• Sonuç bulunamadı

XVI. YÜZYIL AKDENİZ DÜNYASINA KISA BİR BAKIŞ

2. BÖLÜM

5.1. XVI YÜZYIL OSMANLI DENİZ SEFERLERİNİN BAŞARI VE

5.1.2. Kaptan Paşaların Rolü

Kaptan-ı derya, Osmanlı Devleti’nin deniz kuvvetleri komutanı olarak tabir edilebilir. İmparatorlukta deniz kuvvetlerinin en kıdemlisi Kaptanı-ı derya’dır. Kaptan-ı derya unvanı Osmanlı tarihçileri tarafından İstanbul muhasarasına katılan Baltaoğlu Süleyman Bey’e verilmiştir601.

Bazı vakit azledilen vezirlerin Gelibolu sancakbeyliği ve kaptanlıkla merkezden uzaklaştırıldığı oluyordu. Nihayet Barbaros’tan sonra gelen kaptanlara Cezayir beylerbeyi payesi ve daha sonra da vezaret verilmeye başlanmıştı. Bilhassa XVII. yüzyıldan başlayarak, kaptan paşalık, merkezi idarenin en mühim ve nüfuzlu mevkilerinden biri halini almıştı602.

Sultan Süleyman Andrea Dorya’nın karşısına uzun bir deneyim ve eşsiz bir dehaya sahip korsan reisi olan Barbaros Hayrettin’i çıkarmıştı. O güne kadar çekimser görünen Osmanlıların Akdeniz siyaseti, korsanların deneyim ve cesaretiyle güçlenmiş olarak devam edecektir603. Ayrıca Barbaros Hayrettin Paşa devlet donanmasının başında olacak ve bundan sonraki mücadelelerinde organize bir şekilde düzenli olarak hizmet verecektir.

Gerçekten de Osmanlı bahriyesinin başına Barbaros Hayrettin Paşa’nın getirilmesi Osmanlı deniz siyasetinde ve Osmanlı donanması için adeta bir dönüm noktası olmuştur. Barbaros İstanbul’a geldiğinde ilk iş olarak tersaneye düzen vermiş, gemi inşası ve mühendisliği konusundaki eksiklikleri gidermeye çalışmıştı 604. Kanuni Sultan Süleyman Barbaros’un deniz politikasını her anlamda doğru bulmuş ve desteklemiştir. Barbaros’un politikası, Osmanlı donanmasının dünyanın geri kalan bütün donanmalarının toplam gücü üzerinde bulundurulması şeklindeydi. Belki gemi sayısı bakımından bu mümkün değildi.

599 Ali İhsan Gencer, Bahriye’de Yapılan Islahat Hareketleri ve Bahriye Nezâreti’nin Kuruluşu (1789-1867), s. 22

600 İlber Ortaylı, Osmanlı Teşkilat ve idare Tarihi, s. 246. 601 İsmet Parmaksızoğlu, “Kaptan Paşa”, s. 207.

602 Ali İhsan Gencer, Bahriye’de Yapılan Islahat Hareketleri ve Bahriye Nezâreti’nin Kuruluşu (1789-1867), s. 15.

603 Andre Clot, Muhteşem Yüzyılın Muhteşem Sultanı Kanuni Sultan Süleyman, Çev: Turhan Ilgaz, Epsilon Yay. , İstanbul 2011, s. 159.

Fakat deniz toplarının menzil üstünlüğü, efradın talim ve terbiyesi bakımından mümkün olduğunu Barbaros kabul ediyordu605.

