• Sonuç bulunamadı

Şefaate Vesîle Olan Davranışlar

Belgede İslam inancında şefaat (sayfa 113-127)

B. Hz Peygamber’in (s.a.v) Şefaati

5. Şefaate Vesîle Olan Davranışlar

Hadîs-i şeriflerde bazı davranışların şefaate erişmeye vesîle olduğu belirtilir. Gönülden gelerek kelime-i tevhîdi söylemek,308 Kur’ân okumak, ezberlemek ve onun

305 Müslim, “Îmân”, 306 (I, 172); krş. Ahmed b. Hanbel, III, 11; İbn Mâce, “Zühd”, 37 (II, 1441); İbn Kesîr,

et-Tefsîr, V, 298-299.

306

Buhârî, “Tevhîd”, 24 (VIII, 182).

307 Bk. Buhârî, “Tevhîd”, 24 (VIII, 182); Müslim, “Îmân”, 302 (I, 167-171); krş. Kastalânî, a.g.e., IV, 644. 308 Buhârî, “İlim”, 33 (I, 33); “Rikâk”, 51 (VII, 204). Her ne kadar bu rivâyetlerde belirtilmese de

“Muhammeden Resûlullah”ın bu tevhidin tamamlayıcısı olduğu ve bunların ikisinin birbirinden asla

hükümleriyle amel etmek,309 ezan duasını okumak,310 Hz. Peygamber’e salât ve selâm getirmek311 ve mü’minlerden oluşan kırk (bir rivâyette yüz) kişinin veya üç saf cemaatin cenaze namazına katılması312 âhirette şefaatten istifade etmeye sebep olan davranışlardandır. Fakat burada hemen şunu ifade edelim ki, bu davranışlar, sadece birer örnek olarak zikredilmiştir. Yoksa buradan, “şefaate erişmek için sadece bunların yapılması yeterlidir, diğer sâlih ameller yapılmasa da olur” gibi bir anlam çıkarılmamalıdır.

Şimdi hadîs-i şerifler ışığında bu davranışları incelemeye çalışalım:

a. Kelime-i Tevhîdi Söylemek

Bir kişinin âhirette şefaatten istifade edebilmesi için en önemli vesîle, imandır.

İmanın en özlü ifadesi ise ‘kelime-i tevhîd’dir. Onun için hadîs-i şeriflerde bu konu

vurgulanmış ve bu sözü söylemenin şefaate erişmeye bir vesîle olduğu bildirilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), kendisine “Kıyamet gününde şefaatinle en çok kim mutlu olacak?” şeklinde sorulan bir soruya “Kıyamet gününde şefaatimle en çok mutlu olacak kişi, samimi olarak ve gönlünden gelerek ‘Lâ ilâhe illallah' (Allah'tan başka ilâh yoktur)

diyen kişidir.”313 diye cevap vermiştir.

Şunu hemen belirtelim ki, her ne kadar bu rivâyette belirtilmese de “Muhammedün

Resûlullah”ın tevhîdin tamamlayıcısı olduğu ve bunların ikisinin birbirinden asla ayrılamayacağı muhakkaktır. Nitekim Ubâde b. Sâmit’ten (r.a) rivâyet olunan bir hadîs-i

şerifte Allah Resûlü (s.a.v), “Her kim Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in

Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet getirirse Allah o kimseye cehennemi haram kılar.” buyurmuştur.314

Kelime-i tevhîd, Allah Teâlâ’nın bir olduğunu ve O’nun eşi ve ortağı bulunmadığını ifade etmektir ki; kişinin, her türlü şirkten uzak bulunduğunu; Allah’tan başka bir yaratıcı ve mabud kabul etmediğini ilan etmesi anlamına gelmektedir. Zaten şefaate de bu inanç ve

Resûlü (s.a.v), “Her kim Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehâdet

getirirse Allah o kimseye cehennemi haram kılar.” Buyurarak bu birlikteliğe vurguda bulunmuştur.

(Müslim, “Îmân”, 47 (I, 58).)

309 Müslim, “Müsâfirîn”, 252, 253 (I, 553-554); Tirmizî, “Fezâilü'l-Kur'ân”, 9 (V, 164), 13 (V, 171); İbn

Mace, “Mukaddime” 16 (I, 78), “Edeb”, 52 (II, 1244);Dârimî, “Fedâilü’l-Kur’ân” 1 (II, 707).

