• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4: AĞAÇLAR

4.3. Ağaç Çeşitleri

4.3.7. Kâfûr

20–40 metre yüksekliğinde, kışın yapraklarını dökmeyen, çok uzun ömürlü (tahminen 2000 sene) bir ağaçtır. Vatanı Japonya ve Güney Çin olmakla beraber, iklimi uygun bölgelerde de yetiştirilmektedir. Kâfûr ağacı soğuğa karşı oldukça dayanıklıdır. Akdeniz Bölgesi ülkelerine (Cezayir, Đtalya, Mısır) getirilmiş ve bu bölgeye çok iyi uyum sağlamıştır. Đstanbul’da da bazı bahçelerde (Emirgan Korusu) süs bitkisi olarak yetiştirilmekte olduğu görülmektedir (Baytop, 1984: 265).

Başka kokulardan kesin bir şekilde ayrılan bu kokunun iki ana kaynağı vardır: Çin kâfûru ve Japon kâfûru. Kâfûr elde etmek için ağacın tepesini keserek bir oluk açarlar. Buradan pek çok kavanozu doldurmaya yetecek miktarda kâfûr suyu sızar. Bu su toplandığı zaman daha aşağıda, ağacın ortasına doğru bir yerde bir kesik daha açılır. Buradan ise kâfûr parçaları düşer. Kâfûr, ağacın reçinesidir; ama odunun kendisinde bulunur. Đşlem tamamlandığında ağaç, işe yaramaz hale gelir ve kurur. Paul Wheatley, kâfûr ağacını şöyle tarif eder: “Yörede bol miktarda; ama denizden 60 metre ile 360 metre arasındaki bir yükseklikteki mutlaka iyi sulanan alanlarda toplu halde bulunur. Görünüşe bakılırsa en iyi yetiştiği yer, dik yamaçlardır.” Çin tıbbında kâfûr göz hastalıklarını iyi eder, vücuttaki kötü gazı söker atar. Hintliler kâfûru panzehir yapımında kullanırlardı. Romalılarsa kâfûru iyileştirici bir merhemde kullanıyorlardı. Geleneksel ecza kitaplarının çoğunda kâfûrun doğası “soğuk” olarak belirlenmiştir ve Müslümanlıkta cennetin hem zencefil hem de kâfûr çeşmesi ile süslü olarak betimlenmesinin nedeni de budur. Pek çok kültürde kâfûr ölüm kokusu olarak bilinir; çünkü geleneksel olarak bedenin bozulmasını önlemek amacıyla kullanılır. Kâfûrun

geç döneme ait bir Mısır mumyasında kullanılmış olduğunu duyduk (Dalby, 2004: 91– 94).

Ölülerin ağız ve boğaz boşluklarına bir miktar kâfûr konur ki, mikrop öldürücü özelliğinden dolayı böcekler cesede yaklaşmasın. Yine güve yememesi için yünlü kumaşların yanlarına kâfûr konur (Dara, 2006: 303).

Peygamberin kızlarından biri vefat ettiğinde, Peygamber Efendimiz dışarı çıktı ve “Kızımı su ve sidr ile üç yahut beş yahut gerekli görürseniz bundan daha fazla sayıda yıkayınız; sonuncu yıkayışta kâfûr yahut kâfûrun nevinden kokulu bir şey kullanınız.” buyurmuştur (Serdaroğlu, 2006: 225–226).

Kâfûr çiçeği papatya çiçeğine benzer. Asıl beyaz kâfûr bu ağacın yapışkan olan zamkı imiş. Renkli, yarı şeffaf ve kolay kırılan, kuvvetli kokan bir madde imiş. Afiyet ve iştah açıcı, ateşli şişlikleri giderici, baş ağrısını dindirici, uyku verici ve cinsî istekleri arttırıcı özelliklere sahip imiş. Kâfûr çok güzel kokarmış. Kâfûr ağacının kendisi büyük, odunu ak ve yumuşak olurmuş. Eskiden aydınlatıcı maddeler ve mum imalatında da kullanılırmış. Edebiyatta sevgilinin bedeni ve özellikle gerdanı kâfûra benzetilir (Pala, 2003: 265).

