• Sonuç bulunamadı

30 Kasım (…) Yumuşak yastıkların arasında miskin bir gevşeklikle uzanmış olduğunuz halde

bunlara aptallık der geçersiniz…

Ey Tanrı’m! Gözyaşlarımın farkındasın! Bizleri bu kadar zavallı yarattığın halde reva mıdır ki şu halimizde yine bizi soymaya yeltenen kardeşler veresin!.. Öyle kardeşler ki senin adına beslediğimiz belirsiz bir inanaçtan da bizi yoksun bırakmak isterler… Sen değil misin ki bizim her an ihtiyaç duyduğumuz şifa ve avuntuyu gözle görebildiğimiz her zerreye vermişsin… Örneğin, bir kökten, bir asma dalından çare beklemek, gerçeği aranırsa yine senden çare beklemek sayılmaz mı?

Ey varlığının derinliğine asla eremediğim Yüce Tanrı’m! Ruhum seninle doluyken çoktan beridir neden senden uzak durdum?.. Beni yanına al! Daha fazla bekletme! Katlanılmaz bir özlemle tutuşan ruhumun artık gücü tükendi.

Peki, bir baba hiç unmadığı bir zamanda oğlu gelip boynuna sarılarak:

“Babacığım ben geldim. Buyruğunuz üzere bu dikenli yaşam yolunun zorluklarına katlanarak sonuna dek gitmek gerekirken, yolumu böyle kısalttığım için bana kırılma. Dünyanın hali her yerde aynı. Her yerde çalışma ve zahmet buna karşıda eğlence ve ödül var. Ama bunları ben ne yapayım? Ben yalnızca senin yanında rahat edebilirim. Zevki de

130

sıkıntıyı da yalnızca senin yanında duymak isterim!” diyecek olursa o babanın buna kızabilmesi olanaklı olabilir mi? Peki… Sen… Ey Yüce Tanrım! Sen bu oğlunu hep kapıdan kovacak mısın?

K.M.de yazarın kullandığı. “wortkramer” deyiminin yerine, Arif Gelen: çevirisinde “laf ebeleri” deyimini kullanmıştır. Aynı deyimi, Nihat Ülner: “sözcük tüccarları,” sözünü kullanmıştır. Aynı yerde, Dilek Yapıcı : “miskin bir gevşeklikle” sözcükleriyle açıklamıştır. Çeviri ustalığına bakılırsa Arif Gelen deyimi deyim karşılığıyla çevirdiği için diğer çevirmenlerden daha ileridedir.

Kaynak dilde yapılan bir dua örneğinin çevirisini ele aldığımızda, Almanca’dan Türkçe’ye çevrildiğini biliyoruz. Kaynak dil yazarının bir Hrıstiyan, çevirmenlerimizin ise müslüman olduğunu da biliyoruz. Fuat: Çeviri çeşitlerini somut ve soyut olarak ikiye ayırarak, soyut çeviriyi de:

1- Aynı kültürü paylaşan

2- Ayrı kültüre sahip olan çeviriler diye ikiye ayırıyor. Bu ayırmayı: ÇEVİRİ

Somut çeviri Soyut çeviri

Aynı kültürler arasındaki Başka kültürler arasındaki dillerde çeviri dillerde çeviri

biçiminde şematize edebiliriz.

Görünüşte bir Hristiyan olan Goethe’nin sembolize ettiği Werther’in burada Allah’a yalvarıp dualar etmesi ile bir müslüman olan çevirmenlerin dua cümleleri aynıdır. Hislerin, aşk ve sevgili özleminin de de aynı olduğunu biliyoruz. Dua edilen yaratıcıya kaynak dilde her defasında Allah denilirken Müslüman olan bizim kültürümüzü temsil eden çevirmenlerimiz Tanrı diye adlandırmışlardır. Çeviri tekniğine göre bilerek eşdeğerliliği

131

kaybetmişlerdir. Hedef dil okurunun dini inanç hassasiyet ve hislerini okşayabilecek edebi çeviriyi yapmamışlardır. Çevirmenlerden Arif Gelen: “oğlu” yerine “kulunu kapından geri çevirir misin? Şeklindeki çevirisi ile eşdeğerliliği muhafaza etmiştir, Aktaş (1996). Kaynak metin yazarı edebi sanat olarak “istifham” (Soru sorma) sanatını kullanmıştır. Paragrafın son cümlesini çeviri olarak; Arif gelen: “Ulu Tanrı’m, bu kulunu kapından kovar mısın? diye çevirmiştir. Nihat Ülner: “Ey göklerdeki Babam, gelsem beni kovarmısın?” şeklinde ifade etmiştir. Çevirmenlerimizden Dilek Yapıcı: “Ey Yüce Tanrım! Sen bu oğlunu hep kapından kovacak mısın?” diye çevirmişlerdir.

