• Sonuç bulunamadı

KöĢe Yazılarındaki Siyasi GeliĢmeler ve Yanlı Gazetecilik

Türk basını, 2007- 2008 yılları arasında gelişen siyasal gelişmeler karşısında kamuoyunun kendisinden beklediği doğru ve güvenilir haber aktarma işlevinden uzaklaşarak tarafsızlığını kaybetmişti. Köşe yazarları gelişen siyasal olaylarda tarafsızlığını kaybederek “yanlı gazetecilik” zihniyetine geçmişti. Bunu 2007 yılı içerisinde gelişen 11. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, E- Muhtıra olayında, Referandum sürecinde; 2008 yılı içerisinde gelişen Türban Yasası ve AK Parti‟ye açılan kapatma davasında açıkça görülmekteydi. Toplumsal sorumluluk ve tarafsızlıktan uzaklaşılarak “yanlı gazetecilik” yapılmaktaydı.

3.4.1. 2007- 2008 Yılları Arasında Türkiye’deki Basın ve Yanlı Gazetecilik

Türkiye‟de 2007- 2008 yıllarında gelişen önemli siyasi gelişmeler ve değişmeler, Türk basınının işlev ve görevlerinin unutulmasını veya göz ardı edilmesini ortaya çıkarmıştır. Basının görevlerinin başında kamuya hizmet gelmektedir. Basın, gelişen olayları kamuya haber vermeli ve bunu yaparken de kendisinden beklenen sorumlulukları unutmadan yapmalıdır. Basın dördüncü kuvvet olma özelliğini bir silah olarak asla kullanmamalıdır.

2007- 2008 yıllarında Türk basını, kamuoyunun oluşumunda etkin bir rol oynamıştır. Basının kendisinden beklenen kamuoyu oluşturma işlevini ve görevini yerine getirmiştir. Ancak basın bunu yaparken bu zaman içinde gelişen siyasi gelişme ve değişimleri doğru ve güvenli bir şekilde aktarmamıştır. Olayları ve gelişmeleri kamuoyuyla paylaşması ve onları bilgilendirmesi doğru ve güvenilir bir şekilde olamamıştır. Türk basını genellikle tarafsızlık ilkesinin dışında hareket etmiştir. 2007- 2008 yıllarında Türk basını, basın özgürlüğünün kendisine sağladığı bilgilere ulaşma, onları basabilme ve onları çoğaltabilme haklarını yerine getirmiştir. Basın bunları yaparken kamuoyunu doğru bir şekilde bilgilendirme hakkını engelleyerek karşılık verir. 2007- 2008 yıllarında Türkiye‟de gerek siyasi iktidar

89

gerekse muhalefetin Türk basınına eşit davrandığını söylemek de pek doğru değildir. Türk basını, gelişen siyasi olayları yansıtırken siyasi dengeleri de gözetmek zorunda kalmıştır. Basının insanları etkileme ve yönlendirme gücü çok büyüktür. Bunun içindir ki Türk basınına düşen ahlâki sorumluluk çok önemliydi. Türk basını kendisine düşen bu ahlâki sorumluluğun 2007- 2008 yılları arasında ne kadar uzağında kaldığını göstermişti.

2007- 2008 yılları arasında Türkiye‟de siyasal gelişmeler karşısında gazetelerin köşe yazarlarının kendilerinden beklenen ahlâki sorumlulukları yerine getirip getirmedikleri tartışılır. Bu anlamda 2007 yılı içerisinde gelişen 11. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, E- Muhtıra olayı, Referandum süreci; 2008 yılı içerisinde gelişen Türban Yasası ve AK Parti‟ye açılan kapatma davasını incelemek gerekir. Toplumsal sorumluluk gözetilerek ve tarafsızlık ilkesine göre acaba gazetecilik yapılıyor muydu?

2007- 2008 yılları arasında Türkiye‟deki siyasal gelişmeler gazetecilik yapılan kurum ya da kuruluşun yayın politikasına göre köşe yazılarında işlenmekteydi. Bu yayın politikası ile oluşturulan köşe yazıları, gazeteciliğin temel kurallarından olan tarafsızlık ve doğru bilgilendirme işlevinden uzak bir şekilde oluşturulup oluşturulmadığına bakmak gerekir..

