• Sonuç bulunamadı

2.3. Merâtibü’l-vücûd Bağlamında Fergânî’nin Vahdet-i Vücûd Görüşü

2.3.2. Taayyün-i Evvel

2.3.2.2. Yedi Bâtın

İlk taayyünde gerçekleşen “Zât'ın nefsinde nefsiyle konuşması” meselesinde karşımıza butûn-ı seb’â/yedi bâtın kavramı çıkmaktaydı. Butûn-ı seb'a, kuvvet mertebeleri ve zâhirî idrâk derecelerinin insan sûretiyle bâtınî mertebeleden zâhirî mertebelere göre taayyünüdür.493 Sadeleştirmek gerekirse; konuşma ve işitme gibi

duyuların kapsamına giren mânâların yedi katmanlı bir yapısı vardır. En dıştaki katman, şehâdet âleminde insan tarafından duyularla algılanan mânâlardır. En derindeki yedinci katmanda/bâtında ise konuşan da işiten de sadece Hak'tır. Fergânî'nin zikrettiği bu mesele onun ilk yazdığı mukaddimede geçmez ve oldukça orjinal bir yaklaşımdır. Fergânî'ye göre bu kavlî ve fiilî kelimeler ve lafızlar Kelâmın en derin yedinci bâtındaki mertebesinde Zât'a delâlet eder. Fergânî bu durumu, bizim harf ve vasıta olmaksızın nefsimizde nefsimizle konuşmamıza benzetir.494 Kelâmın,

bâtındaki yedinci mertebesine dair Fergânî şu hadisi rivâyet eder: "Kur'ân'ın zâhiri ve bâtını vardır. Bâtınının da yedi mertebesi vardır." 495 Fergânî İbn Fârız’ın Tâiyye adlı

kasîdesinin şerhinde de bu meseleye değinir. 545. beytin şerhinde basar, sem', kavl ve kudret gibi sıfatların insan ile zâhir olduğunu söyler. Bu durumda insan, şehadet âleminde basîr, sâmî, muktedir ve mütekellim bir mazhârdır. Ancak şehadet âlemi yaratılmadan önce ve dünya hayatının neş'etinden önce ilk tecellî ve taayyünde bu

490 Kastalânî (Mevâhibü’l-ledünniye, c. 1, ss. 48-49) ve Aclûnî (Keşfü'l-hafâ, c. 1, s.265) bu sözü Abdurrezzak bin Hemmâm’ın Musannef’inde Câbir bin Abdulllah’tan naklen rivâyet ettiğini zikretmişlerdir ancak Musannef’te böyle bir hadis yoktur.

491 Kılıç, İbn Arabî Düşüncesine Giriş., s.301.

492 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, 1, s.232. Hakîkat-i Ahmediye için ayrıca bkz. a.g.e., c. 2, s. 43, 186 493 Kâşânî, Letâif, c. 1, s.238

494 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1, s. 25; ayrıca bkz. a.g.e., c. 2, s. 205.

495 Âyetlerin bâtınî anlamlarına dair hadisin değerlendirmesi için bkz. Ahmet Yıldırım, a.g.e., s. 321 Ayrıca Kur'ân'ın yedi harf üzere indirildiğine dair bkz. Buharî, "Fezâilü'l-Kur'ân", 5 (Hadis no: 4992).

isim ve sıfatlar sadece Hak için geçerlidir. Yani, Mütekellim de, Basîr de, Semî' de, Kādir de O'dur. 546. beytin şerhinde de Hakk'ın taayyün-i evveldeki bu sıfat ve esmâsıyla ortaya çıkan konuşmayı kelâmın en bâtındaki yedinci mertebesi olarak değerlendirir.496

