• Sonuç bulunamadı

2.3. Suudi Arabistan’ın Rolünün Arap Ülkelerinin Rolleri ile İlişkisi

2.3.1. Körfez Ülkelerin Rolleri

Körfez Girişiminin uygulanmasını gözlemleyen ülkelerden biri olup Arap koalisyon güçlerine 15 savaş uçağı ile katılmıştır. Koalisyona katılma sebepleri ise, krallık 2011 yılında bir ayaklanma ile baş başa kalmış ve İran’ı bu ayaklanmayı ve Şiileri tahrik etmekle suçlamıştır. Körfez ülkeleri özellikle Suudi Arabistan, yarımada kalkan güçleri üzerinden ve bazı reform çalışmaları yapılarak Bahreyn ayaklanmalarının son bulmasına yardımcı olmuşlardır. Bu nedenle Bahreyn’in Suudi Arabistan'a olan askeri ve politik desteği, Husilerin Yemen’in devlet makamlarını ele geçirmelerinin sadece Yemen için bir tehdit olmadığını, aksine özelliklede Husilerin deniz ve karayolu geçitlerini ele geçirmelerinin ardından tüm bölgeyi tehdit edeceğini bilmesine ve Bahreyn’in güvenliğinin dengesiz hale getirilmesi için Bahreyn içerisindeki muhaliflerin İran tarafından silahlandırılmasından korkmasına dayanmaktadır (Abdullah,2015).

Birleşik Arap Emirlikleri

Abu Dabi’nin Ali Saleh ile iyi ilişkilerine rağmen BAE Körfez Girişiminin uygulanmasının gözlemci ülkesidir. Sonrasında ise bir kısmı paralı askerlerden oluşan kara kuvvetlerine ek olarak 30 savaş uçağı ile askeri operasyona katılmıştır. BAE'nin yetkililerine göre operasyona katılım nedeni, milli güvenliğin ve Arap körfezi güvenliğinin yabancı kaynaklı mezhep çatışmalarından korunmasıdır. Ekonomik nedenler ise, Bab'ül Mendep boğazını koalisyon güçleriyle işbirliği içinde kontrol etme arzusudur. Zira Husilerin boğazın kontrolünü ele geçirilmesinden ve ticari hareketin durmasından korkmaktadır. Bu katılım BAE toplumu içerisinde bir iç tutunmaya neden olmuştur(Alwdi,2015). Bazıları ise hakikatte BAE'nin katılımının Suudi Arabistan'a hoş görünmekten ibaret olduğunu söylemektedirler. Zira bu iki ülkenin Yemen nüfuzundaki bakış açıları birbirine zıttır. Her iki ülke de Mısır ve Tunus’ta İslami devrimin devrilmesine yol açan olaylara desteklese de, Yemen'de durum farklıdır. Zira BAE Cumhurbaşkanı Mansur Hadi’den İhvancı bir parti olan Yemen İslah partisine bağlı bakanları görevden almasını istemiş ve Suudi Arabistan'ı

Ali Saleh'i yeniden devreye sokmak ve Ali Saleh ailesinin siyasi hayata katılımını engelleyen maddeyi iptal etmek için ikna etmeye çalışmıştır. Zira girişiminin başarısız olmasının arkasındaki isim Ali Saleh’tir ve Husilerle o işbirliği yapmaktadır. Ama aynı zamanda Husilere karşı tavır sergilemekte ve Suudi Arabistan ile işbirliğine hazır bulunmaktadır. Ancak Suudi Arabistan bunu reddetmiştir. Bunun akabinde BAE Ali Saleh'in ve ailesinin geleceğinin güvence altına alınması ve servetinin incelenmesini teklif etmiş, ancak Suudi Arabistan bunu da reddetmiştir. Suudi Arabistan Husilere karşı koyabilmek için reform partisine ve bu partiyi destekleyen Sünni kabilelere, aynı zamanda İslami akım yönetimini destekleyen Katar ve Türkiye’ye yakınlaşmaya başlamıştır. Bu ise askeri operasyonların başarılı olması durumunda Yemen yönetiminde İslamcıların rol sahibi olması, yani Mısır ve Tunus gibi birçok Arap ülkesinde İslami akım yönetimine engel oluşturmak için milyarlarca harcama yapan Birleşik Arap Emirlikleri'nin zarar etmesi anlamına gelmektedir. Çünkü BAE, IŞİD ve ihvan örgütlerini terör grupları kapsamında saymakta olup, Suudi Arabistan'ın Ali Saleh

karşısındaki tavrını değiştirmek için ABD'ne başvurmaya

başlamıştır(Muhammed,2015).