Osmanlı Devleti’nin kaptan-ı derya seçiminde korsanlıktan yetişenlere önem verdiği ve tercih ettiğini görmekteyiz. Şöyle ki Korsan Kaptan olarak anılan Barbaros Hayrettin Paşa Akdeniz’de düşmana karşı kazandığı başarılarla XVI. yüzyılda Akdeniz’i Osmanlı’nın hâkimiyetine almıştı. Ancak 1571’de İnebahtı yenilgimizin sorumlusu denizcilikten gelmeyen Müezzinzade Ali Paşa’dır. Bu felaketten 30 gemi ile kurtulmayı başaran Uluç Ali Reis korsanlıktan yetişmiş bir isimdir. Bundan dolayı anlıyoruz ki Osmanlı Devleti’ne Akdeniz’de parlak çağını yaşatan kaptanlar korsanlıktan gelenlerdir. Kâtip Çelebi de eserinde bunu dile getirmiştir. Bazı savaşlarda yenilgiler ve ağır kayıplar vermemizin sebebi, kara kökenli kaptan-ı deryalardır. Bu kaptan-ı deryaların tecrübesizliği donanma ve yetişmiş mürettebatın yok olmasına sebep olmuştur. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin gerilemesinde önemli etkenlerden biri olmuştur. İnebahtı yenilgisinin ardından gelen donanmanın toparlanması ve yenilenme süreci büyük bir gayretle gerçekleşmiş olsa da yitirilen yetenekli denizciler ve mürettebat geri gelmemiştir. Neticede bu durumu denizcilik adına kurumsallaşmanın yeterince olmayışının bir eksikliği olarak değerlendirebiliriz.

Osmanlı Devleti’ne hizmet etmiş kaptan-ı deryalar kara kökenli olanlar ve deniz kökenli olanlar olarak ayrılırdı. Çünkü Barbaros Hayrettin Paşa gibi kökü denizciliğe dayanan kaptan-ı deryalar denizleri iyi tanıdığı ve çok iyi bildiği için savaşlarda düşmana karşı ne yapması gerektiğini bildiklerinden dolayı galibiyetle sonuçlanan savaşlar gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı Devleti’ne hizmet etmiş Barbaros Hayrettin Paşa’nın yetiştirmiş olduğu kaptan-ı deryalar Turgut Reis, Piyale ve Kılıç Ali Paşalar ve denizciliğe dair haritalar ve önemli eserler kazandıran Piri Reis ve Seydi Ali Reis çok değerli denizcilerdir ve Osmanlı mülküne büyük topraklar ve kazançlar sağlamışlardır. Osmanlı deniz gücü Akdeniz’de zirveye ulaşmış ve yine Mısır’ın Kızıldeniz kıyılarının alınması neticesinde Süveyş’teki Memlük Tersanesi’nden yararlanan Osmanlılar, Hint ve Umman Denizi’nde faaliyet gösteren Portekiz ve İspanyol gemilerine karşı güçlü bir donanma ve savunma mekanizmasının oluşumunu sağlamışlardır. O zamanlar Osmanlı donanması Türk Osmanlı korsanları bir yandan Atlas Okyanusu’na öte yandan Hint Okyanusu’na kadar uzanmışlardır606.

605 Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi... , s. 204-205.