3.4.1.1. CumhurbaĢkanlığı Seçim Süreci

2007 yılında Türkiye‟deki önemli siyasi gelişmelerden biri 11. Cumhurbaşkanlığı seçim süreci olmuştur. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer‟in görev süresinin sona erecek olmasından dolayı onun yerine kimin geçeceği çok önemli bir siyasi gelişme oluşturmuştu. Cumhurbaşkanlığı, kendisine verilen yetkiler açısından önemliydi. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı siyasi bir simge olarak da görülmektedir. Bu siyasi simge, laiklik ve Kemalist devletin simgesi olarak görülüyordu. Bu özellikleri açısından bakıldığında belli bir kesim için kaybedilmemesi gereken bir yer; belli bir kesim içinse kazanılması gereken bir yerdi. Gazetelerin köşe yazılarına baktığımızda da Cumhurbaşkanlığı‟nın ne kadar önemli bir yer olduğunu ve kaybetmemek ya da kazanmak için basın ahlâkından uzaklaşılarak köşe yazılarının “yanlı” gazeteciliğe dönüştüğü görüyorduk.

90

11. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin en önemli ayağı, elbette oraya kimin geçeceğiydi. Bunu da büyük bir oranda belirleyecek, tek başına iktidar da Ak Parti‟nin kendisi olarak görülmekteydi. Ak Parti‟nin kimi aday gösterdiği, 24 Nisan 2007 tarihinde Ak Parti grup toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanmıştı. Başbakan‟ın adayı “Kardeşim” dediği Abdullah Gül‟dü. Abdullah Gül‟ün açıklanması ile yaşanan sevinç, Hürriyet gazetesinden Bekir Coşkun 25 Nisan 2007 tarihli “Demokrasiyi SoytarılaĢtırmak” adlı başlıklı yazısıyla eleştirmekteydi. Coşkun yazısında:

“Badem bıyıklar titredi, düşük göbekler zıpladı, tombul eller çırpıldı, yağlı dudaklar haykırdı:

"Bravooo..." "Nurolll..." Sorsaydınız o an: "Beyefendi neyi alkıĢlıyorsunuz?..." "...?" Daha

belli değildi çünkü... Ben böyle bilmediği bir şeyi beğenip ayakta alkışlayanları ilk kez görüyorum. Nitekim Tayyip Erdoğan kürsüden gözlerinin içine baka baka "Milletvekili arkadaĢlarımla kimin

olacağını istiĢare ettim" dediğinde dahi, onlar karşısında oturuyorlardı ve ağızlarını açmış

Başbakan'ın dudaklarına bakıyorlardı: Acaba kimi açıklayacak?.. Gördünüz; "Abdullah Gül" adını duyunca nasıl da sevindiler.” (Ek- 1).

Coşkun, aynı yazısında seçimle iktidara gelen bir partinin Cumhurbaşkanlığı için gösterdiği adayın tehlikeli olduğunu şöyle vurguluyordu:

“ÇağdaĢ Türkiye'nin en önemli kalesi Çankaya, dün itibarıyla cemaate geçmiĢtir. Eşinin türbanı yüzünden, Türkiye'yi Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi'ne vermiş ve dava açmış birisi sizin "cumhurbaĢkanınız"dır. Artı; ordularımızın baĢkomutanı... "Laik Cumhuriyet"i temsil edecek kişi...” (Ek- 1).

Hürriyet gazetesinden Tufan Türenç ise 25 Nisan 2007 tarihli “Türkiye ile davalı bir CumhurbaĢkanı” adlı başlıklı yazısında Abdullah Gül‟ün eşinin türbanla

ilgili açtığı davayı göstererek karşı çıkmaktaydı:

“EġĠNĠN türbanı nedeniyle Türkiye'yi Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi'ne dava eden

bir DıĢiĢleri Bakanımız vardı. Şimdi o Dışişleri Bakanımız Allah'ın izniyle çok yakında

Cumhurbaşkanlığı koltuğuna da oturacak. Eşleri hanımefendi ise Türkiye'nin türbanlı ilk first lady'si olacak.” (Ek- 2).