4.3.7.1. Kâfûr ile Đlgili Tasavvurlar 4.3.7.1.1. Cism (Beden)

Kanamanın durdurulması veya yaranın enfekte olmasını önlemek için yara kızgın demirle dağlanır. Tıbb-ı Nebevî’de tavsiye edilmeyen, modern tıpta da tasvip edilmeyen bu tedavi şeklinden şairlerimiz sıkça bahseder. Bu türden yaralar tımâr denilen işleme tâbi olur, yaranın üzerine merhem sürülür veya ot denilen bitkisel ilaçlar konulur ya da pamuk, keten, tiftikten bükülerek hazırlanmış fitiller kâfûrla hazırlanmış merhemlere bulanarak yaranın üzerine yerleştirilir (Yeniterzi, 1998: 98). Sevgili, güzellik unsurlarının yanı sıra karakteri, âşığa karşı takındığı tavır ve âşığın ona yüklediği misyonla Dîvân şiirinin önde gelen tiplerindendir. Bazen hayatta rastlanan bir insan bazen bir sultan bazense bir devlet büyüğü; ama her zaman konum olarak âşıktan üstün biri olarak görünür. Aşk derdiyle yanıp tutuşan, eziyet çeken,

hastalanan âşık için o, doktordur, ilaçtır (Serdaroğlu, 2006: 52). Aşağıdaki beyitte sevgilinin kâfûr merhemi olan bedeni (cismi), sinesi yara dolu âşığın derdine derman olacak olan ilaç olduğundan âşık, onu yaralı göğsüne bastırmak istemektedir:

Sîne-i pür-zahmuma sarmak diler gönlüm seni

Cismün ey cân pâresi kâfûrî merhemdir bana (C.1, G.3/4)

4.3.7.1.2. Gerdan

Şem‘, yani mum, modern zamanlardan önce gündelik hayatın tam ekseninde yer alan bir eşya idi. Elektriğin, gaz lambasının yahut kandilin bile olmadığı zamanlarda insanların gecelerini dolduran mum, bir yandan hayatın merkezi olurken diğer yandan

şairlerin ilham kaynağı, hatta pervanelerin (gece kelebeği) ilgi odağı bile oluvermiştir. Buna göre pervâne, mum alevinin çevresinde mıknatısî bir güç ile döner durur. Tıpkı sevgilinin mahallesinden ayrılamayan âşık gibi. O kadar ki, gittikçe daha fazla cesaretlenerek daha yakın hareket etmeye, dönerken çizdiği çemberin yarıçapını daraltmaya başlar. Böylece cesareti şevkini artırır, şevki arttıkça da cesaret bulur. Tıpkı sevgilisine yaklaştıkça daha fazla yaklaşmak için bahaneler arayan âşık gibi. Öyle ki, pervâne birkaç zaman sonra muma iyice yaklaşmış olur. Bu sefer de onun gerçeğini anlamak ister ve kendisiyle onu aynileştirmek için dönüş çemberini iyice daraltır. Bu da tıpkı sevgilisine yaklaşınca ona dokunmak, onunla konuşmak, onun sıcaklığını duymak isteyen âşığın haline benzer. Nihayet pervâne mumun (sevgilinin) ateşine kanadını kaptırır (Pala, 2002: 16).

Kâfûr, beyaz renkli bir maddedir. Bundan hareket ederek Zâtî, sevgilinin gerdanını beyaz muma benzetmiştir. “Gümüş göğüslü, kâfûrî gerdanlı sevgili, altın şamdanını yakıp halkı pervâne gibi yakarsa ayıplanmamalıdır.”:

Tan mı ger pervâne-veş halkı o sîmîn-ber yaka

Şem‘-i kâfûrî o gerden şem‘-dân-ı zer yaka (C.1, G.13/1)

Pervâne, geceleyin ışığın çevresinde görülen küçük kelebektir. Mum ışığının çevresinde sürekli döner ve öyle bir an gelir ki, kendisini mumun alevine bırakırmış (Pala, 2003: 383).

Dîvân şiirinde pervânenin sürekli mum ışığına gelmesi ve bile bile canını mum ateşinde feda etmesi yaygın bir mazmun olarak kullanılır. Đslâmî inançlara göre bunu yapan, yani bilerek canına kıyan kişi intihar etmiş sayılır ve bu kişilerin ahiret hayatını kaybedeceklerine itikat olunur (Özkan, 2007: 454).

Pervâne mum etrafında döne döne yanıp kapkara olur. Bu sebeple de aşağıdaki beyitte sevgilinin beni pervâneye, beyaz renkte olan kâfûr mumu da sevgilinin gerdanına benzetilmiştir.:

Şem‘-i kâfûrîye gûyâ kim yapışmış kalmış ol

Gerdenünde hâl bir yanmış siyeh pervânedür (C.1, G.338/3)

Şem-i kâfûr, kâfurdan elde edilen beyaz bir mumdur. Aşağıdaki beyitte sevgilinin gerdanı, beyaz renginden dolayı nura ve muma benzetilmiştir:

Letâfet câmi’i içre ya bir hoş şem‘-i kâfûrî

Ya tûmâr-ı du’â-yi Nûrdur ey mâh ol gerden (C.3, G.1075/4)

