• Sonuç bulunamadı

Kah bir disiplin ve altın fırsatlar

Belgede Yeniçeriler Godfrey Goodwin (sayfa 44-48)

Enderun'da okuyan içoğlanlan devletin yüksek katında yer alabilmek için okumaya Arapça Kuran ile başlar, Farsça'yla devam ederlerdi. Öğretmenleri kaligrafiyi ayn bir sanat dalı olarak verirdi.

49

Yeni dinlerini anlamalan için öğretilen edebî Arapça'nın yanı sıra önemli mevkilere geldiklerinde kendileri için gerekli olacak halk di-li Arapça ve Farsça'nın eğitimini de görürlerdi. İslam hukuku Ku-ran'a dayandığı için ilahiyat dersleriyle aynı zamanda hukuk da öğ-retilmiş oluyordu. Onlara ayrıca kanunların içerdiği ve uygulaya-caklan sivil yasalarla ilgili dersler de verilirdi. Bunların yanı sıra ta-rih dersi yerine Osmanlı menkıbeleri, ayrıca matematik, geometri ve coğrafya da öğreniyorlardı. Öte yandan her biri aynen sultanlar gibi, bir zanaat sahibi olmak zorundaydı. Bir zanaat öğrenmek, kö-tü gün için hazırlıklı bulunmanın yanı sıra, sultanların görevlerin-den, avlarından ve yataklarından ayırabildikleri boş zamanlarını değerlendirebilmek içindi. Bu zanaatlar arasında bahçıvanlıktan (E. Mehmed'in büyük tutkusu) ok, yay ya da altın telkari yapımına kadar çeşitli beceriler sıralanabilir. Ancak birinci derecede önem ta-şıyan, muhtelif topların, arkebüzlerin ve misket tüfeklerinin ateş gücünü inceleyen savaş ilmi, okçuluk ve kılıç kullanma ustalığıydı.

Atletizm, güreş ve Papaz Colton'un 1836'da İstanbul'u ziyaret etti-ği zaman hâlâ oynanmakta olduğunu gördüğü cirit, savaşta ustalı-ğı tamamlayıcı sportif faaliyetlerdi.

Acemi oğlanlarının kaldığı odalar ya da koğuşlar gündüzleri sınıf olarak kullanılırdı. Mekânlar ferah ve iyi aydınlatılmıştı. Her 10 acemi oğlanı, üç yanı yüksek olmayan ahşap parmaklıkla çevrik bir platformu paylaşırdı. Biri yaşlı diğeri genç iki hadımağası koğuşun ortasında benzeri bir platformda yatardı. Kıdemli lalaların, koğuşun her iki ucunda kafesli özel bölmeleri vardı. İbrahim Paşa Sarayı'run büyük salonu, 1960 yılına kadar, XVHL yüzyıl sonlarında yapılmış benzeri platform düzenini korumuştu. Her zaman bir galerinin çev-relediği bu düzene örnek olarak Hazine Odası (şimdi resim galerisi) ve XVI. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş olmasına rağmen hâlâ ayakta olan aydınlık ve havadar Zülüflü Baltacılar Koğuşu gösterilebilir.

Yüzyıllar boyu kullanılan bu koğuşlarda acemi oğlanları hem mahcubiyetten hem de korunma amacıyla kısmen giyinik yatarlar-dı. Yün yorganları ve zengin sırma kabartmalı harmaniyeleri sık yı-kanamadığı için bit ve pire sorunu eksik olmazdı. Ancak tuvaletle-ri ve yıkanma yerletuvaletle-ri gayet düzgündü ve kendi hamamları vardı.

Sanıldığı kadarıyla içoğlanlanna, El. Murad Köşkü'nün inşasından sonra, binanın bodrumundaki sultan ve hareminin sıcak su havu-zunu haftada bir kullanma izni de verilirdi. Yemekler basit ancak

kaliteli ve boldu. Yeniçeri Ocağı'na pek çok rütbe simgesini veren mutfaklar, imparatorluğun kalbiydi. Sultanlar bu önemli gerçeği Napolyon'dan çok önce kavramıştı. Kanunî Sultan Süleyman'ın sal-tanatı döneminde mutfaklarda başaşçmın emrinde 50, helvaabaşı-ran ise 30 aşçı ve bu aşçı kadrosuna ilaveten bulaşıkçılar ve hamal-lardan oluşan büyük bir ekip çalışmaktaydı.

