• Sonuç bulunamadı

II. Türk Romanının Doğuşu ve Gelenekle İlişkisi

1.1. Romantiğin Mabedi: Doğa

1.1.2. Kaçış Mekânı Olarak Doğa

Ahmet Mithat’ın başkişileri ideal tipler olduğu için melankolik bir duyarlılık göstermezler. Bu nedenle roman kişilerinin tabiata sığınma ve kendileriyle baş başa kalma durumlarına rastlanmaz. Onun romanlarında daha çok vakayı somut mekânlar üzerinden anlatma eğilimi görülür.

Romantiklerin doğa algısında aşkın ve melankolinin yeri önemlidir. Aşk olgusu saf bir duygu olduğu için çoğu zaman tabiat ögeleriyle birlikte verilir. Dünyanın bütün kötülüklerine rağmen kişi aşk aracılığıyla kendisini arındırabilir. Eski Mektuplar romanının başkişisi Meliha ve Kenan arasında yaşanan aşk, doğa ögeleriyle birlikte anlatılmıştır. Bu çiftin birbirlerine aşkla yaklaştıkları her sahne doğal unsurlarla örülüdür:

“…Kenân, Meliha’nın elinden tutarak yüzüne tatlı tatlı bakarak (Melihacığım! Haydi biraz gezelim, açılırsın.) der. El ele bahçeye inerler. Serin gölgeli çam ağaçları altındaki kanepelerden birinde otururlar. Kenân vukuât-ı yevmiyyesini ber-tafsîl hikâye eder. Bazen de deniz, kenarına giderek hem levha-i dil-küşâ-yı gurûbu temaşa ederler, hem de tatlı, serin rüzgârın sevkiyle gelip taşlara çarpan dalgaların ahenkli sedalarını dinlerdi.” (EM, s. 9).

Kenan ve Meliha’nın doğaya ait unsurlarla resmedilmesinin temel sebebi onların aşkının saflık derecesini arttırmaktır. Roman boyunca bütün kötülüklere rağmen temiz kalmayı başarabilen bu iki karakter, çocukluklarından itibaren birlikte büyümüşlerdir. Kenan annesini ve babasını kaybetmiş, eniştesi Saim Bey ona kucak açmıştır. Meliha da annesini çocukken kaybetmiştir. Halit Ziya’nın Nemide romanındaki kurguya benzer bir şekilde Saim Bey, Meliha’yı dadılarına bırakarak uzun bir seyahate çıkar ve iki sene eve dönmez. Kuzen olan Meliha ile Kenan birbirleriyle çok iyi anlaşır. Saim Bey’in de tek düşüncesi kızıyla Kenan’ı evlendirmektir. Saim Bey’in yaşadığı sıkıntılardan dolayı asap hastalığına yakalanması neticesinde artık bir ayağı çukurdadır. Saim Bey’in kardeşi Daim Bey de kardeşinin servetinin başkasının eline geçmemesi için Meliha ile kendi oğlu Sadık’ı evlendirmek ister. Sonrasında gelişen entrikalar ve iftiralar, Meliha ve Kenan’ın birbirlerinden kopmasına neden olur. Fakat roman boyunca ikisi arasındaki aşk hep tertemiz kalır. Burada kahramanların ruhsal durumlarıyla tabiatın anlatıcısı arasında fonksiyonellik söz konusudur. Romanın ikinci kısmında tabiat tasvirleri artarak şiirsel bir boyut kazanır:

“Kamer, o mahbûbe-i dilârâ-yı şark yavaş yavaş mağrib-i ihtifâsına çekiliyordu. Bir nesîm-i cânfezânın tesîr-i hayât-bahşâsıyla inbisâta gelen, ser-be-zemîn-i şükran olan

ağaçların birinde şehbâl-i zerrîn ile çırpınarak daldan dala uçan bir kuşcağız mâil-i fenâ olan o necm-i ziyâ-feşâna karşı müessir nağmeler terennüm eyliyordu. Denizden kopan acı bir feryat o kuşcağızın nâle-i garibine karşıyor, aks ede ede uzaklarda ormanlar içinde kaybolup gidiyordu.” (EM, s. 31).

