• Sonuç bulunamadı

1.1.2. Tasavvufî Hayatı

1.1.2.2. Ders Arkadaşları

Fergânî'nin Konevî öncesi tahsil hayatına dair elimizde pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak Konevî dönemi hem vahdet-i vücûd açısından hem de Fergânî açısından oldukça bereketli bir dönemdir. Konevî'nin etrafındaki ders halkası vahdet-i vücûd teorisinin yayılması açısından ciddi bir önemi haizdir. Bu halkayı oluşturan sûfîler, İbn Arabî'nin ve Konevî'nin eserlerini gerek yazılı, gerek sözlü,

70 Reşad Öngören, "Necîbüddin Büzgâş", DİA, İstanbul, 2006, c. 32, s. 489-490 71 Câmî, Nefehât, 2014, s. 867.

gerekse de kendi eserlerindeki fikirleriyle şerh ettikleri için şârihler diye anılırlar. Bu kadro, önemi sebebiyle farklı çalışmalara konu olmuştur. Örneğin Mehmet Eren, II. Uluslararası Sadreddin Konevî Sempozyumu için “Sadreddin Konevî’nin derslerine katılan meşhur simalar” adlı bir bildiriyle bu zâtları incelemiştir. Bu bildiride Fergânî, Müeyyidüddin Cendî (v. 691/1292 [?]), Fahreddîn‐i Irâkî (v. 688/1289), Kutbeddin Şirâzî (v. 710/131), Necmeddin Dâye (v. 654/1256), Şemseddin el-Eykî (v. ?), Şerefeddin Mevsılî (v. ?), Nasîruddin el-Konevî (v. ?), Zeynuddin Muhammed bin Ebî Bekir er-Râzî (v. 678/1279), İzzeddin Muhammed eş-Şirvânî (v. ?) gibi zatlar zikredilmiştir.73 İbrahim Kunt bu halkadan üç önemli şahsiyeti müstakil bir makalede

ele alır. Kunt'un ele aldığı bu üç şahsiyet Fahreddîn‐i Irâkî, Müeyyidüddîn Cendî ve Fergânî’dir. Kunt'a göre hem tasavvufun derinliklerine dalarak tasavvuf edebiyatı açısından, hem de Fars edebiyatının en eski ve önemli çalışmaları olması açısından vazgeçilmez eserler bırakan bu kişiler, VII./XIII. yüzyılda binlerce kilometre uzaklıktaki memleketlerinden gelip Konya’yı mesken tutarak uzun yıllar Konevî’nin ders halkasında bulunmuşlar, onun feyiz ve bilgisinden istifade ederek en güçlü takipçileri olmuşlardır. Kunt bu çalışmasında Konevî’nin vefatından sonra yerine açıkça halîfe bırakmadığını da zikreder. Verdiği bilgiye göre Konevî, vefatından sonra Anadolu’da büyük karışıklıkların ortaya çıkacağını öngörerek takipçilerine bu toprakları terkedip Şam’a yerleşmelerini vasiyet etmiştir.74

1.1.2.2.1. Müeyyidüddîn Cendî

Fusûsü’l-hikem’in ilk şârihi olarak kabul edilen Ebû Abdillâh Müeyyidüddîn

bin Mahmûd bin Sâid el-Cendî Türkistan’ın Cend şehrinde dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi, ailesi ve hayatının ilk yılları hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır.75

Câmî’ye göre zâhirî ve bâtınî ilimleri cem’ etmiştir.76 Cendî her şeyi terkedip

tasavvuf yoluna girmesini Nefhatü’r-rûh adlı eserinde kendisi anlatmıştır. Seyr-i sülûkunun başlangıcında hayret ve şakınlık içerisinde olduğunu belirtir. Zira

73 Mehmet Eren “Sadreddin Konevî’nin derslerine katılan meşhur simalar”, II. Uluslararası

Sadreddin Konevî Sempozyumu Bildirileri Kitabı, Mebkam Yay., Konya, 2011, s. 68-77.

74 Kunt, İbrahim, "Sadruddîn-i Konevî'nin Üç Halîfesi: Fahruddîn-i Irâkî, Müeyyidüddîn-i Cendî, Saîdüddîn-i Fergânî", Tarihin Peşinde, 2013, Sayı 9, ss. 183-184.

75 Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-ârifîn Esmâu’l-müellifîn ve Âsâru’l-musannifîn, Dâru İhyâi Turâsi’l-arabî, Beyrut, ts., c. 2, s. 484.

