• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE

1.4. Kültürel Etkileşim

1.4.6. Irkçılık, Ayrımcılık, Önyargı, Stereotip

Sosyal bilimler alanında ve kamuoyunda ırkçılık, etnomerkezcilik, önyargı, stereotip gibi kavramlar sıklıkla birbirinin yerine kullanılan veya birbiriyle karıştırılan kavramlardır. Bunun için öncelikle ana hatlarıyla bu kavramları açıklamamız uygun gözükmektedir. Etnik grup (etnisite): “ait oldukları ve içinde özgün kültürel davranışlar sergiledikleri bir toplumda kendilerini diğer kolektif yapılardan farklılaştıran ortak özelliklere sahip olduğunu düşünen ya da başkaları tarafından bu gözle bakılan kişileri tanımlayan bir terimdir” (Marshall, 1999, s. 215). Kabile veya ırk anlamına gelen etnisite, Yunanca “ethnos” kelimesinden türetilmiştir. “Irk” kavramının vurguladığı biyolojik veya genetik benzerliğinin ötesinde, kültürel unsurların benzerliğine odaklanmıştır. Bununla birlikte “ırk” kavramının ifade ettiği anlamları dışarıda tutmamış, toplumsal olarak üretilen ve değiştirilen yaşam tarzları, adetler, din, dil gibi kültürel unsurları da içerisinde barındırmıştır (Kirman, 2011, s. 106) Etnomerkezcilik (etnosantrizm), bir toplumun, kendisinden farklı din, dil, yaşam tarzı, etnik köken gibi kültürel unsurlardan sahip olan bir toplumu/toplumları aşağıda görmesidir (Marshall, 1999, s. 219). Bir toplumun kendi kültürünü doğru ve rasyonel bulup, diğer kültürleri kendi referans aldığı kültürüne benzerlik durumuna göre değerlendirmesidir (Kirman, 2011, s. 108)

49

Irk, bireyin deri, renk, kafa yapısı, göz rengi, yapısı, burun gibi fiziksel ve görüntü olarak diğerlerinden farklılaşan gruplardır. Sosyoloji ve antropoloji bilimlerinde ırk tasnifleri dışlayıcı ve totalci bir yaklaşımı andırdığı için kullanımı rafa kaldırılmıştır. Bununla birlikte Kafkas, Mongol, Siyahi (literatürdeki bir diğer kullanım şekli Zenci) ve Avustralyalı şeklinde dört genel ırk tasnifi yapılmıştır (Kirman, 2011, s. 49). Irk ayrımcılığı, “bir gruba sadece toplumsal düzeyde belirli bir ırka ait fiziksel veya diğer özelliklere sahip olduğu için eşit olmayan muamele yapılması”, ırkçılık ise, “ırk ayrımcılığının konusu olan özellikleri, olumsuz değer biçilen toplumsal, psikolojik ya da fiziksel özelliklerle ilişkilendirerek ırk ayrımcılığını destekleyen, deterministik bir inanç sistemidir” (Marshall, 1999, s. 311).

Hangi ayrıştırıcı durumların ırkçılık kabul edildiği konusunda sosyoloji biliminde birbirinden farklı görüşler olduğunu belirtmekle birlikte, teorisyenlerin altını çizdikleri hususlara değinmenin yeterli olacağı düşüncesindeyiz. Buna göre, fenotipik farklılıklardan (yüz özelliklerine, deri rengine) ve etnomerkezci bir biçimde bireyin sahip olduğu alt kültürden ötürü yapılan ayrıştırma; ırksal olarak tanımlanmış bir azınlığa öyle olmadığı halde o azınlığın bir grubuymuş gibi onu etiketleme/stereotipleştirme; bireyden kendi kültürüne ait değer ve yaşam tarzlarını bırakıp ev sahibi toplumun değerlerine göre yaşam tarzı sürmesi yönündeki talep etme/baskı gösterme ırkçılığın kapsamına girmektedir (Marshall, 1999, s. 311-312).