K.M.deki, bir baba oğul geçişi benzetmesi; Yunan mitolojisinden hıristiyanlığa geçen Hz. İsaya yakıştırılan baba- oğul meselesine gönderme yapıldığını görüyoruz. Metin yazarının cümlesinde geçen “oğul” benzetmesi sahip olduğu inancı gereğindeki ziyade, okuyucu kitlesinin yadırgamıyacağı bir benzetme sanatıyla süslemiş de diyebiliriz. Adı geçen üç çeviride kültür yönünden eşdeğerlilik sağlanabilmesi için K.M. deki baba kelimesini Allah oğul kelimesini de kul olarak çevirmeleri eşdeğerliliği karşılayacaktı. Küçük (1984:I, 447), “Tercüme Odası” ve tercümenin Osmanlı aydını üzerinde etkisini şöyle dile getirmektedir:

“ Türk aydını Tercüme Odası’nda doğuyor. Öğrenmeye yabancı dilden başlıyor, kendisini yabancı kaynaklardan öğreniyor. Yabancı dil bilmek, yeni bir dünyayı tanımak olmaktan çıkıyor ve başlı başına bir amaç oluyor. Tercüme Odası’nın damgasını taşıyan birisi için yabancı dil yeni bir kimlik kartı sayılıyor.”

Çevirinin tarihi gelişmesinden söz edebilmek için hedef dil olan Türk diline yapılan bu çevirilerde, kaynak dildeki “Gott” kelimesinin aynı his ve heyecanı karşılayabilmesi için okurun her gün ağzından çıkan, benimsediği “Allah” kelimesi eşdeğerliliği sağlayabilir. Aksi takdirde, çeviride eşdeğerlilik diye bir ölçüyü bilmiyor duruma düşeriz. Çevirinin eğitime katkısı olsun derken kültürümüzü erezyona uğratırız. Kurumsal bir eğitim kurumunda görevli öğretmanlerin yaptığı çevirileride eş değerlilik daha hassas olsa gerek.

132

4.3.11. Örnek Metin – XI (s.98 s.35)

Am 12. Dezember

(…) Gesten abend muβte ich hinaus. Er war plötzlich Tauwetter eingefallen, ich hatte gehört, der Fluβ sei übergetreten, alle Bäche geschwollen und von Wahlheim herunter mein liebes Tal überschwemmt! Nachts nach eilfe rannte ich hinaus. Ein fürüchterliches Sauspiel, vom Fels herunter die wühlenden Fluten in dem Mondlichte wirbeln zu sehen, über Äcker und Wiesen und Hecken und alles, und das weite Tal hinauf und hinab eine stürmende see im Sausen des Windes! Und wenn dan der Mond wieder hervortrat und über der schwarzen Wolke ruhte, und vor mir hinaus die Flut in fürchterlich herlichem Wiederschein rollte und klang: da überfiel mich ein Schauer, und wieder ein Sehnen! Ach, offenen Armen stand ich gegen den Abgrund und atmete hinab! Hinab! Und ferlor mich in der Wonne, meine Qualen, meine Leiden da hinabzustürmen! Dahinzubrausen wie die Wellen! Dahinzubrausen wie die Wellen! O! – und den Fuβ vom Boden zu heben vermochtest du nicht, und alle Quellen zu enden! Meine Uhr ist noch nicht ausgelaufen, ich fühle es! O Wilhelm! Wie gern hätte ich mein Menschsein drum gegeben, mit Jenem Sturmwide die Wolken zu zerreiβen, die flüten zu fassen! Ha! Und wird nicht vielleicht dem Eingekerkerten einmal diese Wonne zuteil?

