• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.3. Kültür-Dil İlişkisi

İnsanlar sembol üretmesi hasebiyle diğer varlıklardan ayrışmakta ve bu sembolleri dil ile diğerlerine aktarmaktadırlar. Bu bağlamda bireyler bağlı bulunduğu kültür içinde dil ile “şeyleri” sembolize eder ve bunların toplamı kültür dediğimiz olguyu inşa eder.

Kültürü keşfetmeye çıkılan macerada sembolik rehber olan dil (Sapir, 1929, s. 210), her toplumun kendi ihtiyaçlarına binaen, kültür ve medeniyet seviyesine uygun bir şekilde oluşturduğu, kendi tarihi ve kültürüyle iç içe olan yapıtaşlarıdır (Kaplan, 2015, ss. 134-135). Birbiriyle harmanlanmış kültür ile dil yani iletişim, arasında karşılıklı bir ilişki bulunmaktadır. Sözgelimi, kültür dili etkilemekte, iletişim de kültürü etkilemektedir. Bireyler de iletişim yollarını, kültür aracılığıyla öğrenmektedir (Şen, 2008, s. 3). Bu yönüyle dil, salt bir iletişim aracı olmaktan ziyade, toplumların kimliğini oluşturmakta da önemli rol oynamaktadır (Gökçel, 2012, s. 68). Bu yüzden sosyal bilim alanında- özellikle sosyolojik çalışmalarda kültürel dokunun keşfedilmesi amacıyla yapılan çalışmalarda- düşünce, kalıp, davranışın bireyler arasında aktarılmasını kolaylaştırıcı veya zorlaştırıcı önemli bir rol oynayan dil konusuna odaklanmak gerekmektedir. Sosyologlar da dil farklılıkların kültürler üzerinde yarattığı değişiklerin sembolik önemine ilgi duydukları görülmektedir (Sapir, 1929, s. 210).

Kültür ile dilin yakın ilişkisinden ötürü, bireyler sosyalizasyon sürecinde kültür ile birlikte dili de öğrenmiş olurlar. Bireyler içerisinde yaşadığı kültürün ana dilini, otonom bir şekilde yani çok da farkına varmadan öğrenirler. Birey ana dilini öğrenmek için sistematik bir çaba sarf etmeye gerek duymaz; yaşadığı kültür ve çevreyle girdiği iletişim ve etkileşim ağları, dili öğrenmesine neden olur. Bu yüzden dil öğrenimi ve kullanımı çocuğun sosyalleşmesine, aynı zamanda sosyalleşme de onun dili ve dolayısıyla kültürü öğrenmesine olanak sağlar (Schuchlenz, 2003, s. 26; Little, 1991, s. 24).

Bununla birlikte dil, sadece o kültüre mensup olanlarla sınırlı kalmamakta gezginler, araştırmacılar, tüccarlar, öğrenciler aracılığıyla yabancı kültürle/toplumla ticari, akademik, politik nedenlerle etkileşime geçmek isteyen bireyler tarafından da öğrenilmektedir. Sebebi her ne olursa olsun, toplumla etkileşim halinde olmak, bireylerin

29

iletişim bazlı ihtiyaçlar hissetmesine yol açmakta; birey de bunu tatmin etme adına dil öğrenme çabası içerisine girmektedir (Schuchlenz, 2003, s. 26; Little, 1991, s. 24). Yerel halktan farklı olarak, o toplumun dilini öğrenmek isteyen bir birey o toplumda sosyalleşmediği ve otonom bir şekilde hem dili hem kültürü edinemediği için bu ikisini birlikte öğrenmesi uygun görülmektedir. Zira bir toplumun dilini iyi bilmek demek, her ne kadar faydası olsa da- onun kültürel yapı taşlarını bilmek anlamına gelmemektedir. Bireyin yabancı bir dili akıcı konuşması onun o toplumda kültürel kodlarını keşfedeceğini ve bu bağlamda zorluklar yaşamayacağını garanti etmemektedir. Bundan dolayı toplumla etkileşim anında dil bilgisi tek başına yeterli olmamakta, -zaruri olmamakla birlikte- kültür bilgisine de ihtiyaç duyulmaktadır (Fink, 2003, s. 65; Gannon ve Pillai, 2010, ss. 5-15).

Buna binaen dil öğretilirken sadece o dilin kurallarını öğretmek yetmez; aynı zamanda dilin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yapısı da öğretilmelidir (Güleç ve Bekir, 2013, s. 97; Er, 2006, s. 3; Fink, 2003, s. 65). Bir dili akıcı bir şekilde konuşabilmek, o dili konuşanlarla etkileşim halinde olmaya ve onların kültürel yapıtaşlarını kavramaya hizmet etmelidir (Fink, 2003, s. 65). Sözgelimi öğrenciler içerisinde bulundukları kültürü öğrenemeden o ülkede konuşulan dilde uzmanlaşması muhtemel gözükmemektedir (Güleç ve Bekir, 2013, s. 97; Er, 2006, s. 6). Bu yönüyle kültürel unsurlara vakıf olmadan bir dili akıcı bir şekilde konuşmak, o toplumu ve onu oluşturan unsurları anlamaya yetmemektedir. Yabancı bir dilde çok basit bir şiiri okuduğumuzu ve kelimeleri literal olarak bildiğimizi varsayalım. O toplumun dünya görüşünü bütünüyle yansıtan kültüre karşı bir farkındalığımız yok ise sözgelimi o şiirde aktarılmaya çalışılan imaları, mesajları anlamamız da mümkün olmamaktadır (Sapir, 1929, ss. 209-210).