Bu tanımlamalardan anlaşılacağı üzere etnomerkezcilik ile ırkçılık zaman zaman birbirinin yerine kullanılmaktadır. Kavramsal olarak bunların birbirleriyle ayrışan yönleri ise şu şekildedir: etnisite, kültürel; ırk ise fiziksel/genetik açıdan farklılaşan toplumlardır. Buna paralel bir şekilde etnomerkezcilik, kendisinden kültürel; ırkçılık ise fiziksel/genetik açıdan farklılıklara sahip olan toplumları aşağıda görmek, dışlamaktır. İki farklı unsura sahip toplumların birbiriyle olan etkileşiminde incelenmesi gereken bir diğer husus ise önyargı ve stereotiplerdir. Önyargı, herhangi bir durumla ilgili bilgi, deneyimimiz olmadan; stereotip (kalıpyargı) ise medya, çevre vb. unsurlar tarafından bir durumla ilgili öğrenilmiş bir gerçeklikten (gerçek olduğunu varsaydığımız) yola çıkarak onun hakkındaki eksik bilgilerimizi öncekiyle tamamlayarak yargıda bulunmaktır (Göregenli, t.y., ss. 6-7). Buradan anlaşılacağı üzere kalıpyargılar, önyargılara oranla daha çok bilgi ve tecrübeye dayanmaktadır. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: A grubunun, B grubu ile fikirsel veya fiziksel olarak bir çatışma halinde olduğunu farz

50

edelim. A grubundaki bireylerin B grubundakileri, salt aralarındaki dostane olmayan ilişkilerden ötürü sözgelimi “B grubundakiler, insani ilişkilerde kabadır” varsayımına ulaşması, onlara karşı önyargılı olduğunun göstergesidir. Bu sefer de bireyin çevre, medya veya kendi araştırmaları/tecrübeleri aracılığıyla X toplumuna mensup olanların genel itibarıyla iş ahlakına sahip olmadıkları sonucuna vardığını kabul edelim. Bireyin, bu edindiği yargıdan ötürü “X toplumdaki tüm bireyler, iş ahlakına sahip değildirler” şeklinde bir genellemeye varması, onlar hakkında stereotipe sahip olduğu anlamına gelir. Böylelikle bireyler kendilerinden farklı kültürel arka plana sahip toplumlar hakkında -onlarla karşılaşmadan önce -bir takım doğru veya yanlış ön kabullere sahip olabilmektedirler (Kartarı, 2014, s. 244, Aksoy, 2012, s. 300). Başka bir ifadeyle değer, dil, kültür, etnisite, renk ve dini inanç açısından farklılık arz eden yabancılar potansiyel olarak “öteki” olarak addedilip, oluşan önyargı ve stereotiplerden dolayı yabancı düşmanlığına, ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalabilmektedir (Demirhan, 2017, s. 556). Günümüzde farklılıklara sahip bireylerin bir arada bulunmasında görülen artış, ırkçılık ve ayrımcılığın belirme ihtimalini de arttırmaktadır. Bunun önüne geçmek için yollar arayan düşünce sistemlerinden biri olan çokkültürlülüğün liberal modeli bireyin dini, ahlaki yapısı, aile yapısı vb. kendisine ait durumların onun özel alanı olduğu ve taşıdıkları farklılığın sadece kendilerini ilgilendirdiğine vurgu yapmaktadır (Şan, 2005, s. 78). Esasında postmodernite düşüncesi, selefinin yani modernitenin ayrıştırıcı yönünü bertaraf etme adına umut vaat etmektedir. Modernite ortaya koyduğu anlayış gereği kendi kendisinin dışındaki etnik köken, ırkı, dini ötekileştirme, dışlama ve hor görmeye meyilli iken; postmodernite bu tür ayrımcılıkları dışlamakta ve hiçbir ırk, kültür, cins ve cinselliklerin diğerin üstün olmayacağının altını çizmektedir (Şan, 2005, s. 73). Postmodernite, modernitenin dışladığı cemaat, gelenek, kendi kültür ve geleneklerine bağlılık, milliyet gibi unsurları dönüştürme yoluna gitmekte ve hiçbir farklılığın diğerine karşı bir üstünlük taşımadığına, aksine tüm farklılıkları koruyup yaşatılmasına vurgu yapmaktadır (Şan, 2005, s. 74). Postmodernite, modernitenin özgürlük, eşitlik ve kardeşlik düsturunu bir kenara bırakarak özgürlük, farklılık ve hoşgörü kavramlarını öne çıkarmaktadır (Şan, 2006, s. 305; Bauman, 2003, s. 131).