BAE İran ile güçlü ilişkilere sahiptir ve İran düşmanlığı fikrinde Suudi Arabistan ile uyuşmamaktadır. Bu nedenle Birleşik Arap Emirlikleri'nin tepkisi, Nemr El-Nemr’in idamı neticesinde büyükelçiliğin kapatılması ve Suudi Arabistan tahran büyükelçiliği ve konsolosluğuna baskın yapılması sonrasında Suudi Arabistan'ın tepkisine göre çok cılız kalmıştır. Ama BAE için asıl hedef Aden’dir. Aden, Dubai limanının doğal bir uzantısı ve körfez ülkelerinin İran ile ortak olduğu Hürmüz boğazının bir alternatifi sayılmaktadır. Aden’in kurtarılması ne Cumhurbaşkanı Mansur Hadi’nin göreve döndürülmesi için yapılan saldırılarda Birleşik Arap Emirlikleri başı çekmiş ve uluslararası Dubai limanları şirketi 2012 yılında BAE çekildikten sonra Aden’de liman anlaşmasını yeniden yenilemek istediğini duyurmuştur. Zira Mansur Hadi bu anlaşmada bazı değişiklikler yapmak istemiş ve BAE 1990 yılı öncesinde olduğu gibi Yemen’in geleceğini düşünür hale gelmiştir. Yani bölünme durumunda Yemen’in güneyi BAE'nin etkisi altında kuzeyi ise Suudi Arabistan'ın etkisi altında kalacaktır. Ancak bu görüşün önünde IŞİD ve Arap yarımadası el-kaide örgütü gibi bazı engeller bulunmaktadır. Bu örgütler kaos

durumundan faydalanarak Yemen'de geniş alanlarda hakimiyetlerini sağlamışlardır (Law Billi,2016). Yemen'de El Kaide örgütüne karşı yürütülen ortak askeri operasyona Yemen ordusu, Suudi Arabistan özel kuvvetleri ve BAE güçleri katılmış ve bu kuvvetler El Makla, Hadramut ve Zengibar şehirlerini silahlı El Kaide güçlerinden kurtarmışlardır(Masiid,2014: 42).

Katar

2007 ile 2008 yıllarındaki dönemde Yemen dosyasında en belirgin role sahip olan ülke kadardır. 2008 yılında Yemen devleti ve Husiler arasındaki savaşı durdurma girişimleri çerçevesinde, tam da Husi hareketinin yeniden canlandığı bir dönemde bazı Husileri safına çekmeyi başarmıştır. 2011 yılında Yemen devriminin patlak vermesiyle birlikte Katar, öncelikli olarak diğer körfez ülkeleri ile Yemen dosyasının Körfez Girişimi üzerinden yönetilmesi için koordinasyon kurmuş, ancak Cumhurbaşkanı Ali Saleh'in girişimi imzalamayı ağırdan alması ve Yemen devrimini ve muhalif güçleri desteklemesi bahanesi ile girişimden çekilmiştir. Ali Saleh'in devrilmesi sonrasında Katar Yemen’de yönetimi ele geçirmek için (Yemen İslah Partisi) İslami akımı desteklemeye çalışmış, ancak oluşturulmasında Suudi Arabistan'ın büyük öneme sahip olduğu Yemen girişimi İslamcıların yönetime geçmesinin önüne engel teşkil etmiş, sonra da Katar Husilerin Suudi Arabistan içlerine doğru genişlemesi suretiyle Husileri destekleme yoluna başvurmuştur (Mesaid, 2014).