Abdullah Gül‟ün adaylığına karşı açılan savaş da Milliyet gazetesinden Melih Aşık 25 Nisan 2007 tarihli “Gül’enler ve Ötekiler” adlı başlık yazısında açıkça

91

halkın oyuyla iktidara gelen bir partinin oy oranları hesaplanarak adaylığa karşı çıkmaktaydı. Aşık, yazısında:

“Bir siyasi partinin yüzde 25 oyla hem cumhurbaşkanlığı, hem başbakanlık, hem Meclis Başkanlığı'nı ele geçirmesi demokratik vicdana sığmıyor. Üstelik Köşk adayı "sözde değil, özde laik" tanımına da uymuyor. Türban ilk kez Çankaya'ya tırmanıyor. Abdullah Gül adını Bülent Arınç'ın zorladığı artık sır değil...” (Aşık, 2007).

Milliyet gazetesinden Taha Akyol ise 25 Nisan 2007 tarihli “Çankaya’da yeni dönem” adlı başlıklı yazısında:

“Gül'ün demokratik teorideki anlamıyla "tarafsız cumhurbaşkanı" felsefesine uygun bir cumhurbaşkanı olması aslında AKP için de bir emniyet supabı olacaktır. Türkiye'nin de böyle bir güven duygusuna ihtiyacı var. Ben başaracağına inanıyorum.” (Akyol, 2007).

Taha Akyol Abdullah Gül‟ün tarafsız bir Cumhurbaşkanı olacağı inancını taşıyordu. Zaman gazetesinden Ekrem Dumanlı 25 Nisan 2007 tarihli “ġimdi ne

olacak?” adlı başlıklı yazısında Abdullah Gül‟ün adaylığına sevindiğini göstererek

onu, açıkça Anadolu‟nun sevilen bir lideri olarak göstermekteydi. Dumanlı yazısında:

“Şu anki manzaraya göre Gül, 11. cumhurbaşkanı olacak. Anadolu'nun göbeğinden çıkıp, siyaset basamaklarını birer birer tırmanan, yıllar içinde daha uyumlu, daha hoşgörülü, daha kuşatıcı bir vizyona eren bir siyasi portre ile karşı karşıyayız. Hayırlı olsun Türkiye'miz için...” (Dumanlı, 2007).

Zaman gazetesinden Şahin Alpay ise 26 Nisan 2007 tarihli “Hayırlı olsun”

(Alpay, 2007) adlı başlıklı yazısıyla açıkça mutluluğunu dile getiriyordu. Yeni Şafak gazetesinden Fehmi Koru 25 Nisan 2007 tarihli “Abdullah Gül: Bir uzlaĢma

buketi” adlı başlıklı yazısında:

“Dün cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Abdullah Gül bu görevleri yetkinlikle yerine getirebilecek bir siyaset adamıdır. Bugüne kadar yürüttüğü hizmetlerde gösterdiği hassasiyeti, „devletin başı‟ olduğu andan itibaren, Türk milletinin birliğini sağlayıp devlet organlarının anayasal çerçeve içerisinde düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeterek sürdürecektir. Bir Cumhuriyet Bayramında (29 Ekim 1950) doğmuş olan Abdullah Gül, Cumhuriyet yönetimi olmasaydı o makama aday olamayacağının da bilinci içerisindedir.” (Koru, 2007).