Yaklaşan entrikalarla birlikte tabiata bakışta ciddi bir marazi hâl belirir. Yazarın romanın başından başlayarak tabiat tasvirlerinde görsel ve işitsel ögeleri bir arada kullandığı görülür. Yukarıdaki tasvirin akabinde yaklaşık üç sayfa boyunca devam eden tabiat tasvirinde duyusal ögelerin zenginliği had safhadadır. Böylesi bir tasvirle bulunulan mekânın ötesine geçilerek aşkın sonsuzluk hissi tekrar edilir. Sanatkârın doğa algısı duyusal ögeleri kullanış şekliyle ortaya çıkar (Aydın, 2016: 29). Doğaya atfedilen hüzünlü hâl, Meliha ve Kenan’ın birbirlerinden kopmalarına neden olacak entrikalardan önce, yaşanacak olumsuzlukları haber verir gibidir. Meliha kadın duyarlılığıyla Kenan’la görüştüğü bu akşamın son akşam olacağını hisseder:

“Kalktılar. İnce çakıl taşlarıyla mefruş yollar içinde kimseye görünmemek için ağaç gölgeleri içinden gidiyorlardı. Meliha bu mülâkatın son hasbıhâl-ı âşıkanelerinden olduğunu bir hiss-i kable’l-vuku ile keşf eylemiş gibi gözlerini arkadan ayıramıyor, mağlûb-ı aşk ve hevâ olup da, birbirlerine ilk defa olarak itirâf-ı muhabbet eyledikleri kameriyeye nigerân oldukça kirpiklerinde gayri iradî yaşlar parlıyordu…” (EM, s. 33).

İki sevgili birbirlerinden ayrıldıktan sonra ay da gökyüzünden çekilir ve ortalık bir anda derin bir karanlığa gömülür. Eski Mektuplar romanındaki aşk olgusuyla birlikte romantik tabiat olgusunun başarılı bir uygulaması sergilenir. Tabiat tasvirlerinde Ahmet Mithat’ın genel dil anlayışının dışında süslü bir anlatım olduğu dikkatten kaçmaz. Lirizmin, şiiriyetin ve duyusal ögelerin en etkili kullanımına Eski Mektuplar romanında tesadüf edilir.

Ahmet Mithat ve Fatma Aliye’nin birlikte kaleme aldığı Hayal ve Hakikat romanında romantik doğa algısının çarpıcı bir örneğiyle karşılaşılır. Vedat’ın Vefa’ya olan melankolik aşkının işlendiği romanda, Vedat’ın melankolik ruh hâlinin neticesinde tabiata sığındığı ve acılarını bu şekilde dindirdiği görülür. Romanın başında gerçeklik hissi oluşturmak adına Vedat’ın kendi kaleminden bir mektup yer alır. Vedat bu mektubu bir ağacın altında yazar. Ötekileşen bireyin ilk sığınağı bir ağacın gölgesidir. Toplumla bağları zayıflayan birey doğanın anaç kollarında ruhunu dindirir. Vedat’ın sığındığı ağacın gölgesi somut varlığından daha büyük görevler üstlenerek romantik doğa algısının dikkate şayan bir örneğini temsil eder:

“…Bir hâm-i mürüvvetkâr gibi sayesine iltica ettiğim ağaç, evladını kolları arasında muhafazaya çalışan bir valide-i müşfika gibi dallarını üstüme doğru açarak oraya ziya-yı şemsin duhulüne bile mani oluyordu. Alelhusus aralık aralık esen rüzgârın tahrikiyle o ağsan-ı latife ihtizaza gelerek güya ki mahmiye-i hastasını taltif ve tatyip etmek yahut sıhhat ve afiyeti tebşiratını kulağına söylemek için eğilmekte, bu tenezzülünden dolayı hemen o dest-i mürüvvetkârı takbile şitap ettikçe yine efkâr-ı ulviyet gibi yükselmekte ve beni hareketimden men etmekte idi. İşte böyle bir mevkide bir istiğrak-ı ruhani içinde hemen seninle konuşmak istedim.” (HH, s. 38).

Vedat’ın bu sözleri romantik doğa tasavvurunun birçok yönünü barındırır. İnsanlardan kopuş ve neticesinde doğaya sığınış, doğanın bir anne gibi kişiyi kuşatması, derin istiğrak hâli, ruhunu dindirme ve sıhhat buluş gibi birçok ögeye sahip bu satırlar, Vedat’ın melankolisini yansıtması açısından önemlidir. Vedat’ın aşırı hayalci tutumu onun doğa tasavvuruna da yansıtılarak bütünlük oluşturulur. Melankolik aşkının neticesinde ölüme sürüklenen Vedat, anlaşılamamanın yoğun hüznünü yaşar. Vefa’nın hayata bakışı Vedat’tan tamamıyla ayrılır. O, gerçekçi bir tutumla ideallerine yön vermeye çalışır. Romantik tutumun eleştirildiği Hayal ve Hakikat romanı romantik doğa algısının Tanzimat romanındaki en bariz örneğini taşır.