Tecrübeli bir denizci olmasına rağmen Piri Reis, Hürmüz Kalesi’ni kuşatmadaki başarısızlığından ve Basra’da gemilerin çoğunu ve askerini bırakmasından dolayı idam edilmişti. Böyle cezalandırılmasında kendisini çekemeyenlerin rolü olmuştur. Bunlar Osmanlı’nın başarıyı cömertçe ödüllendirme, imkân verilmiş kişinin başarısızlığını da kesin cezalandırma ilkesini kullanıp bu çok değerli denizciyi ortadan kaldırmışlardır607. Piri Reis’ten sonra Murat Reis Süveyş Kaptanı yapılmıştı. Basra’dan gemilerle ayrılan Murat Reis Hürmüz açıklarında büyük bir Portekiz filosuyla karşılaşmış. Fakat baş edemeyeceğini anlayınca Basra’ya çekilmek zorunda kalmıştı. Yapılan savaşta Kaptan Reis olan Süleyman Bey, Recep Reis ve ordunun tecrübeli personeli şehit olmuş, bunun sonucunda donanma çok zarar görmüştü608. Aynı tarihlerde Hint Denizi’nin kaptanlığı Seydi Ali Reis’e verilmişti. Basra’da kalan gemileri Suveyş Limanı’na getirmesi istenmişti. Yolda bir Portekiz filosuyla karşılaştı ve açık deniz savaşı yapamayacağını anlayan Seydi Ali Reis gemileri kıyıya paralel olarak sıralayıp savaşmıştı. Zorluklarla Gücerat sahiline ulaşmıştı. Çünkü Mısır’a dönmek imkânsız bir hal almıştı. Askerler arasında isyan baş göstermişti. Birçoğu Gücerat’a yerleşme kararı alıp gemileri terk etmişlerdi. Bu durumda İstanbul’a kara yoluyla dönmek uygun olmuştu609. Bu devirde deniz coğrafyacılığı da önemli bir hamle yapmıştır. Hint sularına ve Atlas okyanusuna ulaşmaları dolayısıyla Hint seferleri sonucunda iki Türk amirali bize deniz coğrafyası eserleri kazandırmışlardır. Bunlardan biri Piri Reis, öteki de Seydi Ali Reis’tir. Piri Reis, Kitab-ı Bahriyye adlı eseri bırakmıştır. İçinde büyük denizlerin, akıntıları, koyları, körfezleri, boğazları, limanları bütün ilmi vasıflarıyla gösterilmiştir. Ayrıca bir de harita olup, burada Amerika’nın o çağa kadar belli olmayan kısımları ve Atlas Okyanusu gösterilmiştir. Seydi Ali Reis’in eserleri ise Hint denizinde karşılaştığı düşman kuvvetleri ve tayfunlar yüzünden filosunun bir kısmını kaybederek kara yoluyla İstanbul’a dönmek zorunda kalmış, Hindistan ve İran ülkelerinden geçerek üç yıllık uzun seyahati sonunda İstanbul’a ulaştıktan sonra Mir’at-ı Memâlik adlı eserini yazmıştır. Onun ayrıca coğrafya, riyâziye ve denizcilik ilmine ait kitapları ve Hint deniziyle alakalı el-Muhit adlı kıymetli bir telifi de vardır610. Fakat bu kıymetli eserlerin Osmanlı deniz stratejisinde ve siyasetinde bir etkisi olmadığını görmekteyiz. Osmanlı Devleti neden okyanuslarda kendini gösterememiştir. XVI. yüzyılda en parlak çağını yaşarken okyanuslara hükmeden bir devlet olsaydı bu gün dünyanın güçlü

607 Mehmet Maksudoğlu, Osmanlı Tarihi (1299-1922), s.164. ;Caroline Finkel, Rüyadan İmparatorluğa, s.124. 608 Kâtip Çelebi, Tuhfetü ’l-Kibar Fi Esfâri’l-Bihâr, s. 93-94.

609 Şerafettin Turan, “ Seydi Ali Reis “ , İA, s. 528.

610 Ali İhsan Gencer, Bahriye’de Yapılan Islahat Hareketleri ve Bahriye Nezâreti’nin Kuruluşu (1789-1867), s. 19-20.

devletleri arasında olabilir miydi? Kurumsallaşmamış bir eğitim sistemi olmaması denizcilik alt yapısını oluşturmamıştır. Bu büyük bir eksiklik olmuştur. Gemi teknolojisinin yeniliklerine uzak olunması ve sadece Akdeniz için bir savunma ve ticari gereklilik olarak kadırgalarda sabit kalınması yine başka bir etken olduğunu söyleyebiliriz.

XVI. yüzyıl Osmanlı deniz gücünün Akdeniz’i hâkimiyeti altına aldığı ve varlığını tüm dünyaya ispatladığı bir dönemdir. Barbaros Hayrettin Paşa’nın Akdeniz’deki Andrea Dorya komutasındaki Haçlı donanmasına karşı göstermiş olduğu mühim başarı, Preveze Deniz Savaşı dillere destan olmuş bir savaştır. Preveze Deniz Savaşı Hıristiyan âlemine Osmanlı İmparatorluğu’nun denizlerde de karada olduğu kadar başarılı ve yenilmez olduğunun ispatı olmuştur. Preveze zaferini getiren Barbaros’un taktik dehasıydı. Savaşta müttefik donanmasında büyük kalyonlar bulunmasına karşılık, Osmanlı donanmasında kadırgalar bulunmaktaydı. Akdeniz kıyılarını ve iklimini çok iyi bilen Barbaros, Orta Akdeniz’de durgun havaların günlerce sürdüğünü ve yelkenli gemilerin koylarda ve limanlarda kullanışlı olmadığını, hızlı hareket edemediklerini ve manevra kabiliyetlerinin az olduğunu biliyordu. Tam tersine kadırgalar hızlıca hareket edebiliyor ve sığ yerlerde rahatça dolaşabiliyordu ve uzun menzilli toplar kullanılabiliyordu. Bu dönemdeki kalyonların top menzilleri kısaydı611. Barbaros, bütün bu faktörleri tecrübe etmiş olduğundan Hıristiyan dünyasını büyük bir hüsrana uğratmayı başarmıştır.