İlk taayyündeki kābiliyyette, işitme (semâ ve isğâ) ile Zât'ın bu konuşmaya meyletmesi vardır ki hakîkatte bu "bilinmeyi istedim" deki muhabbetin eseridir. Yani bu aşamada muhabbet âmiliyle Zât, Nefsi’nde konuşur. Bu konuşmayı da yine Kendisi işitir ve dinler. Alıcılık bu şekildedir. Kısacası Zât, semâ' ve isğâ ile en derin yedinci bâtında Zât’ını işitmeye meyletmiştir. İlk taayyündeki bu kābiliyyette, Zât'ın Cemâli'nin nûrunu mülahaza etmesi/görmesi söz konusudur ki bu nur; vâhidiyetinin, zuhûrunun ve itibarlarının zuhûrunun aynıdır. İşitme ve meyletme açısından kemâli görme de bu kābiliyyette mevcuddur. Zât, mülâhaza etmenin en bâtındaki yedinci mertebesinde, Kendi kemâlini mülâhaza eder. Yine bu kābiliyyette, −cemâl ve zuhûr üzerinden gayb ve butûnun celâlî hükmünün galebe örtüsünün kalkması için− yukarıda zikri geçen Zât’ın Nefsi’yle konuşmasından etkilenme (teessür) kābiliyeti vardır. Örtüyü kaldırmakla zuhûr ima edilir ve bu da rahmetin galebe ve sebkat etmesiyle olur. Zira rahmet, gazab hükmünün ve en bâtınının gayesidir.497 Var

olmanın rahmetin eseri olması, hem İbn Arabî'nin hem de Konevî'nin de üzerinde durduğu bir meseledir. Konevî'ye göre rahmet vücûdun aynıdır. Vücûd nurdur, yokluk hükmü de zulmete sahiptir. Hatta Hz. Peygamber'in (s.a.s) âlemlere rahmet olarak gönderilmesi de bu bağlamda değerlendirilebilir. Konevî Rahmân ismini de var olmakla müsavi tutar. Rahmân ismi câmî bir isimdir ve rahmetin zıddı olan hükümlere sahip isimler Rahmân isminin altındadır (tahte hıytatihî). Kevn âlemi de Rahmânî nefesin neticesidir.498 Fergânî’ye göre Gazabın en bâtındaki mertebesi, lâ-

zuhûrdur (ortaya çıkmama/varolmama) ve red ve adem mânâlarını tazammun eder. Zuhûr ve lâ-zuhûr ilk kābiliyyetin hükmü altında eşittir. Mezkûr konuşmanın, muhabbetin ve Zâtî meylin tesiri, zuhûr hükmünün lâ-zuhûra galebe çalmasını ve sebkat etmesini sağlamıştır. Zât, Nefsi üzerine bu galebe, sebkat ve tesir ile tecellî eder, yani “Nefsine Nefsi için zâhir olmuştur”. “Nefsinde” derken Fergânî taayyün-i

496 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 2, s. 128-129. 497 Fergânî, a.g.e., c. 1., s. 25.

evvelde ve ilk kābiliyyette demek istediğini belirtir. Zât, ilim ve şuhûdun aynı olan bu

tecellî ile Nefsini “bulur/müşâhede eder” (دجو). Burada aynalık hükmü söz konusudur. Yani; bu mülâhaza, meyl ve konuşmayı tazammun eden ve bu tecellîyi taşıyıcı ve bu tecellînin aynı olan bir aynada Zât, Nefsini müşâhede eder. 499

İlk kābiliyyet ve tecellînin aynı olan Nefsindeki bu konuşma ile ortaya çıkan tesir, Fergânî'ye göre mânâ hükmüyle boyanmıştır. Bu mânâ da; kavl, sem', basar ve kudret sıfatlarının her birinin en bâtındaki yedinci mertebelerinde taşıdıkları bâtınî mânâdır. Bu mertebe de taayyün-i evvelin mertebesidir. Kavl, yani Mahlûkatın yaratılması için söylenen Kün/Ol! emri, Hz. Müteneffis'in (Rahmânî nefesi teneffüs edenin) bâtınından çıkmış nefestir ve Müteneffisin zuhûrunu taleb eden mânâdır. Bu nefes, mehâric mertebelerinde/çıkış yerlerinde taayyün eder. Aynı şekilde ilk kābiliyyet ve taayyünün aynı olan aslî muhabbet de Kemâl mânâsını tazammun eder. Bu kemâl, mutlak gaybın bâtınından çıkan ilk taayyünde taayyün etmiş nefesin bir misli olan ilk tecellî için gereklidir. Sem'/işitme, zâhirî veya bâtınî olarak bu mânâyı kabûl etmedir. Basar, ilk tecellînin kendisini kabul edenden izhâr ettiği şeyle beraber zuhûrunu kabul etmektir, yani bu zuhûru müşâhede etmektir. Kudret ise ilk tecellînin zuhûrunu talep ettiği şeye güç yetirmektir.500

