• Sonuç bulunamadı

Küçük Günah İşleyenlere Şefaat

Belgede İslam inancında şefaat (sayfa 164-171)

Hâricîler, ameli imandan bir cüz olarak kabul etmiş ve küçük günah kavramını reddetmişlerdir. Onlara göre bütün günahlar büyüktür ve büyük günah işlemek de küfürdür.227 Bu anlayışlarıyla Hâricîler, kişiyi imandan çıkarma konusunda küçük-büyük demeden günahların hepsini aynı kategori içinde değerlendirmişlerdir. Onlar, görüşlerine Allah ve Resûlüne isyan edip Allah’ın sınırlarını aşanların ebedî kalmak üzere ateşe konulacağını;228 ve Allah ve Resûlü herhangi bir konuda hüküm bildirdikten sonra, hiçbir müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakkının olmadığını; Allah ve Resûlüne isyan edenin ise sapıklığa düşmüş olacağını229 bildiren âyetleri delil göstermişlerdir. Hâricîler, herhangi bir ayırım yapmaksızın bütün günahların, kişiyi âsi yapma ve buna bağlı olarak dalalete düşürme ve cehennemde ebedî olarak kalmayı sağlama hususunda aynı olması gerektiğini iddia ederler.230 Onlar, bütün günahları büyük kabul ettikleri ve günahkâr bir kimseyi de kâfir olarak niteledikleri için onların görüşlerine yer veren kaynaklarda küçük günah işleyen kimselere şefaat konusuyla ilgili bir bilgiye rastlanmamaktadır.231 Hâricîlerin büyük günah işleyen kişilerle ilgili görüşleri, delilleri ve

224 Ahmed b. Hanbel, I, 391, 452.

225 Bk. Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 299 vd.; Toplaloğlu, “Adl”, DİA, I, 387; Kılavuz,

Ahmet Saim, “Adl”, DİA, İstanbul: TDV Yayınları, 1988, I, 387-388.

226

Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 688.

227 Eşʽarî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I, 168, 170; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 517-519; Kâdî Abdülcebbâr,

Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 632; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, 114, 122.

228

Nisâ, 4/14.

229 Ahzâb, 33/36.

230 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 517.

231 Bk. Eşʽarî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I, 168, 170, 204; Bağdâdî, Ebû Mansûr Abdülkâhir b. Tâhir b.

şefaat konusuna bakışları hakkında “Büyük Günah İşleyen Kimselere Şefaat” başlıklı

bölümde ayrıntılı bilgi verileceği için burada üzerinde durmuyoruz.

Mürcie, günahların küçük ve büyük günah şeklinde sınıflandırılması konusunda iki gruba ayrılmıştır. Onlardan bir kısmı, günahların bu şekilde ikiye ayrılmasını kabul ederken; Bişr b. Gıyâs el-Merîsî (ö. 218/833) ve taraftarları bu ayrımı doğru bulmaz. Onlara göre kulun Allah’a karşı isyan anlamına gelen her davranışı, büyük günahtır.232 Böyle bir taksim kabul edildiği takdirde ise küçük günahlar, Muʽtezile’nin iddia ettiği gibi büyük günahlardan kaçınmakla değil ancak iyilik (hasenât) yapmakla bağışlanır.233 Mürcie’ye göre günah işlemeyen ve günah işlese de ölmeden tövbe eden kimseler cennetliktir. Onlar, büyük günah sahibi kimsenin cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olacağı hükmünü ise âhirete ertelemişlerdir. Allah Teâlâ, onları dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Mürcie âlimlerinin çoğunluğu, günahkâr kimselerin cehenneme girmeleri halinde orada ebedî olarak kalmayacakları; Allah’ın mağfireti ve Hz. Peygamber’in

şefaatiyle cehennemden çıkarılıp cennete konulacakları kanaatindedir.234

Onların mürtekib- i kebire hakkındaki görüşleri üzerinde “Büyük Günah Sahibi Kimselere Şefaat” başlığı altında ayrıca durulacaktır.