310

Bk. Buhârî, “Ezân” 8 (I, 152); Ebû Dâvûd, Salât 37, (I, 362); Tirmizî, “Salât” 43 (I, 413); Nesaî, “Ezan” 37, 38 (II, 25-27); İbn Mâce “Ezan” 4 (I, 239). Konuyla ilgili bir hadîs-i şerifte Resûl-i Ekrem (s.a.v)

şöyle buyurmuştur: “Kim ezanı işittiği zaman: Ey şu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın rabbi Allahım!

Muhammed’e vesîleyi ve fazîleti ver. Onu, kendisine vaadettiğin makâm–ı mahmûda ulaştır, diye dua ederse, kıyamet gününde o kimseye şefâatim vâcip olur.” (Buhârî, “Ezân”, 8 (I, 152))

311 Müslim, “Salât”, 11 (I, 288-289), Ebû Dâvûd, “Salât”, 36 (I, 359). 312 Müslim, “Cenâiz”, 58 (I, 654); Tirmizî, “Cenâiz”, 40 (III, 348).

313 Buhârî, “İlim”, 33 (I, 33); “Rikâk”, 51 (VII, 204); Ahmed b. Hanbel, II, 307. 314

şuurda olan kimseler erişebilecektir. Şu hadîs-i şerif de bu hakikati ifade etmektedir:

“Şefaatim, Allah’a ortak koşmadan ölenlere Allah’ın izniyle mutlaka ulaşacaktır.”315Allah

Resûlü’nün (s.a.v), hayatı boyunca kendisine sahip çıkan, pek çok iyiliklerini gördüğü ve çok sevdiği amcası Ebû Talib’e hasta yatağında “Ey amca! ‘Lâ ilâhe illellâh’ kelimesini

söyle de bununla Allah katında senin lehine şefaat için delil getireyim.”316 diyerek ona

kelime-i tevhîdi söyletmeye çalışması da kelime-i tevhîdi kalpten gelerek söyleyip iman etmenin şefaate bir vesîle olduğunu göstermektedir.

b. Kur’ân Okumak

Hadîs-i şeriflerde mü’minin şefaate erişmesine vesîle olacağı bildirilen bir diğer davranış, Kur’ân okumaktır. İslâm’ın ilk emri okumak;317 bir müslümanın okuması gereken en önemli kitap ise hiç şüphesiz Kur’ân’dır. Allah Resûlü de (s.a.v) hadislerinde mü’minlerin dikkatlerini Kur’ân’a çekmiş; onun okunmasını teşvik etmiştir.318 İşte hadislerde Kur’ân okuyanın şefaate erişeceğinin bildirilmesi de bu anlamda mü’mini kutsal kitabı Kur’ân’ı okuyup anlamaya yönlendirmektedir. Konuyla ilgili bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kur’ân okuyun, çünkü Kur’ân, kıyamette

okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.”319 Dârimî’nin Sünen’inde ise konu biraz daha

ayrıntılı olarak anlatılır. İçinde müjdeler bulunan bu hadiste Allah Resûlü (s.a.v), “Kur’ân’ı okuyun! Çünkü o, Kıyamet günü ne güzel şefaatçidir!” buyurduktan sonra Kur’ân’ın nasıl şefaat edeceğini bildirir. Hadisin devamında belirtildiğine göre Kur’ân, okuyucusu için “Yâ Rabbi, onu şeref süsü ile süsle!” diyerek dua eder. Bunun üzerine hayatta iken Kur’ân okuyan kişi şeref süsü ile süslenir. Bundan sonra Kur’ân, “Yâ Rabbi, ona şeref elbisesi giydir!” diye dua eder ve ona şeref elbisesi giydirilir. Daha sonra Kur’ân’ın, “Yâ Rabbi, ona şeref tâcı giydir!” şeklindeki duası üzerine ona şeref tâcı giydirilir. Bunun üzerine Kur’ân, onu okuyan kişi hakkında son olarak şöyle dua eder: “Yâ

Rabbi, ondan razı ol! Zira senin razı olmandan sonra hiçbir şey yoktur!”320

Bazı hadislerde Kur’ân’ın geneliyle ilgili bu şekilde teşvikte bulunulurken bazı hadislerde ise sûre isimleri verilerek onlara dikkat çekilir ve onların kıyamet günü okuyana

şefaatçi olacakları bildirilir: “Zehraveyn’i yani Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyun.

