• Sonuç bulunamadı

Ağaçlar ile Đlgili Unsurlar (Budak, Dal, Dikme, Nihal, Yaprak)

BÖLÜM 4: AĞAÇLAR

4.2. Ağaçlar ile Đlgili Unsurlar (Budak, Dal, Dikme, Nihal, Yaprak)

Ağaç gövdesinde tomurcuk çıkacak yuvarlak boğum, ağacın dal olacak sürgünü, budak olarak tanımlanmaktadır. Başka bir anlamı ise ağaçlarda ince ve küçük dalların kesilmesinden kalan çıkıntılı kısımdır. Bunlar kolayca yerinden fırlayacağından marangozlukta makbul sayılmazlar (Meydan Larousse, “Budak”, C.2 / 1969: 612).

4.2.1.1. Budak ile Đlgili Tasavvurlar 4.2.1.1.1. Ayak (Kadeh)

Ayak, kadeh manasına gelmektedir. Kadeh kimi zaman sevgilinin dudağı, kimi zaman gönül, kimi zaman da güldür. Kırmızılığı yönünden ve çekiciliği nedeniyle gül ile kadeh arasında bu ilişki kurulur (Pala, 2003: 92). Şair, sâkînin (sevgilinin) elinde kadehi gördükçe daha budak halindeki taze gül sanmaktadır:

Sâkî elünde ayagı gördükçe sanuram

Bir tâze güldurur ki budagındadur dahi (C.3, G.1742/7)

4.2.1.1.2. Cân

Çün serv kadd-i yârı görüb müntehâ didi

Zâtî Hudâ bagışlasun anun budagını (C.3, G.1660/7)

Yukarıdaki beyitte sevgili, boyu itibarı ile serviye benzetilmiş, sevgilinin canı ise budak olarak tasavvur edilmiştir. Bitkilerin canlılıklarını devam ettirebilmesi, onların dal budak vererek büyümeleri yoluyla olmaktadır. Zâtî, sevgilinin servi gibi olan

boyunun en üst noktasını görüp “Allah onun budağını (canını) bağışlasın, ona uzun ömür versin.” diye dua etmektedir.

4.2.1.1.3. Dünyâ

Dünya gam, tasa, keder yurdu olarak tasavvur edilir. Onun alçaklığından, vefasızlığından, mihnet yeri oluşundan şikâyet edilir. Ağaçta budak, istenmeyen bir

şeydir. Budaklı ağaç veya kereste daha sonra sıkıntılara sebep olur. Tüm bunlardan yola çıkılarak beyitte dünya-budak ilişkisi kurulmuştur. Şair aşağıdaki beytinde, güzelliğinden dolayı gurura kapılan sevgiliye seslenerek âşıkların âhlarını almamasını öğütlemektedir. Zira güzellik gelip geçicidir ve budağa teşbih edilen dünyadaki nice padişahların (güzellerin) güzellikleri yel olup gitmiştir:

Gırre olma bâg-ı hüsne âhın alma ‘âşıkun

Nice şâhı yile vermişdür bu dünyâdur budak (C.2, G.645/6)

4.2.1.1.4. Mercân

Sıcak denizlerde milyarlarcası bir arada yaşayan basit bir hayvandır. Görünüş bakımından çatallara ayrılmış bir ağaç dalını andırır. Bunlar kendi aralarında birleşip kaynaşarak mercan resiflerini meydana getirirler. Mercanlar salgıladıkları kireçten iskelet üzerine eldiven gibi geçerek yaşarlar. Yaptıkları bu kalker iskeletin üzerine kiremit kırmızısı renginde bir madde salgılarlar. Süs eşyası yapımında kullanılan mercan, bu kalker iskeletlerdir (Hayat Ansiklopedisi, “Mercân”, C.5: 2310).

