• Sonuç bulunamadı

Kalem-i A’lâ ve Levh-i Mahfûz

2.3. Merâtibü’l-vücûd Bağlamında Fergânî’nin Vahdet-i Vücûd Görüşü

2.3.4. Âlem-i Ervâh

2.3.4.1. Kalem-i A’lâ ve Levh-i Mahfûz

Fergânî ruhlar mertebesine geçiş için Kalem-i A'lâ'nın ortaya çıkışını kullanır. Fergânî burada "Allah'ın ilk yarattığı şey Kalem’dir"665 hadisine işaret eder. Ona göre

“Kün!” emrini666 vasıtasız olarak ilk kabul eden şey Kalem-i A'lâ'nın hakîkatidir.667

Kalem-i A’lânın herhangi bir şeye nisbeti söz konusu değildir ancak mazhâriyetinin

663 Konuk, Füsûsu'l-hikem Tercüme ve Şerhi, I, s. 24-25 664 Konevî, Fukûk, s. 195.

665 Ebû Davud, "sünnet", 17 (Hadis no: 4700); Tirmizî, "Kader", 17 (Hadis no: 2155). Hadisle alakalı değerlendirmeler için bkz. Ahmet Yıldırım, a.g.e., s. 112.

666 Kün! emri vahdet-i vücûd teorisinde ayrı bir öneme sahiptir. Chittick, İbn Arabî'nin âlemlerin yaratılmasında kullandığı Rahmânî Nefes kavramını bu meseleyle ilişkilendirir. Hakk konuştuğunda, kelimelerini nefesiyle ifade eder. Bu Nefes, âlemlerin özündeki unsurdur. Bütün varlıkları ilâhî kelimeler olarak gören vahdet-i vücûdda bu kelimeler, Kün! emrini ifade eden kelimeden gelir. (Chittick, "On the Cosmology of Dhikr", s. 54)

ilk berzaha, tecellîye ve taayyüne ve Vâhid gibi zatî-subûtî isimlere nisbeti daha kuvvetlidir. Zira Kalem, icmâli temsil eder.668 Kalem-i A'lâ'nın içinde bulunduğu bu

mertebede ism-i Ferd gibi ilk tecellîden hâsıl olan zâtî-selbî isimlere nisbet edilen Müheyyeme Ruhlar669 tahakkuk eder. Sonra Kalem vasıtasıyla Levh-i Mahfûz’un

hakîkati ortaya çıkar. 670

Fergânî'ye göre Levh-i Mahfûz, ikinci taayyünün (aynı zamanda ikinci berzah ve tecellî) tafsîlî hükümleri için bir mazhârdır. Bir başka ifadeyle Levh-i Mahfûz, Fergânî'nin icmâl-tafsîl sıralamasında mufassal bir konumdadır. Yani Kalem- A’lâ’da icmâlî bir hüviyette olan şeyler Levh’te tafsîlî bir vaziyettedir. Bahsettiğimiz bütün bu şeylerin, yani Kalem-i A'lâ, Müheyyeme ruhlar, Levh-i Mahfûz, Hebâ vs., ervâh mertebesinde taayyünleri ve temeyyüzleri, sonra bunların mezkur isimlerle anılmaları, ayrıca yaratılmışlık ve sıfat sahibi olma gibi vasıflarla vasıflandırılmaları, bunların vücûdî bir özelliğe kavuşmalarından sonra gelir. Bu vücûdî özellik bunların hakîkatlerine ifâza edilmiştir ve hazreti amâiyette isimlerin zâhirî veya bâtınî teveccühleri ve ictimâları esnasında bu isimlere izâfe edilir.671