Namık Kemal’in İntibah romanında bir mekân olarak kullanılan Çamlıca Tepesi işlevselliğiyle romantizmin etkisindedir. Babasını kaybeden ve baba sevgisinden mahrum büyüyen Ali Bey, içe kapanık bir yaşam sürer. Bu hâlinden rahatsız olan annesi onun sosyal hayata karışarak kendisine gelmesini ister. Ali Bey’in Çamlıca gezintisi bu anlamda romantizmdeki doğaya kaçışın bir örneğidir:

“İnsan ne garip baziçe-i tabiattır (tabiatın ne garip oyuncağıdır) ki Ali Bey indinde (nazarında) en aziz olan bir vücudun (varlığın) fenasından (ölümünden) müteessif iken (üzüntü duyarken) asar-ı hayatın (hayat eserlerinin) timsal-i mücessemi (cisimleşmiş bir örneği) olan cihan-ı medeniyetten (medeniyet dünyasından) kaçar da her arşın toprağında nice vücutlar nihan olmak cihetiyle (saklamak bakımından) mevtin misal-i müşahhası (ölümün somut örneği) olan sahralarda gezip eğlenmek isterdi.” (İ, s.

35).

Kırları ölümün somut örneği olarak görme ve uygarlıktan kaçma romantizmin tam olarak anlatmak istediklerinin yansımasıdır. “Bu yalnızlık sevgisi romantikleri sık sık

kırlara, ormanlara, dağlara, okyanuslara yöneltir. Ama burada söz konusu olan pitoreskin tadını çıkarmak ve Bernardin, Rousseau gibi Stürmer’lerin yaptığı gibi onu

betimlemek değildir, hüznünü (melankolisini) düşlemek, geliştirmek söz konusudur”

(Claudon, 2006: 188). Nitekim Ali Bey de Çamlıca gezintilerinde kendi yalnızlığını büyütür. Bu yüzden Çamlıca’nın kalabalık olduğu günlerde değil de tenha olduğu günlerde gezmeye çıkar.

Devrin sosyal hayatı, tabiatı farklı olan Ali Bey’in yetişme şekline terstir. Bu yüzden doğa ona kendi benini inşa etme imkânını verir. "Toplumun dünyanın

doyumsuzluğundan bunalan ve kendi köşesine çekilen ben düş kırıcı ve aldatıcı hayattan kurtuluşu doğada ve anılarda bulmaya çalışır. XVII. ve XVIII. yüzyılda, bastırılmış bir doğa ve klasik bahçeler sevilirdi. Romantizm, doğanın esas ve evrensel gücünü yeniden keşfeder. Klasik bahçelerin yerini vahşi doğa alır: dağlar, okyanuslar, ormanlar, gökyüzü… Onun karşısında birey yalnızlığının, dayanıksızlığının ve değersizliğinin farkına varır. Romantik kişiler, toplum kurallarının hüküm sürdüğü bir dünya düzeni içinde kaybolup giderler. Romantizm anlayışına göre insan, kutsal bir varlıktır; doğa ise insanın iç dünyasını simgeler." (Çılgı, 2007: 31). Saf hâliyle Çamlıca, Ali Bey’in iç

dünyasını simgelemektedir. Çünkü Ali Bey’in en büyük sorunlarından biri, çevresiyle bir türlü anlaşamamasıdır. Kalem arkadaşları, Ali Bey’in Çamlıca’ya olan ilgisinden dolayı ondan kendilerine bir ziyafet vermelerini ister. Ali Bey’in bu ziyafet için seçtiği gün tatil günlerinin dışındadır. Tatil günlerinin dışında Çamlıca çok sakin olduğu için arkadaşları onu kınar. Ali Bey bu durumu anlayamaz. Çünkü arkadaşlarının Çamlıca’ya gitmekteki amacı doğayla değil insanlarla iç içe olmaktır. Bu yönüyle Ali Bey arkadaşlarından ayrılır: “…gezmekten maksadı kalabalıktan kaçmak olduğu için…” (İ, s. 53). Çamlıca’nın dillere destan doğasında ruhunda aradığı huzuru bulur. "Doğa, toplum içinde sıkılan,