Zâtî, şeklinden dolayı eli mercan budağına benzetmiştir. Bu benzetmenin bir diğer sebebi de, mercanın kırmızı renkli oluşu, beyitte sözü edilen elin kana batmış olarak tasavvur edilişidir. Sehâvetin kelime anlamı el açıklığı, cömertliktir. Mercanların denizde yaşamaları, kırmızı renkli olmaları, mercana benzetilen elin cömertlik denizinde yüzmesi şeklinde tasavvur edilmesine zemin hazırlamıştır:

Görenler sandı ol barmak olubdur kana müstagrak

4.2.1.1.5. Rakip

Dîvân şiirinde kullanılan "rakîb" ile ilgili olarak kaynaklarda; "başkasıyla aynı şeyi isteyen", "aynı güzeli sevenlerin birbirlerine karşı durumları (Bazen agyâr, gayr denildiği de olur)", "gözetici, muntazır, bekçi, harîs, hâfız" gibi anlamlar yer almaktadır.

Rakip, âşık-şairlerin öfke, küfür ve lânetlerine boy hedefi olmuş, aşkı inkâr eden "kötü insan"ı temsil eder. Âşık, sevgilide vefa görmediğinde derhal rakip yahut "ağyâr”a küfür ve lânetler ederek sebebini âdeta onlarda arar (Savran, 2007: 153).

Aşağıdaki beyitte sevgili, başına konan kişiye şans getirdiğine inanılan hümaya benzetilmiştir. Âşık-ma‘şuk-rakip üçgeninden oluşan aşkta âşık, rakibi sevgilinin yanında görmeye dayanamamaktadır. Bu yüzden de hümaya (sevgiliye), “Budağa benzeyen rakiple sakın uçma!” diye seslenmektedir:

Konma degme budaga lûtf it hevâ-dârun gözet

Eyleme nâ-cins ile billâhi pervâz ey hümâ (C.1, G.30/3)

4.2.1.1.6. Sevgili-Güzel

Çok budaga kondı kılmadı karârı murg-ı dil

Şimdi serv-i kâmetün ol murga me‘vâdur budak (C.2, G.645/4)

“Ey budak! Gönül kuşu birçok budağa / güzele konmasına rağmen karar veremedi. Sonunda kendine o uzun boylu serviyi yurt edinmiştir.” Yukarıdaki beyitte tevriye sanatı göze çarpmaktadır. “Budak” kelimesi ağacın bir bölümü olmasının yanı sıra ilk mısrada güzeller; ikinci mısrada ise sevgili yerine de kullanılmıştır. Âşığın kuşa benzeyen gönlü hangi güzele doğru uçacağına bir türlü karar verememiştir. Sonunda o kuş, servi boylu güzele konarak onu kendine yurt, yuva edinmiştir. Kuşların yuva yapmak için servi ağacını tercih ettikleri bilinmektedir.

4.2.1.1.7. Tîr (Ok)

Âşık, aşk derdinden hoşnuttur. Çünkü bu dert, sevgiliden gelmektedir ve âşık için sevgilinin bir lutfudur. Aşk derdinden duyulan memnuniyeti, Fûzûlî bir beytinde şöyle anlatmıştır:

Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb

Kılma dermân kim helâkim zehri dermânındadır Fuzûlî

Zâtî’nin aşağıdaki beytinde güle benzeyen sevgilinin, âşığın gönlüne attığı ok, budağa teşbih edilmiştir. Şair tıpkı Fuzûlî gibi cerrahtan yarasındaki oku çıkarıp kendisini iyileştirmesini istememektedir. Çünkü sevgilinin cefâ oklarını âşığa göndermesi, onunla ilgilendiğinin göstergesidir. Bu sebeple sevgilinin âşığa cefâ etmemesi onun için ölümden farksızdır. Bunu da şair hüsn-i ta‘lil yoluyla gülün budağından ayrılması

şeklinde anlatmıştır:

Giderme tîr-i cânânı benüm zahmumdan ey cerrâh

Ayırma bu gül-i handânı billâhi budagından (C.3, G.1054/3)

