• Sonuç bulunamadı

II. Türk Romanının Doğuşu ve Gelenekle İlişkisi

1.6. Aşk ve Toplumsal Romantizm

1.6.1. Aşk ve Evlilik

İlk dönem romancılarının dikkatini çeken olgulardan biri aşkın nasıl başlayacağı ve evliliğin önemidir. Ahmet Mithat’ın romanlarının merkezinde daima bir aşk olgusu mevcuttur. Aşk teması etrafında birçok değişik tema ele alınır. İdeal aşk tasavvurları ideal insan tipleriyle ancak hayat bulur. Bu nedenle millî değerlere uygun aşkların nasıl olacağı Batılı değerlerle karşılaştırılarak verilmeye çalışılır. Görücü usulüyle evlilik konusu değişik bakış açılarından Ahmet Mithat ve Şemsettin Sami’de ele alınacak bir temadır.

Ahmet Mithat’ın romanlarında Batı, daima olumsuz nitelikleriyle ön plana çıkmaz. Yazar, Batı’nın güzel yönlerini eserinin içine serpiştirerek sağlıklı bir modern birey oluşturmanın peşindedir. Bu nedenle bazı romanlarında görücü usulüyle evlilik yerine severek evlenme fikrine dikkat çekilir. Karnaval romanında ideal bir tip olan Resmi, aşk evliliğini olumlayarak evlenmenin önemine dikkat çeker:

“…Efendim bu alafranga denilen şey başka bir şeydir. Libertè!.. Hürriyet! Serbestî öyle ya! Bir erkeğe bir kadın lâzım. Bir kadına da bir erkek. Artık anaların, babaların bu hürriyet-i tabiiyyeyi tahdit etmeleri neden iktiza etsin?” (K, s. 130-131).

Resmi’nin severek evlenme konusundaki fikirleri dikkat çekicidir. Kişilere böyle bir hürriyetin verilmesi taraftarıdır. Ahmet Mithat’ın ideal kişilerinde Batılı değerlerin harmanlanarak gelenekten gelen millî değerlerle karıştırılıp bir çeşit modernizasyonun geliştirildiği görülür. Toplumu eğitirken ön plana aldığı iki nokta vardır. Birincisi,

Osmanlı toplumuna gelenekten gelen değerlerinin yüceliğini hatırlatmak; ikincisi, Batılı değerlerin olumlu ve olumsuz yönlerini göstermek. Bu nedenle Ahmet Mithat’ın romanlarında çoğu zaman bir Müslüman ile bir gayrimüslimin şahsında değerler tartışması yapılır. Yazar, her zaman İslami değerleri koruyan ve yücelten bir tavır içerisinde davranır. Fakat gelenekten gelen yanlış uygulamaların devam etmesini de istemez. Bu nedenle görücü usulüyle evliliğin yerine aşk evliliğini ön plana çıkarır.

Yeryüzünde Bir Melek romanında görücü usulüyle evlilik konusu romanın merkezine

yerleştirilir:

“…bizim memleketimizce, kızlardan sevdikleri adamlara varmış olanları pek nadir olup, aglebi sevdiğini değil henüz yüzünü bile görmediği adamlara varırlar. Hatta kızlar nasıl bir koca istediklerini hülya eyledikleri zaman, zihinlerinde karar verdikleri gibi kocalara da nadir varabilirler. Zira onlar kocalarına kendileri varmazlar. Hatta kocaları dahi karılarını kendileri almazlar. Evlenecek olan herifler kız intihabını akrabasına havale eyledikleri gibi onlar dahi alacakları kızı kendisinden değil akrabasından isterler. Sanki kocaya varacak ve evlenecek olanlar kendileriymiş gibi onlar neye karar verirlerse delikanlıyla kız dahi ona razı olurlar.” (YBM, s. 50).

Görücü usulüyle evlilik Yeryüzünde Bir Melek romanının merkezindedir. İskender’le evlenen Raziye’nin gönlü Şefik’te kalmıştır. Görücü usulüyle evliliğin insanları nasıl üzdüğü ve yanlış evliliklerin nelere sebep olduğu Ahmet Mithat’ın dikkatinden kaçmaz. Zaman zaman bu konuya dönüp kişilerin birbirlerini sevip evlenmelerinin önemini ortaya koyar. Öyle ki Gönüllü romanında yazar fikrini açıkça ifade ederek son noktayı koyar:

“Şimdiye kadar bin romanımızda beyan edilmiş olduğu veçhile bir delikanlı teehhül hususunda yalnız validesinin veyahut kendine müteallik olan kadınların keyfine tâbi olmamak ve alacağı kızı kendisi dahi tanımak öğrenmek ister ise biz kendisiyle beraberiz.” (G, s. 49).

