• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: KURAMSAL ÇERÇEVE

2.3. BOŞANMA VE YENİDEN EVLENME

2.4.3. Karma Ailelerle Çalışma ve Sosyal Hizmet

hakları ve ihtiyaçlarına yönelik daha duyarlı olmaları şeklinde ifade etmiştir.

Sosyal hizmet uzmanı, karma ailelerle çalışırken ilk başta -bir kavram olarak- boşanmanın sosyolojik ve ekonomik temelleri ve yeniden evlenmenin nedenleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Değerlendirme ve müdahale planının başlangıç noktasını, düzenlenmemiş aile içi roller gibi “aile içi genel faktörlerin ortaya çıkarılması” oluşturmalıdır (Johnson, 1980, s.307).

Stanton, sosyal hizmet uzmanlarının karma ailelerle çalışırken dikkat etmesi gereken noktaları; çocuğun sosyalizasyon deneyimi ve ebeveyn-çocuk arasındaki bağlanma sürecinde yaşadığı kesintiler, karma aile ile biyolojik aile arasındaki çatışmalar, güç ve otorite sorunları, duygusal ve ekonomik kaynakların dağılımı, aile üyelerinin yaşam zincirlerindeki farklı evreler ve çocuğun yeni aile içindeki konumundaki değişiklikler olarak ifade etmiştir (Stanton, 1986, s.201).

Karma ailelere yönelik sosyal hizmet müdahalesinde yaygın olarak kullanılan teori bilişsel davranışçı teoridir. Bu teorinin amacı, partnerlerin evlilik beklentileri odağındaki anlaşmalarını bilinçli bir şekilde ayrı ayrı yapmalarını desteklemek bunu sözel hale getirmelerine yardımcı olmak ve sonrasında bu iki ayrı anlaşmanın –karşılıklı verilen tavizler (quid pro quos) ve saygı temellerinde- tek bir anlaşmaya dönüşmesini sağlamaktır (Sager ve diğ. 1983, 1986). Bu terapi genellikle iletişim becerilerinin öğretilmesi, problem çözme yeteneklerinin geliştirilmesi, ve uyumsuz durumların tanımlanması ve bu durumlarla mücadele edilmesi ve sonuç olarak olumsuz koşulların olumlu hale gelmesinin amaçlandığı durumlarda kullanılmaktadır (Elliot, 1997, s.187-188).

Yeniden evlenme ile oluşan ailelerde güvensiz bağlanmanın neden olduğu sorunların oldukça fazla hissedildiği düşünülürse, bu ailelerle çalışmada kullanılan bir diğer teori de bağlanma teorisidir. Bu teoriye göre bu tip ailelerle yapılacak çalışma, doğrudan partnerlerin güvenlik duygusuna yönelik olmalı ve iki farklı yol izlenmelidir (Johnson,1986, s.262). İlk olarak, aile sisteminin sınırları hakkında aile üyelerinin sahip oldukları ve sınırları tehdit eden olumsuz varsayımlara yönelmeli ikinci olarak da tercih edilen ebeveynlik ya da ilk eşle iletişim gibi düzenlemeler çözümlenmelidir. Ayrıca bu süreçte ebeveyn-çocuk ilişkisi de gözden kaçırılmamalıdır. Bu ilişkinin güçlendirilmesi,

eşler ve üvey ebeveyn-çocuk arasındaki ilişkinin gelişme gösterdiği olumlu durumların yaratılması ve eşler (özellikle üvey ebeveyn) tarafından, ailenin dağılmasına yönelik hissedilen kaygının azalmasına yardımcı olmaktadır (Elliot, 1997, s.189).

Yine bu ailelerle ilgili olarak –özellikle yeniden evlenmenin eşin kaybının ardından gerçekleştiği durumlarda- kullanılan ve doğrudan kardeşler/çocuklar arasındaki ilişki kalitesini arttırmayı hedefleyen oyun terapisinin (siblings group therapy) amacı, oyun odasında çocukların kendilerini daha rahat hissetmelerini ve olumsuz duygulardan arınmalarını sağlamaktır (Ginott, 1961;

Ray, 2011). Konu ile ilgili yapılan ve oyun terapisinin kullanıldığı bir çalışmada, kardeşlerdeki davranış problemleri, anksiyete ve depresyonun düşerken, özsaygının yükseldiği görülmüştür (Tyndall-Lind, Landreth ve Giordano, 2001).