Fergânî bu düşüncelerini, İbn Fârız'ın kasidesindeki 546-548. beyitlere dayandırır: ثدحم ناسل يب يلك و ظفلف يتربعل نيع يف يلك و ظحل و ادنلا عمسأ ىدنلاب يلك و عمس و ةوق دي ىدرلا در يف يلك و تتبثأ سبللا ارو ام تافص يناعم و تثب سحلا ىور ام تاذ ءامسأ 501

499 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1., s. 25; aynı mesele için bkz. a.g.e., c. 2, s. 125. 500 Fergânî, a.g.e., c. 1., s. 25-26.

İsmail Rusûhî tarafından tercüme edilen beyitlerin Mehmet Demirci tarafından yapılan sadeleştirilmesi şöyledir:

O eserlerin, isim ve sıfatların mezâhiri olduğu anlaşıldıysa; buna göre dilimde olan söz, o eserlerdendir ki Kelâm’ın eseridir; gözümdeki bakış Basar’ın eseri olan eserlerdendir. Kulağımdaki işitme, elimdeki kuvvet o sıfatların eserlerindendir. Bir haldeki benim bütün eczâm, bana hakîkatimi anlatan ve söyleyen lisandır. Keza benim gözümdeki bakışım o eserlerdendir; bir halde ki benim bütün uzuvlarım, ibret ve kudretin müşâhedesi için benim zâtımda ayn-ı lâhızadır (bakıp durmadır). Benim işitmem o eserlerdendir, bir halde ki benim bütün vücûdum baştan ayağa bütün meclislerde ve toplantı yerlerinde olan sesleri işitir. Benim bütün uzuvlarım helâk ve belâyı def etmede benim kuvvet elimdir.

Zikredilen söz, bakış, işitme ve kuvvet sıfatları, cisim mertebesinden önce nefs-i nâtıkada isbât olunmuş olan sıfatların menzilleri veya mânâlarıdır. Veya bu mânâlar; yani işitme, bakma, konuşma ve kuvvet, sûret âleminin ötesinde yani ceberût ve melekûtta Kelâm, Basar, Sem’ ve Kudret sûretinde sâbit olmuştur. O halde anılan bu sıfatlar, o yüce sıfatların mazhârları, menzilleri ve eserleridir. Zât isimleri ise göklerde ve yerde olan mahsûsâtı (gözle görülen şeyler) ayırdı, izhâr etti ve onları nefs-i nâtıkaya nakledip haber verdi.502

Ankaravî bu serbest tercümesine bir de şerh düşmüştür. Ona göre Zâtî sıfatlar ilk önce Hazret-i Ehadiyette sâbit idi (taayyün-i evvel), daha sonra vâhidiyet mertebesine (taayyün-i sânî) inip her biri ötekinden ayrılarak bilâhare akl-ı külle (Kalem-i A'lâ) ve nefs-i külle (Levh-i Mahfûz), ondan sonra cüz’î ruhlara ve cüz’î nefislere, ondan sonra misâliyete, daha sonra mutlak şehadet âlemine inmiştir.503

Fergânî de bu beyitlerin şerhinde aynı görüşleri serdetmiştir. Bir farkla ki, ona göre bu beyitlerde bahsedilen konşma/kelâm, en bâtındaki yedinci mertebede gerçekleşmiştir.504

Fergânî'ye göre bu mânâlar (sem', basar, kavl, kudret), kevn âleminde zâtî şe'nler olarak kesret ve temeyyüz hükümleriyle cisim elbiselerine bürünmeden önce taayyün-i evvelde sâbit idiler. Ardından cisme bürünme ve kesret ve temeyyüz

