• Sonuç bulunamadı

Cahiliye Toplumunda Şefaat

Belgede İslam inancında şefaat (sayfa 35-39)

Şefaat inancı, tarih boyunca insanların manevî dünyalarında farklı şekillerde varlığını

devam ettirmiştir. Nitekim İslâmiyet’ten önceki ilâhî dinlerden Yahudi ve Hıristiyan toplumunda varolan bu inanç, mahiyetleri farklı olmakla birlikte pek azı hariç hayatlarını

şirk içinde yaşayan cahiliye toplumunun inanç dünyasında da etkili olmuş ve

davranışlarına yön veren önemli hususlardan biri olmuştur.130 Cahiliye toplumu incelendiğinde çeşitli inançlara sahip insanlardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu dönemdeki insanların inançları arasında Yahudilik ve Hıristiyanlıktan başka putperestlik, hanîflik gibi farklı inançlar da vardı.131 Cahiliye toplumundan bir kısmı Yaratıcı’yı, âhiret hayatını, öldükten sonra dirilmeyi ve hesaba çekilmeyi inkâr ediyor; bir kısmı, Yaratıcı’yı ve yoktan yaratmayı kabul ettiği halde öldükten sonra dirilme ve hesabı inkâr ediyordu. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiğine göre cehaletin her yönden benliklerini kararttığı bu toplum, “Hayat, ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir; biz bir daha diriltilecek

değiliz.”132 diyerek öldükten sonraki dirilişi (ba’s) inkâr ediyorlardı. Onlar, “Bu iş bizim ilk

(ve son olarak) ölüp gitmemizden ibarettir, biz artık yeniden diriltilecek değiliz. Siz doğru

söylüyorsanız (ölmüş) babalarımızı geri getirin!”133 diyerek inkârlarıyla yetinmiyorlar,

kendilerince Hz. Peygamber ve mü’minleri alaya alıyorlardı.

Cahiliye toplumunun bir kısmı ise yaratıcıya, ilk yaratılışa ve tekrar diriltilmeye inanıyor ancak onlar da peygamberleri inkâr ediyor ve putlara tapıyorlardı. Onların hayatında putların çok etkin bir yeri vardı. Kur’ân-ı Kerîm’de ifade edildiğine göre müşrik cahiliye toplumu, kendilerine herhangi bir zarar veya fayda vermeyen putlara tapıyor ve

“Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.”134 diyorlardı. Ayrıca onlar, “…Sadece

bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara tapıyoruz.”135 diyerek putların kendilerini Allah’a

yaklaştıracağını iddia ediyorlardı. İçlerinden bazıları, hadlerini aşıp Hz. Peygamber’le

130

Kesler, “Kur’ân-ı Kerîm ve Hadislerde Şefaat İnancı”, a.g.d., s. 119.

131

Elmalılı, a.g.e., IV, 501; Çağatay, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara: AÜİF Yayınları, 1971, s. 105, 109; Ahmed el-İskenderî v.dğr., el-Mufassal fî Târîhi’l-Edebi’l-Arabî, Beyrût: Dâru İhyâi’l-Ulûm, 1994, s. 41; Yıldırım, Suat, Kur’ân’da Ulûhiyet, İzmir: Işık Akademi Yayınları, 2010, s. 368. 132 En’âm, 6/29. 133 Duhân, 44/34-36. 134 Yûnus, 10/18. 135 Zümer, 39/3.

münakaşa ediyor ve onu bu konuyla ilgili sapık düşüncelerine inandırmaya çalışıyorlardı.136 Kur’ân ise tevhidi yerleştirmek için putperestlikle ilgili bütün inançlarla mücadele ediyordu. Kur’ân’ın bu konuda onlardan naklettiği sözlerden anlaşıldığına göre müşrik cahiliye toplumu, putların gerçekten bu rollere sahip olduklarına inanıyorlardı. Zira onlar, meleklerin Allah katında kıymetli varlıklar olduğunu düşünerek kendi zanlarına göre melek şeklini verdikleri putlar yapıyorlar ve onların sûretlerine tapınıyorlardı. Bu davranışlarıyla onlar, çeşitli hedeflerine ulaşmada yardım konusunda, rızıklarında, muzaffer kılınmalarında, kısaca dünya işlerinde o putların Allah katında kendilerine

şefaatçi olacaklarını ve derece bakımından kendilerini O’na yaklaştıracaklarını

zannediyorlardı.137 Hâlbuki kendilerine bile faydası olmayan putların, başkalarına şefaat etmeleri asla mümkün değildir.138 Çünkü gerek mukarrabûn melekler ve gerekse diğerleri, Allah’ın kullarıdır ve O’na boyun eğmişlerdir. Onlar, ancak Allah’ın kendilerinden hoşnut olup izin verdiklerine şefaat edeceklerdir. Yoksa melekler, hiçbir zaman hükümdarların sevdiği veya sevmediği konularda onların izni olmadan huzurlarında şefaat eden kumandanları konumunda değildirler. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bir uyarı mahiyetinde

