• Sonuç bulunamadı

Ağaçlar ile Đlgili Tasavvurlar

BÖLÜM 4: AĞAÇLAR

4.1. Ağaçlar ile Đlgili Tasavvurlar

Aşağıdaki beyitte “Ben bir ağaç olsam ve marangoz olan felek beni senin köyünün dolabında (değirmeninde) kullansa veya benden bir dolap yapsa ben de sana döne döne hizmet etsem.” diyen âşık, sevgiliye dolap haline gelerek hizmet etmek isteyen bir ağaçtır. Dîvân edebiyatında âşık, inlemesiyle bir dolabı andırmaktadır. Dolap, ağaçtan yapıldığı için âşık kendini dolabı döndüren bir ağaç olarak nitelendirmiştir:

Hızmet itsem döne döne itse olsam bir dıraht

4.1.2. Aşk

Arapça aslı “ışk” olup sözlükte şiddetli ve aşırı sevgi; bir kimsenin kendisini tamamen sevdiğine vermesi, sevgilisinden başka güzel görmeyecek kadar ona düşkün olması anlamına gelir. Lugat kitaplarında aşk kelimesinin sözlük anlamının, aynı kökten olup sarmaşık anlamına gelen “aşeka” ile yakından ilgili olduğu belirtilir. Buna göre sarmaşığın kuşattığı ağacın suyunu emmesi, onu soldurup zayıflatması ve bazen kurutması gibi aşırı sevgi de sevenin sevdiğinden başkasıyla ilgisini kestiği, onu sarartıp soldurduğu için bu duyguya aşk denilmiştir. Ayrıca hem tatlı hem ekşi olan bir çeşit meyveye de “uşuk” denilir (DĐA, “Aşk”, C.4 / 1991: 11).

Gönül bâgında bitmiş bir şecerdür ‘ışkun ey servüm

Belâ vü mihnet ü gussa anun bergi vü bârıdur (C.1, G.246/2)

Yukarıdaki beyitte âşığın gönlü bir bağ, serviye benzeyen sevgilinin aşkı ise bu bağda yetişmiş olan bir ağaca benzetilmiştir. Böyle bir ağacın yaprağı ve meyvesi de belâ, eziyet ve gamdan başka bir şey olmayacaktır.

4.1.3. Dünya

Mi’rac, Hz. Peygamber’in, peygamberliğinin on ikinci senesinde, Recep ayının 27. gecesi, Cebrâil’in rehberliğinde Arş’a çıkması ve Allah ile görüşüp dönmesidir (Levend, 1984: 128).

Terk Allah’tan gayrı her şeyi bırakmak demektir. Tecrid ile birlikte ele alınır. Benliği terk eden kişiden halkın da Hakk’ın da hoşnut olacağı söylenir. Dünyayı terk eden âlemin beyi, padişah olur (Kurnaz, 1987: 113). Zâtî bu husustan yola çıkarak dünyayı terk eden Hallâc’ı “şâh” olarak nitelendirmiştir. Hallâc-ı Mansûr, 922 yılında asılarak öldürülen ve Dîvân edebiyatında adına sık rastlanan bir sôfîdir. Bu kişi tasavvuf yolunda ilerleyip fenâfi’llaha ulaşıp “Ene’l-Hakk (Ben Hakk’ım!)” deyince muhalifleri tarafından bu söz zâhirî manasıyla ele alındı ve Kadı Ömer-i Hammâdî katline hüküm verdi. Ölümü de dar ağacına çekilerek gerçekleşti (Pala, 2003: 197). Zâtî aşağıdaki beyitte Şâh Hallâc’ın asıldığı bu dar ağacını dünyaya benzetmiş ve telmih etmiştir.