315 Tirmizî, “Deʽavât”, 130 (V, 580). 316 Buhârî, “Tefsir”, (Kasas) 28 (VI, 18). 317

Bk. Alâk, 96/1.

318 Bk. İbn Mâce, “Mukaddime”, 16 (I, 77).

319 Müslim, “Misâfirûn” 252 (I, 553); krş. Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân” 18 (V, 178); Dârimî, “Fedâilü’l-

Kur’ân” 1 (II, 709).

320

Çünkü onlar, kıyamet günü, iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını müdafaa edeceklerdir. Bakara sûresini okuyun! Zira onu okumak

bereket; terki ise pişmanlıktır. Sihirbazlar onu öğrenmeye güç yetiremezler”,321 “Kur’ân-ı

Kerîm’de otuz âyetlik (şânı yüce) bir sûre vardır. Bu sûre, onu okuyan kimse

bağışlanıncaya kadar onun için (kıyamet günü) şefaat eder. O sûre, Mülk sûresidir.”322

Hadîs-i şeriflerdeki ifadelerden mü’minlerin Kur’ân okumaya ve ezberlemeye yönlendirildiği; bu vesîleyle dinlerini ana kaynağından öğrenip emir ve yasaklarına riâyet ederek yaşamalarına zemin hazırlandığı anlaşılmaktadır. Nitekim bir hadiste Kur’ân’ı okuyup ezberleyen kişiyi Allah’ın cennete koyacağı, bu kişinin de, yakınlarından cehennemi hak etmiş on kişiye şefaatçi olacağı belirtilir.323 Bu konuyla ilgili başka bir rivâyette ise mü’minin bakışı daha yüksek bir noktaya yönlendirilerek Kur’ân’ı okumak ve ezberlemekle kalmayıp, Kur’ân’ın hükümleriyle amel etmek gerektiğine vurguda bulunulur.324

Sonuç olarak, konuyla ilgili hadislerden, mü’minlerin Kur’ân okuyup ezberlemeye teşvik edildiği; bu vesîleyle iman ve sâlih amelde derinleşmeye yönlendirildiği; bunları yapanların ise şefaate erişen, hatta başkalarına da şefaatte bulunabilen kimselerden olabilecekleri anlaşılmaktadır.

c. Ezan Duasını Okumak

Mü’minin şefaate erişmesine vesîle olan davranışlardan biri de ezan okunduğunda “Ezan duası” olarak bilinen duayı okumaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), bu konuda“Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini aynen (kelime kelime) tekrar edin. Sonra bana salât ve selâm okuyun. Zira kim bana salât ve selâm okursa Allah da ona on misliyle rahmet eder. Sonra benim için “vesîle”yi talep edin. Zira o, cennette (yüce) bir

makamdır ki,325 mutlaka Allah’ın kullarından birinin olacaktır. Ona sahip olacak

kimsenin, ben olmamı ümit ediyorum. Kim benim için Allah’tan vesîleyi talep ederse,

şefaat kendisine vacip olur olur.”326 buyurarak ümmetine bu konuda teşvikte bulunmuştur.

321

Müslim, “Misâfirûn” 252 (I, 553).

322 Tirmizî, “Fezâilü'l-Kur'ân”, 9 (V, 164); Ebû Dâvûd,“Ramazan”, 10 (II, 119); İbn Mace, “Edeb”, 52 (II,

1244).

323

Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’ân” 13 (V, 171).

324 İbn Mace, “Mukaddime” 16 (I, 78).

325 Vesîlenin cennette yüce bir makam olduğu hakkında bk. Tirmizî, “Menâkıb”, 1 (V, 586).

326 Buhârî, “Ezân”, 8 (I, 152); “Tefsîr” (Sûre 17), 11 (V, 228); Müslim, “Salât” 11 (I, 288), Ebû Dâvûd,

Âlimler, bu hadisteki “vesîle”yi “şefaat” olarak açıklamışlardır.327 Nitekim hadisin sonunda yer alan “şefaat kendisine vâcip olur.” ifadesi de bunu gösterir.