Babıhümayun'dan girer girmez içoğlanlan için bir hastane ve bir de hamam vardı. Hastane görevlileri belirli hastalıklardaki uz-manlıklarına göre seçilirdi. İçki, baza şikâyetlerin giderilmesinde ilaç olarak kullanıldığından, içoğlanlanrun yapmaak şikâyetlerle hastaneye başvurduğu ve bazılarının sarhoş davranıştan nedeniyle cezalandınldığı olurdu. Oğlanlardan biri lalasına hasta olduğunu bildirdiği zaman, lala bunu başlalaya iletir ve o da zülüflü baltaa-başmdan iki tekerlekli bir araba göndermesini isterdi. Baltaabaşının iki adamı tarafından çekilen bu kırmızı perdeli araba geçerken her-kes yol açardı. Sarayın bütün kapılan gün batarken kapandığından gece hastalananlar eczanede tedavi edilirdi. Ölen olursa bir kilime sarılarak şafakta hastaneye götürülürdü. Ölüler hastanede yıkanır ve gömülmek üzere Haliç'ten sandalla Kasımpaşa'ya gönderilirdi.

Subayların ve hadım ağalarının denetimi çok sıkıydı. Sessizlik kuralı da, diğer kurallar gibi, bozulursa falaka cezası verilirdi.33 Bu nedenle tuvaletler ve yıkanma yerleri, özgür olunabilen ve insancıl ilişkilerin geliştirilebildiği tek yerdi. Bazı sultanlar Enderun'a özel il-gi duyduğu için spor çalışmalarında hazır bulunmaktan ya da sı-navları bizzat yönetmekten hoşlanır ve bazen içoğlanlanrun seçimi-ni kendisi yaparak gelişmeleriseçimi-ni yakından izlerdi. IH. Murad devlet yönetimini ihmal edecek kadar kendini Enderun'a adamıştı.

XIX. yüzyıl İngiliz eğitim sistemine benzer tuhafbklan ve ön-yargılı yaklaşımlan da olan bu ideal eğitim, Osmanlı düzeninin ku-rallarını öğrencilerin kalbine ve beynine işliyordu. Spandugino, Os-manlı seçkinlerinin Hıristiyan, Musevî ve Türk aynmı yapmayan cömert misafirperverliğinden ve yardımseverliğinden övgüyle bah-setmektedir.34

İçoğlanlanna genellikle üç ayda bir mütevazı bir ulufe dağıtı-lırdı.35 Bir kısmı bu parayı saraya gizlice soktuklan küçük lüksleri-ne ya da kötü alışkanlıklarına harcasa bile çoğunluğu, 25 yaş civa-rındaki mezuniyet sonrası ve evlilik için biriktirebiliyordu. Görev dışında şehre inmeleri yasak olduğundan para harcamalarını

ge-51

rektirecek yaşantıları da yoktu. Kendilerine yılda iki kez kırmızı mintan ve yazın beyaz bir dolama verilirdi. İçoğlanlarının gül gibi koktuklarını anlatan kaynaklara göre, giysileri haftada bir kokulu sabunlarla yıkanırdı (bit ve pire sorunu sadece döşeklere aitti).

Her içoğlanının birinci görevi çalışmaktan yılmamaktı. Eğitim şafakla birlikte başlar ve öğleden sonraki dinlenme saatine kadar hiçbirinin pek boş vakti olmazdı. Aralarında 30 yaşma kadar me-zun olamayanların da bulunmasına rağmen hepsi de sağlıklı ve genç erkeklerdi.36 Bu nedenle denetim ne kadar sıkı olursa olsun en ciddi kuralların bile zaman zaman çiğnenmesi doğaldı. Sarhoş olan içoğlanlan genelde vurulacak değnek sayısı yasalarla belirlenmiş falaka cezası alırdı. Ancak onlan en çok korkutan ceza, okuldan atıl-mak ve hiç hazırlıklı olmadıklan dış dünyada bütün haklan ellerin-den alınmış olarak kendi başlarına kalmaktı.