Hezârân, bülbüller ve binler(ce) manasına gelmektedir. Âferin’in ise alkış manasının yanı sıra Allah anlamı vardır. Hezârânın bülbül manasını düşündüğümüzde kastedilenin, Allah âşığı olan Mansûr olduğunu söyleyebiliriz. O bülbül ki, Ene’l-Hakk feryadı ile yeri, göğü yakmıştır. Bu kelime âferîn ile birlikte bütünlük oluşturmakta ve ortaya şu mana çıkmaktadır: “Hallâc’a binlerce kez aferin ki, dünya dar ağacında Ene’l-Hakk feryadı mi’raca kadar ulaşmıştır.”:

Hezârân âferin dâr-ı cihânda Şâh Hallâca

Đrişmişdür Ene’l-Hak refrefiyle kasr-ı mi’raca (C.3, G.1240/2)

4.1.4. Etfâl (Çocuklar)

“Akça” şeklinde de kullanılan “akçe” kelimesi hem “küçük gümüş para” hem de daha genel olarak “her tür madenî para” anlamlarına gelmektedir. Osmanlılarda kuruş usulü kabul edilinceye kadar akçe kullanılmıştır (Öztekin, 2006: 470). Çiçekler, çocuk olarak nitelendirilen ağaçların başına akçe takmış, yani ağaçlar çiçek açmıştır. Ancak kışın gelişiyle birlikte bu çiçekler darmadağın olmuştur. Kış, karlarını ağaçların çiçekleri üzerine beyaz akçe gibi saçmaktadır:

Şükûfe akça dakdı başına etfâl-i eşcârun

Şitâ cem‘ itdügi dirhem ser-â-ser târ-mâr oldı (C.3, G.1806/6)

4.1.5. Hazân

Đlkbahar canlılığın başladığı, ağaçların yeşerdiği bir mevsimdir. Bilindiği üzere ilkbahardan sonra sonbahar gelir. Zâtî de beytinde bu sıralamaya yer verdikten sonra sonbaharda ağaçların yapraklarının dökülerek yeşilliklerini kaybettiğini ve bu görüntüsüyle onların çıplak kaldığını anlatmaktadır:

Evvel bahârı gördi ki âhır hazân olur

4.1.6. Nâz

Naz ile dıraht arasında ilişki kurulması, sevgili nedeniyledir. Sevgili nazlı bir ağaca benzetilmiştir. Ağacın bir uzantısı olan dal ise sevgilinin zülfüdür:

Bûstân-ı hüsn içinde bir dıraht-ı nâzsın

Đki yanunda nigârâ iki zülfün iki dâl (C.2, G.832/5)

4.1.7. Neccâr (Marangoz)

Marangoz, ağaçları keser ve onlara çeşitli biçimler vererek kullanışlı hale getirir. Beyitte felek, marangoza; âşık ise ağaca teşbih edilmiştir. Felek, âşığı türlü hallere sokarak isteği doğrultusunda hareket ettirip dolap haline getirecek ve bir dolap gibi inletecektir. “Ben bir ağaç olsam ve marangoz olan felek beni senin köyünün dolabında (değirmeninde) kullansa veya benden bir dolap yapsa ben de sana döne döne hizmet etsem.”:

Hızmet itsem döne döne itse olsam bir dıraht

Bûstân-ı kûyunun dôlâbına neccâr-ı çarh (C.1, G.103/8)

4.1.8. Nigâr (Sevgili)

Altın, değer bakımından kıymetli, parlak sarı rengiyle ilgi çekici bir madendir. Bu özellikleri sebebiyle para ve çeşitli süs eşyalarının yapımında kullanılır. Bir mukayese unsuru olarak çoğu zaman gümüşle beraber zikredilir. Gümüş, para basımında, çeşitli süs eşyalarının yapımında kullanılan bir madendir (Sefercioğlu, 2001: 95). Şair aşağıdaki beytinde gönlüne seslenerek bu günlerin yüz bin altından daha ucuz olduğunu söylemektedir. Beyitte bahar zamanı çiçeklerle bezenen ağaçlar, gümüş bedenli sevgililere benzetilmiştir:

Bu eyyâmun demi ey dil ucuzdur yüz bin altuna

4.1.9. Nûr

Nûr sûresinin 35. âyetinde şöyle buyrulmuştur: “Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde meşale bulunan bir kandil yuvasına benzer. O meşale, bir cam fanus içinde; o cam fanus da sanki inci bir yıldız gibidir. Ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı, hemen hemen ateş dokunmasa bile ışık saçar. ‘Nur üstüne nur.’ Allah, dilediğini nuruna ulaştırır ve insanlar için böyle misaller verir. Allah her şeyi bilir.” (Yazır, 2002: 355).