Bu hadisteki ifadelerden, Allah Resûlü’nün kendisine daha önceden verileceği vadedilmiş olan328 vesîle (şefaat) makamına mazhar olabilmek için ümmetinden duada bulunmasını istediği anlaşılmaktadır. Ayrıca bu hadîs-i şerif, şefaatin, ancak Allah’ın izniyle gerçekleşeğini ve sadece O’nun izin verdiklerinin şefaat edebileceğini bildiren âyetlerin329 işaret ettiği anlamla tam olarak örtüşmektedir. Bu da göstermektedir ki, Hz. Peygamber (s.a.v), şefaat konusunda kendisine izin verilenlerden birisidir.330

Bir başka rivâyette ise Allah Resûlü (s.a.v), ümmetine Allah’tan vesîlenin nasıl isteneceğini öğretmiş ve ezan okunduktan sonra bu duayı okumanın, şefaatine erişmeye vesîle olan bir davranış olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur: “Kim ezanı işittiği zaman: )

َBَ ِ َ ْ ا اً*ﱠ4َ;ُ ِتآ ِBَ4ِ„ َ+ْ ا ِةَOﱠH اَو ِBﱠ ﱠ ا ِةَ ْ9ﱠ* ا ِهِPَھ ﱠبَر ﱠ|ُ8ﱠ ا ُ َ ْ"ﱠ َ2 ، ُ َ/ْ*َ9َو ىِPﱠ ا اًد ُ4ْ;َ ً َ+َ ُ ْ§َ,ْ!اَو َBَ ِžَ=ْ اَو

ِBَ َ ِ+ْ ا َمْ َE .ِ َ9 َ=َ)

.

( ‘Ey şu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah’ım!

Muhammed’e (bizim kurtuluşumuz için) vesîleyi ve fazîleti ver. Onu, kendisine vaadettiğin övülmüş makama (makâm–ı mahmûd) ulaştır.’ diye dua ederse, kıyamet gününde o

kimseye şefâatim vâcip olur.”331 Beyhakî’nin Sünen’indeki rivâyette, duanın sonunda َ‹ﱠIِا)

د َ, ِ4ْ ا ُ¨ِ ْ©ُ/ َ6

( “Şüphesiz Sen asla sözünden dönmezsin.” ifadesi vardır. Bu hadisi açıklayan âlimler, hadiste geçen “makâm-ı mahmûd” ifadesiyle İsrâ sûresindeki “(Böylece) Rabbinin

seni övgüye değer bir makama (makam-ı mahmûd) eriştireceğini umabilirsin.”332 âyetinde

vadedilen yüce makam kastedildiğini belirtmişlerdir.333 Övgüye değer bu yüce makam ise Allah’ın, Resûlü’ne vadettiği şefaat makamıdır.334 Cenâb-ı Hakk, bu âyet-i kerîmede Hz.

327 Tîbî, Şerâfüddîn Hüseyin b. Muhammed b. Abdillâh, (ö. 743/1342), Şerhu’t-Tîbî alâ Mişkâti’l-

Mesâbîh=el-Kâşif an Hakâiki’s-Sünen, I-XII, (nşr. Abdülgaffâr Muhibbullâh), Karaçi: İdâretü’l-Kurʽân

ve’l-Ulûmi’l-İslâmiyye, 1992, II, 203.

328

Bk. İsrâ, 17/79.

329 Bk. Bakara, 2/255; Yûnus, 10/3; Sebe, 34/23.

330 Bak: İbn Allân, Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Bekrî es-Sıddîkî (ö. 1057/1647), el-Fütuhâtü’r-

Rabbâniyye Ale’l-Ezkâri’n-Neveviyye, I-VII, y.y: el-Mektebetü’l-İslâmiyye, t.s.,II, 115-124; krş. Öztürk, İslâm İnancı Etrafında, s. 76.

331

Buhârî, “Ezân” 8 (I, 152); krş. Ebû Dâvûd, “Salât”, 37, (I, 362).;Tirmizî, “Salât” 43 (I, 413); Nesâî, “Ezan” 38 (II, 27); İbn Mâce, “Ezan” 4 (I, 239); Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, I, 410.

