• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.4. Kültürel Etkileşim

1.4.2. Kültürel Uyum

Kültürlerarası uyum “bireyler ve çevre arasındaki uyumdur. “Yabancı” bir çevreye adapte olan kişiler, kendileri ve çevreleri arasında iyi bir uyum için çabalarlar.” Belirsizliği azaltmak ise “kişilerin, karşılıklı etkileşim sırasında kendi davranışları ile başkalarınınkini öngörme ve açıklama yetisi” iken; tedirginlik, “yabancı kültürel bir çevrede hissedilen negatif sonuçların korkusu”dur (Gudykunst ve Hammer, 1988, ss. 111-112). Kültürleşme/kültürel etkileşim sürecinde stres ve tedirginlik yaşanılması her ne kadar kaçınılmaz bir durum değil, ihtimal dâhilinde (Berry ve diğerleri, 1988, s. 78) olsa da belirsizlik ve tedirginliği kontrol etmek/azaltmak, göçmenlerin kültürel uyum adına son derece mühimdir. Kültürel etkileşim esnasında ikisini yapmak belki uyum için tek başına yeterli değildir ama uyum sürecinin sağlıklı işlemesi adına gereklidir (Gudykunst ve Hammer, 1988, s. 109).

Kültürel etkileşim esnasında bireyin yaşaması muhtemel olan belirsizlik ve tedirginlik derecesine etki eden birtakım hususlar vardır. Söz gelimi göç ettiği yeni kültür ile geldiği kültür arasındaki değer farklılıkları ile kişinin yaşayacağı zorluk ve stres derecesi birbiriyle bağlantılıdır. Değer farklılıklarının artması- sosyolog ve psikologların yaptıkları araştırmalar neticesinde de görüleceği üzere- kişilerin sapkınlık gösterme, suç işleme, zihinsel sorunlar yaşama ve mevcut değerlerle çatışma gibi olumsuzlukların oranını arttırmaktadır. En yalın ifadeyle belirtmek gerekirse değer farklılıkları uyumsuzluk ve stresi beraberinde getirir (Furnham, 1988, s. 56).

Bunun yanı sıra kültürel uyum tek taraflı olmayıp hem göç eden kişilerin hem göç alan bölge sakinlerinin yaklaşım biçimiyle anlaşılabilecek bir olgudur. Yeni bir yere göç edenler, şayet kendi kültürlerini “tek gerçek” kültür olduğunu, diğerlerininkisini de “farklılık”tan ziyade “yanlış” olarak (Pearce ve Kang, 1988, s. 22) kabul etmesi halinde, kültürel uyumun zorlaşması tabiidir. Yerel halkın da kendi kültürünü, göç edenin kültürü ile kıyaslaması ve kendi kültürünü “tek gerçek” görmesi de aynı şekilde göçmenin uyumunu zorlaştırması muhtemeldir.

36

Bir diğer belirleyici husus, ev sahibi kültür hakkında yeterli malumata sahip olmaktır. Bununla, kişinin ev sahibi kültürün norm ve iletişim kurallarını anlaması kastedilmektedir. Böylelikle bu birey, ev sahibi halkın kültürünü ve davranışlarının anlamını tam olarak kavramış olmaktadır. Mamafih kişiler, göç ettiği yer ve oranın sakinleri hakkında her zaman yeterince bilgiye sahip olmamaktadır. Kısıtlı bilgilerin giderilmesi adına, etkileşim ve bilgilenme dışında, bazen de çıkarımlara gereksinim duyulabilmektedir (Gudykunst ve Hammer, 1988, ss. 113-117). Ne var ki, eğitim kaynaklı göçlerde, beyin ve emekli göçlerinde, diğer tür göçlere oranla gönüllük daha çok hâkim olduğu için bireyler, göç edecekleri ülkeleri gelmeden önce oranın kültürünü öğrenmeye daha istekli gözükmektedirler. Bu gönüllülük ve isteklilik, onların yeni kültüre olan uyumlarını da arttırmaktadır (Aksoy, 2012, s. 301).