Beyitte bahsi geçen ağaç, zeytin ağacı olmalıdır. Çünkü Nûr sûresinde bu ağacın nur üstüne nur saçtığı bildirilmektedir. Ravza, uluların mezarı ve bahçe anlamında kullanılır. Aşağıdaki beyitte de Hz. Muhammed’in defnedildiği yer için kullanılmıştır. Mübarek bir ağaç olan zeytin ağacı ile Peygamber Efendimizin kabri üzerindeki nur ilişkili olarak kullanılmış, aynı zamanda Nûr sûresinin 35. âyetine de telmihte bulunulmuştur:

Dıraht üzre açıldı cümle envâr aç gözün gûyâ

Menâr-ı Ravzada nûr-ı Peyember âşikâr oldı (C.3, G.1806/2)

4.1.10. Peyk-i bâd

Peyk-i bâd, haber taşıyan rüzgâr anlamına gelmektedir. Dîvân edebiyatında sabâ, haber taşıyan rüzgâr, postacı, peyk vb. olarak tasavvur edilir. Beyitte de sabâ bu görevini üstlenmiş ve ağaçlara haber getirmiştir. Gelen haberin neticesinde ağaçlar soyunmuşlardır. Soyunma, ağaçların yapraklarının dökülmesidir. Gelen haber kötü olmalı ki, ağaçlar kimi zaman gözyaşı olarak tasavvur edilen yapraklarını rüzgârla birlikte savurmuşlardır. Zâtî beyitte tecâhül-i ârif yaparak gelen haberin mahiyetinden haberdar olmadığını söylemiştir:

Ne haber virdi yine eşcâra yâ Rab peyk-i bâd

4.1.11. Saç

Saç ve dâr benzerliğinde Mansûr da zikredilir. Saçın darağacına teşbihi uzunluğu ve âşığın gönlünün ona asılı şekilde tasavvuruna dayanmaktadır. Mansûr âşığın gönlü, sevgilinin zülfü de darağacı şeklinde düşünülür. Âşık, o gece sevgiliyi gördüğünde “Saçlarını uzun zamandır göremeyince geceler boyu uykusuz kaldım.” demiştir. Beyitte dâr ve bîdâr kelimeleriyle cinas sanatı yapmış, ayrıca Hallâc-ı Mansûr’un dâr ağacına asılmasına telmihte bulunulmuştur:

Gördi bu şeb seni Mansûr-ı dil-i Zâtî didi

Görmeyelden saçunun dârını bîdâr oldum (C.2, G. 919/5)

Bir önceki beyitle benzerlik gösteren bu beyitte âşık, evini yurdunu terk edip çöllere düşmüştür. Onun çöllere düşmesine neden olan, sevgilinin saçının özlemidir:

Saçınun dârını görmez olaldan dârı terk idüb

Düşüb sahrâya Zâtî olmışam bî-dâr derdinden (C.3, G.1180/7)

4.1.12. Şâdî

Şâdî, “memnunluk, sevinç, gönül ferahlığı” anlamlarına gelmektedir. Beyitte ağaçların baharın gelmesiyle birlikte bayram havasına bürünüp dal budak salmaları ile ilgili olarak söz konusu edilmiştir. Bayram vakti olduğu için safâ bağında bir iki gün iyi vakit geçirmek isteyen âşık, o bağda sevgiliyi görecek ve bu şekilde onun mutluluk ağacı dallanıp budaklanarak ümit meyvesi verecektir:

‘Îddür bâg-ı safâda bir iki gün hôş geç

Şecer-i şâdî bitüb bâr-ı ümîd oldı yine (C.3, G.1244/6)

4.1.13. Vücut

“Ayn” göz, tıpkı, pınar; “nûn” kaş, balık, kılıç ve nûn harfi anlamlarına gelmektedir. “Senin uğrunda akıtılan gözyaşı denizinde su kenarındaki ağaçların suya yansımış olan görüntüleri gibi baş aşağı olmuş ve tıpkı nûn harfine / kaşa dönmüş olan benim.”

Âşığın vücudu, ağaçların sudaki yansımaları gibi baş aşağı olmuştur; zira ağaçlar, suda ters dönmüş gibi görünürler:

Benem deryâ-yı eşkinde vücûdı ‘ayn-ı nûn olmış

Kenâr-ı âbda ‘aks-i şecer-veş ser-nigûn olmış (C.2, G.597/1)

4.2. Ağaçlar ile Đlgili Unsurlar (Budak, Dal, Dikme, Nihal, Yaprak)