Hakikatte Katar Suudi Arabistan ilişkileri 2011 yılı öncesinde bazen yakınlaşma ve bazen uzaklaşma sürecinde gerçekleşse de, 2011 yılı sonrasında Katar bazı Arap devrimlerini bu ülkelerde İslami yönetimi elde etmek adına desteklemiş, propaganda platformu olarak Al Jazeera kanalını kullanmıştır. Bu ise 2014 yılında Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn gibi bazı ülkelerin Katar'dan büyükelçilerini çekmelerine neden olmuş, sonrasında Katar 2013 yılında Riyad’da imzalanan güvenlik sözleşmesini ihlal etmekle suçlanmıştır. Bu güvenlik sözleşmesinde diğer KİK ülkelerinden hiçbirinin iç meselelerine müdahil olmamak şartı yer almaktadır. Katar ise bazı KİK ülkelerin iç işlerine müdahil olmakla suçlanmıştır. Ancak aynı yıl içerisinde Katar’ın bazı yükümlülüklerini yerine getirmesinin ardından bu ülkelerin büyükelçileri yeniden gönderilmiştir. Zira Katar, körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerde

birçok konuda eğitim yükümlülüklerine bağlı kalmıştır(Mesaid, 2014). Son dönemde ise Suudi Arabistan rejiminin kendi içerisinde yaşanan bazı değişikliklere bağlı olarak Katar ve Suudi Arabistan arasında bir tür yakınlaşma söz konusudur. Prens Mukrin yerine Muhammed Bin Nayif veliaht olarak tayin edilmiş olup, kendisi Katar Suudi Arabistan anlaşmasının mühendisidir. Kadar Yeme’in meşruiyetini desteklemek için koalisyon güçlerine katılmış, aynı zamanda Suudi Arabistan'ın Yemen'de Husilerin önüne geçmek için İslamcıların desteklenmesi düşüncesini desteklemiştir. Bu ise Mısır gibi birçok Arap ülkesinde İslamcıları devirmek için milyarlar harcayan BAE'nin rahatsızlık duymasına neden olmuştur(El-Kak,2016).

Kuveyt

Körfez Girişiminin uygulanmasının gözlemci ülkelerinden biridir. Aynı şekilde meşruiyetini desteklemek için koalisyon güçlerine katılmıştır. Kuveyt, Yemenli tarafların müzakerelerine ev sahipliği yapmak suretiyle Yemen krizinin siyasi yollarla çözümü için gayret göstermektedir. Daha önce Kuveyt 1979 yılında da Yemen’in iki kesiminin başkanlarının müzakerelerine ev sahipliği yapmış ve sonrasında Kuveyt Yemen’in iki yakası arasındaki savaşların durdurulduğu açıklamasını yapma başarısına ulaşmıştır. 18 Nisan 2016 tarihinde ise Kuveyt ateşkesi sağlamak için uluslararası destek bulmak adına çaba sarf etmiş, Kuveyt ve Muskat’ta Avrupa Birliği ve BM'in askeri uzmanların katılımıyla çalışma atölyeleri düzenlenmiş, Suudi Arabistan sınırlarında yaşanan bazı ihlallere rağmen görüşmeler ilan edilmeyen bir ateşkes ortamında gerçekleşmiştir. Yapılan anlaşmaların gölgesinde sükûnet isteyen kabile şeyhleri ile sınırların iç kesimlerinde kalan bölgelere insani yardım götürme anlaşmaları yapılmış, iyi niyet girişimleri ile başlayan Kuveyt müzakereleri esir ve naaş takasına kadar varmış ve Husi yetkililer Riyad’da Suudi Arabistanlı yetkililer ile bir araya gelmişlerdir (El-Kak,2016). Şeyhin oğlu Kuveyt diyaloglarının devletin kurulması ve savaşın sonlandırılması için yapıldığını duyururken, açıklamasında devletin ağır silahların teslim edilmesi, silahlı grup ve milislerin çekilmesi, geçiş güvenlik tertibatının alınması, devlet kurumları korunarak kapsamlı siyasi diyaloglara başlaması ve tutuklu ve mahpusların değişimi için komisyon oluşturulması şeklinde beş noktaya dikkat çekilmiştir(Bedavi, 2016).