(…) -İch schelte mich nicht, denn ich habe Mut zu sterben.- Ich hätte- Nun sitze ich hier wie ein altes Waib, das ihr Holz von Zäunen stoppelt und ihr Brot an den Türen, um ihr hinsterbendes, freudeloses Dasein noch einen Augenblick zu verlängern und zu erleichtern.

ARİF GELEN – (s.134 s.25)

12 Aralık

(…) Gece yarısına doğru oraya koştum. Korkunç bir manzara ile karşılaştım. Bir kayanın üstünde durup ay ışığında çoşkun ırmağı, suların tarlaları, çayırları, ve çitleri çiğnediğini

133

rüzgarın uğultusu içinde fırtınalı bir denizin geniş vadiyi boydan boya kapladığını gördüm. Arasıra ortalığa hafif bir karanlık çöküp ay tekrar bulutların ardından sıyrılınca eşsiz güzellikteki pırıltılar içinde dalgaların üst üste yığıldığını seyrediyordum. İçimde bir titreyiş ve sonra istek duydum. Kollarını açmış, uçurumun kenarında duruyor, kendimi aşağıya atmak istiyordum. Butün dertlerimi ve acılarımı sulara gömmek isteği içinde çırpınıyordum. Dalgaların içinde kaybolup gittiğimi düşünmek bana sevinç veriyordu. Ah! Bütün acılardan kurtulmak için ayağını yerden kesecek cesareti gösteremiyorsun. Anlıyorum, saatim henüz dolmamış. (…).Yerimden kıpırdayamıyordum. Kendime kızmadım, çünkü ölüme koşmak cesaretini daima kendimde buluyorum. Keşke bunu yapsaydım. Şimdi burada, sonuna yaklaşmakta olan dertli günlerini birazcık daha uzatmak, derdini birazcık daha azaltmak için kırlarda çırpı toplayan, kapı kapı ekmek dilenen ihtiyar bir kadına benziyorum.

NİHAT ÜLNER – (s.129 s.15)

12 Aralık

(…) Gecenin on birinden sonra koşarak dışarı çıktım. Korkunç bir manzaraydı gördüğüm; bir kayalıgın üstünde duruyorum, sert bir rüzgâr esiyordu, ay ışıgında, tarlaları, çayırları, fundalıkları ve vadinin enginliği boyunca her şeyi kaplamış olan seller, fırtınalı bir deniz gibi ışıldıyordu! Sonra ay yuvarlağının simsiyah bir bulutun üstüne yükselip havada asılıp kalması, o korkunç sellerin görkemli bir ışıltıyla önümde yuvarlanıp gitmesi, sellerin çıkarttığı seslerin kulagıma çalınması öyle ürperttiki beni, içimde öyle bir özlem yaratı ki! Ah, kenarında bulunduğum uçurumdan açık kollarımla ta aşağılardan çekiyodum soluyacağım havayı, keder ve acılarımı dalgalara ve rüzgâra salmanın coşkusunu yaşıyordum! -Ama ah, ayağımı yerden kaldırıp bütün acılarıma bir son vermeye cesaret edemedim. Henüz saatimin zembereğinin boşalmadığını hissediyorum! (…)-Kendime kızıyorum; çünkü ölmekten korkmuyorum, korkmazdım, eğer.- şimdi ise, yakacağını bozuk çitlerden, ekmeğini el kapılarından toplayan, her geçen gün ölüme yaklaşan, sevinçten

134

yoksun yaşamını bir an içinde olsa uzatmaya, bir an içinde olsa derdini hafifletmeye çalışan yaşlı bir kadın gibi oturuyorum burada.

DİLEK YAPICI – (s.116 s.5)

12 Aralık

(…)Gece saat onbir sularıydı dışarı çıktığımda. Müthiş bir manzarayla karşılaştım.

Köpüklenen dalgalar, kayaların üzerinden aşıyor, sonra denize dökülüp, ay ışığında çırpınıyordu... Tarlalarda otlaklarda makilerin üzerlerinde, daha uzaklardaki yaylada, rüzgarın uğultularıyla birleşerek akan coşkun bir deniz gerçekten çok güzeldi...