Misafir olarak göç eden bireylerin yerleştikleri ülkedeki beklentilerinin derecesi de onların ev sahibi toplumun kültürüne uyumunu belirlemede etkisi olabilmektedir. Bu kişilerin örneğin sosyal, ekonomik, coğrafik beklentileri bulunmaktadır. Bazı göçmenler diğerlerine göre daha fazla beklenti içerisine girebilmektedir; bir kısmınınki gerçekleşmekteyken bazılarınınkisi gerçekleşmemektedir. Bununla birlikte hangi beklentinin gerçekleşip gerçekleşmemesinin, onların uyum düzeyini belirleyeceği müphemdir. Buna ilaveten beklentilerinin karşılanmamasının, uyumu azaltacağını söylemek de yanlış olabilir. Şu da söylenebilir ki düşük beklentiler kısa süreli uyum için belki daha fazla tercih edilebilir ama uzun vadede zayıf bir uyum oluşturacağı nedeniyle daha az tercih edilebilir (Furnham, 1988, s. 55).

1.4.2.1. Kültürel Uyumun Aşamaları

Yoshikawa (1988, ss. 142-144) ve Adler (1975, ss. 16-18) kültürel uyum konusunda ortaya atılmış kavramsallaştırmalardan yola çıkarak, kültürel uyumun: (1) iletişim, (2) dezentegrasyon, (3) yeniden entegrasyon, (4) otonomi ve son olarak (5) çift salıncak/bağımsızlık olmak üzere toplamda 5 aşamada gerçekleştiğini belirtmektedir: (1) İletişim: Yeni bir kültürle ilk iletişim anında, bu yeni duruma karşı verilen tepkiler kişiden kişiye farklılıklar arz edebilir. Bazıları kendi kültürünü devam ettirme konusunda ısrarcı olabilirken, bazıları bu yeni kültürde kendisinden bir parça görebilir. Bazıları için bu yeni ve heyecan verici durum “balayı” havasında geçebilir, yani onun için merak uyandırıcı olabilirken, bazıları için tehlike arz edici bir halde addedilir.

37

(2) Dezentegrasyon: Bu aşamada birey, kendi kültürü ile ev sahibi kültür arasındaki farklılıklar sebebiyle kendini bir çatışma ve belirsizlik içerisinde bulur. Eğer birey bu farklılıkların üstesinden gelemez ise, kültür şoku yaşamaktadır. Adler bu duruma “dezentegrasyon” adını vermektedir.

(3) Yeniden Entegrasyon: Bu süreçte birey bir önceki durumun handikaplarından kurtulmanın yollarını aramaya başlar ve ilk süreç ile ikincisi arasında bir git-gel yaşar. Bu durumda bireylerin kimlik krizi yaşaması, iki kültür arasında sıkışı kalması, aidiyet duygusunu arama hallerinde olması muhtemeldir. Zira bu kişiler anlamsızlık ve yabancılaşma duygusu içerisine girmişlerdir.

(4) Otonomi: Birey, önceki süreçlerin aksine, bakış açısında bir esneklik kazanmıştır. Artık kültürel farklılıklar, onun için bir trajedi değildir. Benzerlikleri ve farklılıkları olgunca benimser ve onların kazanımlarını anlamaya başlar. Bu süreçlerde bireylerde bir gelişim yaşanır ve birey kendisini “üçüncü kültüre” ait hissetmeye başlar.

(5) Çift Salıncak: Artık birey kültürel farklılıklardan ve benzerliklerden tam anlamıyla istifade etmeyi öğrenmiştir. “Kişi bağımsızdır ama aynı zamanda karşılıklı bağımlıdır. Bu paradoksal varoluş, kendisini yeni bir kimliğe bırakabilir: “Bütünlük içinde birlik” veya “bütünlük içinde ikilik”. Bu son aşamada birey dünyaya karşı daha açık daha duyarlı hale gelir ve artık farklılıklara karşı mesafeli olmayıp onlarla yüzleşmeye çalışır. Bir açıdan da yabancı olarak addettiği şeylere açık kalma isteği, onu daha korunaksız bir hale sokar.”

