• Sonuç bulunamadı

Eski düzen ve yeni sınıflar

Belgede Yeniçeriler Godfrey Goodwin (sayfa 170-173)

Bu arada sınıf savaşlarından biri de son buldu. Sipahilerin sön-mekte olan feodal gücü, ücretli askerler yine de var olsa bile, bir de-ğişikliğin habercisiydi. Askerî tımar sisteminin zayıflaması sultarun iç kısımlardaki kontrolünün azalması demekti. Yoksa büyük ve kü-çük arazileri, babadan oğula devretmeyen, dolayısıyla toprağın ve-rimini önemsemeyecek olanlara dağıtan bir düzenin çökmesinden ancak yarar sağlanabilirdi. Daha da kötüsü bu araziler sipahiler ara-smda sürekli el değiştirdiği, birinden alınıp diğerine verildiği için kısa süreli sahipleri, çiçeğini görmeyi düşlemediği bir gül fidanı di-kerken bile tereddüt ediyor olmalıydı. Yeni uygulamalarla beyler-beylerinin ve valilerin mülklerinde kısıtlamalara gidiliyor ve buna karşılık çiftliklerdeki kiracılardan vergi toplayacak tahsildarlar ta-yin ediliyordu. Bu yeni kadro, kendi maaşım toplanan paralardan çıkarmak zorundaydı. Dolayısıyla araziler gelişecekleri yerde bu parazitler tarafından sağıldı. Sipahilerde babadan oğula çok kısıtlı bir miras geleneği olsa da bu sadece ticarî faaliyetlerle ilişkili oldu-ğu sürece geçerliydi. Örneğin Karamürsel'deki deniz üssüne do-nanma için kereste sağlayan ormanlardaki bıçkı atölyeleri gibi. Bü-tün bunlara rağmen çiftçiler arazi sahibi olmaya başladılar ve arala-rından kurnaz ve zeki olanlan tahsildarların talanına rağmen büyük servet yaptı.47 Bu kimseler, eğer isterlerse, kendilerine bağlı olmala-n karşılığıolmala-nda güçsüzü koruyabilecek durumdaydı ve gelişeolmala-n bu bağlılıklar zinciri Babıâli'den çıkan kararların hepsinden daha kesin sonuçlar doğurdu. Bu tür aileler arasmda yapüan bir seferden son-ra başkente dönmemiş yeniçeriler ve onların yerel taklitçileri vardı.

Giderek güç kazanan bu kimseler XVII. ve XVIII. yüzyılda âyan adıyla anılan sınıfı yarattı. Dağlar tepeler eşkıyaların eli altmda

ol-177

duğu için bunlar birer derebeyi konumundaydı. Bazı aileler öylesi-ne bağımsızdı ki onları karşısına almaya cesaret edemeyen merkezî hükümet tarafından pohpohlamrdı. Gerçekte bu övgüler, sultan ile başkente hiç vergi ödemeyen bir ayan arasındaki tek ilişkiydi.

Ayan sınıfı Osmanlı tarihinde görülen bir düzenin tekrarıydı.

Âyanlar da, önce Moğol hanlarına bağlı olan ve daha sonra ya ken-di arzusuyla ya da savaş sonucu boyun eğerek Osman Gazi'nin et-rafında toplanan sınıf gibiydi. XVIII. yüzyılda Yozgat'ın Çobano-ğullan ya da Manisa'nın KaramanoÇobano-ğullan, Menderes Ovasinın Menteşoğullan gibi Ortaçağ emirlerine benziyordu. Ancak âyan sı-nıfı hiçbir zaman İstanbul'a yürümeye kalkışmadı; tahti devirmeyi düşünemeyecek kadar önemsiz işlerle uğraşan kimselerdi. Tepede-lenli Ali Paşa bile o kadar cüretkâr olamamışü. XVII. yüzyılda Aba-za Mehmed Paşa ve XIX. yüzyılda Alemdar Paşa büyüklük hayal-lerine kapılmış olsalar da hiçbiri hanedanını yıkmaya kalkışmadı, hatta Alemdar Paşa korudu bile. Beylik dönemi bir daha geri gel-medi. Anadolu'nun Amasya, Kütahya ve Manisa gibi vilayet mer-kezleri sultanların oğullan (veliahtlar) tarafından yönetildikleri dö-nemlerde tehlikeli hizip merkezleriydi. Zaten bahtsız veliahtlar bu nedenle sarayda hapsolmaya mahkûm edilmişti. Onların yerine hepsi birer kul olan subaylar atandı. Ancak görevde kaldıklan ve dolayısıyla küplerini doldurabilecekleri süreler üç, iki, hatta bir yıla kadar kısaltılmıştı. Bu uygulama sürekli ve yarark politikalara im-kân tanımamasına rağmen Musul ve Şam valileri gibi hırslı olanla-ra, Babıâli'ye karşı yerel destek toplayabilecek zaman tanımıyordu.