Muʽtezile, bütün günahları büyük kabul eden Hâricîlere karşı çıkmış ve bazı âyet-i kerîmeleri235 delil göstererek günahları küçük (sağîre) ve büyük (kebîre) olmak üzere ikiye ayırmıştır. Onlara göre büyük günah, “işleyeninin günahının sevabından daha çok olması; küçük günah ise işleyeninin sevabının günahından daha çok olması durumundan ibarettir.”236 Muʽtezile âlimleri, günahların küçük ve büyük şeklinde ikiye ayrılması konusunda hemfikir olsalar da bunun nasıl tespit edileceği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Meşhur Muʽtezile âlimlerinden Ebû Ali el-Cübbâî (ö. 303/916),237 günahların ancak dinin

Kevserî), y.y : yay.y., 1948, s. 45; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, 114, 122; Teftazânî, Şerhu’l-Akâid, s. 178.

232 Eşʽarî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, s. 225, 231. Fahreddin Râzî, Nisâ sûresinin otuzbirinci âyetinin tefsirinde

Saîd b. Cübeyr’den (r.a) naklen Abdullah İbn Abbas’ın (r.a) kendisiyle Allah’a isyan edilen her şeyin büyük günah olduğuna dair görüşünü zikrettikten sonra bu görüşün birkaç yönden zayıf olduğunu deliller getirerek açıklar. (Bk. Râzî, et-Tefsîr, X, 60)

233

Kılavuz, Ahmet Saim, “Bişr b. Gıyâs”, DİA, İstanbul: TDV Yayınları, 1992,VI, 220.

234 Bk. Eşʽarî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, s. 229-230; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, 139 vd. 235 Nisâ, 4/48; Kehf, 18/49; Kamer, 54/53; Hucurât, 49/7; Necm, 53/32.

236

Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 632.

237 Ebû Alî Muhammed b. Abdilvehhâb b. Sellâm el-Cübbâî. Muʽtezile’nin Basra ekolü âlimlerinden olup

Kelâm, Tefsir ve Fıkıh âlimidir. (Hakkında bilgi için bk. Kâdî Abdülcebbâr, Ebü’l-Hasen Abdülcebbâr b. Ahmed, Fazlü’l-İʽtizâl ve Tabakâtü’l-Muʽtezile, (nşr. Fuad Seyyid), Tunus: 1974, s. 287; Yavuz, Yusuf

bildirmesiyle “küçük” ve “büyük” şeklinde nitelendirilebileceğini söylerken;238 Kâdî Abdülcebbâr, insanları küçük günahları işlemeye teşvik etmek anlamına geleceği için Allah Teâlâ’nın hangi günahın küçük, hangi günahın büyük olduğunu bildirmesinin câiz olmadığını belirtmiştir.239

Muʽtezile âlimleri arasında, küçük günah sahibi kimselere şefaat konusunda da ihtilaf vardır. Ebû Ali el-Cübbâî, büyük günahtan sakınmanın, küçük günahların affedilmesi için yeterli olmadığını; bununla birlikte tövbe etmenin de gerektiğini söyler. Ona göre kişinin hayatı boyunca işlediği sevap ve günahlardan hangisi fazla ise az olanı yok eder.240 Babası Ebû Ali el-Cübbâî gibi Muʽtezile’nin önde gelen âlimlerinden birisi olan Ebû Hâşim el- Cübbâî’ye (ö. 321/933)241 göre de, küçük günahların bağışlanması, büyük günahlardan kaçınmakla değil, tövbe ile gerçekleşir.242 Fakat o, hesap gününde insanların günahlarının sevapları karşılığında silinmesinin câiz olmadığı kanaatindedir.243 Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf (ö. 235/849-50 [?])244 ise büyük günahlardan kaçınanların küçük günahları, hakedilerek değil, ilâhî lütuf olarak affedileceğinden dolayı küçük günah sahiplerinin cezalandırılabilecekleri görüşündedir.245 Bu görüşünden hareketle o, âhirette şefaatin sadece küçük günah sahibi kimseler için gerçekleşeceğini söylemiştir. Fakat onun bu görüşü, Muʽtezile âlimlerinin çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir.246 Onlar, büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde küçük günahların affedileceğini bildiren âyete247 dayanarak küçük günah işleyen kimselerin, büyük günahlardan kaçındıkları takdirde cezalandırılmalarının câiz olmadığı kanaatine varmışlardır.248 Dolayısıyla onlara göre bu

238

Yavuz, “Cübbâî, Ebû Ali”, DİA, VIII, 101.

239

Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 636-637.