Farklılıkların ayrışma ve çatışma ortamı doğurmasında yerel halk ve yabancıların birbiri hakkındaki önyargılar, algısal farklılıklar, birbirlerini yanlış anlamalar; yabancıların yaşadığı kültür şoku, yerli halkın yabancılara yönelik etnomerkezci yaklaşımlar

51

sergilemesinin yanı sıra olumsuz stereotipler de etkili olmaktadır (Aksoy, 2012, s. 303). Stereotipler makro düzeyde kültür, millet, ülke, din hakkında olmakta ve bazen yabancılarından yerel halka (Deaux, Winton, Crowley ve Lewis 1985; aktaran Franzoi, 2009, s. 234), bazen de yerel halktan yabancılara yönelik olmaktadır (Demirhan, 2017, s. 556). Bunun yanı sıra mikro düzeyde aynı toplumun alt birimlerine de sirayet edebilmektedir. Deaux ve diğerleri (1985; aktaran Franzoi, 2009, s. 234)’in çalışmasına göre Amerikan lise öğrencileri kadınlara karşı beş alt kategorik stereotip geliştirmişlerdir: ev kadınları, meslek sahibi kadınlar, atletler, feministler ve seks objeleri… Örneğin erkek, kadın hakkında geliştirdiği bu 5 stereotipten birisine göre kadınları değerlendirmekte ve hangisi kendisi için saygı değer ise diğerlerini otomatik bir süreç olarak dışlamakta ve yermektedir (Franzoi, 2009, s. 234).

Stereotipler tek yönlü değildir, bazen olumlu bazen olumsuz bir değer içermektedir. Yerel halk yabancılar hakkında yer yer olumlu; çoğunlukla da olumsuz stereotiplere sahip oldukları görülmektedir. Başka bir ifadeyle kendisinin içerisinde olmadığı gruplar hakkındaki düşünceler övücü olmaktan ziyade aşağılayıcı, zarar verici bir karakter taşımaktadır (Franzoi, 2009, ss. 233-234). Bu yönüyle negatif stereotipler, iki toplumun birbirinden uzaklaşmasına yol açmakta ve iki farklı grubun bir arada bulunma fırsatına sahip olduğu anda, çatışma ortamı doğurması ihtimal dâhilinde gözükmektedir (Aksoy, 2012, s. 303).

Kişiler stereotip geliştirdiği grupla karşılaştığında, eğer grup hakkında zihnindeki yargılar ile grubun aktüel durumu uyuşmuyorsa, bu sefer kişi güçlü bir şekilde o grup hakkında alt kategoriler oluşturmaya başlayacaktır (Franzoi, 2009, s. 234; Queller ve Smith, 2002, s. 309). Eğer uyuşmama derecesi düşük oranda ise, bireyin o grup hakkında alt-kategori oluşturmaması da muhtemel olacaktır. Beklenmedik bir şekilde, bu yeni durumda bir alt kategori oluşturmasa bile ılıman seviyede düşük bir uyuşmama hali, o grup hakkındaki stereotiplerinde bir bütün olarak ufak çaplı bir değişim yaşanmasına neden olacaktır. Başka bir ifadeyle, kişinin grup hakkındaki stereotipin derecesi ile o grupla karşılaştığı aktüel durumun arasındaki fark ne kadar düşük ise, bu stereotipin değişmesi o kadar yüksek ihtimal barındıracaktır (Franzoi, 2009, s. 234).