Yine bir diğer çalışmada ise, bir sığınak gibi kullanılan oyun odasının, kardeşlerin ilişkilerini güçlendirdiği ve kardeşlerin hayatlarında süreç ile bağlantılı olarak yaşadıkları kaosun ortadan kaldırılmasına yardım ettiği görülmüştür (Hunter, 1993, akt. Purswell ve Taylor, 2013, s.163).

Karma ailelerle ilgili çalışmalara verilebilecek bir diğer örnek de, ailelerin yaşadıkları farklı sorun kaynaklarının göz önünde tutularak oluşturulması gereken (Ganong ve Coleman, 2004; Hughes, 1994; Whitton, Nicholson ve Markman, 2008) eğitim programlarıdır. Aile üyeleri arasında gerçekçi beklentiler ve güçlü ikili ilişkiler sağlanabildiği takdirde eşler arası düşük evlilik doyumu ya da boşanma riski gibi kaygıya neden olan durumlar ortadan kalkmaktadır (Visher, Visher ve Pasley, 2003; Whitton ve diğ., 2008). Bu eğitim programın içeriğinde, eşler arası ilişkinin güçlendirilmesi, problem çözme ve iletişim yeteneklerinin arttırılması, ebeveynlik ve üvey ebeveynlik yeteneklerinin geliştirilmesi ve çocuk ve birlikte ikamet etmeye ebeveyni arasındaki etkileşimin desteklenmesi gibi amaçlar yer almaktadır (Vaterlaus ve diğ, 2012, s.151).

Karma ailelerle çalışma konusunda farklı bir yaklaşım geliştiren Gonzales, bu ailelerin hangi sorunlar ile mücadele edeceklerini ya da ne gibi beklentilere sahip olacaklarını bilemedikleri için evlilik öncesinden başlayan bir eğitim programı önerisinde bulunmuştur. Karma aile öncesi danışmanlık (preblended family counselling) adını verdiği bu yöntemin, aile terapisi gibi “ne olduğu”nun yerine “ne olacak”a odaklandığını ifade etmektedir. Yönteminin ilk aşaması

olan “keşif” (discovery) evresinde partnerler, birbirlerini tanıyacakları farklı sosyal aktivitelere katılmakta ve bu sayede alışkanlıklar, amaçlar, hobiler gibi temel kişilik özelliklerini ortaya çıkaracak fırsatlar yakalamaktadırlar. İkinci evre olan eğitim evresinde, üyelerin aile olmak için ne gibi beklentilere sahip oldukları, karma aile olmanın zorlukları ve bu sürecin sabır ve aile içi gelişime/değişime ihtiyaç duyan bir süreç olduğunun anlatılması yer almaktadır. Ebeveyn birleşmesi adını verdiği üçüncü evrede, eşlerin paylaşılan kuralları ve beklentilerinin yanında disiplin hakkındaki ortak görüşlerine ve ebeveynlik tanımlarına yer vermeleri sağlanmaktadır. Dördüncü evre olan aile birleşmesinde ise, tüm aileyi ilgilendiren konular hakkında (ev yaşantısı nasıl olacak, aile üyelerinin aileden bekledikleri ya da aile üyelerini endişeleri gibi) paylaşımın ve aile üyelerinin aralarında bağ kurmalarının sağlanması yer almaktadır. Bu evre aynı zamanda, aile üyelerinin birbirlerini etkin bir şekilde dinledikleri ve fikirlerinin diğer üyeler tarafından onaylandığının kabul edildiği evre olarak da oldukça önemlidir (Gonzales, 2009, s.151-155).

Bu ailelere yönelik yürütülen çalışmalarda son dönemde oldukça üzerinde durulan bir diğer teknik de Anlatı Terapisidir (Narrative Therapy). White tarafından oluşturulan ve temelinde Foucault ve Bourdieu’nün “baskın/hakim varsayımların yapısökümü”ne odaklanan terapi, eşlerin kendi hayatlarının gidişatı hakkındaki niyetleri ve beklentilerinin, dile getirdikleri varsayımlarla tutarlı olup olmadığının ortaya çıkarılması açısından oldukça yararlıdır. Sosyal destek eksikliğini oldukça yoğun yaşayan bu ailelerde suçluluk ya da kaygı gibi aşırı sorumluluğa bağlı gelişen duygular aile üyeleri tarafından hissedilmektedir. “Dışsallaştırma”ya (externalisation) yönelik bu yöntem ise, bireylerin bu duygular üzerinde suçluluk hissetmeden kontrol sağlamalarına katkı verir (Elliot, 1997, s.191).