Dil ile kültürü birlikte öğrenmek, içerisinde bulunduğumuz toplumla etkileşimimizi arttırmayı ve ona uyum sağlamamızı da kolaylaştırmaktadır. Dili öğrenmek ve iyi kullanabilmek, kültürün maddi-manevi unsurlarını ve davranış biçimlerini öğrenmemize yardımcı olmaktadır (Aksoy, 2012, s. 302). Başka bir ifadeyle dil ve kültür birbirleriyle iç içe geçmiş süreçler olduğu için bir topluma, kültürel olarak uyum sağlamanın yollarından birisi de o kültürün aktarıcısı olan dili iyi bilmek ve kullanmaktır. Bulunduğu toplumun dilini iyi kullanamayan birisine kültürün aktarılması ve onun uyum sağlaması mümkün gözükmemektedir (Güleç ve Bekir, 2013, s. 97). Bu yüzden dil ve kültür eğitimi birbiriyle yürütülmesi gerekilen bir süreçtir. Kültürel dokular dilde kullanılan kelimelere,

30

kalıplara, deyimlere ve ata sözlere yansır. Dilin inceliklerini öğrenmeye çalışma, bizleri kültürü anlamaya zorlamaktadır (Seymen ve Tok, 2015, ss. 1190-1191). Çünkü yabancı bir dili akıcı konuşan bireyin, o dil yetisini kültürün ana yapısını keşfetme adına kullandığında, kültürel etkileşime kolayca gireceği öngörülmektedir (Fink, 2003, s. 65). Bahsettiğimiz bu olguların pratikte yansımasına bakacak olursak, yukarıda dil ile kültürün yakın ilişkisinden söz etmiştik. Bu gerçeklik, bizi bir dili öğrenmede dini ve kültürel yakınlığın pozitif bir etkisi olduğu sonucuna götürmektedir. Tok ve Yıgın, 57 yabancı uyruklu öğrenci üzerinde yaptığı nitel araştırmayla onların Türkçeyi öğrenme motivasyonlarını anlamaya çalışmıştır. Bunun neticesinde bu öğrencilerin Türkçe öğrenmesinde ekonomi, eğitim, turizm, siyasi ve evlenme gibi araçsal motivasyonların olduğunu ve tarihi, akrabalık, dini bağ gibi bütünleştirici motivasyonlar etkili olduğu tespit etmiştir (Tok ve Yıgın, 2013, s. 144). Aynı çalışmanın bir diğer bulgusuna göre, Müslüman olan öğrencilerin Türkçe öğrenmelerinde eğitimin yanı sıra tarihi, dini, siyasi bağların olumlu bir motivasyon aracı iken, Hristiyan olan veya hiçbir dini inanca mensup olmayan öğrencilerin Türkçe öğrenmelerinde asıl motivasyonu ekonominin oluşturmaktadır (Tok ve Yıgın, 2013, s. 132).

Dil ile kültürün birlikte öğrenilmesi hususunda ise linguistik alanındaki çalışmalar, dil kitaplarında dil ile birlikte kültürün öğretilmesinin dil öğrenimini kolaylaştıracağını bize göstermektedir. Öncelikle öğrencilere “dil farkındalığı” kazandırılacak ve bu da onları sadece dilin gramatik yapısını öğrenmekle sınırlamayacak, aynı zamanda o dili kuşatan ve oluşturan unsurlar hakkında malumat sahibi olmasına ve neticesinde dil becerisini geliştirmesine yardımcı olacaktır. Dil farkındalığının önemli aşamalarından birisi de öğrencilere kültür farkındalığı kazandırmaktır. Bunun da 3 önemli saç ayağı bulunmaktadır: “bilgi (knowledge/savoir)”, “sosyo-kültürel kifayet (socio-cultural competence/savoir-faire)”, “tutum (attitude/savoir-être)” (Mairitsch, 2003, s. 49;

Camilleri, Fenner ve Newby, 2000, s. 154).

(1) Bilgi ile bireyin içerisinde bulunduğu yabancı toplumun kültürel öğelerini6 öğrenmesi; (2) sosyo-kültürel kifayet ile bireyin yabancı toplumda anlam karmaşası yaşamaması için

6 Yabancılara, ev sahibi toplumun dilini ve kültürünü öğretme sürecinde onların kültürel farkındalık kazanmaları için aktarılması gereken kültürel unsurlar arasında şunlar sayılabilir: tarih, coğrafya, siyaset,

31

o kültürde nasıl davranması gerektiğini kavraması kastedilmektedir. Önceleri bireyin yabancı topluma adapte olması ve karşılaşacağı durumlara karşı esneklik kazanması için toplumun geleneksel konuşma kalıplarını bilmesi yeterli olduğu düşünülürken, sonrasında artık bireyin o toplumla karşılıklı etkileşime girmesinin ve böylece karşılaşacağı olağan durumlara- örneğin yanlış anlaşılmalar- karşı hazırlıklı olması gerektiği kanaati hasıl olmuştur. (3) Tutum ile bireyin başkalarına karşı daha anlayışlı ve toleranslı olması gerektiği kastedilmektedir. Bireyler yeni toplumda yabancı olduğu için yerel dili tam anlamıyla öğrenememe riskiyle baş başa olabilirler ve bu yüzden yanlış anlaşılmalar kendilerinde hayal kırıklığı yaratmaması gerektiğini bilmelidirler (Mairitsch, 2003, ss. 49-50; Camilleri ve diğerleri, 2000, ss. 155-209).

1.4. Kültürel Etkileşim