Her ne kadar gerçeklik kavramı realizmle anılsa da her akımın en önemli konusu budur. Klasiklerin evrensel gerçekliğinin karşısına romantikler bireyin gerçekliğini koyarlar. Böylece bakış açısı farklılıklarıyla aynı konuda dahi akımlar farklı bir gerçeklik inşa edebilir. Sanıldığının aksine gerçeklik sadece günlük hayata dokunan meselelerden bahsetmek değildir. Her olgunun bir gerçeklik boyutu vardır. Romantikler bu boyutu bireyi merkeze alarak oluştururlar. “Romantisizm, toplumun eskimiş, insan tecrübesinden

kendi tecrübesinden kaynaklanan taze ve sadece kendisini oluşturan tecrübe içinde geçerli ve gerçek, dogmatik olmaktan uzak değerler yerleştiren bir akım olarak doğmuştur ve bu özelliğini hâlâ yaşatmaktadır.” (Kantarcıoğlu, 2009: 96). Romantik

akımın modernizmin öncüsü olması da bu anlayışından ileri gelir.

Türk edebiyatının ilk romanı kabul edilen Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat eseri, konusu itibariyle gerçeklik iddiası taşır. İnci Enginün, eserin konusunun gerçek bir olaydan alındığını aktarır (Enginün, 2015: 188). İlk dönem romanlarının birçoğunda benzer deyişler mevcuttur. Yazarlar eserlerinin mukaddimesinde anlattıkları olayların gerçek olaylardan alındığını belirtirler. Bir eserin realist olması yazarın iddiasıyla mümkün olmamaktadır. Aynı zamanda seçilen konunun gerçekçi olması da eserin realist olmasını sağlamaz. Aksine coşkulu bir aşk konusu realist bakış açısıyla yazılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Eserin konusuna dikkat edilmelidir; fakat bu durum temel ölçüt olmamalıdır. Gerçeklik kaygısı klasik akımdan başlayarak her zaman mevcuttur. Önemli olan gerçekliğe hangi açıdan yaklaşıldığıdır.

Taaşuk-ı Talât ve Fitnat konu itibariyle gerçeklik iddiası taşısa da bu gerçeklik

romantik bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Görücü usulüyle evlenme konusu dönem yazarlarının dikkatini çeken önemli konulardandır. Geleneğin köhnemiş durumlarına karşı saldırgan bir tutum izleyen romantiklerin tavrı böylesi bir mevzuda had safhaya çıkar. Uç noktadan ele alınan bu konu birbirlerinden habersiz olan baba ve kızın evlendirilmeye çalışılması gibi dramatik ve alışılmışın dışında bir örnekle verilir. Alışılmış bir durumdan ziyade uç bir örneğin seçilmesi romantik tavra uygun bir harekettir. Daha sonra oluşacak realist akım tam tersi bir yol izleyecektir.

Genel olarak romantik bir tavırla ele alınan görücü usulüyle evlenme konusu zaman zaman eleştirel gerçeklik boyutuna da erişir. Kadınların ve erkeklerin toplumsal konumları üzerinden karşılaştırmalar yapılır:

“Ah siz erkekler ne zalimsiniz! Bir kızcağızın bir gözü biraz şaşı olsa, yahut bir ayağı cüz’i (azıcık) topal olsa bîçare evlenmeksizin ihtiyarlar gider. Kimse almaya tenezzül etmez. Ama sizin en fenası, en uğursuzu, en sakatı, bakarsın ki, kızların en güzelini, en uslusunu alır da bîçareyi esir eder.” (TTF, s. 41).