Umman

Körfez Girişimi uygulanmasını gözlemleyen ülkelerden biridir. Ancak koalisyon güçlerine katılmayıp tarafsızlığı seçmiştir. Böylece geçmişte Kuveyt’e yapılan saldırılarda takındığı tavrın aynısını takınmıştır. Koalisyona katılmama sebebi ise Kuveyt'in başkalarının işlerine karışmama ve tarafsızlık siyaseti gütme eğilimindeki sabit politikalarıdır. Öte yandan Umman, Yemen ile birbirine bitişik coğrafi sınırlara sahiptir. Yakınlık faktörünün bulunduğu bir durumda koalisyon güçlerine katılması kendisine zorluk teşkil edebilirdi. KİK da Umman’ı İran ile olan ilişkileri nedeniyle muhteme görüşmelerde bulunmak için sözcü olarak bırakmak istemiştir(Aştivi, 2015). Zira Umman'ın İran ile olan ilişkileri 1970 yılına dayanmaktadır. İran Zufar bölgesindeki isyanı bastırmakta Umman’a yardımcı olmuş, Umman’da 1988 yılında İran Irak savaşlarının son bulması için görüşmelere ev sahipliği yapmıştır. Umman ile BAE ve Suudi Arabistan arasında yaşanan sınır anlaşmazlıklarında da Umman İran ilişkilerini güçlendirme yoluna gitmiş ve İran ile askeri birliği anlaşması imzalanmıştır. İran Irak savaşları sonrasında İran ile Suudi Arabistan'ın ilişkilerinin yeniden sağlanması için Umman aracılık yapmıştır(Said, 2016). 2013 yılında Umman, Amerika Birleşik Devletleri ile İran arasındaki görüşmelere de ev sahipliği yapmış ve bu görüşmeler neticesinde 5+1 programı (İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri) ile İran arasında nükleer anlaşmaya varılmıştır(Marc Valeri,2014). Ancak bunlar Umman’ın İran'dan tehdit hissetmediği anlamına gelmemektedir. Fakat Umman çözümün İran ile çatışmakta değil, programlı ve gerçekçi bir tavır ile iletişim kurmakta saklı olduğunu düşünmektedir(Said,2016). Bugün itibarıyla Katar ve BAE de İran projesi ile aynı pragmatik düzeyde tavır göstermektedir. Bunun neticesinde KİK’nin geleceği ile ilgili olarak Suudi Arabistan ve Umman ilişkileri gerilmiş ve 2007 yılında Umman birleşik körfez dövizinden çekilen ilk ülke olmuştur. 2001 yılında ise Suudi Arabistan planları teşkilatın bir körfez birliğine dönüştürülmesini teklif etmiştir. Askeri operasyon başlamadan önce Umman Suudi Arabistan'a Yemen ile diyaloglara ev sahipliği yapmayı ve bu siyasi planı Körfez Girişimi çerçevesinde gerçekleşmesini teklif etmiş, ancak körfez ülkeleri ve özellikle Suudi Arabistan Ummanın Husiler noktasında tarafsız kalmasından korkarak bu teklifi reddetmişlerdir. Zira Umman Husilere geniş yetki alanları tanıyan barış ve ulusal

ortaklık sözleşmesinde rol oynamıştır. Ancak Yemen’de konunun daha da düğümlü hale gelmesi ve askeri çözümün tek başına yeterli olmayacağını anlaşılmasının ardından belki de aracı olarak yeniden Ummana başvurulacaktır(Aştivi, 2015). Zira Umman bugüne kadar birçok diplomat ve Husi arasında görüşmelere ev sahipliği yapmış, aynı zamanda 6 Kasım 2015 tarihinde Suriye dışişleri bakanı Zübeyir’in Umman’a yaptığı ziyaretin hedefi Umman’ın Yemen ve Suriye’de aracılık girişimlerinin görüşülmesi olmuştur (Kenneth Katzman,2016:12).

Umman'ın aşağıdaki gibi bir girişiminin bulunduğu yönünde de söylentiler gidip gelmiştir. Buna göre Husiler işgal ettikleri şehirlerden çekilecek, el koydukları silahları teslim etmekle yükümlü tutulacak, Mansur Hadi liderliğindeki meşru yönetim dönecek, Husiler siyasi bir partiye dönüşerek siyaset hayatına ortak olacaklardır(Arapça Medya Ağı,2015). Yemen hükümeti ise Umman’ın herhangi bir girişim sunmadığını ve Husi temsilcisinin ABD temsilcisi ile görüşmesini kabul etmediğini duyurmuştur.

2.3.2. Diğer Arap Ülkelerinin Rolleri