4.3.7.1.3. Hatt (Ayva Tüyleri)

Kokusu ve siyah rengi nedeniyle ayva tüyleri miske benzer. Misk ve kâfûr kokusu ile sevgilinin yanağında bulunan ayva tüylerinin özelliklerini yazan şair, bütün dünyayı bu güzel kokuyla donatmıştır. “Müşg” ve “hatt” kelimelerinin bir arada bulunma sebebi, her ikisinin de siyah renkli olmasındandır. Miskin siyah, kâfûrun ise beyaz renkli olmasından dolayı bu kelimelerle tezat sanatı oluşturulmuştur. Ayrıca “hatt” kelimesi tevriyeli olarak kullanılmıştır. Bu kelime yazı anlamında kullanıldığı gibi sevgilinin ayva tüylerinin yerine de kullanılmaktadır. Eskiden haşhaş, badem, kâfûr gibi bitkilerin üzerine dualar yazılırdı. Zâtî aşağıdaki beyitte bu âdete telmihte bulunmuştur. Şairin sevgilinin yanağını kuşatan ayva tüyleri vasfında söylediği şiirini, kara renkli müşg kokusu ile kâfûra benzeyen beyaz kağıda yazması, okuyanların dimağını güzel kokularla doldurmasına sebep olmuştur:

Müşg ile kâfûra yazdum vasf-ı hatt-ı ‘ârızun

4.3.7.1.4. Merhem

Kâfûr ağacı soğuğa karşı dayanıklıdır. Şairin “kâfûr” kelimesi ile birlikte “şitâ” kelimesini kullanması bize kâfûrun bu özelliğini telmih etmek istemesi nedeniyledir. “Kılıçtan ve güneşten dolayı bedende yara açılmasaydı, kış yeryüzüne kâfûr merhemini vurmayacaktı.” Beyitte kâfûrun yaraları iyileştirici özelliği vurgulanmıştır: Virmezdi şitâ merhem-i kâfûrı zemîne

Tîğ ile güneş cismine zahm urmasa anun (C.2, G.718/7)

4.3.7.1.5. Sîne

Aşağıdaki beyitlerde sîne ile kâfûr arasında renk bakımından ilgi kurulmuştur. Dîvân edebiyatında sevgilinin bir özelliği de âşığın yaralarını iyileştirecek olan tabip olmasıdır. Böyle bir doktorun her uzvu âşık için bir ilaç niteliğindedir. Zâtî beyitte sevgilinin sînesinin bir merhem olduğunu söylemektedir. Ne var ki, sevgili âşığa yüz vermediği için âşık bu merhemi yaralı bağrına saramamaktadır:

Sînen ey derdüm emi merhem-i kâfûrî imiş

Yaralu bagrına ammâ seni kimse saramaz (C.2, G.559/3)

Sevgili, sînesi ile âşığın ayrılık acısıyla delik deşik olan kalbine merhem sürmüştür. Bu merhem tabii ki, vuslattır. Beyitte “şeb”den bahsedildiğine göre Zâtî’nin gece vakti bir rüya görme ihtimali de vardır:

Kâfûrî merhem urdı bu şeb sîne-i nigâr

Đtmişdi sadr-ı Zâtî’yi hicrân delik delik (C.2, G.710/5)

4.3.7.1.6. Ten

Zâtî, sevgilinin beyaz teni ile beyaz renkli kâfûr arasında ilişki kurmuştur. Hasta olan âşığı iyileştirecek şey, sevgilinin merhem özelliği taşıyan tenidir:

Sîne-i pür-zahmuma sarmaga sa’y itsem seni

Nola ey cerrâh-ı cân kâfûrî merhemdür tenün (C.2, G.795/4)

Yakı göğüs ve sırt ağrılarına karşı kullanılan, sütle yapılmış, dövülmüş arpa lapasıdır. Çeşitli etkin maddelerin içine bal mumu, reçine, terementi esansı gibi maddeler de

katılabilen, katı veya yarı katı yapışkan kitlelerin pamuk, keten, kumaş üzerine yayılmasıyla elde edilen ve vücudun çeşitli bölgelerine dışarıdan yapıştırılarak uygulanan bir ilaç biçimidir (Türkçe Sözlük, 2005: 2111). Koculmak, sarılmak ve kucaklanmak anlamlarına gelmektedir (Yeni Tarama Sözlüğü, 1983: 142). Sevgilinin âb-ı hayât özelliği taşıyan dudağı, âşığın dert dolu olan gönlüne yakıdır. Teni ise şairin ömrüne ömür katan kâfûrî merhemdir::

Lebün dil derdine emdür tenün kâfûrî merhemdür

Dil-i pür-derde ol yakı öpül ‘ömrüm kocul ‘ömrüm (C.2, G.964/3)