Sonunda, XIX. yüzyılda babadan oğula devrolan Mısır Beylerbeyli-ği İstanbul üzerine yürüdü.48 Bu derebeyleri açgözlüydüler. Fakat gelirlerini kendi bölgelerine harcadıklan için, örneğin Yozgat7 ta ve Doğubeyazıt'ta birçok eser bırakülar. Paşalar ise eyaletlerden diş çe-ker gibi söçe-kerek aldıklan paralan Boğaziçi kıyılarında har vurup harman savuruyorlardı. Yönettikleri eyaletlerde güvenecek kökleri olmadığı ve rakiplerinin sürekli olarak kendilerini devirme komp-lolan hazırladığı başkentten uzakta bulıınduklan için, kalelerinde ve konaklarında huzurla uyuyamadılar. Hissettikleri korku gerçek-ti. Saray çavuşunun getireceği ve İstanbul'a dönme emri veren fer-man gizli bir ölüm emri olabilirdi. Bu nedenle her paşa kendisim günün komplolarından haberdar eden ve hatta bu komplolara ka-tılmasını sağlayan taraftarlar edinirdi.

Hükümetin de kendine göre endişeleri ve dolayısıyla casusla-n vardı.49 İstanbul'a geri çağıran bir mektup, sert bir valiyi isyana yöneltebilirdi. 1655'te geri çağnlan İbşir Paşa İstanbul'a ordusuyla gelmişti, ama otlaklarını bu köylü takımıyla paylaşmaya hiç de ni-yetli olmayan yeniçeriler tarafından bertaraf edilmişti. Büyük tarih-çi Evliya Çelebi, böyle isyankâr bir paşanın hizmetinde çalıştığı ve kaçamadığı bir dönemde, işbilir bir garnizon komutanının bu paşa-ya ve ordusuna Ankara Kalesi'nin kapılarını kapattığını, ama onla-rın şehirde kalmasına izin verdiğini arılatır. Bu şekilde iki tarafın da itibarı korunmuştu. Hatta hükümet, rakibinin başını bir kadife tor-ba içinde İstanbul'a yollayacak olana iyi gelir getiren bir mevki va-at ederek paşalan birbirine düşürüyordu. Böylesine bir despotluk belirli bir zekâ gerektirir ki, çoğu Osmanlı, mevkilerindeki iniş çıkış-lara ve itibarlarını kaybetmelerine rağmen bu yeteneklerini şaşıla-cak derecede başarılı şekilde korumuştu. Garip davranışlarını, ka-derinde olan haksızlıklara katlanmayı, I. Mustafa ya da I. İbrahim gibi canavarların hizmetinde çalışmaya istekli olmalarını anlayabil-mek için Osmanlı'nın bu özelliğini dikkate almak gerekir. Sadece ve körü körüne kişisel çıkara dayak ve özeleştiriden yoksun toplumlar tesadüflerin elinde oyuncaktır. Gözden düşen paşalar kendilerini ancak şaşkınlıkla avutabilir ve beyinleri bu şekilde uyuşmuş olarak da idama boyun eğerlerdi.50

İmparatorluğun parçalanmadan devam etmesi, bölgelerin gi-derek artan otonomisinden kaynaklanıyordu. Bu bölgeler küçük kasabalar ve pazar yerleri çevresinde, keçilerin ve savaşların çorak-laştırdığı arazilerle birbirinden ayrılmış kırsal federasyonlar oluş-turmuşlardı. Anadolu kasabalanndaki büyük nüfus artışının XVII.

yüzyılda hızı kesildi ve Suriye'nin ekonomik gerileyişi devam etti.

Buna rağmen I. Osman, IV. Murad ve IV. Mehmed ya da vezirleri, Kanunî Sultan Süleyman'm, Mohaç'taki zaferinden bu yana silah, eğitim ve yönetim konusunda üstünlük kazanmış bir Avrupa'yı fethetmeyi düşleyip durdular.

S E K İ Z İ N C İ B Ö L Ü M

Belgede Yeniçeriler Godfrey Goodwin (sayfa 170-173)