Burada tamamlayıcı bilgi olarak Ekberî ekolün görüşlerini verecek olursak diyebiliriz ki Kur'an-ı Kerîm'in de içinde korunduğu672 Levh-i Mahfûz, İbn Arabî'ye

göre fâilliği temsil eden Kalem-i A'lâ'nn mukābilindeki infialliği temsil eden vücûdî mertebedir. Kalem’in aksine infiallik, müenneslik ve mufassallık özelliklerine sahiptir. Kalem, kıyamete kadar âleme taalluk eden bütün ilimleri Levh-i Mahfûz'a yazmıştır.673 Konevî'ye göre Levh-i Mahfûz, bazı ruhların taayyündeki makāmlarının

mebdeidir.674 Hak vücûdî tafsîl kapısını Levh-i Mahfûz ile açmıştır. Bu Levh; tebdîl,

tahrîf ve tağyîrden ve fikirlerin mülahazasından muhafaza edilmiştir.675 Vücûdu irâde

668 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1, s. 72.

669 Müheyyeme Ruhlar: Bunlarla kastedilen Müheyyime Meleklerdir. Mustafa Râsim Efendi bunların varlıklarını ilâhî nurdan aldığını söyler. Bunların altındaki ruhlar ve melekler ise varlıklarının nur-i Muhammedî'den alırlar. Bunlar ayrıca unsurlardan olmayan meleklerdendir ve Hz. Âdem'e secdeyle emrolunmamışlardır. Bunlara Melâike-i Âlîn ve Melâike-i Kerrubîn de denir (Mustafa Rasim Efendi,

Istılâhât, s. 1083).

670 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1, s. 72

671 Fergânî, a.g.e., c. 1, s. 72; Meşârikü'd-derârî, s. 37. 672 Burûc 85/21-22

673 Suad el-Hakîm, Mu'cem, s. 996 674 Konevî, Nusûs, s.62.

edilen şey önce Kalemî mertebede, sonra Levhî mertebede zuhûr eder. Bunun ardından her bir hazrete uğrayıp onun vasfını iktisab ederek ve hükmü ile boyanarak tenezzüle devam eder.676

İbn Arabî meseleyi Amâ’ya dayandırır. İbn Arabî'ye göre Amâ'nın hakîkati, Hak tarafından hiç bir vasıta olmaksızın yaratılan Müheyyem ruhların sûretlerini âlem-i ervâhta kabul etmiştir. Hak bu ruhlardan birini seçmiş ve ona ilm-i tecellîyi üflemiştir. Bu ilim, Allah'ın âlemde Kıyamete kadar yaratmak istediği her şeyi ona nakşetmiştir. Bu ruhun isimleri Akl-ı Küllî, Akl-ı Evvel veya Kalem-i A'lâ'dır. Akl-ı Evvel bu tecellîyle kendisinin kendisinden müteşekkil olduğunu ve akledebildiğini görmüştür. Nûr isminin tecellîsiyle Akl-ı Evvel kendisinin bir glögesi olduğunu görmüştür. Bu gölge, onun nefsidir. Nefs-i Küllî, Nefs-i Ûlâ veya Levh-i Mahfûz diye isimlendirilen bu nefse kıyamete kadar olacak her şey Akl-ı Evvel tarafından yazılacaktır. Bir başka ifadeyle, bütün âlem Hakk'ın harfleri ve kelimeleri mesabesinde oldukları için bunlar Kalem-i A'lâ tarafından aralıksız bir şekilde Levh-i Mahfûz'a yazılmaktadır.677

Âlem, ervâh mertebesinde başlayan bu faaliyetlerin neticesi olarak, Akl-ı Evvel vasıtasıyla Nefs-i Küllî'de manevî nikâh sonucu meydana gelmiştir. Bizim Hz. Adem ve Havva'nın çocukları olduğumuz gibi âlemdeki diğer her şey de Nefs-i Küllî'nin ve Akl-ı Küllî'nin çocuklarıdır. Nefs-i Küllî'ye iki kuvvet nisbet edilir: Kuvve-i ilmiyye ve Kuvve-i ameliyye. Nefs-i Küllî kuvve-i ilmiye ile ilmi idrak eder, kuvve-i ameliyye ile hareket ederek varlığını devam ettirir. Nefs-i Küllî'nin sebebiyet verdiği ilk şey iki katlı bir yapıdır. Bu yapının bir katını tabiat mertebesi, diğer katını hebâ / heyûlâ-i ûlâ oluşturur. Bundan sonra Tabiat ve Hebâ ilk çocuklarını, Cism-i Küllî'yi meydana getirirler. 678