4.2.2. Dal (Şâh)

Dal, ağaç veya çiçek gibi bitkilerin ana gövdesine bağlı ince uzantılardır. Ayrıca bazen çiçek gibi ince yapılı bitkilerin gövdesine de dal veya sap denilir (Öztoprak, 1986: 17). Ağacın bütünü gibi dalları ve diğer bazı kısımları da çeşitli bakımlardan sembol kabul edilmiştir. Eski Romalılarda defne dalı zaferin, zeytin dalı barış ve mutluluğun sembolüdür (DĐA, “Ağaç”, C.1 / 1988: 457).

4.2.2.1. Dal ile Đlgili Tasavvurlar 4.2.2.1.1. Afv

Afv, suçunu bağışlama, özür dileme anlamlarındadır. Zâtî, “Eğer tevbe eli kısa olmazsa af dalının meyvesine ulaşırsın.” dediği beytinde yürekten defalarca tevbe etmenin önemine değinmiştir. Bir kişi Allah’a defalarca tevbesini sunarsa sonunda dileği kabul olur; çünkü Allah, çok tevbe edeni sever:

Đrişürsin simâr-ı şâh-ı ‘afve

Yed-i tevbe eger olmazsa kûtâh (C.3, G.1236/3)

4.2.2.1.2. Elif

Kına, yakıldığında parmaklarda, avuç içinde ve tırnaklarda renk değişikliğine sebep olmaktadır. Sevgilinin, uzunluğundan ve şeklinden dolayı elife benzeyen parmakları aynı zamanda dal olarak tasavvur edilmiştir:

Hınnâ ki itdi nâhunın al ol eliflerün

Gûyâ bitürdi lûtf ile beş dâne dâl gül (C.2, G.839/2)

4.2.2.1.3. Kaş

Gözlerin üzerinde ve alın altında kavis şeklinde uzanan kıllardır. Giyim, kuşam ve süslenmede vücut yapısı düzgünlüğü ile yüz çizgileri güzelliğinin çok önemli tesiri vardır; kaş da şekline göre yüze bir mana verir. Zamanımızda kadın yüzü makyajı sanatının önemle meşgul olduğu konulardan biri kaştır. Eskiden kadınlarımız kaşlarını “rastık” denilen kara bir boya ile boyarlardı. Aklıkla bembeyaz bir yüz ve kara sürmeli kirpiklerin üstünde kapkara iki sülük gibi kaşın güzel düştüğüne inanılmıştı. Yakın geçmişte ise kadın kaşları cımbızla yolunmuş veya bir tıraş bıçağı ile alınmış ya kıldan incecik bir kaş bırakılmış yahut makyaj kalemleri ile sunî kaşlar çekilmiş, resmedilmişti. Zamanımızda kadın kaşı rastıktan ve tıraştan kurtulmuş, yaratılışındaki huzuruna kavuşmuştur. Yalnız gümrah, yolunu şaşırmış kıllar terbiye edilmekte ve boyalı kalemlerle de hafif bir rötuş görmektedir.

Kaş, türlü şekillerine göre edebiyatımızda isimler taşır: “Keman kaş”, biçimli kavisli kaş; “kalem kaş”, ince güzel resimli düz kaş; “samur kaş”, enlice dolgun kaş; “çatık kaş”, iki kaşın alın ortasındaki uçları bitişik kaştır. Çatık kaşı, kaş çatma ile karıştırmamalıdır. Dîvânlarımız, kadın, kız ve delikanlı, güzellerin tasviri yolunda kaşların medhi için yazılmış şiirlerle doludur. Bu şiirlerde hem “kaş” adı, hem de kaşın Farsça karşılığı olup dilimize girmiş “ebrû” ismi kullanılmıştır (Koçu, 1969: 147).