92

Fehmi Koru bu yazısında Abdullah Gül‟ü Cumhuriyet‟in bir bilinci olarak vurgular ve Cumhurbaşkanlığı için en uygun kişi olduğunu belirtir. Böylece Koru, bu konuda tarafını açıkça ortaya koyar. Yeni Şafak gazetesinden Kürşat Bumin 25 Nisan 2007 tarihli “Politik, sivil ve dünyaya açık bir aday” (Bumin, 2007) adlı başlıklı yazısıyla Abdullah Gül‟ün adaylığını destekliyordu. Yeni Şafak gazetesinden Ali Bayramoğlu ise 25 Nisan 2007 tarihli “Gül: Ġdeal CumhurbaĢkanı” adlı başlıklı yazısında:

“Şunu kabul etmek gerekir, yaşanan tartışmalar, güçlü iktidar modeli endişeleri dikkate alınırsa Abdullah Gül yapılacak en doğru ve en etkili tercihti. Bu tercih "üçlü meşruiyet" üzerine oturmaktadır. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığı AK Parti içinde hiçbir tartışmaya yol açmaz ve "tam bir meşruiyet hali"ni ifade eder. Arınç'tan başlayarak kendisini aday adayı hisseden tüm diğer milletvekillerine kadar kimsenin itiraz edemeyeceğini bir isimdir Gül. Öte yandan sistem açısından da AK Parti içinde meşruiyeti en yüksek isimlerden birisidir, belki ilk isimdir. Başbakanlığı yanında, Dışişleri Bakanı ve Başkan Yardımcılığı sırasında, ayrıca reformların uygulanmasından sorumlu bakan olarak devletin çeşitli kurumlarıyla yakın işbirliği içinde çalışmış bir siyasi aktördür. Özellikle bu süreçte Dışişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı'nın yakın ilişkisi Abdullah Gül merkezli olmuştur. Gül'ün kişiliği, çatışmacı olmayan yapısı, buna karşın mesafeli ve formel tavırları, kendisini etkili, güçlü ve meşru bir devlet adamı haline getirmiştir. En nihayet şunu söylemek gerekir: Abdullah Gül sadece partisi ve sistem için değil, AK Partili olmayan kamuoyu için de en meşru, en kolay kabul edilebilecek cumhurbaşkanı adayıdır. Gül gerek başbakanlığı sırasında gerek Dışişleri Bakanlığı sırasında aldığı uzlaşmacı, liberal ve sorun çözücü tavırlarla Türkiye'nin benimsediği bir devlet adamı profili çizmiştir. Nitekim türlü araştırmalar Erdoğan dışında Gül'ün AK Parti'nin ülkenin sempatisini toplayan siyasetçilerinden birisi olduğunu ortaya koymaktadır.” (Bayramoğlu, 2007).

Böylece Bayramoğlu, Abdullah Gül‟ün kamuoyunca da kabullenileceğini ve Türkiye‟nin benimseyeceği bir kişi olacağını Türk toplumu adına karar vermekteydi.

Yeni Şafak gazetesinden Hakan Albayrak 25 Nisan 2007 tarihli “ġükürler Olsun”

(Albayrak, 2007) adlı başlıklı yazısıyla mutluluğunu ve memnuniyetini sergilemekteydi.

Hürriyet gazetesinin başyazarı, kalemşoru Oktay Ekşi, Abdullah Gül‟ün

adaylığına karşı mücadelesini neredeyse kural tanımadan yapmaktaydı. Ekşi, 25 Nisan 2007 tarihli “Gül ve CumhurbaĢkanlığı” adlı başlıklı yazısında Abdullah Gül‟e çatarak:

93

“Abdullah Gül'ün CumhurbaĢkanı olmasıyla varılacak nokta, özünde Tayyip Erdoğan'dan farklı değildir. Gül'ün farkı, üslubunun yumuşaklığı ve yüzünde tebessümün daha çok görülmesidir. Bu bağlamda CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın dünkü konuşmasında dediği "Gül de Erdoğan

gibi Millî GörüĢ rahlei tedrisinden geçmiĢtir, orada ĢekillenmiĢtir. AnlayıĢı, duyguları, düĢüncelleri, Millî GörüĢ ikliminin ortamının eseridir" tespiti doğrudur.” (Ek- 3).