332 İsrâ, 17/79. 333

Bk. Tîbî, a.g.e., II, 205; krş. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, III, 294-295.

334 Bk. Tirmizî, “Tefsîr”, 17 (V, 303); krş. Hâkim, Müstedrek, II, 363; Tirmizî, “Tefsîr”, 17 (V, 309); Buhârî,

“Ezân”, 8; İbn Allân, a.g.e., II, 115-124; Taberî, et-Tefsîr, XV, 43-47; Râzî, et-Tefsîr, XXI, 27; Mâtürîdî,

Te’vîlâtü’l-Kur’ân, VIII, 340; İbn Kesîr, et-Tefsîr, V, 101 vd; Beyzâvî, a.g.e., III, 209; Mevdudî, a.g.e.,

Peygamber’in makâm-ı mahmûda ulaşacağını vadetmekte;335 Hz. Peygamber de ezandan sonra bu duayı edenlerin şefaatine erişeceğini bildirmektedir.336

Bu hadîs-i şeriflerden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber (s.a.v), kendisine yapılan ilâhî va’din ve onun uzantısı durumundaki şefaat izninin gerçekleşmesi için, ümmetinden Allah Teâlâ’ya dua etmelerini istemektedir. Böylelikle o, affetmenin sadece Allah’a ait bir hak olduğunu bir kere daha vurgulamış olmaktadır. Aynı zamanda Allah Resûlü (s.a.v), geçmişte peygamberlerini ilâhlaştıran bazı toplulukların yaptıkları aynı hataya düşmemeleri için müslümanları uyarmak istemiştir. Çünkü şurası bir gerçektir ki, bu konuda ileri sürülen iddiaların aksine, hiçbir peygamber insanların günahlarını affetmeye, onları günahlarından temizlemek veya günahlarından dolayı cezalandırılmalarını önlemek için kendisini feda etmeye yetkili değildir.337 Şüphesiz kullarını af ve mağfiret yetkisi, rahmeti sonsuz olan yüce Allah’a aittir.

Netice olarak, Kur’ân’da kendi heva ve hevesiyle konuşmadığı bildirilen ve vahiyle müeyyed olan Hz. Peygamber (s.a.v),338 kendisine vadedilen makâm-ı mahmûdun açıklaması olarak değerlendirilebilecek sözkonusu hadisinde, bu duayı okuyan mü’minlerin şefaate hak kazanacaklarını müjdelemektedir. Ayrıca bu duayı okuyan mü’min, kendisi için de dua etmektedir. Zira Hz. Peygamber’e vesîlenin verilmesi, onun makâm-ı mahmûda ulaşması, bütün insanlığın yararına olacaktır. Zira onun şefaatinden hem ümmeti, hem de bütün insanlık istifade edecektir. Aynı zamanda bu hadislerden, Hz. Peygamber’in ümmetini sâlih amellere teşvik ettiği anlaşılmaktadır. Ezan okunurken susup müezzinin söylediklerini tekrarlayan, ardından Allah Resûlü’ne salât ve selâm okuyan ve yüce peygamberinin öğrettiği şekilde dua eden bir mü’minin içinde namaza karşı bir istek oluşur ve namazını eda eder. Namazını hakkıyla eda eden bir mü’min, günahlardan uzak durur.339 Günahlardan uzaklaşıp hayatını sâlih amellerle süsleyen bir mü’min ise – inşaallah- şefaate nâil olur.

d. Cenaze Namazının Kılınması

Hadislerde bildirildiğine göre, bir mü’minin şefaate erişmesine vesîle olan amellerden birisi de mü’min kardeşleri tarafından cenaze namazının kılınmasıdır. Zira

335 .َJَ9 kelimesi, Allah Teâlâ tarafından söylendiğinde ‘kesinlik’ ifade eder. Bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,

III, 294.

336

Söz konusu hadisin sonundaki ( ْ"ﱠَ2) “helal olur” kelimesi, ( ﱠ1َ;َ ْ ِا) “hak eder” ve ( ْ"َ َ•َو) “vacip olur” anlamında kullanılmıştır. (Bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, III, 295; krş. İbn Allân, a.g.e., II, 123.