şöyle buyrulmaktadır: “Allah için (kendiliğinizden) örnek göstermeyiniz.”139

İnanç dünyaları tevhid hakikatinden uzaklaşmış bu insanlar, putlardan şefaat

ümidiyle onlar adına kurbanlar kesiyor, onları tavaf ediyor, onlara çeşitli hediyeler sunuyorlardı. Kabeye koydukları gibi evlerine de çeşitli putlar koyarak onlara tazimde bulunuyorlardı. Onlardan biri, sefere çıkacak olsa ya da seferden dönse ilk yaptığı iş, evine gidip putuna tapınmak oluyordu.140 Şirke düşmüş bu toplumun muhtemelen şefaatten beklentileri, âhirete yönelik bir beklenti değil, dünyada felaketlerden korunmaları, mutlu, mesut ve müreffeh bir hayat yaşamalarıydı.141 Dünya saadeti adına fayda bekledikleri ve kendilerinde bu faydayı gerçekleştirme özelliğini gördükleri varlıkları sembolize

136 Cevâd Ali, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab Kable’l-İslâm, I-IX, Beyrût: Dâru’l-İlm li’l-Melayin, 1970, VI,

61.

137

İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed (ö. 751/1350), Medâricü’s-Sâlikîn, I-III, Kâhire: Dâru’l-Hadîs, 1983, I, 369-370; İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İmadüddîn İsmâîl b. Ömer (ö. 774/1373),

Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I-VIII, (nşr. Abdülazîz Ganîm vd.), İstanbul: Kahraman Yayınları, 1985, VII,

75; Reşîd Rızâ, Muhammed (ö. 1354/1935), el-Vahyü’l-Muhammedî, Kâhire: Kâhire Kitabevi, 1960, s. 151.

138

İbn Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemalüddîn Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed (ö. 597/1201), Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, (I-IX), Beyrût: el-Mektebü’l-İslâmî, 1987, VII, 162; Fahruddîn er-Râzî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer b. Huseyn (ö. 606/1209), et-Tefsîru’l-Kebîr=Mefâtîhu’l-Gayb, I-XVI (I-II), Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1990, XVII, 48-49.

139 Nahl, 16/74; krş. İbn Kesîr, et-Tefsîr, VII, 75.

140 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihâl, III, 77, 80; İbn Kesîr, et-Tefsîr, VII, 75; Ahmed el-İskenderî v.dğr, a.g.e.,

s. 41.

141

ettiklerinden dolayı cahiliye toplumunun büyük bir kısmı cansız sûretlere bağlanmıştır. Bu olayı başka türlü açıklamak zordur. Yüce Allah onların bu sapık inançlarının yanlışlığını ifade ederek şöyle buyurmaktadır: “Allah’ı bırakıp kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimiz” diyorlar. Onlara şöyle de: “Yoksa siz, göklerde ve yerde olup da, Allah’ın bilmediği bir şeyi O’na bildirmeye mi kalkıyorsunuz?” O, müşriklerin yakıştırdıkları ortaklardan münezzeh ve

yücedir.”142 Ayrıca değişik âyet-i kerîmelerde şefaati kabul edip etmemenin, şefaat

imtiyazını vermenin Allah’ın elinde olduğu bildirilmiştir.143 Hiç şüphesiz Allah Teâlâ, sahte tanrılara böyle bir yetki vermemiştir.144 Cahiliye toplumunun yaratıcı inancı konusundaki yaşadıkları çelişki, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle haber verilmektedir: “Şayet onlara, “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı yasalarına boyun eğdiren kimdir?” diye

soracak olsan, hiç tereddütsüz “Allah’tır” derler. O halde haktan nasıl yüz çevirirler?”145

Cahiliye toplumu içinde Yüce Yaratıcı’ya, ilk yaratılışa, âhiret gününe, öldükten sonra dirilmeye inanan, risaleti ve nübüvvetin yüceliğini bilen, hanîf dine inanan ve gelecek son peygamberi bekleyen, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl (ö. 606 m.), Varaka b. Nevfel (ö. 610, 614 veya 616m. civ.), Kus b. Sâide (ö. 600 m.) gibi kişiler de vardı. Bu kişiler, Kureyşlilere “Sizler fayda ve zararı olmayan putlara tapıyorsunuz.” diyerek onların dinî faaliyetlerine katılmıyorlar ve kestiklerini de yemiyorlardı.146 Âhir zamanda gelecek olan peygamberin nuru kendilerine kadar ulaşan bu tevhid ehlinden birisi de Allah Resûlü’nün dedesi Abdülmuttalib (ö. 577 m.) idi. Abdülmuttalib, pek çok emareyle torunu Muhammed’in peygamber olacağını anlamıştı. Mekke’liler büyük bir kuraklık yaşayıp iki yıl yağmursuz kaldıklarında Abdülmuttalib, oğlu Ebû Tâlib’ten küçük Muhammed’i getirmesini istedi. Onu maruz kalınan kuraklıktan kurtarması için yapacağı duaya şefaatçi kılmak istiyordu. Bu maksatla Abdülmuttalip, henüz emzikte olan Muhammed getirildiğinde onu kucağına alıp Kabe’ye yöneldi. Sonra da onu üç kez havaya attı. Bir