Ay siyah bulutların arasından yükselince, kabaran suların, yabani ve kusursuz bir güzellikle ışıldayarak akıp gitmesi beni titretti. Yüregimin ta derinliklerinde yine bir hasret duygusu filizlendi… Uçurumun kenarında, kollarımı açarak durdum. Soluk aldım… iyice gevşedim… Istırabıma, acılarıma, aşağıda bir son verdirmek isteğiyle kıvrandım. Bu kıvranış bana zevk veriyor gibiydi. Şarhoş gibi oluyordum.

Dalgalar gibi uguldayarak, ötelere gitmek ne güzel şey! Istırabına son verecek hareketi yapabilmek için ayağını yerden kaldıramıyor musun a zavallı?... demek, vaktim henüz gelmemiş bunu hissediyorum.

(…) Ayağa kalktım kendime öfkeleniyordum çünkü ölecek kadar cesaretim vardı henüz. Şimdide kime benziyorum, biliyormusun? Son demlerini yaşadığı halde, bütün o aptalca, renksiz arayışını azıcık daha uzatabilmek için , çitlerden odun, kapılardan da ekmek dilenen yaşlı bir dilenciye..

K.D. ve H.D. arasındaki ilişki de çeviri eylemi çok önemlidir. Elbetteki kaynak dil ve hedef dil arasında kültürel ve iletişimsel anlamında bağlantı ne kadar çok ise, çeviri eylemi o kadar kolay olur. Bağlantı ne kadar az ise uygun bir çeviri gerçekleştirmekte güçlükler doğabilir. Fakat buna ragmen çevirmenler iki dil arasında

135

eşdeğerlik ölçütleri içinde uygun karşılıklar bularak, hedef dil okurunun zevklerine hitap edecek bir çeviri ortaya çıkarmışlardır.

Teori kısmında da bahsediğildiği gibi Koller (2001:165) Einführung in die Übersetzungswissenschaft (Tr: Çeviri Bilimine Giriş) adlı kitabında diller arasındaki iletişimsel bağlantıyı aşağıdaki şekilde ifade etmiştir.

1- İki ayrı toplumda yer alan kitlesel ve iletişimsel özelliklerin hiçbir şekilde örtüşmemesi durumunda kaynak dilden (KD) hedef dile (HD) çeviri eyleminden bahsetmek mümkün değildir.

2- İki ayrı toplumda yer alan kültürel ve iletişimsel özelliklerin kısmen çakışması durumunda kaynak dilden hedef dile eylemi kısmen gerçekleştirilebilir.

3- İki ayrı toplumda yer alan kitlesel ve iletişimsel özelliklerin örtüşmesi durumunda kaynak dilden hedef dile mutlak çeviri eylemi gerçekleştirilebilir.

4- İki ayrı toplumda yer alan kültürel ve iletişimsel özelliklerin arasındaki fark ne kadar çok olur ise kaynak dilde hedef dile çeviri eylemi de o kadar zor olur.

Bu bilgiler ışığında kaynak dil olan Almanca ile hedef dil olan Türkçe arasında kısmen de olsa hem kültürel hemde iletişimsel anlamda bir örtüşmeden bahsedilebilir ve bu doğrultuda çeviri eylemi yürütülebilir. O yüzden bu çeviri işleminde çevirmeni zorlayacak unsurlardan bahsetmek mümkün değildir.

Çevirmen kültürel farklılıklardan dolayı oluşabilecek problemlerin dışında çeviri sürecinde rahatlıkla bilgi aktarımı yapabilme olanağına sahiptir. Fakat çevirmen, daha önce de gözlemlendiği gibi kaynak dil eseri olan,” Genç Werther’in Acıları” romanının çeviri süresince gereksiz eklemeler, eksiltmeler ve değiştirmelere başvurulmamıştır. “Meine Uhr ist noch nicht ausgelaufen,” Çevirmenler yaptığı çeviri ile genel itibariyle gereksiz yere değişiklikler yapmamışlar ve bundan dolayı da kaynak dildeki estetiği hedef dilde sunmaya çalışmışlardır. Çünkü hedef dil olan Türkçede Arif Gelen: “saatim henüz dolmamış”. Nihat Ülner ise:, eklemeler yaparak, “Henüz saatimin zembereğinin boşalmadığını hissediyorum! “ Aynı konumu Dilek Yapıcı: “demek, vaktim henüz gelmemiş bunu

136

hissediyorum.” şeklinde dil kullanım ile hedef dil okur üzerinde etkili bir izlenim bırakmakta başarılı olmaktadır. Çevirmen sunduğu bu örnekte de kaynak dilin etkisinde kalarak, hedef dilde az rastlanır bir ifade kullanılarak, eserin akıcılığını bozmamıştır. Bu örnekteki cümle, “demek ki ecelim gelmemişti” şeklinde olsaydı çeviri yerinde ve daha estetik olurdu.