240 Yavuz, “Cübbâî, Ebû Ali”, DİA, VIII, 101.

241 Ebû Hâşim Abdüsselâm b. Muhammed b. Abdilvehhâb el-Cübbâî. Muʽtezile’nin önce gelen âlimlerinden

biri olup Behşemiyye fırkasının reisidir. (Hakkında bilgi için bk. Kâdî Abdülcebbâr, Fazlü’l-İʽtizâl, s. 304; İlhan, Avni, “Ebû Hâşim el-Cübbâî”, DİA, İstanbul: TDV Yayınları, 1994, X, 146-147.)

242 Basra Muʽtezilesi'nin önde gelen kelâmcılarından biri olan Abbâd b. Süleymân es-Saymerî de (ö.

250/864) aynı kanaattedir. Bk. İbnü’l-Murtezâ, Kitâbü’l-Kalâid, s. 126.

243

İlhan, “Ebû Hâşim el-Cübbâî”, DİA, X, 147.

244 Ebü’l-Hüzeyl Muhammed b. el-Hüzeyl b.Abdillâh el-Allâf el-Basrî. Basra ekolünün kurucusu olan, Vâsıl

b. Atâ (ö. 131/748) ve Amr b. Ubeyd’den (ö. 144/761) sonra Muʽtezile’nin itikadî mezhep haline gelmesinde oldukça önemli rol oyanayan Mu'tezilî âlimdir. (Hakkında bilgi için bk. Kâʽbî, Ebü'l-Kâsım Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd el-Belhî (ö. 319/931), Bâbü Zikri’l-Muʽtezile min “Makâlâti’l- İslâmiyyîn” (Fazlü’l-İʽtizâl ve Tabakâtü’l-Muʽtezile içinde, nşr. Fuâd Seyyid), Tunus: Dâru’t-Tunusiyye, 1974, s. 69-70; Kâdî Abdülcebbâr, Fazlü’l-İʽtizâl, s. 254; Yurdagür, Metin, “Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf”, DİA,

İstanbul: TDV Yayınları, 1994, X, 330-332.) 245

Eşʽarî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, I, 330, 333; krş. Yurdagür, “Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf”, DİA, X, 331.

246 Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 691-692; Hasan Han, Delîlü’t-Tâlib, s. 300; Yavuz,

“Şefaat”, XXXVIII, 413.

247 Bk. Nisâ, 4/31. 248

kimseler, Allah tarafından zaten bağışlanacakları için mağfiret anlamında bir şefaate ihtiyaçları olmayacaktır. Bu kimseler, derecelerinin yükseltilmesi anlamında bir şefaate erişeceklerdir.249

Ebû Bekir el-Esam (ö. 225/756 civ.)250 ise Cenâb-ı Hakk’ın “Allah kendisine ortak

koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar.”251

âyetinde dilediği kimseyi bağışlayacağını vaad ettiğini belirterek Allah’ın bu va’dinin küçük günahlar hakkında olduğunu söyler. O, bu görüşüne “Eğer size yasaklanan büyük

günahlardan kaçınırsanız küçük günahlarınızı örteriz.”252 âyetini delil gösterir. Ona göre

ilâhî azap haberi, büyük günahlar hakkında sabit olduğuna göre âyette vadedilen hususun küçük günahlar hakkında olduğu ortaya çıkar.253 Bu görüşüyle Ebû Bekir el-Esamm’ın da mezhebinin genel görüşü doğrultusunda küçük günah sahibi kimseler için şefaatin geçerli olmadığı kanaatini taşıdığı anlaşılmaktadır.

İmam Mâtürîdî, Ebû Bekir el-Esam’ın bu iddiasına üç madde halinde cevap verir:

Birincisi: İmam Mâtürîdî, sözü edilen azab tehdidinin haramları helal telakki etme, ayrıca Allah’ın emir ve yasağını hafife alma mânasına yorumlanabileceğini belirtir. Dolayısıyla Mâtürîdî, söz konusu âyetin (Nisâ, 4/48) beyanına dayanılarak ümit beslenen bağışlanmanın göz ardı edilmesini ve bunun sonucu olarak hem küçük hem de büyük günaha yönelik bulunan azap haberi sebebiyle bütün bağışlanma ümitlerinin ortadan kalkmasını isabetli görmemektedir. Ona göre burada uygulanması gereken yöntem, küçük ve büyük günahların af kapsamına girmesi hususunda kesin hüküm vermemektir. Buna karşılık ortada ikisini de kapsayacak bir af ihtimali varken sadece biri (küçük günah) hakkında kesin hüküm verip diğerini ihtimal dışında tutmak, delilsiz hüküm vermek anlamına gelir.