Zaman zaman yapılan bu tarz tespitler eserin genel romantik havasından dolayı realist bir seviyeye ulaşmaz. Talât kadın kılığına girdiğinde de empati kurarak kadınların çektiği sıkıntılara şahit olur. Bu sıkıntılar toplumsal bir eleştiri mahiyetinde eserin içerisinde zikredilir. Lakin unutmamak gerekir ki romantizmin önemli bir toplumsal

ayağı vardır. İleriki aşamada realizm bu yönü daha da geliştirerek bilimsel bir yöntemle gerçeklere yaklaşacaktır. Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat’ta ifade bulan gerçekçi mevzular bilimsel metotlarla ulaşılan bir gerçeklik değildir. Yazarın vermek istediği mesajı kuvvetlendirmek için ortaya konulan görüşlerdir.

Görücü usulüyle evliliğin eleştirilmesinde ön plana çıkan bir nokta da aşkın hep erkek odaklı ele alınmasıdır. Dönem içerisinde yer alan romanlarda kadının rolü iki ayrı uçta gezer. Ya her şeyi kabullenen, namuslu, sadık, ideal bir kadın resmi çizilir ya da tam tersi özelliklere sahip hafifmeşrep bir kadından bahsedilir. Kadınların hiçbir söz hakkının olmaması Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın değindiği sosyal mevzulardandır. Talat’ın annesi Saliha Hanım’ın bu konuda sarf ettiği sözler evliliklerin oluşumu açısından önemli bir eleştiri olarak dikkat çeker:

“…Ah bîçare biz karılar!.. Bizi hiç insan sırasına koymazlar. Babalarımız istedikleri adamlara bizi hediye verircesine verirler. O adamların tabiatını sormazlar. Biz o adamlarla geçinecek miyiz, orasını hiç düşünmezler. Bizi bir defa (Filan adamı koca ister misin?) yahut (Kimi koca istersin?) diye bir sormak yok. Bize derler, (İşte seni filân adama vereceğiz) Biz sükut ederiz. Ama gönlümüz ne der? Yarabbi, babamın bu söylediği efendi genç olsun, güzel olsun, iyi tabiatlı olsun. Filvaki (Gerçekten) bazı defa öyle çıkar. Lâkin bazı kere de bütün bütün zıddına. Gider bakarız ki bize koca olacak adam altmış yaşında, yahut sarhoş, yahut ahmak… Ah siz erkekler ne zalimsiniz! Bir kızcağızın bir gözü biraz şaşı olsa, yahut bir ayağı cüz’î (azıcık) topal olsa bîçare evlenmeksizin ihtiyarlar gider. Kimse almaya tenezzül etmez. Ama sizin en fenası, en uğursuzu, en sakatı, bakarsın ki, kızların en güzelini, en uslusunu alır da bîçareyi esir eder.” (TTF, s. 40-41).

Yukarıdaki satırlarda derin bir sosyal eleştiri mevcuttur. Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat romanındaki görücü usulüyle evlenmede yaşanan büyük yanlışlıklar, kadının ve erkeğin toplumsal konumları, aşk olgusu çerçevesinde gelişerek dönemin önemli bir meselesi olarak ortaya konulur.

Evlilik mevzusunda diğer bir konu dinî farklılıklardır. Özellikle Ahmet Mithat’ın romanlarında Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki evliliklere dikkat çekilir. Bu mevzuda her iki dinin evliliğe bakış açısı verilerek İslam dininin bakış açısı övülür.

Arnavutlar Solyotlar romanında Rüstem ve Eftimi arasında yaşanan aşkın evliliğe

dönüşmesi noktasında Rüstem, Eftimi’yi bilgilendirerek her iki dinin bakış açısını açıklar:

“…Şimdiki hâlde yalnız şunu hem de pek ciddî olarak sana söylerim ki ben Müslüman ve Eftimi Hıristiyan olduğu hâlde nikâhlanmak için bizce hiç mâni yoktur. Ama Eftimi için bu mâni vardır. Zira Müslüman imamı ikimizin nikâhını kıydığı hâlde bir papaz bu nikâhı kıymaz.” (AS, s. 77).

Kafkas romanında da aynı mevzu işlenir. Katerina, Kaplan Bey’e Nasraniyet’in

evlenmelerine mani olduğunu ifade eder. Oysa İslam dininde böyle bir engel yoktur. Ahmet Mithat’ın başka romanlarında da yer yer bu mevzu geçer. Hasan Mellâh romanında Cuzella ile yine aynı konu ele alınır. Bütün romanlarda dikkat çeken unsur Hristiyan kızlarla yapılan evliliklerle birlikte bu kızların İslamiyet’i seçmesi ve Müslüman olmasıdır. Her ne kadar İslam dini buna izin verse de yazar bu tür aşkları İslam’ın lehine sonuçlandırır. Karnaval romanında ele alınan Katolik boşanması mevzusundan hareketle İslam dininin tavrının ne derece olumlu olduğu vurgusu yapılarak evlenme konusu üzerinden Hristiyanların İslamiyet’e ilgi duymasını, Müslümanların da kendi dinlerinin güzelliklerini fark etmesini sağlamaya çalışır.