hocaları, ailesi ve dostları onun bir mürşide teslim olmak için her şeyi bırakıp gitmesini hoş görmemişlerdir. Onu bu düşüncesinden alıkoymak için her türlü şey yapmışlar, hatta aklî ve şer’î delilleri öne sürmüşlerdir. Cendî’ye göre bu kişiler nefs ve hevalarına, tabiat, örf ve adetlerine oldukça bağlıydılar. Ancak bu baskılar sebebiyle Cendî istihâre yapmış ve hafızların toplantısına gitmiştir. Murâkebe yapıp hâfızların okuduğu ilk âyeti hakem kabul etmeye niyetlenmiştir. Duyduğu ilk âyet şudur: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”77 Bunun üzerine kendisine çok ağır bir hâl galebe çalmış ve ona

mâ-sivâyı terkettirmiştir. Annesinden kalan mirası öne süren babasına bu mirası hediye ederek onu bertaraf etmiş, hanımını da bin dinarlık mehirle ikna etmiştir. Hak dışında her şeyi bu şekilde geride bırakan Cendî, hac niyetiyle deniz yolculuğuna çıkmış, bu yolculuk neticesinde Konevî’yle tanışmıştır.78 Konevî’nin yanında

sülûkünü tamamlayan Cendî, şeyhinin vefatı üzerine (673/1274) Bağdat’a hicret ederek Konevî’nin halifesi sıfatıyla tasavvufî faaliyetlerine devam etmiştir. Bağdat’ta mehdîlik iddiasında bulunan bir şahsa muhalefet edince bir süre sıkıntı çekmiştir. Ayrıca İbn Arabî’nin Mevâkıu’n-nücûm adlı eserini de burada şerhetmiştir. Daha sonra Bağdat’tan ayrılarak Pervâneoğulları’nın hâkimiyeti altında bulunan Sinop’a gitmiş; Nefhatü’r-rûh adlı eserini Farsça bilen ve tasavvufa karşı alakalı olan itibarlı bir hanımın ricası üzerine burada telif etmiştir. Vefat tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir. Sadreddin Konevî’nin önde gelen müridlerinden ve halîfelerinden olan Cendî, İbn Arabî’nin tasavvuf anlayışına gönülden bağlıdır. Şeyhinin arzusu üzerine İbn Arabî’nin Fusûsü’l-hikem’ini ilk defa o şerhetmiş79, bu şerhten daha

sonraki Fusûs şârihleri de faydalanmışlardır.80

77 Tevbe 9/24.

78 Müeyyidüddin Cendî, Nefhatü’r-rûh ve Tuhfetü’l-futûh, trc. Hayreddin Yılmaz, İnsan Yay., İstanbul, 1996, ss. 152-153.

79 Kâtip Çelebi, Keşfu'z-zunûn, thk. Muhammed Şerefeddin Yaltkaya ve Kilisli Muallim Rıfat, Dâru İhyâi't-turâsi'l-arabî, Beyrut, t.s., c.2, s. 1261.

Günümüze ulaşan eserleri Şerhu Fusûsi’l-hikem, Nefhatü’r-rûh ve tuhfetü’l-

fütûh, ed-Dürerü’l-gâliyât, Muhtasar fî lüzûmi’t-tecrîdi’l-küllî zâhiren ve bâtınen an mâsivallah, Dîvân ve Kasîdetü’l-gaybiyye olmak üzer beş tanedir.81

1.1.2.2.2. Fahreddîn-i Irâki

Kâtip Çelebi’nin vefat tarihi zikretmediği82 ve İbrahim bin Büzürcmihr bin

Abdilgaffâr-ı Hemedânî künyesine sahip olan Irâkî, Hemedan’ın Kumcân köyünde doğdu. Öldüğünde yetmiş sekiz yaşında olduğu bilindiğine göre 610/1213 yılında doğduğu kuvvetle muhtemeldir. Daha çok Irâkî nisbesiyle tanınan Fahreddin İbrahim Kumcânî, Cevâlîkî ve Ferâhânî nisbeleriyle de maruftur. Müellifin dönemine yakın bir tarihte adı bilinmeyen bir kişi tarafından divanına yazılan önsöze göre entelektüel bir aileye mensup olan Fahreddîn-i Irâkî çok iyi bir tahsil hayatı geçirmiştir.83

Câmî’nin ifadelerine göre çocukluğunda Kur’ân-ı ezberledi ve güzel Kur’ân okumasıyla tanındı. İlim tahsiline devam ederek 17 yaşında Hemedan medreselerinin tanınmış simalarından oldu. Bir gün medresede ders okuturken içeriye giren bir grup Kalenderî dervişinin gazel okuyarak semâ yapmaya başlamasıyla Kalenderîler’in her türlü kayıttan sıyrılmış olduklarını gördü, bu etkiyle cübbesini ve sarığını çıkarıp attı ve onlara katıldı. Kalenderîler’le birlikte Hemedan’dan ayrılan Fahreddin Irâkî, Hindistan’ın Mültan şehrine ulaştı ve burada Bahâeddin Zekeriyyâ’ya intisâb etti. Burada 25 yıl kalan Irâkî, bazı anlaşmazlıklar nedeniyle hapsedilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı ve hankâhtan ayrılıp deniz yoluyla Umman’a gitti, oradan Hicaz’a geçerek hac farizasını yerine getirdi. Daha sonra Anadolu’ya giderek Konya’da Sadreddin Konevî’nin halkasına katıldı. Bir taraftan Fusûs derslerine devam etti, diğer taraftan Lemaât’ı yazdı.84 Aynı zamanda Mevlânâ Celâleddin ve Mevlevî