Anlatı yaklaşımının temel varsayımı algılarımız ve anladıklarımızın, dil ve kişisel deneyimlerimiz hakkındaki hikâyelerimiz üzerinden yapılandırıldığı ve bir kişinin deneyimi hakkında birden fazla muhtemel yorum ve hikayelerin olduğudur (Nichols ve Schwartz, 2004). Bu hikayeler büyük oranda toplumdaki baskın/hakim diyaloglardan etkilenmekte (Freedman ve Combs,1996) ve bu durum bizim gerçeklik algımızın toplum tarafından şekillendirildiği anlamına gelmektedir (Whiteve Epson,1990; Zimmerman ve Dickerson,1996, akt.

Shalay ve Browlee, 2008, s.21).

Biyolojik çekirdek aile Foucault’nun bahsettiği “gerçeklik statüsü olan” ve “ideal olarak kabul edilene” verilebilecek en güzel örnektir. White ve Epston bu gerçekliklerin, bireylerin boyun eğmek zorunda kaldıkları normların normalleşmesini sağladıklarını ifade etmişlerdir. Çekirdek ailenin “normal”,

“doğal” ya da “gerçek” kabul edilmesi karma aileleri marjinalleştirmektedir.

White ve Epson anlatı terapisiyle, bireylerin anlatılarındaki eşleşimler açısından problemleri şekillendirmişlerdir. Bu terapinin asıl amacı bireylerin yeni anlatılar geliştirmelerinin sağlanması, anlamın yeniden yapılandırılması ve daha tatmin edici bir hayat ya da daha zengin hikayelere öncülük edecek yeni konuların tanımlanmasıdır. Bunlara ek olarak anlatı alanı, karma aileler ile ilgili aile politikaları ve klinik uygulamalar hakkında kültürel mitlerin ve sosyal değerlerin etkilerinin irdelenmesi açısından da oldukça önemlidir (Jones, 2003, s.229).

Anlatı terapisinin bu ailelere yönelik yapılan çalışmalarda tercih edilmesinin en önemli nedeni, sosyo-kültürel yapı ve değerlerin karma ailelere yönelik oluşturdukları mitlerdir. Örneğin Stanton (1986, s.201) Kültürel değerlerin bu aileler üzerindeki büyük etkisini ve bu ailelerin bahsi geçen değerlerden nasıl etkilendiklerinin ortaya çıkarılması için karma aileler hakkında toplum tarafından oluşturulan 3 mitin olduğunu söylemiştir. Bu mitlerden ilki karma ailelerin de çekirdek aile olduklarıdır. Bu mitin sebebini karma ailenin iki ebeveyn ve çocuklardan oluşması ve bu bağlamda diğer çekirdek aileler gibi

“normal” idealize edilmesi olarak değerlendirmektedir. Bu durumun ayrıca bazı karma aileler tarafından da kabul edildiğini ve bu yüzden bu ailelerin profesyonel bir desteğe ihtiyaç duymadıklarını belirtmiştir. İkinci miti, bu ailelerde eşler ya da ebeveyn-çocuk arasında sevginin hemen olacağına yönelik, toplum, karma aile üyeleri hatta profesyoneller tarafından oluşturulan beklentidir. Stanton sevginin, aile üyelerinin her birinin katkısıyla, zaman alan ve kümülatif bir durum olduğunun altını çizmiştir. Üçüncü miti “Cindirella”

olarak adlandıran Stanton, toplumun karma ailelerde çıkması muhtemel sorunları abarttığını ve üvey ebeveynlerin toplumun değer yargıları sisteminde

“kötü” olarak yer aldığını ifade etmiştir.

Terapi, aile üyelerinin yaşadıkları problemler hakkındaki deneyimlerini ya da kendi hayat hikayelerini anlatmaları üzerine kuruludur (Anderson ve Goolishan, 1992; Sluzki,1992; Tomm,1989). Terapistin rolü, ailenin yaşadıkları

problemler üzerindeki perspektiflerini genişletmek ve bu problemleri alternatif tanımlarla dikkate almalarını sağlamak ve deneyimleri hakkındaki kendilerine yardımcı olmayan hikâyelerinin yerine yeni imkânlar ve yeni hikâyeler yaratmalarını teşvik etmektir (Muntigl, 2004). Terapist, ailenin deneyimlerine saygıyla yaklaşmalı ve onlarla müşterek bir olumlu iletişim halinde olmalıdır (Carr, 1998). Aileyi dikkatle dinlemeli ve sorduğu yargılayıcı olmayan sorularla