Ting-Toomey ve Kurogi’nin formüle ettiği “facework7 management” teorisine göre ise bireyler kültürlerarası iletişim yetkinliğine ulaşmak, başka bir ifadeyle kültürlerarası uyum sergileyebilme yeteneğine haiz olmak için “bilgi”, “farkındalık”, ve “etkileşim” becerilerini geliştirmeleri gerekmektedir. Araştırmacılar bu teoriyle motivasyonel faktörlerden ziyade bilişsel ve davranışsal faktörlere odaklanmaktadırlar (Spitzberg ve Chagnon, 2009, s. 12; Ting-Toomey ve Kurogi, 1998, s. 201).

Bilgi boyutu ile etnomerkezci bakış açısına sahip olan kişiler, başkalarının kültürü hakkında bilgi sahibi olarak, farklı kültüre sahip olanların farklılıklarına saygı duymayı

7 “Facework” ile “başkalarının saygınlığını arttırmak veya ona karşı durmak için bireylerin kendi sosyal

saygınlığını düzenleyen iletişimsel davranışlar” kastedilmektedir. Bu ifade kişiler arası saygınlık konularına ve başkalarının aidiyetini dikkate alma konularına refere etmektedir (Ting-Toomey ve Kurogi, 1998, s. 188).

38

öğrenebilmektedirler. Bu aşamada başkalarının kültürel bakış açılarını öğrenip, onlarla empati kurmaları, sözgelimi onların aidiyet duyduğu bireyselci/toplulukçu8 toplum anlayışına göre onlara yaklaşım biçimi sergilemeleri gerekmektedir (Ting-Toomey ve Kurogi, 1998, s. 201).

Farkındalık boyutu, kendi kültürel ve alışılageldik varsayımlarımızı, etnomerkezci bakış açışımızı ve önyargılarımızı tekrardan gözden geçirmemize ve düzenlememize olanak sağlamaktadır. Bu aşamada, yeni etkileşim patikalarından geçmek için, iflah olmaz duygularımızla hesaplaşmalıyız. Yeni fikirlere ve bakış açılarına açık olmamız için, mental açıdan belli bir esnekliğe ve empati kurma becerisine sahip olmalıyız. Son olarak farkındalık sahibi olmak, kültürlerarası etkileşim sürecinde yaşanacak olası bir çatışma anında yaratıcı bir düşünme gücüne sahip olmayı gerektirmektedir. Eğer ki çatışma anında iki birey birbirinden uzaklaşmayı tercih eder ve ortak paydada buluşma yolu aramaktan imtina ederse, o kültürel çatışmanın tatminkâr bir şekilde sonlanmasını beklemek beyhude gözükmektedir (Ting-Toomey ve Kurogi, 1998, ss. 203-204).

Son boyut olan etkileşim becerisi ile “mevcut durumda münasip, etkili ve uyarlamalı bir şekilde etkileşime geçme kabiliyetlerimiz” kastedilmektedir. Kültürlerarası etkileşim kaynaklı çatışma anında bireyler birbirlerinin kültürel ve bireysel farklılıklarını anlamaya ve sakince birbirine anlatmaya hazır olmalıdırlar. Birbirlerinin sorunlarını pür dikkat- “kulaklarıyla, gözleriyle, kalpleriyle”-, başka bir ifadeyle kullanılan tonlamayı, ritmi, jest ve mimikleri ile bazen de sükutla dinlemelidirler. Bu aşama kendi içerisinde gözlem, tasvir, yorum, muallaklık içermektedir. (1) Öncelikle karşı taraftan sözlü veya sözsüz davranışları gözlemlenir. (2) Sonrasında kültürlerarası tartışma esnasında cereyan eden zihinsel ve davranışsal tepkiler tasvir edilir. Örneğin: “benimle konuşurken göz teması kurmuyor”. (3) Sonrasında, gözlemlediğimiz ve tasvir ettiğimiz davranışları anlamlandırmak için birden çok yorum geliştirmeliyiz. Örneğin, “belki kendi kültürel