337 Kesler, “Kur’ân-ı Kerîm ve Hadislerde Şefaat İnancı”, a.g.d., s. 147. 338 Bk. Necm, 53/3-4.

339

cenaze namazından maksat, ölen kişi için Allah’a dua edip mağfiret dileyerek şefaatte bulunmaktır. Cemaatin çok olması, dualarının ve şefaatlerinin kabul olması için daha iyidir.340 Nitekim konuyla ilgili Hz. Âişe’den (r.a) rivâyet edilen bir hadiste Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyurur: “Cenaze namazını kendisi için şefaat taleb eden müslümanlardan, (sayıları) yüz kişiye ulaşan bir cemaatin kıldığı her (müslüman) ölüye mutlaka şefaat

edilir.”341 Başka bir rivâyette, cenaze namazına katılan kişi sayısı biraz daha azaltılarak,

“kırk kişi”342 olarak belirtilirken bu konudaki bir diğer rivâyette ise “Bir müslüman ölür ve üzerine, üç saf mü’min namaz kılarsa, Allah (mağfireti ve cenneti ona) mutlaka vacip

kılar.”343 buyurularak kişi sayısı üç safa indirilir. Hadisin zikredildiği kaynaklarda hadisin

râvisi Mâlik b. Hübeyrâ’nın (r.a) cenazeye katılanların az olması halinde bu hadis sebebiyle cemaati üç safa taksim ettiği bildirilir ki, Ashâb-ı kirâmın konuya ne kadar önem verdiklerini ve bu vesîleyle şefaate erişeceklerine inandıklarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Nitekim Abdullah İbn Abbas (r.a), oğlu vefat edip cenaze namazının kılınacağı zaman azatlısı Hz. Küreyb’e (r.a) toplananların kırk kişiye ulaşıp ulaşmadığını sorar. Hz. Küreyb’in toplananların o kadar olduğunu bildirmesi üzerine cenazenin evden çıkarılmasını söyler ve Allah Resûlü’nü şöyle derken işittiğini bildirir: “Hiçbir müslüman yoktur ki, öldüğü zaman Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan kırk kişi cenazesinde bulunup

namazını kılsın da Allah kendilerine o kimse hakkında şefaate izin vermesin.”344

Gerek Mâlik b. Hübeyrâ’nın (r.a) gerekse Abdullah ibn Abbas’ın (r.a) davranışları, mü’minlerin başka mü’minlere dua edip mağfiret dilemek sûretiyle şefaatte bulunabileceklerini göstermektedir. Aynı zamanda zikredilen rivâyetlerde cenaze namazları kılınıp kendilerine dua edilerek haklarında şefaatte bulunulan kişilerin mü’min olmak şartıyla yapılan şefaatten istifade edecekleri anlaşılmaktadır. Nitekim şu olay, bu konuda güzel bir örnek teşkil etmektedir: Avf b. Mâlik el-Eşcaî’den (r.a) rivâyet edilen bir hadise göre Allah Resûlü (s.a.v), ashab-ı kirâmdan birisinin cenaze namazını kılarken şöyle

340

ʽİzzüddîn b. Abdisselâm (ö. 660/1262), el-Fetâva’l-Mevsıliyye, (nşr. İyâd Hâlid et-Tabba’), Dımaşk: Dârü’l-Fikr, 1999, s. 116.

341 Müslim, “Cenâiz”, 58 (I, 654); Tirmizî, “Cenâiz”, 40 (III, 348); Nesaî, “Cenâiz”, 78 (IV, 75); krş. Aynî,

a.g.e., VII, 25. Tirmizî, hadisin “hasen sahih” olduğunu, Tahâvî ise Müslim’in kriterlerine göre “sahih”

olduğunu belirtir. (Bk. Tahâvî, Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. Selâme el-Ezdî (ö. 321/933), Şerhu

Müşkili’l-Âsâr, I-XVI, (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrût: Müessesetü'r-Risâle, 1994, I, 242.)