Melâhat, yüz güzelliği; şâh, dal anlamına gelmektedir. Dîvân edebiyatında sevgilinin yüzü, bağ olarak tasavvur edilmektedir. Onun kaşları ise güzellik meyvesinden dolayı eğilmiş iki daldır:

Didiler bâr-ı melâhatden egilmiş iki şâh

Zâtî’yâ bâg-ı cemâlinde bakanlar kaşına (C.3, G.1281/5)

4.2.2.1.4. Müje (Kirpik)

Zâtî’nin, gözyaşlarını şeklinden ve renginden dolayı kiraza benzettiği aşağıdaki beyitte sevgilinin kirpikleri dal olarak tasavvur edilmiştir. Bu benzetmede dalın ve kirpiklerin düz oluşları etkili olmuştur. Dala benzeyen kirpiklerden damla damla gözyaşı akmaktadır:

Şâh-ı müjemde kim salınur katre katre eşk

‘Aks-i lebünle her biri bir dâne ter kirâs (C.2, G.575/3)

4.2.2.1.5. Ok

Şair, sevgilinin güle benzeyen yüzü olmadan, goncaya benzeyen kalbinin gül bahçesine dönemediğini söylemektedir. O kalp goncasının her dalı, şeklinden dolayı Zâtî için bir ok; her yaprağı da peykân olmuştur:

Gül yüzünsüz gonca-i kalbüm gülistân açamaz

Kim anun her şâhı ok her bergi peykândur bana (C.1, G.38/2)

4.2.2.1.6. Zülf

Zâtî’nin aşağıdaki beyti bize bir muamma sunmaktadır. Sevgilinin boyu (serv) elif, zülüfleri de dal harfi olarak düşünülmüştür. Bu şekilde pür-usûl tamlamasının da çağrışımıyla ortaya “dâd” kelimesi çıkmaktadır. Bu kelimenin değişik anlamları düşünüldüğünde beyit daha iyi anlaşılacaktır (Arslan, 2000: 316).

Servi boylu sevgilinin yüzünün iki yanından dala benzeyen zülfleri sarkmaktadır: Gördi zülfeynün didi dil pür-usûl olduguna

Bu beyitte de sevgilinin yüz bağına düşen iki zülfü iki dala benzetilmiştir: Bir serv-i revân oldugına bâg-ı cemâle

Anun iki yanında iki zülf iki dâli (C.3, G.1770/5)

4.2.3. Nihal (Dikme, Fidan)

“Nihâl” ve “dikme” kelimeleri sürgün, taze ve düzgün fidan anlamında kullanılmaktadır. Dîvân şiirinde sevgilinin boyu ve endamı, ince ve düzgün oluşu nedeniyle nihâle benzetilir (Pala, 2003: 373).

4.2.3.1. Nihal ile Đlgili Tasavvurlar 4.2.3.1.1. Boy

Dikme tazeliği, zindeliği, nazikliği, zarafeti ve yetişmesinde ihtimama ihtiyacı sebebiyle beyitlerde boy olarak düşünülür (Sefercioğlu, 1990: 399). Aşağıdaki beyitte Zâtî, sevgilinin boyunu ince ve düzgün oluşundan dolayı dikmeye benzetmiştir :

‘Aceb mi serverâ a‘lâ olursa anlarun kadri

Boyunun dikmesi Sidre güneş hüsnün çerâgıdur (C.1, G.251/4)

4.2.3.1.2. Elif

Fidan, uzun ve ince şekli dolayısıyla elif harfine benzetilir. Beyitte gül fidanı söz konusu edilmiştir. Bu gül fidanı, gül bahçesine dikilecektir:

Elifdür gûyîyâ Kur’ân içinde zahmun ey gonce

Nihâl-i güldurur yâhôd dikilmişdür gülistâna (C.3, G.1319/4)

4.2.3.1.3. Kaş

Sevgilinin güzelliği bağa benzetilince o bağdaki nihal ile sevgilinin ebruları yani kaşları arasında eğrilik bakımından ilgi kurulmuştur. Nihal, taze fidan olduğu için çabucak eğilebilir:

Görüb bâg-ı cemâlünde didi ebrûlarun Zâtî

Melâhat mîvesinden olmış iki hôş nihâl egri (C.3, G.1795/7)

4.2.3.1.4. Sebz-pûş

Sebz-pûş, yeşil örtülü, yeşil elbiseli anlamlarına gelmektedir. Nihâl de yeşil olduğu için sebz-pûş ile aralarında renk bakımından ilgi kurulmuştur. Beyitte rüzgâr, öç almaya niyetlenmiş kişi olarak teşhis edilmiştir. Servi ağacı, sevgilinin boyuna benzemek istediği için rüzgâr intikam almak amacıyla onu yontturur:

Öykünürmiş kaddüne serv ey nihâl-i sebz-pûş

Rûzigâr-ı müntakim neccâra anı yondurur (C.1, G.422/2)

4.2.3.1.5. Sevgili

Sevgili ve boyu nahl-i hırâmân, nahl-i gül, nihâl-i tâze, nihâl-i mevzûn olarak hayal edilir (Kurnaz, 1987: 522). Zâtî beytinde sevgiliyi taze bir fidana benzetmiştir ve her zaman onun gölgesinde vakit geçirmek (onunla bir arada olmak) istemektedir:

Umaram kim her dem anun sâyesinde hôş geçem

Bir nihâl-i tâze vü serv-i hırâmân sevmişem (C.2, G.933/3)

4.2.3.1.6. Tîr (Ok)

Nihal ile tîr (ok) arasında ilgi kurulmasının nedeni, ikisinin de düzgün ve uzun olmasıdır. Sevgilinin oku, âşığın bağa benzeyen kalbine bir nihâl dikmiş ve bu ok sevgiliden geldiği için kendine iyi bir yer edinmiştir:

Tîr-i dil-ber bâg-ı kalbümde dikelden bir nihâl

Râstî gönlümde ey Zâtî benüm yir eyledi (C.3, G.1603/5)

4.2.4. Yaprak (Berg, Varak)

Yapraklar genellikle bitkilerin en görünen kısımlarıdır. Klorofilce zengin olduklarından orman ve tarlaların ortak yeşil rengini verirler. Yaprağın bağlı olduğu

gövde kısmına boğum denir. Yaprağın birleştiği gövde noktasında yaptığı üst açıya yaprak koltuğu adı verilir.

Yapraklar genellikle ince veya genişlemiş şekilleriyle karakterizedir. Boyları çok küçük veya daha uzun çapta değişiklikler gösterir. Yapraklar önemli organlar olup karbonhidrat meydana getirmekte ve dolayısıyla bitki hayatı için önem taşımaktadır. Genel olarak yapraklar, gövdelerin gelişmemiş büyüme noktalarını içeren tomurcuklardan oluşur. Tipik bir yaprak üç kısma ayrılır: Yaprak ayası, yaprak sapı ve yaprak tabanı (Botanik, 1982: 75–76).

Yapraklar bitkinin hayatında önemli rol oynayan organlardır. Yaprağın üzerinde gözenek adı verilen çok küçük delikçikler vardır. Yaprak bu deliklerden bazı gaz alış-verişi yapar; havadaki oksijeni alarak bunun yerine karbondioksit gazı çıkarır. Gözeneklerden su buharı çıkar. Bu olaya “terleme” denir, bitkiyi sıcaktan korur. Gözenekler birçok bitkinin yapraklarının alt yüzeyinde bulunur. Asma yapraklarında böyledir. Buğday gibi bazı bitkilerin yapraklarında ise hem alt hem de üst yüzlerde gözenek vardır. Su üzerinde yaşayan bitkilerin yapraklarının suya değen yüzlerinde, su içinde yaşayan bitki yapraklarının iki yüzünde gözenek bulunmaz. Yaprağın öteki önemli görevi de içindeki klorofil sayesinde güneş ışığı enerjisiyle karbondioksit ve suyu birleştirerek bitkiye besin maddeleri hazırlamasıdır (Hayat Ansiklopedisi, “Yaprak”, C.6: 3279).