8 Bireyselci toplumlarda bireyin düşünceleri, davranışları ve duyguları -toplulukçu toplumdakinin aksine-

bireyin kendi yaşam algısına göre şekillenmektedir. Toplulukçu toplumda ise birey toplumun gelenekleri, norm ve değerlerine göre eylemini düzenlemektedir (Markus ve Kitayama, 1991, ss. 226-230; Wasti ve 2007, s. 3). Bireyselci toplumda, bireyin; toplulukçu toplumda ise toplumun menfaatleri ön plana çıkmaktadır (Wasti ve 2007, s. 3). Toplulukçu toplumda bireylerin, bireyselci toplumlardakilere oranla daha yardımsever ve fedakâr olduğunu yapılan çalışmalar göstermektedir. Örneğin bu çalışmalardan biri Kenya, Meksika ve Filipinler gibi toplulukçu olduğu bilinen toplumlarda çocukların, bireyselci toplum olan Amerika’dakilere göre daha yardımsever olduğunu bize göstermektedir (Ayten, 2009, s. 46; Franzoi, 2005, s. 473).

39

yapısında, göz temasından kaçınmak saygılı bir davranıştır; belki göz temasından kaçınmayı ayıp olarak değerlendirmem kültürümden ötürüdür.” (4a) Son olarak farklılıklara saygı duyabilir ve etnomerkezci yaklaşımımızı askıya alabilir veya (4b) alışkın olmadığımız bu duruma olan hoşnutsuzluğumuzu kabullenerek açık uçlu bir değerlendirmede bulunabiliriz. Örneğin, “göz teması kurmak bu kişinin kültürel bir alışkanlığı olduğunu anlıyorum, ama böyle bir etkileşimden rahatsız olduğum için halen bu durumdan hoşnut değilim”. (4c) Bu davranışın gerçekten onun kültürü açısından etik mi yoksa bu onun bireysel bir huyu mu olup olmadığını sorgulayabiliriz. (4d) Bu tarz farklılıkların gerçek sebebinin ne olduğunu kavramak için karşı taraf ile özel bir iletişim ağı kurabiliriz (Ting-Toomey ve Kurogi, 1998, ss. 204-205).

Deardorff ise, kültürlerarası öğrenci uyumu konusunda uzman 23 araştırmacı ile yaptığı araştırma ile uyumun tanımını ve bileşenlerinin portresini çizmeye çalışmıştır. Neticesinde yazar, bileşenlerini de içerisine dâhil ettiği güdüsel, bilişsel ve beceri unsurlarına dayalı bir tanımın ortaya çıktığı çalışmasında; tutumlar, bilgi/kavrama ve yetenekler gibi ölçütlerin derecesinin bireyin kültürlerarası etkileşim derecesinin de belirleyici olduğuna kanaat getirmiştir (Spitzberg ve Chagnon, 2009, ss. 13-14; Deardorff, 2006, ss. 254-256; Deardorff, 2004, ss. 196-198).

Deardorff’un temas ettiği (1) ilk aşama olan tutumlar aşamasında, bireysel olarak bir takım zaruri tutumlara sahip olmak gerekmektedir. Bunlar: saygı (diğer kültürlere saygı göstererek), açıklık (sorgulamadan kültürlerarası öğrenmeye ve diğer kültürlere sahip insanlarla etkileşime girmeye açık olarak), merak ve keşif (anlam muğlaklığını ve belirsizliği tolere ederek). (2) Sonraki aşamada dinleyerek, gözlemleyerek, yorumlayarak, analiz ederek, değerlendirerek ve bağlantı kurarak bilgilenmeye ve kavramaya çalışılmalıdır. Bu boyutta kültürel kişisel farkındalığa, derin anlayışlılık ve kültür bilgisine (bunun içerisinde başkalarının dünya görüşüne ve kültürüne etkinini rolünü anlamak da dâhildir), spesifik kültür bilgisine, sosyo-linguistik farkındalığa haiz olmamız gerekmektedir. (3) Tüm bunlar neticesinde adapte kabiliyeti (değişik iletişim tarzlarına ve davranışlarına; yeni kültürel çevreye adapte olma), esneklik (uygun iletişim tarz ve davranışları seçerek ve kullanarak), etnogöreceli bakış açısı ve empati gibi dâhili çıktılar elde ederiz. (4) Son aşamada ise kültürlerarası bir durumda edindiğimiz etkin ve uygun bir şekilde davranma ve iletişime geçme gibi harici çıktılar yoluyla oryantasyon süreci