342 Bk. Müslim, “Cenâiz”, 59 (I, 655); Ebû Dâvûd, “Cenâiz” 40, 41 (III, 517).

343 Ebû Dâvûd, “Cenâiz” 43 (III, 515); Tirmizî, “Cenâiz” 40 (III, 347); krş. Aynî, a.g.e., VII, 25. Tirmizî,

hadisin “hasen” olduğunu belirtir. Hadisin metni, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde ““Bir mü’min ölür ve

üzerine, üç saf müslüman namaz kılarsa, o kişi(nin günahları) mutlaka mağfiret olunur.” şeklindedir.

(Bk. Ahmed b. Hanbel, IV, 79.)

344 Müslim, “Cenâiz”, 59 (I, 655); Ebû Dâvûd, “Cenâiz” 40, 41 (III, 517); krş. Nevevî, Sahîhu Müslim bi

dua etmiştir: “Allah’ım bunu mağfiret eyle, buna merhamet buyur ve âfiyet ihsan eyle. Bunu affeyle, vardığı yerde ona ikramda bulun. Yerini genişlet, bunu su ile, kar ve dolu ile yıka ve beyaz elbiseyi kirden nasıl temiz, pâk edersen, bunu da günahlarından öylece temizle. Kendisine (dünyadaki) yurdunun yerine daha hayırlı bir yurt; ailesinin yerine daha hayırlı bir aile, zevcesinin yerine daha hayırlı bir zevce ihsan eyle. Bunu cennete koy ve kabir azabından (yahut cehennem azabından) koru.” Hadisin devamında bu duayı duyan râvi Avf b. Mâlik’in (r.a), Resûl-i Ekrem’in o cenazeye yaptığı duadan dolayı

“Keşke bu cenaze ben olsaydım!” diye temennide bulunduğu zikredilir.345

Burada akla, rivâyetlerde cenaze namazını kılan kişi sayılarının yüz, kırk ve üç saf olarak farklılık arzetmesi, birbiriyle çelişen bir durum mudur; değilse bu rivâyetlerin arası nasıl telif edilebilir? şeklinde bir soru gelebilir. Bu konuda İmam Tahâvî (ö. 321/933), Allah Teâlâ’nın, önce cenaze namazı yüz kişi tarafından kılınıp hakkında dua edilen mü’mini onların şefaatiyle bağışlayarak ihsan ve ikramda bulunduğunu; daha sonra ilâhî ihsan ve ikramın, cenaze namazı kırk kişi tarafından kılınan mü’mini de içine aldığını belirtir.346 Kâdı İyâz (ö. 544/1149), rivâyetteki sayı farklılığının Allah Resûlü’nün kendisine farklı kişilerin sorduğu sorulara verdiği cevaplardan kaynaklandığını bildirir. Ayrıca o, Hz. Peygamber’e bu sayılardan daha azı sorulmuş olsaydı büyük bir ihtimalle benzer bir şekilde cevap vereceğini ifade eder.347 İmam Nevevî ise (ö. 676/1277 ) Hz. Peygamber’e bir defasında yüz kişinin, başka bir zamanda kırk kişinin, daha başka bir zamanda da üç saf mü’minin, cenaze namazı kılınan mü’min hakkındaki şefaatlerinin kabul olunacağının bildirilmiş olabileceğini belirtir. Ona göre yüz kişilik bir cemaatin

şefaatinin kabul olunması, daha az sayıda kimsenin şefaatinin kabul olunmaması mânasına

gelmez. Tam aksine, bu kişilerin sayısı kırk hatta daha az bile olsa vefat eden mü’min hakkındaki şefaatlerinin makbul olduğu anlamına gelir.348 Kanaatimize göre hadislerdeki kırk, yüz sayıları ile üç saf ifadesi, çokluktan kinaye olarak kullanılmış olsa gerektir. Amaç ise hem cenaze namazının önemine vurguda bulunmak hem de cenaze namazına katılacak din kardeşlerinin hüsnü şehadetlerini alacak şekilde mü’minleri sâlih ameller işlemeye, günahlardan uzak durmaya ve insanlara yönelik davranışlarında hoşgörülü ve uyumlu olmaya teşvikte bulunmaktır. Zira mü’minlerin şahitlikleri, cenazenin âkıbeti açısından önem arzetmektedir. Nitekim asr-ı saâdette yaşanan şu olay, bu hususun önemini