uygarlığın gittikçe daha yaşanmaz bir duruma getirdiği kentlerin gürültü ve karmaşasında bunalan, yalnız ve anlaşılamamış bireyin en yakın, en güvenilir sığınağıdır. Yazar, toplumla bağları zayıfladıkça doğaya sığınır, insanlar arasında bir türlü bulamadığı yalnızlığı, rahatlığı ve huzuru doğada bulur." (Çılgı, 2007: 31).

Romantik edebiyatta eserdeki kahramanın tavrı yazarın tavrı olarak anlaşıldığı için yazar da Çamlıca’nın sakin günlerini tercih eder. Çünkü Ali Bey’in ziyafet vermek zorunda kaldığı tatil gününde yozlaşmış insanlarla dolacak bu mekâna yapılacak olan ziyareti felaketin başlangıcı olarak niteler.

Çamlıca’da Ali Bey’in verdiği ziyafetle birlikte mekânın insanların zihniyetine uygun olarak kullanımı ortaya çıkar. Ali Bey’deki romantik tavır ile arkadaşlarının yozlaşmış tavrı yazarın özellikle vurgulamak istediği bir durumdur:

“Bir müddet çeşmenin başında ikâmet ile Ali Bey tabiatın nice yüz bin bedayi-i rengârengini (çeşitli güzelliklerini), beriki beyler –mülevven ferace (renkli ferace) ve boyalı çehreleriyle mesireyi, ağaçları baştan aşağı çiçeklere gark olmuş da rüzgâr estikçe öteye beriye salınmaya başlamış bir bahçeye hem-hâl eden (benzeten)- hanımların şivesini temaşa ile (seyrederek) saat yedi buçuk, sekize kadar eğlenirler.” (İ, s. 36).

Burada eğlenmek tabiri herkes için kullanır. Nitekim mekânı algılayış şekli kişilerin eğlence anlayışlarını da etkiler. Yazar aynı mekânı çift yönlü kullanarak mekân- insan ilişkisinin önemini de ortaya koyar. “Romantik yazar ve şairlere göre, ben’e

ulaşmak için doğadan yola çıkmak gerekir.” (Alkan, 2006b: 59). Bu bakımdan Ali Bey’in

Çamlıca’sı yozlaşmış insanlardan uzak, ruhani bir doğa iken arkadaşlarının Çamlıca’sı ise işveli kadınların gezinti alanı olan yazarın deyimiyle, “civcivli” (İ, s. 36) bir yerdir. Ali Bey arkadaşlarının bu tavrından rahatsız olsa da onlara aykırı görünmekten utandığı için böyle bir andan mutluluk duyuyormuş gibi davranır. Onun bu genele uyma tavrı devamında başına iş açacak bir özelliktir. Bu kısma kadar Ali Bey’in yetişme tarzının diğer insanlardan farklı olduğunu tabiatı algılayış şekliyle de gösteren yazar, onun topluma ayak uydurma çabasının ise bir zaaf olarak hayatını etkileyebileceğini gösterir.

Çamlıca bundan sonra bir kaçış mekânı olarak görünmez. “Eğer mekân olarak

tabiat seçilmişse, burada arzular tabiata yansımış olabilir. Mekân insanın arzularının bir ifadesi olabilir.” (Wellek-Varren, 1993: 196). Artık Çamlıca, Batılılaşma maskesi altında

yozlaşmanın simgesine dönüşür. Bu yönüyle mekân işlevsel olarak romandaki yerini korumaya devam eder. Baharın uyanış fikrini ortaya çıkarması insan doğası açısından cinsel bir uyanış olarak da telakki edilebilir. Nitekim bahar tasvirindeki bu satırlar Çamlıca’nın baharla birlikte insanların içgüdülerinde yapabileceği değişiklikleri önceden haber verir gibidir:

“Mehtâbın baharda deryaya (denize) aksini seyretmelidir ki serv-i siminin (gümüş servinin) letafetinde (güzelliğinde) olan kemali (olgunluğu) anlamak mümkün olabilsin. Havalar berrak, sular saf, serv-i simin ise güya ki nurdan (ışıktan) dökülmüş bir peri ıkızı gibi anadan doğma çıplak suya girer, şinaverliğe (yüzmeye) başlar. Vücuduna dokunan her katre (damla), su iken nur (ışık) kesilir. Derya (deniz) arasında, güzeran-ı hayal (hayallerin geçişi) için, minhac-ı hakikat (hakikatin geniş yolu) gibi nuranî (ışıklı) bir cadde peyda olur (ortaya çıkar).” (İ, s. 26-27).