502 Ankaravî,Osmanlı’da Tasavvuf Düşüncesi, s. 367. 503 Ankaravî, a.g.e., s. 367.

hükümleriyle, ikinci mertebede (taayyün-i sânî) Sem', basar, kudret, Kelâm sıfatları gibi hükümleri birbirine mütegâyir sıfatlar oldu. Hâlbuki bunlar ilk mertebede sıfatlar değildi, belki birbirinden ayrışmamış “küllî itibarlar”dı. İşte Zât için Küll mesabesinde olan bu lafız, O'nun Nefsi’nde Nefsi’yle konuştuğu lisandır. Zât'ın aynı olan basar/görme, kendisiyle görenin aynıdır ve bâtından zâhire geçmek içindir. Zât'ın küllü olan Sem'/işitme, aynı zamanda bu konuşmayı İşiten'dir. “Zât'ın küllü olan yed/el, hafâ/gizlilik ve butûnda/bâtınlarda ortaya çıkmaya zuhûr ve vücûd elbisesi giydirmemek”ten kinaye olan “lâ-zuhûr”u reddetmek için Zât’ın kendisiyle Fâil olduğu şeydir. Her ne kadar bu sıfatların mânâları ikinci mertebe olan “ulûhiyet mertebesi”nde mütemeyyiz bir şekilde sabit olsa da, bu sıfatların bâtınî mânâları ilk mertebede mütegâyir (birbirinden farklı varlıklar) değildir ve bu ilk mertebe de, bu sıfatların nihâî zuhûruna nisbetle, en bâtındaki yedinci mertebedir. Bunların nihâî zuhûrları, insan lisanında gerçekleşen konuşma, gözünde gerçekleşen görme, kulağında gerçekleşen işitme ve eliyle gerçekleşen faaliyet şeklinde tezâhür etmeleridir ki bu amellerin hepsi, insanın bedenî sûretine izâfe edilir.505

Fergânî yedi bâtınî mertebeyi tek tek açıklar. Ona göre mânâların en dış katmanı olan ilk bâtını, bu sıfatların insan nefsine izâfe edilmesidir. Bu nefis diğer hayvanların nefslerinden ancak dünyevî işlerle mukayyed akl-ı maîşin506 zâhiri ile

ayrılmıştır. Çünkü konuşması, işitmesi, nazarı ve fiili dünya işlerine müteallıktır, asıl maksadları olan ahiret için kullanılmazlar. Hak bu özellikten şöyle bahseder: “Dünya hayatının zâhirini bilirler, ahiretten gaflet içindedirler.”507 Mânâların ikinci bâtını ise

bu mânâların insanın şeriat nuruyla, Allah'a iman nuruyla, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret işlerine iman nuruyla nurlanmış aklına izafe edilmesidir. Sahih bir akıl ve anlayış ve kuvvetli bir iman ile kişinin konuşmasında, işitmesinde, görmesinde ve fiilinde hem dünyaya müteallık hem de ahirete müteallık şeyler söz konusudur. Mânâların üçüncü bâtını, bu mânâlardan bazılarının insanın âlem-i ervâh ve Levh-i Mahfûz’da taayyünü ve temeyyüzü sabit olan mücerred rûhuna izâfe

505 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1, s. 26.

506 Akl-ı Maîş/Maâş sûfîlere göre dünyevî işlerle meşgul olan, veya sadece dünyevî işleri idrâk edebilen akıldır. Bunun karşılığında ahiretle ilgili olan akl-ı maâd vardır (Süleyman Uludağ, Tasavvuf

Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul, 2001, s. 34). Aynı mesele için bkz. Müntehâ'l-medârik, c.

1, s. 209. 507 Rum 30/7.

edilmesidir. Mânâların dördüncü bâtını, bu mânâlardan bazılarının hakîkat-i insaniyeye izafe edilen aynî vücûda izafe edilmesidir. Bu hakîkat-i insâniye, bu aynî vücûdla mukayyeddir ve kevn mertebelerinde rûhen, misâlen ve hissen bu aynî vücûdun ahkâmının zuhûr yeridir. Fergânî bu bağlamda Hakk’ın "Onun kulağı, gözü, lisanı ve eli olurum" kudsî hadisini zikreder.508 Mânâların beşinci bâtını, bu

mânâlardan bazılarının, bâtınî varlık tecellîsini kabul eden insan kalbine izafe edilmesidir. Bu durum için de Fergânî "kulumun kalbine sığdım"509 şeklinde sûfîler