142

Yûnus, 10/18. “Gerek bu âyette, gerekse başka birçok âyette yer alan min dûnillah ibaresi bazı meallerde “Allah’ı bırakıp...” diye tercüme edilmiş. Hâlbuki Ebussuûd, bu âyetin tefsirinde diyor ki: “Onlar Allah’ın dışında birtakım nesnelere de ibadet ederler.” demektir. Yoksa onlar Allah’a ibadeti büsbütün terketmiş değildiler. Bilakis maksat, o ibadetle yetinmediklerini ifade etmek ve nazm-ı kerîmin siyakının ortaya koyduğu üzere, o ibadeti putlara ibadetle birlikte yaptıklarını bildirmektir.” Ebussuûd, Muhammed b. Muhammed b. Muhyiddîn İmâd, (ö. 982/1574), Tefsîru Ebissuûd=İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-

Kur’âni’l-Kerîm, I-VII, (nşr. Muhammed Subhî Hasen Hallâk), Beyrût: Dâru’l-Fikr, 2001, III, 481; krş.

Yıldırım, Suat, Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul: Işık Yayınları, 2002, s. 209.

143

Bk. Zümer, 39/44; Necm, 53/26; Tâ Hâ, 20/109.

144 Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyet, s. 369. 145 Ankebût, 29/61.

146 Corci Zeydan (ö.1332/1914), Târîhu’l-Âdâbi’l-Lugati’l-Arabiyye, I-II, Beyrût: Dâru’l-Mektebeti’l-Hayât,

yandan da, “Ey Rabbim! Bu bebeğin hürmetine yağmur yağdır! Bol bol yağdır!” diye dua ediyordu. Bir saat geçmemişti ki gökyüzü bulutlarla doldu. Öyle bir yağmur yağdı ki Kabe’nin yıkılmasından korktular. Ebû Tâlip de bu olaya işaret eden şu şiiri söyledi:

“Bembeyazdır o, yüzüsuyu hürmetine yağmur istenir, Yetimlerin yardımcısıdır, dulların hâmisi,

Hâşimoğullarının gayretkeşleri toplanır çevresine, Onun katında nimet ve fazilet görürler.

Kabe’nin Rabbine andolsun ki Muhammed’i terk ettiğim lafı sizin yalanınız, Onun için çarpışır ve mücadele ederiz,

Teslim etmektense onu, etrafında toplanırız.

Çocuklarımızı ve eşlerimizi görmez gözümüz.”147

Netice olarak Kur’ân ve hadislerde Allah’ın izniyle âhirette gerçekleşeceği bildirilen ve insanların günahlarından dolayı cezalandırılmaktan kurtulmalarına vesile olacak şefaat ile âhiret hayatına, öldükten sonra dirilmeye inanmayan cahiliye toplumunun, dünya hayatlarına yönelik bazı faydalar temin etmeye yönelik putlardan bekledikleri şefaat anlayışının çok farklı olduğu anlaşılmaktadır. İslâm inancına göre kul, istediği zaman Rabbine yönelip dua edebilir, isteklerini doğrudan iletebilir. Çünkü Allah, kullarına şah damarlarından bile daha yakındır.148 Kendisine yapılan bütün niyazları, istekleri işitir ve onlara icabet eder.149 Ancak bu durum, yine Allah Teâlâ’nın izni ve iradesiyle bazı seçkin kullarının diğer kullarına şefaat etmesine mani değildir. Çünkü şefaat, ancak O’nun izniyle gerçekleşecek ve yine O’nun izin verdiği kimseler hakkında geçerli olacaktır. Dolayısıyla gerek cahiliye toplumunun, gerekse ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanların bâtıl inançlarıyla kıyas edilerek şefaat inkâr edilemez. Ancak şu kadar var ki insanda var olan başkalarından yardım bekleme duygusu, doğru bir şekilde yönlendirilmediğinde cahiliye toplumunda görüldüğü gibi insanı şirke götüren yanlış bir inanç haline dönüşebilmektedir. Onun için şefaat kavramını iyi anlamak, sınırlarını belirlemek ve tevhit inancını ihlâl edebilecek yorum ve inançlardan uzak durmak gerekmektedir.

147 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, III, 84-85. 148 Bk. Kâf, 50/16.

149

BİRİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVEDE ŞEFAAT I. ŞEFAAT KAVRAMI

Konumuzu ayrıntılı bir şekilde incelemeye geçmeden önce şefaatin sözlük ve terim anlamları üzerinde durmamız faydalı olacaktır.

Belgede İslam inancında şefaat (sayfa 35-39)