“saygılı bir merak” (respectful curiosity) ortamı yaratmalıdır (Nichols ve Schwartz, 2004). Soru sormak, anlatı terapisinin temel bileşenidir. Aile üyelerinin her birinin farklı perspektiften anlattıkları hikâyeleri, onların, problemlerin diğer aile üyelerini nasıl etkilediğinin keşfetmelerine yardımcı olmaktadır. Terapist anlatılar hakkında teşhis koymadan, müracaatçının güçlü yönlerini bulmaya çalışmalı ve bu yönleri ön plana çıkararak diğer aile üyelerinin konu ile ilgili fikirlerini açıklamalarını kolaylaştırmalıdır. Ayrıca terapist, müracaatçının kendini, benimsenen hakim kültürel anlatılardan uzaklaştırması için teşvik etmeli ve bu sayede hikayelerinin yeni anlamlarını yaratmaları için imkan sağlamalıdır (Shalay ve Brownlee, 2008, s.22).

Bu yöntemlere ek olarak grup çalışması da karma ailelerle çalışmada kullanılan bir diğer etkili yöntemdir. Karma ailelere yönelik oluşturulacak grup çalışmaları, bu ailelerin kendileriyle benzer durumda olan ailelerle iletişime geçmeleri için bir fırsat yaratacak ve bu aileler tarafından çoğunlukla hissedilen “izole olma duygusunu” ortadan kaldırmada etkili olacaktır (Elliot, 1997, s.187). Bu ailelerle yapılacak grup çalışmalarında, katılımcı aileler arasındaki sınıf farklılıkları en aza indirgenmeli, mümkünse benzer özellikte aileler çalışmaya dâhil edilmelidir (Johnson, 1980, s.308). Grup çalışması hem değer ve hedeflerin tüm aile bireyleri tarafından paylaşılmasını kolaylaştırıcı (Visher ve Visher, 2003, akt Dupuis, 2010, s.248) bir etki yaratırken, yeni aile yeteneklerinin tanımlanması, aile içi rollerin, sınırların, paylaşılan kimliklerin, beklentilerin, çatışmaların ve duyguların tartışılması için de bir fırsat olarak yapılandırılmalıdır (Braithwaite, Olson, Golish, Soukup ve Turman, 2001 akt.

Purswell ve Taylor, 2013 s.163).

Karma ailelerle çalışırken, dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, tüm aile danışmanlığı kuramlarında da belirtildiği gibi, terapötik sürecin iyi kurgulanmasıdır. Karma ailelerin kırılgan yapısının terapötik sürece etki etmemesi için, SHU bu süreci oldukça iyi yönetebilmelidir. Yapıyı kuramama,

dikkat ve ilgli göstermedeki yetersizlik, aile üyelerini terapötik sürece çekememe, sözel olmayan aile dinamiklerine dikkat etmeme, çok erken ya da kolay çözüme ulaşma beklentisi gibi danışma sürecindeki hataların (Nazlı, 2001, s.199-200) yapılmamasına dikkat edilmesi, SHU’nun bu aşamada her oturumu başarıyla yönetmesi gerekmektedir.

Terapötik sürecin başarı şansını arttıran en önemli nokta ise, daha önceden belirtildiği gibi, karma ailelerin yapısı hakkında bilgi sahibi olmak ve her aileyi kendi durumu içinde değerlendirmektir. Dolayısıyla ailelerle çalışmadaki sosyal hizmet müdahalesinin etkili bir şekilde aşamalandırılması gerekmektedir. Bu aşamalar, tanışma, ön değerlendirme, planlama, uygulama, son değerlendirme, sonlandırma ve izleme/takip aşamalarıdır (Duyan, 2003, s.60). Tüm aşamalar, karma ailelerin kendine özgü durumlarına göre yapılandırılmalı, sadece aile sistemine değil, aynı zamanda çocuk ve ayrı yaşayan ebeveyni arasındaki ilişki gibi, karma aile sisteminin dışanda kalan diğer ilişkili sistemlere de odaklanmalıdır.

Bu ailelerin kırılgan yapısına bağlı olarak ortaya çıkabilecek kriz durumlarında kullanılabilecek bir diğer yaklaşım da kriz tedavisi yaklaşımıdır. Bilindiği gibi bu yaklaşım hem kısa süreli olması hem de doğrudan yaşanılan krize odaklanılması anlamında oldukça işlevsel bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda SHU’nun amacı, ailenin eski yaşantısına geri dönmesini, problem çözmede yeni becerilerin kazandırılmasını ve toplumsal işlevselliğinin yeniden sağlanmasında aile ve üyelerine destek olmaktır (Demiröz, 2003, s.97).