Yaratılışı netice verecek olan ilâhî isimlerin ictimâ'ı, ifâza edilen varlık nuru ile Kalem-i A'lâ, Müheyyeme Ruhlar ve Levh-i Mahfûz arasında gerçekleşir. Yani vücûdî nurlar bunların üzerine akseder. Fergânî burada enfes bir benzetme yapar. Ona göre bu ictimâ neticesinde gerçekleşen yaratma, temiz bir su üzerine ışıkların

676 Konevî, Miftâh, s. 87.

677 İbn Arabî, Futûhât, c. 6, ss. 195-196. 678 İbn Arabî, Futûhât, c. 6, ss. 196.

düşüp de düz bir duvara aksetmesi gibidir. Su, alıcının/kābilin hakîkati mesabesindedir. Parlak duvar ise mertebenin hakîkati mesabesindedir.679

Fergânî burada "Allah'ın ilk yarattığı şey Kalem’dir"680 hadisine işaret eder.

Hadiste geçen Kalem, hem İbn Arabî tarafından hem de Konevî tarafından sıkça kullanılmıştır. İbn Arabî'ye göre Kalem-i A'lâ ile Akl-ı Evvel aynı şeydir.681 İbn

Arabî Hakk'ı ilk bilen varlıklar için bazı isimler zikreder: Akl-ı Evvel, el-Hak el- Mahlûk bih, Kalem-i A'lâ, Ruh-i Küllî, Adl, İlâhî isimlerin İstivâ Mahalli, Tedvîn ve Tasdîr(Yazı) Âleminin Sultanı. Bu isimlerin kesreti, müsemmanın vahdetine zarar vermez. Tıpkı İlâhî isimlerin kesretinin Hakk'ın vahdetine zarar vermediği gibi. İbn Arabî'ye göre kâinat, yazılmış bir kitaptır. Kâinattaki her bir münferid hakîkat harf, mürekkeb hakîkat de kelimedir. Dolayısıyla bu âleme Tedvîn ve Tasdîr (Yazı) âlemi denmiştir. Bu âlemdeki ilk varlık doğal olarak Kalem’dir, onun vasıtasıyla mevcûdâtı ortaya çıkaracak tesir gerçekleşir. 682 İbn Arabî Futûhât'ta ilk yaratılan şeyin Akıl

olduğunu ve bunun da Hak'tan zâhir olan ilk ibdâî mef'ûl (örneksiz yaratılan) mesabesindeki Kalem olduğunu ifade eder. Hak, Amâ'dan yaratılmış akıllar mesabesindeki melekleri yarattığı zaman ve ilâhî Kalem O'nun ilk yarattığı mahlûku olunca, Hak Kalem’i seçmiştir (ıstıfâ) ve âlemin îcâdının dîvânında onu kullanmıştır. Kalem de Hakk'ın kendisine ta'lim buyurduğu ilimleri tebeddül ve tagayyürden korunmuş Levh-i Mahfûz'a yazmıştır.683 Yine İbn Arabî'ye göre zâtıyla değil de

ta'lîm ile ilmi ilk kabul eden öğrenci akl-ı evveldir. Akl-ı evvel, Hakk'ın ta'lîm buyurduğu şeyleri akletmiş/öğrenmiş, sonra Hak tarafından öğrendiği şeylerin Levh-i Mahfûz'a yazılması emredilmiş, akabinde de Kalem diye isimlendirilmiştir.684

Konevî de üstadı İbn Arabî'nin Kalem ve Akl-ı Evvel'in hakîkatlerine dair görüşlerini zikreder685 ve onun kesret ve imkân hükümlerinden mücerret olduğunu

ifade eder. Ona göre Kalem için imkân hükümlerinin sadece birisi taakkul edilir zira

679 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1, s. 73. Aynı mesele için bkz. a.g.e., c. 1, s.266.