Fatih Sultan Mehmed döneminde Rodos üzerine 1480 yılında Mesih Paşa idaresinde donanma sevk etmiştir. Rodos korsanlarının, tüccar mallarını yağma etmesi, halkı esir etmesinden dolayı fakat Mesih Paşa’nın kalenin alınacağı sırada vazgeçmesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır612. Fatih’in ölüm haberinden dolayı kuşatmanın kaldırıldığı söylenmektedir. Fatih döneminde bu adaya üç sefer yapılmış olsa da alınamamıştır. II. Bayezid döneminde ise Cem Sultan meselesinden dolayı Rodos alınamamıştır. Yavuz Sultan Selim döneminde ise mühimmatın yeterli olmadığından dolayı sefer yapılmamıştır. Fakat Kanuni Sultan Süleyman dönemine gelindiğinde Barbaros Rodos’un fethiyle Doğu Akdeniz’de sağlanan Osmanlı hâkimiyetini Trablusgarb’ın alınmasıyla Orta Akdeniz ve Cerbe Zaferi ile de Batı Akdeniz’de sağlanmış oldu. Suriye ve Mısır’ın alınmasıyla da II. Selim döneminde Piyale Paşa önderliğinde Akdeniz’in kalbi Kıbrıs’ta alınmış ve Avrupa’yı bu durum telaşa sürüklemişti. Piyale Paşa, sarayda yetişmişti. Fakat korsanlıktan gelen amirallerle çok iyi geçinmişti. Özellikle Turgut Reis’e çok saygı duymuş ve onun tavsiyelerini kulak ardı etmemişti. Hint ve

611 İdris Bostan, Osmanlılar ve Deniz, s. 20.

Umman Denizi’nde de büyük başarılara imza atan Osmanlı kaptan-ı deryaları Akdeniz’de düşmana göz açtırmamışlardır. Okyanuslarda büyük güç haline gelen İspanya ve Portekiz’e karşı önemli savunma savaşları kazanmışlardır ve güç dengesini muhafaza etmeyi başarmışlardır. XVI. yüzyıl donanmadaki büyük gelişmelere ve yetenekli kaptan-ı deryalara tanıklık eden muhteşem bir yüzyıl olmuştur.

Diğer bir taraftan Barbaros’un ölümünden sonra yerini alan Sokollu Mehmet Paşa, bu göreve atandığı zaman sarayın başmabeyinciliği görevinde bulunuyordu; onun yerine gelen Sinan Paşa, Sadrazam Rüstem Paşa’nın kardeşiydi ve asla denizde komutanlık yapmamıştı. Piyale Paşa’da saraydan yetişmiş bir kişi olmasına rağmen, büyük bir denizci olmuştu. Ama ondan sonra gelen Müezzinzade Ali Paşa, İnebahtı yenilgisinin baş sorumlusu olmuştur613. Bu saraydan yetişme ve liyakatle gelen kaptan-ı deryalar Osmanlı Devleti’nin gidişatını yavaşlatsalar da denizci kaptanlar devamlılığı sağlamaya çalışmışlardır. Ta ki İnebahtı’daki mağlubiyete kadar. Artık donanmanın temel işlevi sınırlarını korumak ve imparatorluğun merkezini savunmak olmuştu. Osmanlı denizciliği Akdeniz’de bu mağlubiyetten sonra eski gücüne ulaşamayacaktır. Bunun en önemli sebebi çok değerli kaptanlarını savaşta kaybetmiş olmasıdır. Ayrıca İnebahtı yenilgisi Akdeniz’deki güç dengesini değiştirmişti. Hint Okyanusu’ndaki mücadeleler için Hint Okyanusu’ndaki donanmaya gerekli kaynak gönderilememiştir. Zaten Portekizlilerden sonra İngiltere, Hollanda, İspanya, Almanya, bölgedeki sömürge ve deniz ticaret faaliyetlerinde kendilerini göstermiş olacaklardır.