonra Mustafa Kemal’in dɪş politika ilkeleri, “Gerçekçilik, Bağɪmsɪzlık, Barɪşçɪlɪk, Güvenlik, Batɪcɪlɪk ve Akɪlcɪlɪk” olmuş ve bütün bu ilkeleri kapsayan ve dɪş politika vizyonunu ortaya koyan ana ilkesi ise 20 Nisan 1931’de söylediği gibi “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi olmuştur.153

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde yıllar boyu süren savaşlar ve Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal'e bir savaşın ancak ulusun varlığı tehlikeye girdiği zaman kabul edilebilecek bir olgu olduğunu göstermişti. Aksi halde, Atatürk savaşı bir cinayet olarak görmüştür. Mustafa Kemal, eseri “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”ni ancak barış zamanında geliştirebileceğini biliyordu. Komşu devletlerle birlikte oluşturduğu işbirliği ve barɪş ortamɪ sayesinde Türkiye’nin güvenliğini istikrara kavuşturmuş ve kendi bölgesindeki ülkelerle işbirliğini geliştirmeye çalışmıştır. Bu amaca yönelik olarak Türkiye, 09 Şubat 1934 tarihinde Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ile “Balkan Paktɪ”nɪ imzalamış ve bu ülkelerle Balkanlarda güvenliğin sağlanmasɪnɪ amaçlamɪştɪr. 07 Temmuz 1937 tarihinde ise Türkiye bu defa benzer amaçla doğuya yönelerek İran, Irak ve Afganistan ile “Sadabat Paktɪ”nɪ imzalamıştır. Bununla da doğuda güvenliğin sağlanmasɪnɪ amaçlamɪş ve buradaki ülkelerle işbirliğini geliştirme amacɪ gütmüştür. Bu çabaların önemli bir nedeni de 1930'larda Balkanlar ve Akdeniz bölgesinde İtalya ve Nazi Almanyasının yayılmacı emelleri olmuş ve Atatürk bu tehditlere karşɪ önlem almak istemiştir.154

Atatürk'ün çözmek zorunda olduğu en önemli dış politika sorunları Yunanistan ile azınlıkların mübadelesi ve Büyük Britanya ile olan "Musul Sorunu" olmuṣtu. Türk ve Yunan azınlıkların mübadelesi, Lozan Konferansı'nda her iki ülke

153 İsrafil Kurtcebe-Aydɪn Beden, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Dinamik Akademi Yayɪn, Ankara

2011, s. 453-455.

arasında müzakere edilmiş fakat kesin olarak çözülememişti. 01 Aralık 1926 tarihindeki antlaşmaya kadar mübadelenin düzenlenme şekli konusunda uzlaşma sağlanamamıştı. Bu sözleşme de sorunun düzenlenmesine yardımcı olmamış, en son 10 Haziran 1930 tarihinde yeni bir antlaşma ile sorun kesin olarak çözülebilmiştir. Her iki taraf da azınlığın hangi kısmının gideceğine ve hangi kısmının kalabileceğine zor karar verebilmiştir. Son olarak Batı Trakya'da yaşayan Türklerin ve İstanbul'da yaşayan Yunanlıların, bulunduklarɪ yerde kalmasɪna, geri kalan azınlığın ise karşɪlɪklɪ olarak ülkeden ayrılmasına karar verilmiştir. Mübadele sorunu çözüldükten sonra Yunanistan ve Türkiye arasındaki ilişkiler rahatlamış ve 1954 tarihine kadar ilişkilerde olumlu gelişmeler yaşanmıştır.155

Türkiye ve o zamanki dünya gücü olan Büyük Britanya arasındaki "Musul Sorunu", Atatürk için çözülmesi gereken en önemli dış politika sorunu olmuṣtur. İngilizler, Musul bölgesini 11 Kasım 1918 tarihinde işgal etmişti. Bu bölge, petrol bakımından zengin olmasɪ nedeniyle 19. yüzyılda dünya güçlerinin ilgisini çekmeye başlamıştı. Atatürk'e göre bu bölge, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bir parçasıydı çünkü bölgede Türkler çoğunluğu oluşturuyordu. Ancak İngilizler petrol bakımından zengin bu bölgenin Türklere geçmesini istemiyordu. Musul sorunu 05 Haziran 1926 tarihinde Türkiye, Irak yönetimi ve Irak üzerinde manda hakkɪ olan Büyük Britanya arasındaki bir sözleşme ile çözülmüş ve sonuçta Musul bölgesi Irak'a bɪrakɪlmɪştɪ. Atatürk, yorgun ve bitkin Türk halkɪnɪ Büyük Britanya ile yeni bir savaşa sürüklemek istememiş ve böylece Musul, T.C. topraklarɪna katɪlamamɪştɪ.156

Atatürk, dengeli bir dɪş politika izleyerek Türkiye’nin, bulunduğu bölgede barɪş ve istikrar içinde yoluna devam etmesini arzulamɪştɪ. Musul sorununda bölgede güçler dengesi diplomasisine dikkat etmesi gerektiğini anlamɪş ve Sovyetler Birliği (SSCB) ile iyi ilişkiler kurmayı gerekli görmüştü. SSCB’de Komünistler, Türklerin ulusal bağɪmsɪzlɪk savaşını, Anadolu'da Batılı güçlere karşı gerçekleştirilmiş "Asya'daki ilk Sovyet Devrimi" olarak değerlendirmişlerdi. Atatürk ise Komünizm'i