Oktay Ekşi gazetecilik kimliğinden uzaklaşarak resmen bir parti sözcüsü gibi kalemini kullanmaktaydı. Ekşi, 25 Nisan 2007 tarihli aynı yazısında bu sefer saldırısını Abdullah Gül‟ün eşi Hayrünnisa Gül‟e çevirerek:

“Gerilimsiz dönemden söz ederken Gül'ün eşi Hayrünnisa Hanım'ın "türbanı" Çankaya

KöĢkü'ne taşımasının kamuoyunda yaratacağı rahatsızlığı görmezden gelemeyiz. Örneğin daha ilk

protokol olayında CumhurbaĢkanı eĢinin türbanı birdenbire en önemli sorun gibi algılanacaktır.”

(Ek- 3).

Abdullah Gül‟ün eşinin türbanlı oluşundan rahatsızlığını Oktay Ekşi bu yazısında vurguluyordu. Abdullah Gül‟ün adaylığına farklı bir şekilde yaklaşan Ertuğrul Özkök, Abdullah Gül‟ün adaylığını Hürriyet gazetesinde yazdığı 26 Nisan 2007 tarihli “Gece yarısı tarihi bir vaat” adlı başlıklı yazısında şöyle yorumlamaktaydı:

“Şu, artık Türkiye'de herkesin bildiği bir "sır". Gül, bu koltuk için çok istekli değildi. Onun birinci arzusunun o makamda Başbakan Tayyip Erdoğan'ı görmek olduğunu çok iyi biliyorum. Kendisini oraya, şahsi hırsı veya arzusu değil, bir başkasının şahsi arzusu ve tehlikeli hırsı çıkardı. TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, "EĢi türbanlı biri oraya çıksın" diyerek tehlikeli bir kumar oynadığını hepimiz biliyoruz.” (Ek- 4).

Ertuğrul Özkök bu yazısında da Bülent Arıç‟a çatarak onu da eleştirmekteydi. Özkök‟ün rahatsızlığı Abdullah Gül‟den çok eşi Hayrünnisa Gül‟ün türbanlı oluşunaydı. Ertuğrul Özkök yaşanan gelişmeleri çarpıtarak bir çatışma durumuna geçmişti. Abdullah Gül‟ün Cumhurbaşkanlığı olayına karşı çıkan belli gruplar itirazlarının sebeplerini daha da abartarak Gül‟ün Millî Görüş‟ten geldiğini, değişmediğini ve gizli bir gündemi olduğunu iddia ediyorlardı. Bu düşüncedekilere karşı çıkan ve daha yumuşak söylemle bu düşünce de olanlara karşı gelen Zaman gazetesinden Ali Bulaç 25 Nisan 2007 tarihli “Ġyi bir tercih” adlı başlıklı yazısında:

94

“TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın "dindar cumhurbaşkanı seçeceğiz" demesi, Turgut Özal'a cenaze töreninde nispet edilen "sivil, demokrat, dindar" sıfatlarına atıftı. Abdullah Gül, dinî hayatına/ibadetlerine önem veren bir insan, Millî Görüş geleneğinden gelme; ama dindarlığını, başkalarının gözünün içine içine sokacak biri değildir.” (Bulaç, 2007).

Bulaç, çatışmacı bir kimlikle değil de yumuşak bir kimlikle Abdullah Gül‟ü nitelendirmekteydi. Bulaç, yazısında Bülent Arıç‟ın “dindar bir cumhurbaşkanı seçeceğiz” sözünü de toplumun endişelenmesi gereken bir durum olmadığını Arınç‟ın bunu sivil ve demokrat niteliklerin öne çıkacağı bir durum olarak algılıyor ve topluma da bunu algılatmaya çalışıyordu. Zaman gazetesinden Hüseyin Gülerce 26 Nisan 2007 tarihli “O Türkiye’yi kim tutabilir?” adlı başlıklı yazısında Abdullah Gül‟ün Cumhurbaşkanlığı ile birlikte daha iyi olacağını ortaya koymaktaydı. Gülerce yazısında şöyle belirtmekteydi:

“Gül ismi, sadece AK Parti tabanını ve teşkilatları değil, başta iş dünyası, bütün Türkiye'yi rahatlatmıştır. Başını CHP'nin çektiği muhalefet ise "inadım inat" tavrından vazgeçmemiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimi aslında bir ülke için düğün-bayramdır. CHP, sert duruşu, gerginlik politikası ile düğünde maraza çıkartan huysuzlara benziyor. Milletin ağız tadını bozmanın ne âlemi var? Ankara Tandoğan Meydanı'nda öfkesini dindiremeyenler şimdi İstanbul Çağlayan'da yine provokasyonlara açık gösteriler düzenliyorlar. Demokratik tepkiye 'evet'; ama öfke ve kine 'hayır' demeliyiz. Türkiye'de bir kesim, kendi gibi düşünmeyeni hain, düşman, ajan ilan ettiği sürece, demokrasimize hoşgörü temelleri kazandırmamız mümkün değildir. Türkiye; Gül'ün cumhurbaşkanlığı ile demokratikleşme, özgürlüklerin genişletilmesi, devlet-millet kaynaşması istikametinde yepyeni bir rüzgâr yakalayacaktır. Benim o 1 Nisan şakasında "Sezer'in Jesti" diye anlatmaya çalıştığım hasretini duyduğumuz tablolar gerçek olacaktır. Başbakan'ın, bakanların, hatta Baykal'ın çoluk çocuklarıyla, torunlarıyla, gelin ve damatlarıyla Çankaya'da bir yemekte bir arada olduklarını düşünün.” (Gülerce, 2007).

Gülerce, Abdullah Gül‟ün Cumhurbaşkanlığı‟nın sadece Türkiye‟de değil, bütün dünyada da olumlu şekilde karşılanacağını belirterek Abdullah Gül‟ün tarafında olacağını belirtiyordu. Yeni Şafak gazetesinden İbrahim Karagül 26 Nisan 2007 tarihli “BaĢladılar! Böyle bir Türkiye istemiyoruz” adlı başlıklı yazısında Başbakanlıkta Erdoğan‟ın Cumhurbaşkanlığı‟nda ise Abdullah Gül‟ün olduğu bir siyasi pencere açmaktaydı. Karagül yazısında şöyle belirtmekteydi:

95

“Tayyip Erdoğan'ın Başbakan, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olduğu, AK Parti'nin yeni seçimlerde güçlü bir şekilde Meclis'e girdiği Türkiye'yi birlikte düşünelim: Düşünürken de, birkaç gündür dünya basınında yer aldığı gibi, çatışma ekseninde, kavga çerçevesinde değil, uzlaşma arayışıyla, Türkiye'nin özgürlük ve refah arayışıyla bakalım. Sadece tespitler yapalım, merkeze sadece Türkiye'yi, beklentilerini, hayallerini, hedeflerini koyalım. Desteğimize de, eleştirilerimize de, kaygılarımıza da bu eksenden bakalım.” (Karagül, 2007).

Karagül, gazetecilik kimliğinden siyasi mühendisliğe uzanarak tarafsızlığını kaybediyordu. Abdullah Gül‟ün Cumhurbaşkanlığına seçilmesi ile oluşacak olan sivilleşme, demokratikleşme… vb. durumları ortaya koyan yazılara karşı bunun tam tersini savunan yazılar yazılmaktaydı. Milliyet gazetesinden Melih Aşık 26 Nisan 2007 tarihli “Gül’ün öteki adı” adlı başlıklı yazısında Abdullah Gül‟ün sahip olduğu Millî Görüş kimliğinden uzaklaşmadığını yazmaktaydı. Aşık, yazısında:

“Bütün bunlar güzel hoş... Ne var ki görüntüdeki bu fark amaca yansımıyor. Erdoğan, Arınç, Gül hepsi aynı yolun yolcularıdır... 26 Mayıs 2005 tarihinde bu sütunda Amerikalı akıl hocası Huntington'un görüşleri yayımlandı. İslamın liderliğini Türkiye'ye yakıştıran Huntington engel olarak şunları sayıyor:- Atatürk'ün ilkeleri, Türkiye'yi modern laik Batılı bir ülke olarak tanımlıyor. Bu öğretilerin üzerinde biraz düşünülmesi, değiştirilip düzeltilmesi zamanı muhakkak ki gelmiştir. Fuller, Henze gibi akıl hocaları da yıllardır aynı şeyleri söyler... Türkiye Atatürk ve laikliği bir kenara bırakmalı, İslam dünyasına lider olmalıdır. "Ilımlı İslam" adı verilen bu model gerçekten Türkiye'yi lider ülke yapar mı? O ağızlara bir parmak bal çalmadır. Ilımlı İslam, "Batı'ya piyonluk yapacak bir dinci devlet"e verilen addır... Abdullah Gül Amerikan politikalarına sıkı sıkıya uyum sağlayan bir Dışişleri Bakanı'ydı...” (Ek- 5).