40

tamamlanmış olmaktadır (Spitzberg ve Chagnon, 2009, ss. 13-14; Deardorff, 2006, ss. 254-256; Deardorff, 2004, ss. 196-198).

1.4.2.2. Belirsizliğin/Tedirginliğin Azaltılması ve Yaşam Doyumu

Kültürlerarası etkileşim aşamasında bireylerin tatminkâr yaşam doyumuna ve mutluluğa erişmeleri için, farklılıklardan ötürü yaşamaları muhtemel belirsizliği ve tedirginlik ile başa çıkmaları önem arz etmektedir. Yaşam doyumu, kişilerin maddi ve manevi açıdan yaşantılarından duydukları memnuniyet şeklinde tanımlanabilir (Şeker ve Akman, 2015, s. 112). Bu kavram, kimi zaman “mutluluk” kavramı ile ilişkilendirilmeye ve açıklanmaya çalışılmaktadır. Shin ve Johnson, bireyin “kaynaklara erişme, ihtiyaç ve arzularının tatmin olma; kendini ifade edebilecek aktivitelere katılım sağlama ve başkalarıyla ve geçmişle kendisini mukayese edebilme” derecesinin o bireyin mutluluğu hakkında bize bir bilgi sunabileceğini düşünmektedir (Neto, 2001, s. 54; Shin ve Johnson, 1978, s. 479). Yine onlara göre cinsiyet, yaş, gelir gibi bireysel özellikler de mutluluğu etkiler ama bunlar tali unsurlardır ve yukarıda sayılan dört öğeye göre şekillenmektedir. Sosyal bilim çalışmalarında yapılan “mutluluk” tanımlarını yetersiz bulan bu iki sosyal bilimci, bireyin mutluluk derecesini ihtiyaç ve kaynaklarının, mensubu olduğu kültür ve çevrenin şekillendirdiğini belirtmektedirler (Shin ve Johnson, 1978, s. 491).

Bireyler, yeni bir kültürle karşılaştığında, genel olarak birbirlerine “yerli”ymiş gibi davranmazlar ve ihtiyatlı hareket ederler. Kültürlerarasında farklılıklar olduğundan ötürü, birbirlerine karşı davranışlarında bu yüzden bir belirsizlik hakimdir ve karşılıklı olarak yanlış anlaşılmaya açıktırlar (Pearce ve Kang, 1988, s. 27). Kültürel etkileşim sürecinde yaşam doyumunu arttırmak ve mutluluğu sağlamak için belirsizliğin azaltılması, tedirginliğin kontrol altına alınması/azaltılması ve stresle başa çıkılması gerekmektedir. Bu da stereotipler, münasip bir irtibat, paylaşılan ağlar, gruplar arası tutumlar, kültürel kimlik, kültürel benzerlik, ikinci dil kabiliyeti ve ev sahibi kültür malumatı ile yakından ilgilidir. Belirsizliği azaltmak, uygun belirsizliği azaltma stratejileri kullanma, sempatiklik ve yakın dostluk ile bağlantılıyken; tedirginliği azaltmak dışarıdan gelenlerin motivasyonu, bu kimselerin psikolojik ayrışmaları, ev sahibi halkın bu kişilere karşı tutumları ve ev sahibi kültürün dışardan gelen kişilere karşı uyguladığı politikalar ile ilintilenir (Gudykunst ve Hammer, 1988, s. 132).