155 Mustafa Yɪlmaz, „Atatürk dönemi Türk dɪş politikasɪ“, kaynak: M. Derviş Kɪlɪnçkaya (edit.), Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Kitabevi, Ankara 2004, s. 260-261 ve 267-268. 156 Tahir Kodal, „Atatürk Dönemi Türk Dɪş Politikasɪ“, kaynak: Süleyman İnan-Ercan Haytoğlu

benimsemese de Batɪlɪ güçlerle ve SSCB ile dengeli bir dış ve güvenlik politikası izlemeyi uygun bir strateji olarak görmüṣtür. Bu bağlamda, Türkiye ve SSCB arasında 1921 ve 1925 tarihlerinde anlaşma imzalanmış ve her iki taraf da işbirliği yapma arzusunu göstermiş ve her iki taraf da birbirlerini Batılı güçlere karşı denge unsuru olarak görmüştür. Sovyetler Birliği, o bölgedeki Büyük Britanya etkisini Türkiye'nin desteği ile azaltmak isterken, Türkiye’de de Batılı güçlere karşı bu bölgede dengenin sağlanması için SSCB'nin desteğine ihtiyaç olduğu görüşü kabul görmüştü. Bu yaklaşım II. Dünya Savaşı'ndan sonra değişmişti çünkü her iki tarafın da dünya politikasındaki yeni konumları çɪkar tanımlarınɪ da değiştirmişti.157

Montrö Antlaşması (20 Temmuz 1936) ile Türkiye, boğazlar üzerinden yetki ve güç sahibi devlet olarak istediğini elde etmiş ve Fransa ile "Sancak Bölgesi" sorununu Türkiye lehine çözerek bir diğer önemli dɪş politika sorununu çözmüştü (23 Temmuz 1939). Böylece Atatürk tarafından "Misak-ı Milli" ile belirlenen en önemli dış politika hedefleri, "Musul bölgesi" hariç büyük ölçüde gerçekleştirilmişti. Atatürk, dikkatli ve akɪlcɪ dış politika stratejisi ile hem Batı’da hem de Doğu’da Türkiye'nin komşularɪyla var olan sorunlarını barış içerisinde çözmeye çalışmıştɪr. Atatürk, Batılı güçlere karşı bir bağɪmsɪzlɪk savaşı gerçekleştirmek zorunda kalmasɪna rağmen Türkiye’nin Batı dünyasɪ ile iyi ilişkiler geliştirerek kalkɪnmɪş modern bir devlet olabileceğini düşünmüş ve Batɪlɪ güçlerle dostluk ve iyi ilişkiler çerçevesinde bir dɪş politika vizyonu benimsemiştir.158

Burada görülmektedir ki Atatürk, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin komşularɪ ve çevresindeki bölge ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirerek Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğini sağlamayɪ ve kalkɪnmasɪnɪ hedeflemiştir. Atatürk aynɪ zamanda Batɪlɪ güçlerle iyi ilişkiler kurarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ihtiyaç duyduğu “bilim ve teknik”teki gelişmeleri elde etmeyi ve böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin “muasɪr medeniyet” seviyesine yükselmesini, güçlü ve müreffeh bir devlet olmasɪnɪ hedeflemiştir. Fakat Atatürk’ün amacɪ, batɪlɪlaşmɪş bir Türkiye değil çağdaş ve kendini sürekli geliştiren bir Türkiye inşa etmek olmuştur. Nitekim

157 Mustafa Yɪlmaz, a.g.m., 2004, s. 282-285; Tahir Kodal, a.g.m., 2006, s. 200-203.

158 Atilla Sandɪklɪ, „Atatürk’ün dɪş politika hedefi ve prensipleri”, kaynak: Atatürk ve Atatürkçü düşünce, Genelkurmay Basɪmevi, Ankara 2003, s. 132-139; Hüner Tuncer, a.g.e., s. 164-170.

Atatürk, kendi yazdɪğɪ ve Türk milleti’ne bɪraktɪğɪ eseri olan Nutuk’un sonunda şunlarɪ ifade etmiştir: “Efendiler, bu konuşmamla ulusal varlɪğɪ sona ermiş sayɪlan

büyük bir ulusun bağɪmsɪzlɪğɪnɪ nasɪl kazandɪğɪnɪ, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devletin nasɪl kurulduğunu anlatmaya çalɪştɪm. Bugün ulaştɪğɪmɪz sonuç, yüzyɪllardan beri çekilen ulusal yɪkɪmlarɪn yarattɪğɪ uyanɪklɪğɪn ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanlarɪn karşɪlɪğɪdɪr. Bu sonucu Türk gençliğine güvenle bɪrakɪyorum.”159 Soner Polat, Osmanlɪ’nɪn jeopolitik akɪldan

yoksun olduğu iҫin Batɪ karṣɪsɪnda tutunamayɪp tarihe karɪṣtɪğɪnɪ belirterek, Atatürk’de var olan jeopolitik akɪl sayesinde T.C. devletinin kurulduğunu fakat İsmet İnönü dahil hiҫbir devlet adamɪnɪn Atatürk’ün bɪraktɪğɪ mirasa sahip ҫɪkacak düzeyde jeopolitik akla sahip olmadɪğɪnɪ belirtmiṣtir. Türkiye’nin 1945 sonrasɪ dönemde Batɪ’nɪn etkisi altɪna girdiğini dile getiren Polat, Atatürk’ün “Batɪ ile iyi

iliṣkiler kurun fakat Sovyet dostluğunu hiҫbir zaman bɪrakmayɪn” dediğini ifade

etmiṣtir. Polat, Atatürk ҫok iyi biliyorduki, böyle olmasɪ durumunda Türkiye doğrudan Batɪ’nɪn tehdidi ile karṣɪ karṣɪya kalacaktɪ demiṣtir. 160