Mevlevî dervişlerinin dedeye ve dergâha sundukları hediyeye “berg-i sebz” adı verilir. Maddî gücü olmayan derviş, dergâha eli boş gitmek yerine bir çiçek ya da yeşil bir yaprak götürür (Uludağ, 2001: 73).

Berg, tezhipte kullanılan yaprak şekilleri hakkında kullanılan tabirdir (Pakalın, 1983: 208).

Dîvân edebiyatında yaprak, birçok bitkinin unsuru olarak ele alınmıştır. Umumiyetle yapraklar baharda yeşerir, sonbaharda dökülürler. Ancak servi ve çam gibi yaprağını dökmeyen ağaçlar müstesnadır (Yılgör, 1990: 3).

4.2.4.1.Yaprak ile Đlgili Tasavvurlar 4.2.4.1.1. Âl (Hile; Kırmızı)

Dîvân edebiyatının zengin tabiatı içinde yaprak ve özellikle gül yaprağı çok anılır (Pala, 2003: 78).

Beyitteki âl kelimesi ile tevriye sanatı yapılmıştır. Kelimenin “hile, düzen” anlamı olduğu gibi “kırmızı” anlamı da vardır. “Yeşil ve yalnız olan bir gül, gül bahçesi pazarında, hile yaprağı / kırmızı yaprak ile gazelhan olan bülbüle açılmıştır.” Burada gül, sevgili yerine kullanılmıştır. Yeşilliği onun taze bir güzel olmasını ifade eder. Âl ise onun bülbüle yaptığı nazı, işveyi ve hileyi anlatmak içindir. Gül yaprağının yeşil iken kırmızıya dönmesi bize o meşhur efsaneyi telmih etmektedir. Efsaneye göre gül, rengini bülbülün göğsünün kanından almıştır. Bir gün bülbül, gülün dalına konar, dikeniyle göğsü kanar. Bu kan gülün köklerine sızınca damarlarına yürür ve yeşertir. Gül, bambaşka bir renge boyanmıştır. Kıpkırmızıdır. O artık, bülbülün göğsünün kanının rengini yüzünde taşımaktadır (Güngül, 2000: 31):

Bâzâr-ı gül-sitânda gazel-hân-ı bülbüle

Evrâk-ı âl ile açıldı yeşil bir cerîde gül (C.2, G.850/5)

4.2.4.1.2. Âşık

Hazan, içerdiği olumsuz anlamlar ve bu anlamların şâiri hayal ve duygu zenginliği yaratma bakımından zorlaması nedeniyle Dîvân şiirinde bahar kadar geniş bir kullanım alanı bulamamıştır. Bütün olumsuzluklara rağmen Dîvân şâirlerinin çoğu, şiirlerinde az da olsa hazanla ilgili çeşitli benzetmelere yer vermişlerdir (Batislâm, 2003: 155). Dîvân şâiri için hazan baharın zıttıdır. Hazan yaşlılık ve bitkinlik; bahar gençlik, zindelik ve tazelik sembolüdür. Bahar başlangıç, hazan bitiş demektir. Đlkbahar iyimserlik, sonbahar kötümserlik ifade eder. Đlkbaharın kıymetini bilmek için sonbahar hatırlanmalıdır. Her ilkbaharın sonunda hazan vardır, bu değişmez bir yasadır. Bahar güzellik, aşk, zindelik, vuslat ve hayat kaynağı olarak görülürken hazan çirkinlik, ölüm, yaşlılık, hüzün, son ve ayrılık gibi olumsuzlukların kaynağıdır. Dîvân şâiri bu zıtlıktan yararlanarak insana ait olumsuzlukların anlatımında hazanın özelliklerinden yararlanır.