İkincisi: İmam Matürîdî’ye göre söz konusu âyet-i kerîme (en-Nisa, 4/48), bağışlanma ihtimali bulunan ve bulunmayan günahları birbirinden ayırmaya yöneliktir. Âyet, küçük günahlara münhasır kılınınca (bağışlanmaz diye) şirk kavramının belirlenmesinin bir anlamı kalmaz ve mağfirete konu teşkil eden günah, muhatapça meçhul

249

Râzî, et-Tefsîr, X, 64; Teftazânî, Şerhu’l-Akâid, s. 181; Çelebi, İslâm İnanç Sisteminde Akılcılık, s. 339- 340.

250 Ebû Bekir Abdurrahman b. Keysân el-Esam, Mu’tezilî Fıkıh ve Tefsir âlimi olup Tefsir ve Kelam

alanında eserleri vardır. (Bk. Kâdî Abdülcebbâr, el-Münye ve’l-Emel, (der. Ahmed b. Yahyâ el-Murtazâ; nşr. İsâmüddîn Muhammed Ali), İskenderiye: Dâru’l-Maʽrifeti’l-Câmiiyye, 1985, s. 52, Bağdâdî, el-Fark

Beyne’l-Fırâk, s. 69.)

251 Nisâ, 4/48. 252 Nisâ, 4/31. 253

kalır. Aslında bu âyette anlatılmak istenen husus, azap konusu değil, af ve setr kapsamında bağışlanmanın gerçekleşebileceğidir. Af ve setr de ya işlenen sevapların mükafatı olarak veya bir süre azap edilmek şeklinde gerçekleşir. Cenâb-ı Hakk’ın şu âyetinde anlatıldığı gibi: “Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız küçük günahlarınızı

örteriz.”254

Üçüncüsü: İmam Mâtürîdî, sözkonusu âyetteki “dilediği kimse(ler)”255 ifadesine dikkat çekerek bu ifadenin bağışlanacak günahları değil, affedilecek insanları dile getirmeyi amaçladığını belirtir. Bu sebeple de kişilerden söz eden âyetin içeriğini günahlara münhasır kılmanın isabetli olmadığını vurgular. Matürîdî, konuyla ilgili açıklamasının devamında şöyle der: “Kur’ân-ı Kerîm’deki vaîd âyetlerinin muhtevasında, kimler hakkında geldikleri konusunda bilgi mevcuttur. Yukarıda sözü edilen âyette ise böyle bir belirleme bulunmamaktadır; dolayısıyla bu ihtimalli durum tercih edilmeye daha layıktır. Ayrıca âyette Allah “dilediği kimse(ler)” buyurmuştur. Muʽtezile’ye göre küçük günahlar vaad ile değil, sistem gereği Allah’ın lutfu ve ihsanı ile bağışlanır. Nisâ âyeti ise af konusunu açıklığa kavuşturmaya yöneliktir. Muʽtezile’nin iddiasına göre Nisâ sûresindeki 48. âyetin şirk ile onun aşağısında kalan günahları, yine aynı sûrenin 31. âyetinin büyük günahlarla diğerlerini ayırma konumları ortadan kalkar ve söz “tövbe edilmeyen her günah ebedîyen cehennemde kalma sonucunu doğurur.” şeklindeki bir hükme bağlanır. Bunun isabetsiz olduğu ise konuya vakıf olan herkes için apaçıktır.”256

Günahları küçük ve büyük günahlar olarak sınıflandıran257 Ehl-i sünnet’e göre Allah Teâlâ, ilâhî iradesiyle dilerse -büyük günah işlemekten sakınsın veya sakınmasın- küçük günah işleyen kimseyi cezalandırabilir. Çünkü böyle bir kimse, şu âyetlerin kapsamına girmektedir:258 “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını

dilediği kimseler için bağışlar.”259, “Artık kitap ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı

olanlardan korkuya kapılmış olarak, “Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!” dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını

254 Nisâ, 4/31. 255 Nisâ, 4/48. 256 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 591-592.

257 Bk. Râzî, et-Tefsîr, X, 61-62. Bu konuda “Artık kitap ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı

olanlardan korkuya kapılmış olarak, “Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!” dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49) ve “Büyük küçük hepsi satır satır yazılmıştır.” (Kamer, 54/53) âyetleri delil gösterilmiştir.