345 Müslim, “Cenâiz”, 85 (I, 662-663). 346 Tahâvî, a.g.e., I, 246-247.

347 Bk. Kâdî ʽİyâz, İkmâlü’l-Muʽlim, III, 407. 348

göstermesi bakımından anlamlıdır: Hz. Enes’ten (r.a) rivayet edildiğine göre bir cenaze geçerken oradaki müslümanlar tarafından iyilikle anılır ve Hz. Peygamber (s.a.v), onun hakkında “Vacip oldu” buyurur. Başka bir cenaze geçerken ise orada bulunan müslümanlar tarafından kötülükle anılır ve Hz. Peygamber (s.a.v), yine “Vacip oldu” buyurur. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), “Anam babam sana feda olsun. Bir cenaze geçti hayırla anıldı; ‘vacip oldu’ buyurdun. Bir başka cenaze de kötülükle anıldı. Yine ‘vacip oldu’ buyurdunuz, nedir bu vacip olma?” diye sorunca, Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyurur: “Sizin hayırla andığınız kimseye Cennet vacip oldu, şerle andığınız kimseye de Cehennem

vacip oldu. Çünkü sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.”349 Nevevî, bu hadisi

şerhederken hadisin sonundaki “sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.” ifadesine dikkat

çeker ve eğer mü’minlerin şahitlikleri vefat eden kimseye fayda vermeyecek ve sadece amellerinin gerektirdiğiyle yetinilecek olsaydı mü’minlerin onu hayırla anmalarının da bir anlamının olmayacağını belirtir. Halbuki Hz. Peygamber (s.a.v), onların şahitliklerinin vefat eden kişiye faydalı olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymuştur.350

Sonuç olarak, Hz. Peygamber (s.a.v) ve şerefli ashabının (r.a) açıklama ve uygulamalarıyla mü’minlerin, bu dünyada mü’min kardeşlerine şefaatte bulundukları anlaşıldığına göre âhirette de onların, şefaate muhtaç günahkâr mü’minlere Allah’ın izniyle

şefaat edecekleri söylenebilir.

e. Salavât Getirmek

Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar; ey iman

edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun.”351 buyrularak mü’minlere, Hz. Peygamber’e

çokça salavât getirmeleri ve ona saygı göstermeleri emredilir. Allah’ın salavâtı, Nebîsini rahmetine eriştirmesi, ona nimetlerini lutfetmesi ve onun şânını yüceltmesi; meleklerin salavâtı, Hz. Peygamber’in şânının yüceltilmesini, müminlerin hata ve günahlarının bağışlanmasını dilemeleri; Müminlerin salavâtı ise dua anlamına gelir.352 “Allâhümme salli alâ Muhammedin” demek ‘salât’, “Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü” demek ‘selâm’dır.353 Âyetteki emrin hükmü âlimler arasında tartışılmış, hayatta bir defa Hz. Peygamber’e salavât getirmenin “farz”; ismi zikrolundukça ve duanın başı ile sonunda

349

Müslim, “Cenâiz”, 60 (I, 655); Nesâî, “Cenâiz”, 50 (IV, 49-51). Müslim’deki rivayette Allah Resûlü’nün (s.a.v) “vacip oldu” ve “sizler yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.” ifadelerini üçer kez söylediği zikredilir.

350

Nevevî, Sahîhu Müslim bi Şerhi’n-Nevevî, VII, 21-23.

351 Ahzâb, 33/56; krş. Bakara, 2/155-157; Ahzâb, 33/43.

352 Bk. Buhârî, “Tefsîr” (Ahzâb), 10 (VI, 27); Tirmizî, “Vitr”, 21 (II, 356); Taberî, et-Tefsîr, XIX, 175; İbn

Kesîr, et-Tefsîr, VI, 447; Elmalılı, a.g.e., VI, 3923.

353

söylemenin ise “vâcip” olduğu belirtilmiştir.354 Bununla birlikte, bir mecliste Allah Resûlü’nün adı ilk anıldığında veya bir metinde ilk yazıldığında salâtü selâmı zikretmenin, âyetteki emri yerine getirmek için yeterli olacağı kabul edilmiştir.355

Belgede İslam inancında şefaat (sayfa 113-127)