çevreleriyle yakın dostluklar kurdu ve hatta Mevlânâ’nın medresesindeki semâ mukabelelerine iştirak etti.85 Konya’da bulunduğu sırada kendisine intisap eden

Muînüddin Süleyman Pervane, onun için Tokat’ta bir hankâh yaptırdı. Anadolu’daki

81 Uludağ, "Müeyyidüddin Cendî ", s. 362. 82 Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, c. 2, s. 1563.

83 Orhan Bilgin, "Fahreddin Irâkî", DİA, İstanbul, 1995, c. 7, s. 84. 84 Câmî, Nefehât, 2014, s. 1062-1064.

siyâsî çalkantılar döneminde önce Tokat’tan Sinop’a, ardından da Mısır’a gitti.86

Sağlığı güngüne bozulan Fahreddîn-i Irâkî, 8 Zilkade 688’de (23 Kasım 1289) vefat etti. Şam’da Sâlihiyye Mezarlığında İbn Arabî’nin türbesi yanına defnedildi.87

Elimizde Dîvân, Uşşâknâme, Lemaât, Istılâhât-ı Sûfiyye olmak üzere dört eseri bulunmaktadır. Bunlar arasında özellikle Lemaât’ıyla tanınır.88

1.1.2.2.3. Afîfüddin Tilimsânî

Konevî'nin bir diğer talebesi ve Fergânî'ni ders arkadaşı Afîfüddin Tilimsânî'dir. Kâtip Çelebi onu Tâiyye başlığı altında ele alır ve şerhinin Fergânî’ninkine göre daha muhtasar ve kullanışlı olduğunu belirtir. Vefat tarihini ise 690/1291 olarak verir.89 Künyesi Ebü’r-Rebî‘ Afîfüddîn Süleymân b. Şemsiddîn Alî

b. Abdillâh el-Kûmî olan Tilimsânî 610/1213 yılında Cezayir’in Tilimsân şehrinde doğmuştur. Tilimsân’da bir süre tasavvufî çevrelerle içli-dışlı olduktan sonra kendisine bir mürşid-i kâmil bulmak için memleketinden ayrılmıştır. Anadolu’ya vardığında Konya’da Sadreddin Konevî’nin ders halkasına dâhil olmuştur. Konya’da kırk defa halvete girdiği rivâyet edilmekle beraber bu rivâyetin abartılı olduğu zikredilir. Konevî’nin Şam’dan ikinci defa Mısır’a gittiği seyahate katılmış, Kahire’de Şeyhüşşüyûh Şemseddin el-Eykî’nin sahibi olduğu Saîdü’s-süadâ (Salâhiyye) Hankâhı’nda Eykî’nin de hocası olan Sadreddin Konevî ile birlikte kalmıştır.90 Burada Fergânî ile beraber hocalarının İbn Fârız’ın Tâiyye’sini Farsça

olarak şerhettiği derslerini takip etmiştir. Yine burada Konevî ile birlikte İbn Seb‘în ile tanıştığı da rivâyet edilen bilgiler arasındadır. İbn Seb‘în, kendisine yöneltilen bir soru üzerine Konevî’nin tevhid ilminde muhakkik sûfîlerden sayıldığını, Afîf et- Tilimsânî denilen gencin ise bu hususta Konevî’den daha mahir olduğunu söylemiştir.91 Tilimsânî, Kahire’den ailesiyle birlikte ayrıldıktan sonra 665-

670/1267-1271 yılları arasında Şam’a gidip Kâsiyûn dağı eteklerindeki Sâlihiye’de

86 Câmî, Nefehât, 2014, s. 1064; Bilgin, a.g.e., s. 84-86. 87 Câmî, a.g.e., 2014, ss. 1065-1066.

88 Bilgin, "Fahreddin Irâkî", s. 86.

89 Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, c.1, s. 266.

90 Semih Ceyhan, "Tilimsânî, Afîfüddin", DİA, İstanbul, 2012, c. 41, ss. 163-164. 91 İbnü’l-imâd, Şezeratü’z-zeheb, c. 7, ss. 719-720.

hayatını devam ettirmiştir. Öyleki, kaldığı mahalle günümüzde “Afîf” olarak anılmaktadır. Burada Memlük Sultanı Kalavun zamanında hazine vergilerinin toplanmasından sorumlu bir göreve getirilmiştir. Bir yandan da tasavvufî faaliyetlerine devam etmiştir. Ömrünün sonuna kadar hazinedarlık görevinde bulunan Tilimsânî 5 Receb 690’da (4 Temmuz 1291) Dımaşk’ta vefat etmiş ve Sûfiye Kabristanı’na defnedilmiştir.92

Tilimsânî’nin günümüze Şerhu Menâzili’s-sâirîn, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî,

Dîvân, Şerhu Fusûsi’l-hikem, Şerhu Esmâillâhi’l-hüsnâ, Şerhu Tâiyyeti İbni’l-Fârız, Şerhu Ayniyyeti İbn Sînâ, Risâle fî İlmi’l-arûz adlı eserleri ulaşmıştır.93