680 Ebû Davud, “Sünnet”, 16 (Hadis no:4700); Tirmizî, “Kader”, 17 (Hadis No: 2155). Hadisle alakalı değerlendirmeler için bkz. Ahmet Yıldırım, a.g.e., s. 112.

681 İbn Arabî, Ukletü'l-müstevfiz, Resâilu İbn Arabî içinde, s. 81. 682 Suad el-Hakîm, Mu'cem, s. 923

683 İbn Arabî, Futûhât, c. 4, s. 76-78. 684 Suad el-Hakîm, Mu'cem, s. 924. 685 Konevî, Fukûk, s. 211.

Kalem nefsinde mümkün bir varlıktır.686 Konevî İ'câzü'l-beyân'ında da meseleye

değinir. Ona göre Hak Teala; yakınlık ihtisâsının, ilmî tahkîminin ve âlî tedbirinin kapısını Kalem-i A'lâ ile açmıştır. Kalem-i A'lâ varlıkların ve ağyârın yardım maddelerinden/unsurlarından mukaddestir.687 Konevî'ye göre Kalem-i A'lâ, Hak'tan

sonra vücûdî meded vasıtalarının ilkidir.688 Konevî bir başka yerde kâinâtı yaratmaya

dönük ilâhî teveccüh açısından Kalem’i inceler. Ona göre bu teveccühün Kalem olması kevne yönelmiş vechi açısındandır. Böylelikle tesir ve imdâd eder. Ayrıca zatına tevdî edilmiş gaybî ve icmâlî kesretin hâmili olması açısından da Kalem ismine lâyık görülmüştür.689

Fergânî'nin bu mertebede kullandığı bir başka metafor, meşhur bir benzetme olan gölgenin uzaması olayıdır ve Furkan sûresi 45. âyeti hatırlatır: "Görmedin mi Rabbin gölgeyi nasıl uzattı?" Yani birinci mertebede Zât isimlerinin gölgesini "Muhammed'in Rabbi" mesabesindeki birinci tecellînin aynından (ikinci tecellîye doğru) uzattı. Sonra ikinci taayyün ve berzah ve tecellînin gölgesini −bunların şâmil olduğu kevnî ve ilâhî hakîkatler, isimler ve sıfâtlarla beraber− ilk taayyün, tecellî ve berzahtan asıllar ve fer'ler şeklinde uzattı. Çünkü burada vâhîdî itibarlar ve zâtî isimler münderic ve içkindi. Esmâî kemâlin tamamlanması için feyz verici durumda bulunan Rahmânî vücûdun zâhirinden; ervâh, misâl, his mertebelerinde kâinata izafe edilen ve ifâza/akıtılan edilen vücûdun taayyünâtının gölgesini uzattı. Âyetin devâmı: "Eğer (Rabbin) dileseydi onu sâkin kılardı." Yani birinci ve ikinci gölgeleri - kevne mahsûs bu uzatma özelliğine sahip isimlerden bazılarının icitmâ'ı ve teveccühâtı ile- kevnî mertebelerde uzatmazdı ve bu iş -isimlerden ziyade- Zât'ına nisbetle tamamlanır ve kâmil olurdu. Çünkü O, Ganiyyun ani'l-âlemîn'dir. Oysaki bu uzatma ameliyesi O'ndan irâde ve ihtiyar yoluyla oldu. Çünkü "Eğer dileseydi" buyurmuştur. Mülhidlerin zannettiği gibi Zâtı ile olmamıştır. "Sonra güneşi buna delil kıldı", yani gölgelerin uzatılmasına. "Ahirete inanmayanların kötü sıfatları vardır. En yüce misâller Allah'a aittir, O Azîz ve Hakîm'dir"690. Fergânî ardından

Furkan Sûresi 46. âyeti zikreder: "Sonra onu (gölgeyi) Kendimize ağır ağır 686 Konevî, Fukûk, s. 217. 687 Konevî, İ'câz, s. 136. 688 Konevî, a.g.e., s. 218. 689 Konevî, a.g.e., ss. 118-119. 690 Nahl 16/60.