Çevirmenin görevi, tabii ki tek tek sözcükleri ya da cümleleri çevirmek değildir. Çevirmen bunun aksine metnin bütününe bakmalı ve ona göre çeviri yapmalıdır. Her metin, içinde bulunduğu toplumsal konum gereği birtakım iletişimsel öğeler taşır. Birbirine benzer iletişimsel işlevi olan bu metinler, bazen dilden dile apayrı, dilsel eşdeğerlikler olsa bile, benzer bir şekilde aktarılabilir. Kaynak Metindeki, “Ich hatte- Nun sitze ich hier wie ein altes Waib, das ihr Holz von Zaunen stoppelt und ihr Brot an den Türen,” ifadesini Arif Gelen: “kapı kapı ekmek dilenen ihtiyar bir kadına benziyorum.” diyor. Nihat Ünler ise bu cümledeki ifadeyi “çitlerden odun, kapılardan da ekmek dilenen yaşlı bir dilenciye..”, şeklinde çeviriyor. Yeterlilik karşılığını tamamlamışlardır, doğru çevirmişler ve cümlenin okur ile paylaşmak istediği iletişimsel mesaja sadık kalmışlardır.

Aktaş (1993:149) ”kaynak metindeki dil unsurlarının hedef dil alıcılarının kültüründe gelenek, görenek v.b. yoluyla kullanılmasına Dil Kullanımsal Eşdeğerlik denir”. Bu eşdeğerlikte kaynak metnin içeriğinin ya da bu metinde kullanılan dilsel öğelerin, kavramların hedef dildeki alıcıların rahatlıkla anlayabileceği şekilde aktarılması hedeflenir. Boztaş (1992:252) “Çeviride eşdeğerlik ve dil bilim” adlı çalışmasında dil olgusunun sürekli olarak toplumsal ve kültürel olaylardan kaynaklanan kalıplar sunduğunu, bunun ise her toplumun kendine özgü bir yaşayış bir düşünce tarzı bir uygarlık geçmişi olmasından kaynaklandığını ifade eder. Bu kavramlar yerine bir kültürde kullanılan başka ifadelerin kullanılması o kültürü yaşayan insanlarda uyandırdığı çağrışımı uyandırmaz. Günlük konuşma esnasında konuşmalar bazen bir başkası tarafından ani bir olay dolayısıyla kesintiye ugrayabilir ve söylenmek istenen ifade yarım kalır. Amerikan dil bilimcilerin savlarına göre Bir dilin anlam bilimsel içeriği, o dili kullanan toplumun kültürünü okura

137

aktarır. Eski Yunan ve Roma’daki çevirmenlerde aynı düşünceden hareket ederek sözcükleri tanımanın yeterli olmadığını metnin anlamınında anlaşılması gerektiğini savunurlar.

Bir çevirmenin dikkat etmesi gereken en önemli unsur kaynak dilde geçen cümlelerin kaynak dil okurunda bıraktığı etkiyi hedef dil okurunda da bırakabilmektir. Ancak bu şekilde oluşturulmuş olan eserin iletmek istediği mesaj çevirisi yapılmış tüm okura ulaşmış olur. Çeviri eyleminde çok önemli ve çevirmenin dikkat etmesi gereken bir unsur olan eşdeğerlik kavramına yeniden bakmak gerekirse; çeviride eşdeğerlik ifadesi kaynak dil metni ile hedef dil metni arasında sözlük ve dil bilgisi yönünden yeterli ölçüde denklik kurma ve bununla birlikte kaynak dildeki bir mesajı anlam, işlev, uslup, iletişim ve kültürel bakımdan hedef dilde en doğal biçimde yansıtma anlamına gelmektedir.

4.3.12. Örnek Metin- XII (s.110)