Yazar böylece baharın uyanışını Çamlıca Tepesi’nde bir cinsel uyanışa dönüştürür. Ali Bey’in böyle bir yerde karşılaşacağı Mehpeyker isimli hafif meşrep kadın

da bu cinsel uyanışa uygun olarak sarı, kırmızı, ateş kırmızısı gibi şehvanî duyguları uyandıran renklerle tasvir edilir. Bu tasvir, romantik tasvirin realizme bakan yönünü oluşturur. Kişinin özelliklerine uygun yapılan tasvirlerde işlevsellik dikkat çekicidir.

Çamlıca’da Mehpeyker’i görme ümidiyle geçirdiği günün neticesinde annesine yalan söylemek zorunda kalan Ali Bey artık çevresini ruhî buhranına eş olarak algılamaya başlar. Evin merdivenini darağacı gibi görmesi; yatağını, yorganını ve çarşafını kefene benzetmesi ve odasının bir mezara dönüşmesi onun içinde bulunduğu ruh hâlini yansıtması açısından Türk edebiyatında bir yenilik şekliyle vücut bulur. “…eve ait

unsurlar Ali Bey’e bağlı olarak ve çoğu kez ölümü çağrıştıran olumsuz benzetmelerle aktarılır. Ölümü çağrıştıran bu tür benzetmeler evle birlikte ev halkının ve sembolize ettiği düzenin olumsuz âkıbetini baştan haber vermesiyle bir çeşit erken anlatım görevi görür.” (Akdeniz, 2012: 15). Mekânın işlevselliği bu yönüyle de klasik edebiyattan farklı

olarak İntibah’ta dikkati çeker.

Romantiklerin doğayı bir kaçış mekânı olarak görmeleri tematik düzlemde Servet- i Fünûn yazarlarını da etkiler. Halit Ziya’nın Sefile romanında İhsan’ın İkbal ve ailesini şehirden alıp uzak bir köşke götürmesi kalabalıktan uzaklaşma isteğinin belirtisidir. Nemide’nin ve babasının şehirden uzak yaşaması yine hüzünlü hâllerinin bir neticesidir.

Bir Ölünün Defteri romanında Osman Vecdi Nigâr’la aynı evde yaşamanın uygun

düşmeyeceğini anladığında şehirden uzak olan eski evine döner. Toplumdan kaçışın melankoliye kaçan tarafının izleri bu kişilerde belirir.

Mehmet Rauf’un ilk romanı Garâm-ı Şebâb isimli eserinde de Memduh Bey köye yerleşince şehirden kaçışının nedenlerini şu şekilde açıklar:

“Şehirlerin şamatât-ı hayatından kaçıp gömüldüğüm bu kûşe-i sahra tabiatımın mâil-i sükûn olan inhimâkini teskin ediyordu. Artık salonların, bahçelerin, piyasaların dağdağa-engiz şaşaasından bıkmıştım. Burada kurevî bir hayat-ı sâdegi içinde o velvelelerden uzak yaşamak beni mes’ud ediyordu.” (GŞ, 135).

Romantizmin Batı’daki kodlarına uygun olarak doğaya kaçış metaforunu Memduh Bey’de görmek mümkündür. Onun köye gitme nedenleri arasında şehrin bunaltıcılığı vardır. Ruhunu ancak böyle dindirebileceğini düşünür. Kaçış fikri, Servet-i Fünûn yazarlarının ortak özelliğidir. Son kertede Halit Ziya’nın Ahmet Cemil’i çöle göndermesi romantik karakterlerin kaderini tayin eder.

İlk dönem Türk romanında, romantiklerin doğaya kaçış temasının çeşitli yansımaları görülür. Bu durum Servet-i Fünûn romanına da sirayet eder. Realizmin

güçlenmesiyle birlikte romantik doğa algısı, realistlerin işlevsel tasvir anlayışıyla yer değiştirir.