Fatma Aliye romanlarında da yanlış evlilikler olayların sürükleyicisi konumundadır. Muhadarat romanında Calibe gibi bir kötü kadının aşk olgusunu kötüye kullanışına karşı Fazıla’nın ulvi davranışları konur. Ölümcül kadın tipi ve kurban kadın tipinin bir diğer yansıması bu romanda görülür. Fatma Aliye romanlarındaki kadınlar, genel olarak yanlış evlilikler yapmış kişilerdir. Bu kadınlar kendi istedikleri kişilerle evlenmemişlerdir. Daha çok çeşitli baskılar altında kalınarak mecburi evlilikler yapılmıştır. Yazarın tezi kadınların yıkılmamaları ve kendi ayakları üzerinde durmalarına dönüktür. Merkeze alınan yanlı evlilikler, bu evliliklerin yıkıcılığı ve kadının ayakta kalmayı başarması onun romanlarının formülüdür.

Bir diğer ölümcül kadın tipi ve kurban kadın tipine Namık Kemal’in İntibah romanında rastlanılır. Daha çok mirasyedilik üzerinden alınacak bu meselede de zıt kadın karakterler ve mirasyedi erkeğin hafifmeşrep kadından dolayı kendi sonuna doğru sürüklenişi teması ele alınmaktadır. Tanzimat yıllarında özellikle kadın erkek ilişkilerinde başlayan değişmeleri yazar bir yozlaşma olarak değerlendirdiği için bunun eleştirisini de Çamlıca Tepesi’nde başlayan bir aşkla esir bir kızın aşkı açısından karşılaştırarak verir. Yazarın idealize ettiği Dilâşûb karakteri toplumun iç dinamiklerini yansıtan, geleneği devam ettiren, pasif ama sadakatiyle üstün vasıflara sahip bir karakterdir. Mehpeyker ise Batılılaşma ekseni etrafında yozlaşmış bir karakterdir. Yazar, Çamlıca Tepesi’nde tatil günleri kadınlarla münasebet kurmak isteyen erkekleri ve buraya aynı amaçla gelen

kadınları bu yozlaşmış kalabalığın içine yerleştirir. Ali Bey her ne kadar eski gelenekle yetişse de kalabalığın içindeki bir fert olarak bu toplumsal yapının bir parçası olmaktan kurtulamaz ve çok eleştirdiği bu kalabalığın bir parçası oluverir. Yazar, böylece toplumu ilgilendiren bir konu üzerinden toplumu eğitmek için yazdığı eseri bir fırsat olarak değerlendirir. Namık Kemal’in bu eseri yazmadaki birinci amacı, klasik edebiyata bir tepki olarak doğan romantizmi Türk edebiyatına getirmek yerine Batılı tarzda bir eserle yanlış Batılılaşan bu insanların dikkatini çekerek onları doğru yola sevk etmektir.

Klasik bir çizgiyle resmedilen Dilâşûb karakterinin karşısına Batılı bir çizgiyle resmedilen Mehpeyker’i koyarak ve bu karşılaşmada Dilâşûb’un tarafını tuttuğunu çekinmeden eserin içerisinde zikrederek esas amacının topluma hizmet eden bir sanat eseri ortaya koymak olduğu gerçeğini göz önüne serer. Bu noktada aşk teması eserin sürükleyicisi olurken beraberinde toplumsal temaları da taşır.

Tanzimat romanlarında aşk teması üzerinden evlilik meselesi ele alınır. Görücü usulüyle evlenme, evlilikte dinin etkisi, hafifmeşrep kadınların erkekleri yıkıma sürüklemesi, ideal kadın tiplerinin çizilmesi gibi mevzularla aşkın toplumsal hayata etkileri incelenir. Maceranın oluşmasında etkili olan aşk temasıyla birlikte aile hayatının gelişiminde önemli bir merhale olan evliliğin sorunları ele alınır.