258 Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 181. 259

karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”260 Büyük günahlardan sakınıldığı takdirde küçük günahların bağışlanmasının vacip olacağını söyleyen Muʽtezile’nin aksine Ehl-i sünnet’e göre Allah’a hiçbir şey vâcip olmadığı için böyle bir af ve mağfiret, tamamen Allah’ın bir lütfu ve ihsanıdır.261 Dolayısıyla büyük günahlardan kaçınan ve kasıtlı olarak günah işlemekten sakınan mü’minin küçük günahları, Allah’ın lütuf ve ihsanıyla mağfiret olunur.262

İmam Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd isimli eserinde ilâhî gazap ve cezaya sebep teşkil

eden küçük günahlar (zellât) için şefaatin söz konusu olduğunu; bu tür günahları işleyen kimsenin, iyilerin ve yüce Allah’ın razı olduğu kimselerin şefaatiyle bağışlanacağını bildirir.263 Mâtürîdî, Allah Teâlâ’nın hem kendisi hem de bütün mü’minler için bağışlanma dilemesini emrettiği ayetteki264 mağfiret isteğinin büyük günahlar değil küçük günahlar hakkında olduğunu iddia eden ve bu görüşlerini hamele-i arş meleklerinin yaptığı duada geçen “tövbe edenleri ve yolundan gidenleri bağışla”265 ifadeleriyle delillendirerek tövbe etmeden ölenler hakkında mağfiret ve şefaat olmayacağını söyleyen Muʽtezile’nin görüşünü eleştirir. Mâtürîdî, onların kurtuluşu sadece amellere dayandırdıklarını, Allah’ın rahmeti ve şefaatçilerin şefaatiyle kurtuluşu görmezden geldiklerini belirtir. Ona göre böyle bir anlayış, her an taat üzere olmayı ve göz açıp kapatma süresince olsun Allah’a isyan etmemeyi gerektirir.266 Böyle bir şeyin ise insan takatini aşan bir durum olacağı aşikârdır. Ehl-i sünnet ise kurtuluşun sadece amellerle değil Allah’ın rahmeti ve O’nun razı olduğu kimselerin şefaatiyle olacağına inanmaktadır.267 Bu şekildeki bir inanç ise kişinin zihnini yaptığı sâlih amellerle meşgul edip onlara güvenmeksizin Allah’ın lütuf ve ikramlarını elde edebilmek için günah ve kötülüklerin bütün çeşitlerinden uzak durmayı ve her türlü iyilik ve taati işlemeyi gerektirir.268

Teftazânî, küçük günahların mutlak olarak affolunacağını söyleyen Muʽtezile’ye karşı çıkar ve onların görüşlerinin geçersiz olduğunu ifade eder. Çünkü büyük günahlardan

260 Kehf, 18/49.

261 Bk. Râzî, et-Tefsîr, X, 64. 262 Elmalılı, a.g.e., II, 1345. 263 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 587. 264 Bk. Muhammed, 47/19. 265 Mü’min, 40/7. 266 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XIII, 13. 267

Mâtürîdî, Ehl-i sünnet’in bu görüşlerine Allah’ın rahmeti olmadan hiç kimsenin, hatta kendisinin bile cennete giremeyeceğini ancak Allah’ın rahmetiyle kendisini himaye ettiğini bildiren hadisin (Bk. Buhârî, “Rikâk”, 18 (VII, 181); Müslim, “Sıfatü’l-Cennet”, 73 (III, 2170); Ahmed b. Hanbel, III, 52.) delil olduğunu belirtir. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XIII, 14; krş. Âlûsî, Ebü’s-Senâ, a.g.e., XIII, 72.

268

kaçınıp küçük günah işleyen kimseler, Muʽtezile’ye göre azabı zaten haketmezler. Bu durumda affın bir mânası yoktur.269

Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr isimli eserinde söz konusu âyetin (Nisâ, 4/31) tefsirinde Muʽtezile’ye cevap mahiyetinde sadece büyük günahlardan kaçınmanın cennete girmeyi gerektirmeyeceğini; bununla birlikte mutlaka itaatin de şart olduğunu belirtir. Dolayısıyla ona göre âyetin anlamını, “Bütün farzları yerine getirir ve bütün günahlardan kaçınırsanız, küçük günahlarınızı bağışlar ve sizi cennete sokarız.” şeklinde takdir etmek gerekir. Râzî, farzları yerine getirip günahlardan kaçınmanın, cennete girmeyi gerektiren sebeplerden sadece birisi olduğunu zikrettikten sonra asıl ve en önemli sebebin, “Söyle onlara, Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, evet bununla sevinsinler; çünkü bu, onların toplayıp

biriktirdiklerinden daha değerlidir!”270 âyetinde de belirtildiği üzere Allah’ın fazlı, keremi

ve rahmeti olduğunu bildirir.271 Biz de bu vesîlelere bir üçüncüsünü eklemek isteriz ki o da yine Allah’ın rahmet ve mağfiretinin bir tecellisinden ibaret olan şefaattir. Zira Hz. Peygamber ve Allah’ın şefaat yetkisi vereceği diğer iyi kullar, günahkâr mü’minler için

şefaat edecek ve böylelikle onlar da Allah’ın mağfiretine erişerek cennete girebilme

imkanına kavuşacaklardır. Nitekim “Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri

içindir.”272 hadisi de bu konuya işaret etmektedir.

Günümüz âlimlerinden Abdullah Herarî ise İzhârü’l-Akîdeti’s-Sünniyye bi Şerhi’l-

Akîdeti’t-Tahâviyye, isimli eserinde “Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri

içindir.”273 hadisini delil göstererek büyük günah işlemeyen kimselerin, cehenneme

girmeyeceklerinden dolayı ne kıyamet gününde ne de insanlardan bir kısmının cehenneme girmesinden sonra şefaate ihtiyaçlarının olmayacağını ifade eder.274 Bu görüşüyle Abdullah Herarî’nin şefaat çeşitlerinden sadece cehenneme girmeyi hakeden büyük günah sahibi kimselere yapılacak olanı esas aldığı anlaşılmaktadır. Oysa ki Tahâvî’nin aynı sözlerini Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye isimli eserinde şerheden İbn Ebi’l-ʽİz, burada sekiz ayrı şefaat türünden bahseder ve büyük günah sahibi kimselere yapılacak olanı sekizinci sırada zikreder.275 “Hadislerde Şefaat” başlığı altında geniş bir şekilde arzedildiği gibi,

269 Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 184. 270 Yûnus, 10/58. 271 Râzî, et-Tefsîr, X, 64.

272 Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme”, 11 (IV, 625); Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 20, 21 (V, 106); İbn Mâce, “Zühd”, 37

(II, 1441); Ahmed b. Hanbel, III, 213.

273 Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme”, 11 (IV, 625); Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 20, 21 (V, 106); İbn Mâce, “Zühd”, 37

(II, 1441); Ahmed b. Hanbel, III, 213.

274 Herarî, a.g.e., s 184. 275

mahşer yerinde hesabın bir an önce başlaması için peygamberler de dahil olmak üzere bütün insanlığın Hz. Peygamber’in (s.a.v) şefaatine ihtiyacı olacaktır.276 Ayrıca Allah Resûlü’nün, mü’minlerden bir kısmının hesaba çekilmeden cennete girmesi için yapacağı

şefaatten,277

makam-mevkilerinin yükselmesi ve nimetlerinin çeşitlenmesi için cennetliklere yapacağı278 şefaate kadar, onun, aralarında büyük günah işlemeyen muttakî kimselerin de bulunduğu mü’minler topluluğuna şefaat edeceği anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak küçük günah sahibi kimselere şefaat konusunda âlimlerin farklı kanaatlere sahip oldukları görülmektedir. Hâricîler ile Mürcie’den Bişr b. Gıyâs taraftarlarının, günahların tümünü büyük olarak kabul etmeleri ve büyük günah işleyen kimseleri kâfir ilan edip ebedî olarak cehenneme mahkum ederek şefaatten mahrum etmeleri, naslarla da çeliştiğinden dolayı isabetli değildir. Muʽtezile’nin, küçük günah işleyenlerin mutlak olarak bağışlanacaklarına dair görüşüne ise ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğunun kabul ettiği gibi Allah Teâlâ’nın ilâhî gazap ve cezayı hakeden küçük günah sahibi kimselere dilerse azap edebileceğine; dilerse de rahmet ve merhametiyle ya da şefaat yetkisi vereceği kimselerin şefaatiyle bağışlayacağına inanmak ise daha doğrudur.

Belgede İslam inancında şefaat (sayfa 164-171)