tarafından kudsî hadis olduğuna inanılan ancak muteber hadis kaynaklarında geçmeyen meşhur sözü aktarır. Mânâların altıncı bâtını, her şeyin küllü olan Feyyâziyetinin hükmüyle ikinci berzahiyet mertebesinde Rahmân ismi ile zâhir olan Vücûd-ı Mutlak’a bu mânâlardan bazılarının izafe edilmesidir. Mânâların yedinci bâtını ise, taayyün-i evvelde birbirinden ayrışmamış ancak hükümleri nisbeten mütemeyyiz olan mânâlardır. Örneğin ayrı ayrı Sem’ ve Basar sıfatı düşünülemez, bunların mânâları izâfî bir şekilde Hakk’ın irâdesiyle gerçekleşir. Yani bu sıfatlar mufassal olarak var olmasalar da Hak işitir ve görür. 510

Fergânî'ye göre Kavl, Sem', Basar ve Kuvvet/Kudret olarak bu mânâlardan her biri her bir mertebede bir tesir ve hükme sahiptir. Eğer bunlardan biri bu mertebelerin birinde insanda eksik olursa, bu şahsın dilsizliği, sağırlığı, körlüğü ve zayıflığı söz konusu olur. Bu sayede Hakk'ın "Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (Hakk’a) dönmezler" sözünün511 mânâsı anlaşılmış olur. Yani

dünyadan ahirete dönmezler, birinci bâtından ikinci bâtına dönmezler. Onlar ancak birinci bâtında işitirler, görürler, konuşurlar ve amel ederler.512

Fergânî'ye göre bu bâtınların kapılarının açılmasında insanları değişik dereceleri vardır. Bazıları için hiçbir zaman kapı açılmaz ki onlar çocuklar ve delilerdir. Bazıları için sadece ilk kapı açılır ki bunlara dünyada iyilikler verilmiştir ancak ahiretten nasipleri yoktur. Bazıları için ikinci kapı açılmıştır ki bunlar ehl-i

508 Buhârî, “Rikāk”, 38.

509 Bu sözün İsrâiliyyâttan olduuna ve aslının olmadığına dair tenkitler vardır. Bkz. Sehâvî, Makāsıd, ss. 373-374; Ahmed bin Hacer el-Heytemî, el-Fetâvâ’l-hadîsiyye, thk. Mustafa el-Babi el-Halebî, Kahire, 1989, s. 290; Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, c. 2, s. 195.

510 Fergânî, Müntehâ'l-medârik, c. 1, s. 27. 511 Bakara, 2/18.

iman ve islâmın âvâm tabakasıdır. Bazıları için üçüncü kapı açılır ki onlar Havass tabakasıdır. Bazıları için dördüncü kapı açılır ki onlar Velâyet ve İhsân makāmının bidâyet ehlidir. Bazıları için beşinci kapı açılır ki bunlar mutavassıtlardır. Bazıları için altıncı kapı açılır ki onlar müntehî/nihâyet ehlidir. Bunlara Kümmel ve Efrâd denir.513 Yedinci kapı içerisinde bir küçük kapı ise ancak Muhammedî mîrâsa sâhip

kişilere açılır. Zira en bâtındaki yedinci mertebe Hz. Muhammed Mustafâ’ya (Sallallâhu aleyhi ve sellem) hastır ve dolayısıyla yedinci kapı da Hz. Peygamber'e (s.a.s) özel bir kapıdır.514 Muhammedî mirasın ne olduğuna dair Chittick’in İbn

Arabî’den aktardığı yorumlar meseleyi tavzih edici mahiyettedir. İbn Arabî’ye göre Muhammedî mîras, velîlere ihsân-ı ilâhî nev’inden verilen bir niteliktir. Adeta bu velîye Hz. Peygamber’e tabi olması hasebiyle onun mirasından verilir ki malum olduğu üzere peygamberler ilimden başka miras bırakmaz.515 Bu mirasın üç boyutu

vardır: Sâlih amel, haller ve makāmlar. Bu üç boyutlu miras, velîyi kâmil insan seviyesine çıkaracaktır.516