Franzoi’nin söz ettiği teoriyi kendi çalışmamız üzerinden kurgu bir örnekle açıklamaya çalışalım. Ülkemize gelecek olan bir yabancı uyruklu öğrencinin “Türkler, fen bilimleri alanında başarısızdır.” şeklinde olumsuz bir stereotipe sahip olduğunu düşünelim. Farz

52

edelim ki bu öğrenci ülkemize geldiğinde, ilgili stereotipiyle benzeşmeyen ve iki farklı oranda fen bilimciyle karşılaşsın: Bunlardan biri -öğrencinin sahip olduğu- negatif stereotip ile yüksek düzeyde uyuşmayan Aziz Sancar (başarı derecesi: 100 birim varsayalım), diğeri de stereotipiyle düşük düzeyde uyuşmayan X bir Türk fen bilimci (başarı derecesi: 30 birim varsayalım). Yabancı uyruklu öğrencinin “Türkler fen bilimleri alanında başarısızdır.” şeklindeki olumsuz stereotipini değiştirmede X kişisi, Aziz Sancar’dan daha etkili olacaktır.

Stereotipler kendisine önyargı beslenilen grupla karşılaşınca aktifleşir ve zamanla ya ayrımcılığa dönüşür ya da azalabilir/tamamen yok olabilir. Önyargı ve ayrımcılığın nasıl azaltılabileceği/yok edilebileceği konusunda Zitek ve Hebl (2007, s. 867; Franzoi, 2009, s. 238) önyargıya maruz kalan bireyin, karşı gruba karşı kendinden emin bir şekilde durarak onlara yaptıkları genellemenin yanlış olduğunu makul gerekçelerle izah etmesi gerektiğini belirtir. Kişi böyle bir duruşla önyargıya sahip olan kişileri bilinçlendirerek önyargılarını azaltır ve böylece onları toplumsal olarak eğitmeye katkı sağlamış olur. Araştırma konumuz olan yabancı uyruklu öğrencilerin, göç ettikleri ülkedeki kültürel etkileşim ve uyum sürecinde yaşaması muhtemel zorlukları minimize etmek için, dil eğitimi aldığı kurumlarda11 kullanılan kitaplar aracılığıyla, ev sahibi kültürün kendi aleyhlerine sahip oldukları stereotipler hakkında yüzleştirilmesi uygun görülmektedir. Öğrencilere, örneklerle stereotipler açıkça anlatılmalı ve bu şekilde sahip olunan önyargıların minimize edilmesi muhtemel gözükmektedir (Mairitsch, 2003, s. 50;

Camilleri ve diğerleri, 2000, s. 209).

Bununla birlikte yabancı uyruklu öğrenciler yerel halk tarafından geldikleri ülke hakkındaki negatif stereotiplerin varlığını sadece dış çevrede değil, sınıf içinde de hissetmektedirler. Bu olumsuz durum, öğrencilerin derse katılımlarını ve performanslarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu kişiler zaten diğer öğrencilerle iletişime geçme konusunda yabancı oldukları için dezavantajlı bir pozisyondayken; yerel öğrenciler tarafından marjinal pozisyona sokulmak onların derse katılımını sınırlandırmaktadır. Böylesi bir muameleye maruz kalmak bir anlamda onları küresel

11 Bu öğrenciler kendileri gibi farklı bir ülkeden gelen öğrencilerle ve Türk öğreticilerle doğası gereği bir arada bulunabilme adına sahip olduğunu yegâne fırsat dil kursları- örneğin TÖMER- olduğu için, bu çözüm yolunun ancak orada uygulanabilmesi mümkün gözükmektedir.

53

bilginin bir elçisi olmasından ziyade, dil ve uyum problemi olan zayıf bir “güruh” olarak lanse edilmesine neden olmaktadır (Ramachandran, 2011, s. 208).