41

Bireyin yeni bir kültürel ortamda yaşayacağı belirsizler ve gerilimler onun adapte sürecinde yaşam doyumunu belirleyebilme kudretine sahiptir. Bununla birlikte demografik ve psiko-sosyal koşulların ortak bir birleşimi olan “hakimiyet”i bu süreçte önemli bir rol oynar. Eğer birey bu iki koşulun yaratacağı zorlukları kontrol edebilme gücünü kendinde bulursa, o zaman yaşam doyumunda artış olması muhtemeldir. Başka bir ifadeyle ne kadar yüksek derecede hakimiyet kurulabilirse, o kadar yüksek yaşam doyumu kaçınılmazdır (Neto, 2001, s. 65).

Folkman ve Lazarus (1985, s. 157; Ward ve Kennedy, 2001, s. 636) mensubu oldukları kültürel değerlerden farklı bir kültürel dokuya geçiş yapan bireylerin, karşılaşacağı uyum sorunlarını aşmada takip edebileceği belli başlı sekiz yolun altını çizmektedir: Problem çözme, hüsnükuruntu, önyargılardan uzak olma, sosyal destek arama, pozitif düşünceye sahip olma, kendisini de suçlayabilme, çatışma ve gerilim anında sakin kalabilme, geri çekilme …

Folkman ve Lazarus (1985, s. 157), saymış oldukları bu sekiz ölçeği, öneri cümlelerle şöyle izah etmektedirler:

(1) Problem çözme: “Problemin ne olduğunu daha iyi anlamak için onu analiz etmeye çalışıyorum.”

(2) Hüsnükuruntu: “Umut ediyorum ki içinde bulunduğum bu (kötü) durum, yakında iyiye doğru gidecek.”

(3) Önyargılardan uzak olma: “Her şeyi unutmaya çalış”

(4) Sosyal destek arama: “İçinde bulunduğun durumu daha iyi kavraması için birisiyle konuş.”

(5) Pozitif düşünceye sahip olma: “Umut ışığına bak, deyim yerindeyse; bir şeylerin parlak kısmına bakmaya çalış.”

(6) Kendisini suçlayabilme: “Farkına varmalıyım ki problemin ortaya çıkmasında benim de katkım var.”

(7) Çatışma ve gerilim anında sakin kalabilme: “(Bunun için) koşuyorum veya egzersiz yapıyorum.”

42

Singapur’a yerleşmiş olan 113 İngiliz vatandaşı üzerinde anket çalışması yapan Ward ve Kennedy, “aktif başa çıkma, planlama, araçsal toplumsal destek arama, duygusal toplumsal destek arama, rekabetçi aktiviteleri baskılama, pozitif büyüme ve yeniden yorumlama, itidalli başa çıkma, kabullenme, duyguları dışa vurma, reddetme, ruhsal rahatlama, davranışsal rahatlama” şeklinde 12 ölçekli bir stresle başa çıkma envanteri kullanmıştır (Ward ve Kennedy, 2001, ss. 637-638).

Furnham (1988, s. 54), tedirginlik ile dini anlayış arasındaki ilişkiye temas etmektedir. Ona göre, kaderci bir dini anlayışa sahip olanlar ile yaşadığı tecrübeler neticesinde kendini çaresiz niteleyenlerin, kişisel iradenin daha önemli olan muhitlerden gelenlere nazaran daha fazla uyumsuzluk yaşadıklarını ve stresle başa çıkmada zorlandıklarını göstermektedir

Portekiz’deki göçmen ailelerinden 313 Angolalı, Yeşil Burunlu ve Hindu ergen bireyin yaşam doyumunu ölçmeye amaçlayan Neto’nun ulaştığı sonuçlara göre (1) erkek cinsiyetine sahip olanların (2) “izzetinefis” sahibi olanların (3) homojen bir etnik yapıya sahip mahallede ikamet edenlerin- bu ölçütlere sahip olmayanlara göre- yaşam doyum oranı daha yüksektir (Neto, 2001, s. 65).