Genel olarak Dîvân şiirinde hazan sevgilinin yokluğunu, içki ve eğlence mevsiminin bittiğini, baharın güzelliğinin kalmadığını ifade eder. Hazan mevsimi tabiatı perişan eder, sararmış yapraklarıyla sarı, hastalıklı yüzü hatırlatır.

Sarı renkli ve kurumuş hazan yaprakları rüzgârın etkisiyle toprağa düşerler. Bu durum, hasta insanın ölüme yaklaşmasını, toprağa girmesini düşündürür. Aynı zamanda hazan, insana hayatın sonu olduğu gerçeğini hatırlatır (Batislâm, 2003: 171–172). Aşağıdaki beyitte âşık, hazan mevsiminde toprağa düşen sarı yapraklara benzetilmiştir. Birinci mısradaki şimşek anlamındaki “berk” ile ikinci mısradaki yaprak anlamına gelen “berg” kelimesi cinaslı olarak kullanılmıştır:

Koçmak müyesser olmadı ol servi berk berk

Düşdüm türâba nite ki fasl-ı hazânda berg (C.2, G.815/1)

Hazan yapraklarıyla ilgili benzetmelerde sevgilinin âşıklarının hazan yaprağı gibi sevgilinin ayaklarına döküldükleri söylenir. Âşıklar dökülmüş sonbahar yapraklarına benzetilir (Batislâm, 2003: 172).

Yaşuma bak sal beni su gibi vuslat bâgına

Nev-bahârum rahm kıl döndüm hazân yapragına (C.3, G.1273/1)

Yukarıdaki beyitte âşık, sonbahar yaprağı iken genç ve taze olan sevgili de ilkbahardır. Âşık, sevgiliden merhamet beklemekte ve ona vuslata ermek istediğini söylemektedir.

4.2.4.1.3. Ay-Gün; Mihr-Mâh

Hatâyî, Arapça bir kelime olup şu anlamları içermektedir:

1. Hatay kumaşı. 2. Süslemede (tezhipte) açılmış lotusu andıran bir çiçek motifi. 3. Tezhipte, merkezini hatâyî denilen çiçek motifi işgal etmek üzere birbirine geçmiş spiral dallardaki çiçek motiflerinden teşekkül eden süsleme tarzı. 4. Güzel sanatlarda kullanılan ve Çin’de pirinçten yapılan bir cins kâğıt (Devellioğlu, 2003: 339).

Hatâyî aynı zamanda çiçekli bir dokumadır. Đpeklidir. Sade hatâyî, telli hatâyî, nev-zuhûr hatâyî gibi çeşitleri vardır (Pakalın, 1993: 765-766).

Şemse, güneş şeklinde yapılan işleme resimdir. Sevgilinin güzelliğinin resminde ay ile gün, çiçek motifindeki iki tane yapraktır:

Hüsnünün şemsesinden ay ile gün

Đki dâne hıtâyî yaprakdur (C.1, G.397/3)

Bu beyitte ise güneş ve ay, çiçek motifindeki iki yaprak olarak sevgilinin yanağının resmine nakledilmiştir:

Nakl olmış ol nigârun ruhsârı şemsesinden

Mihr ile mâh iki yaprakdurur hıtâyî (C.3, G.1512/4)

4.2.4.1.4. Cevr-Belâ-Mihnet-Gussa

Âşık vuslata ermek için çeşitli belâlara uğrar. Bu, onun için çok tabiidir. Belâ bezmi, belâ gülzârı, künc-i belâ, belâ deşti, belâ kühsârı, belâ kuyu vs. ile kastedilen çok kere dünyadır. Elest bezmindeki belî (belâ) sözü de bu münasebetle hatırlatılır. Âşık, yârin belâsını ölümsüz hazine veya gençlik olarak görür (Kurnaz, 1987: 109).