Aşık, Erdoğan, Arınç ve Gül üçlüsünü sanki Bermuda Şeytan Üçgeni olarak görmekteydi. Bu üçünün birbirinin aynı olduğunu dile getirmekle birlikte Abdullah Gül‟ü suçlayıcı bir dille “Ilımlı İslam”ın temsilcisi, uygulayıcısı ve Amerikan politikasının temsilcisi olarak görüyordu. Melih Aşık 27 Nisan 2007 tarihli “Cumhuriyet BitmiĢ” adlı başlıklı yazısıyla Abdullah Gül‟e olan karşı duruşunu veya çatışmasını devam ettirmekteydi. Aşık, yazısında şöyle belirtmekteydi:

“Abdullah Gül diyor ki:"Cumhuriyet döneminin sonu gelmiştir. Eğer Ankara'nın yüzde 60'ı gecekonduda oturuyorsa bu laik sistemin başarısız olduğu anlamına gelir ki, biz de onu kesinlikle değiştirmek istiyoruz..." Bir siyasetçi dün söylediği kimi sözleri politika gereği sonradan değiştirebilir. Ama cumhuriyetin özüyle ilgili görüşlerini aynı kategoriye koyamazsınız. Çankaya Köşkü'ne çıkmaya

96

hazırlanan bir adayın 12 yıl önce "Cumhuriyet bitmiştir, laik sistemin değiştirilmesi gerekir" sözlerini sarf etmesi, Cumhuriyet'in en yüksek koltuğuna oturmaması (veya oturtulmaması) için yeterli sebeptir.” (Ek- 6).

Aşık, açıkça Abdullah Gül‟ü Cumhuriyet düşmanı olarak görmekteydi. Abdullah Gül‟ün Millî Görüş kimliğinden uzaklaşmadığını düşünerek onu rejimin en büyük düşmanı olarak algılamaktaydı. Melih Aşık‟ın tedirginliğine katılarak toplumun daha da kamplaşmasını sağlayacak yazılar hiç hız kesmeden devam etmekteydi. Hürriyet gazetesinden Tufan Türenç 28 Nisan 2007 tarihli “KuĢatmadan kurtulma umudu sandıkta” adlı başlıklı yazısıyla Cumhuriyetin içine düşürüldüğü durumdan korkmakta ve kurtuluşun çarelerini aramaktaydı. Türenç, yazısında:

“TÜRKĠYE ayakta... Birçok ilde art arda mitingler yapılıyor. Yüzbinlerce insan, devletin AKP tarafından kuşatılmasına karşı çıkıyor. Her kesimden meydanlara koşan bu kadar insan neden endişe içinde? Cumhurbaşkanlığına bir AKP'linin seçilme olasılığına karşı neden bu kadar rahatsızlık duyuyorlar. Bu soruların yanıtı açık. Türk halkı, cumhuriyetin, laik, demokratik rejimin tehlike altında olduğu inancı içinde. Bunun için de AKP zihniyetinin Çankaya'ya çıkmasını kabul edemiyor.

Abdullah Gül ne kadar gülse, ne kadar yumuşak üslup kullansa bile halk onun gerçek düşüncelerini

ve inançlarını biliyor.” (Ek- 7).

Türenç, bunları yazısında dile getirerek çatışmacı bir kimlikle ortaya çıkmaktaydı. Türenç, gazeteciliğinden çok militan bir Kemalist olarak görülüyordu. Türenç, toplumun ayakta olduğunu ve insanların endişeler taşıdığını belirterek