çektik/kabzettik." Yani dakîk, gizli, yüce ve keyfiyeti mechûl bir şekilde. Bu kabz ameliyesi, vücûdun her an aslına dönmesinin misâlidir. Çünkü vücûdun bu hâli hakîkatte ârızîdir ve halk-ı cedîd/her an yeniden yaratma ile kāimdir691 ancak "Onlar

bu yeni yaratılıştan şüphe içindedirler". Fergânî'ye göre bu halk-ı cedid; gıdanın bedenden, (gaz)yağının lambadan ayrılıp ondan ortaya çıkacak rükünlara/unsurlara dönüşmesi ve mekânına inmesi gibidir.692

Furkān sûresindeki bu âyeti İbn Arabî de kullanmıştır. İbn Arabî, “Sen Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? Dileseydi, onu sakin kılardı.”693

âyetinin tefsiri sadedinde der ki: Eğer Hak uzatmasaydı, gölge bi'l-kuvve halinde kalırdı. Yani, Hak Teala gölgeyi zâhir kılana kadar mümkün varlıklara tecellî etmemişti, bu tecellî olmasaydı, bu gölge, vücûdda kendileri için bir ayn-ı sâbit zâhir olmayan mümkün varlıklar gibi yoklukta kalırdı. Âyetin devamı olan “Sonra, güneşi gölgeye delil kıldık” ifadesine dair güneşin, Allah’ın Nur isminin sûreti olduğunu bildirir. Ve bu duruma his şöyle şâhidlik eder: Nûr olmadan gölgenin aynı (varlığı) olamaz. Bir sonraki âyette “Ondan sonra, gölgeyi Kendimize kolaylıkla çektik” buyurulur.694 Onu Kendisine çekmesi, gölgenin Kendi gölgesi olmasından

kaynaklanır. Bu gölge O’ndan zâhir olur, her şey yine O’na rücû' eder.695

Fergânî'ye göre Kalem-i A'lâ'nın mâhiyeti; üzerinde vahdet, icmâl ve hafâ hükümlerinin galib olduğu taayyün-i evvele nisbet edildiği için vâhidî itibarların kendisinde temeyyüz etmesi daha uygundur. Kendisine ifâza edildiği söylenen Vücûd, mücmel ve vahdânî olarak zâhir olur. Bir başka deyişle Kalem, mücmelliğin sembolüdür. Levh-i Mahfûz’un taayyün-i sânîye nisbet edilmesinin daha uygun olmasının sebebi ise onun hem tafsîl ve temeyyüzü temsil etmesi, hem de Kalem vasıtasıyla vücûd bulmasındandır zira Kalem’e "Kıyamete kadar halkıma/yarattıklarıma dair ilmimi yaz!" emri verilmiştir.696 Kalem’in yazdığı şeyler

iki şekilde ortaya çıkar: Birincisi, tafsîli olarak fiilî kelimeler sûretinde ortaya çıkar, 691 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1, s. 73. 692 Kāf 50/15. 693 Furkān 25/45. 694 Furkān 25/46. 695 İbn Arabî, Fusûs, s. 102-103. 696 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1, s. 423.

ervâhın küllî-rûhânî sûretleri ve melâikenin câmi’ sûretleri gibi. İkinci sınıf ise kavlî kelimeler sûretinde ortaya çıkar. Bir defada tek bir cümle gibi ortaya çıkan ilâhî kitaplar ve suhuflar gibi. Bu kitaplar birbirini tâkîben resullere indirilirken tafsîl de edilir. Bunlar hâkîkatte ahlak, kavl ve fiil bâbından resullerin hallerini, işlerini, ahkâmlarının mîzanlarını ve tesirlerini açıklamak içindir.697