Bu unsurlar sevgiliye ait olup neticeleri bakımından âşıkla ilgilidir. Tasavvurlarda hareket noktası sıkıntı, zahmet ve acı verme özellikleridir. Aşağıdaki beyitte serviye benzeyen sevgili, baştan başa cefâ yaprağı ile donanmıştır. Servi (sevgili) meyve vermeyen bir ağaç olduğu için de lutf ve vefâ meyvesinden yoksundur:

Berg-i cevr ü nâz ile zeyn olmış ol serv-i revân

Mîve-i lûtf u vefâdan âh kim âzâdedür (C.1, G.239/2)

Sevgilinin serviye benzetildiği bu beyitte âşığın sevgiliye duyduğu aşk, gönül bağındaki bitmiş bir ağaçtır. Belâ, sıkıntı ve gam da onun yaprakları ve meyvesidir: Gönül bâgında bitmiş bir şecerdür ‘ışkun ey servüm

Belâ vü mihnet ü gussa anun bergi vü bârıdur (C.1, G.246/2)

4.2.4.1.5. Çenber

Çenber Farsça bir sözcük olup alına bağlanan yemenidir (Sami, 2002: 516). Zamanımızın mendiline nispetle çok büyük değirmi olup yazma nakışlarla süslenirdi.

Kadınların alın çatkıları ve kaşbastılarına benzer bir şekil alır; külah veya fes az geriye atılarak giyilirdi. Bu çenberler hem külahı veya fesi başta sıkı tutar hem de alın terinin yüze akmasına mani olurdu (Koçu, 1969: 70).

Zâtî’nin 1819 numaralı gazelinde Ramazan tasviri yapılmaktadır. Gazelin ilk beyitlerinde Ramazan’la ilgili kelimeler (oruç, menâr, kandil vs.), sevgilinin güzellik unsurlarını anlatmak için bir vasıta olmuştur. Aşağıdaki beyit, bu gazelin sonuncusudur. Ramazan, ibadet ayı olduğu için sevgili başı örtülü olarak tahayyül edilmiştir. Uzun boylu sevgili, başını yaprak desenli güzel bir çenberle sarmıştır. Çenberin üzerindeki yapraklar sevgilinin başını süslediği gibi Zâtî’nin beytini de süslemiştir. Şairin bu beytinde hüsn-i ta‘lil sanatı yapmıştır. Sanki, gûyâ anlamlarına gelen “san” kelimesi, gazelin diğer beyitlerinde çizilen Ramazan manzarasını tamamlamıştır. Sevgilinin başına sardığı çenber, Ramazan ayında etrafa saçılan nurlarla ve yanan kandillerle ilişkilendirilmiştir:

Bir varak basma güzel çenber ile başını san

Zâtî’yâ itdi müzeyyen bir uzun boylı nigâr (C.3, G.1819/8)

4.2.4.1.6. Dervîş

Dervîş, bir tarikata bağlı olan kimsedir. Kelimenin asıl anlamı Allah yolunda alçak gönüllülüğü ve fakirliği kabul eden kimse demektir. Dervişlerin manevî yücelikleri daima imrenilecek bir durumdur. Fakirliği, kanaatkarlığı, dünyaya önem vermemesi ve bu nedenle aslında bir kul kılığında olmasına rağmen sultan mertebesinde olması vs. yönleriyle edebiyatta dervişten sıkça söz edilir (Pala, 2003: 122). Zâtî de aşağıdaki beytinde dervişin mala mülke kıymet vermeyişini, kanaatkarlığını; “Dünya bağından ona iki yaprak yeter.” diyerek anlatmıştır:

Şu kim dervîş olubdur ana Zâtî

Yeter bâg-ı cihândan iki yaprak (C.2, G.649/5)

Zâtî, kendisine nasihatte bulunduğu bu beyitte, Hz. Âdem’in cennetten kovulmasına neden olan meyve (bâr)den ve telmih yoluyla Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın cennetten kovulurken avret yerlerine incir yaprağı örtmelerinden söz etmiştir. “Kâr u bâr” iş güç,