1826'da Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırıldıktan sonra önemini yitiren Enderun, 1922'de saltanat sona erene dek resmen kapatılma-dı. Galatasaray Lisesi bugün saygm bir eğitim kurumu olarak var-lığım sürdürmektedir. Kadınların sarayı terk etmesi Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki yıllara rastlar. Ancak haremin bir zamanlar davranış, müzik, şiir ve diğer inceliklerin öğretildiği bir okul oldu-ğu da unutulmamalıdır. Haremdeki kadınların pek azı sultanın gözdeleri araşma girebildiğinden bunların beklentisi içoğlanların-dan biriyle evlendirilmekti. Şanslı olanlar zamanla yüksek mevkile-re erişecek olanlarla evlenirdi. Geleneğe gömevkile-re sadrazam sultanın kız kardeşlerinden ya da kızlarından biriyle evlendirilir ve çok hoşnut olduğu diğer eşlerine bile tövbeli olmak zorunda kalırdı.

Enderun'dan mezun olanların çoğu saray muhafızlığına, bir kısmı ise yeteneklerine ya da dalkavukluktaki başarılarına göre sa-raydaki yüzlerce makamdan birine tayin edilirdi. Sultanın üç başmu-hafızı vardı. Savaş alanında kendisini çevreleyen müteferrikalar özel-likle Enderun'un mezunlan arasından seçilirdi. Bir zamanlar 100 ci-varında olan sayılan zamanla 800' e yükselmişti. Sultanın yanında ay-rıca kıdemli yeniçeri okçularından oluşan dört solak bölüğü bulunur-du. Bu bölüklerin kumandanının sultanın üzengisini tutmak gibi önemli bir görevi daha vardı. Sultanın sağında ve solunda yer alan bu bölüklerden sağdakilerin yaylarını kullanabilmeleri için solak olma-ları gerekiyordu. Üçüncü grup muhafızlar yaya olan peyklerdi. 150 kişiden oluşan peyklerin bir özelliği dalaklarının alınmış olmasıydı.

IL Mehmed hiçbir mantığa dayanmayan bu geleneği, giyim kuşam-daki mor ya da pembe atlas üzerine sim işlemeli giysiler ve altın yal-dızlı, balıkçıl tüylü gümüş miğferler gibi Bizans'tan devralmışta. So-lakların ve peyklerin çoğu ikinci kuşak Osmanlı'ydı.

Çavuşluk mertebesi teşrifatçılıktan elçiliğe kadar uzanan fark-lılıklar göstererek yıllar içinde sayıca artmıştı. Çavuşların ağası ay-nı zamanda kapıkulu askerinin başında olduğu gibi bazı dönemler-de cellatbaşılık da yapardı. Zülüflü baltacılar saraydaki en sıradan işleri yapan yeniçerilerdi. Bunların yarısı silahtarın diğerleri darüs-saade ağasının emrinde çalışırdı. Görevleri hareme odun taşımak çöpleri atmak gibi hamallık işleriydi. Görev yapùklan odalar ve ko-ridorlardaki kadınların önceden uzaklaştinlmasına rağmen yine de göz siperi olarak yalana zülüf takarlar ve her zaman ikişer kişilik gruplar halinde çalışırlardı. Haremin girişindeki dârüssaade ağası-nın dairesi yaağası-nında, çinilerle kaplı koğuşu ve mescidi bulunan ayrı bir bölümde kalırlardı. Mızraklı baltalan aslında odun kesmek ve kütükleri parçalamak içindi. Saray nöbeti olmayan baltaalar or-manda odunluk ağaç kesmek, yolların bakımı ve bataklıklara geçit yapılması için kereste hazırlamakla görevlendirilirdi.

Belgede Yeniçeriler Godfrey Goodwin (sayfa 44-48)