• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4: AĞAÇLAR

4.3. Ağaç Çeşitleri

4.3.15. Servi

Servi, Farsça bir kelimedir. Halk dilinde selvi olarak bilinir. Yurdumuzda bol miktarda yetişir. Đnce ve uzun bir boya sahip olan servi ağacının dalları yukarıya doğru uzanır. Yana sarkan çeşitleri de mevcuttur (Öztoprak, 1986: 29).

Orta boyda, her dem yeşil olan servinin yaprakları küçük pul şeklinde, dal üzerinde karşılıklı olmak üzere dörtlü dizilmişlerdir. Erkek ve dişi çiçekler aynı dallarda bulunurlar. Dişi çiçeklerde kozalak pulları kalın, odunsu, 6–12 adet ve kozalağın ortasında birleşmiş kalkan şeklindeki kozalak pullarının ortasında bir çıkıntı mevcuttur. Tohumlar küçüktür (Akman ve Güney, 2006: 374).

Bu ağacın çeşitli türleri vardır: Serv-i sehî (iki dalı da düz servi), serv-i nâz (dalları eğimli servi), serv-i âzâd (dalları özgürce düz olarak uzanan, eğilmeyen ve başka ağaçların dallarına karışmayan servi) (Yıldırım, 2008: 616).

Kokulu servi ve manteri servisi gibi bilinen türlerini özellikle mezarlıklarda ve parklarda görmek mümkündür. Dik ve mağrur görüntüsü ile insanı büyüler. Kozalaklarından elde edilen yağ ve servi suyu şifa verir. Ateş düşürücüdür ve ayak kokusunu giderir (Gök, 2006: 108).

Servi, bir süs ağacıdır. Yaz-kış yeşil kalır (Pala, 2003: 414). Bu ağaç, bünyesindeki kimyevî maddeler dolayısıyla nem oranını korumakta ve bu sebeple yaz-kış yeşil kalmaktadır. Servideki yeşil yaprakların sonbahar ve kış aylarında dahi yeşil kalması kurak denilebilecek ve başka ağaçların tutunamadığı kireçli yerlerde bile çok az su ile idare etmesine bağlanır. Bu durum ona kanaatkar bir özellik kazandırır (Çulpan, 1961: 19). Sonbahar rüzgârları dahi ona etki edemez. Servinin meyvesi olmaz. Mezarlıklarda daha çok bulunur. Bunun nedeni, rüzgâr ile salınırken “Hû (Allah)” sesini çıkarmasıdır. Bu hal, onun Allah’ın adını zikrettiğine işarettir. Bahçe kenarlarına da servi ağacı dikilir. Servinin dibine etek veya ayak tabir olunur. Böylece sevgilinin eteği veya ayağı anlatılmış olur. Onun eteğini ırmaklar öper, ayağına çınar yaprakları yapışır. Sarmaşık gülleri servilerde görülür (Pala, 2003: 414).

Servinin bulunduğu her yerde yılanın da yaşadığı söylenir. Servi, Yunan mitolojisinde “yas tutulması, sevgilinin kaybedilmesi” gibi olayları simgeler. Yakıldığında etrafa güzel kokular yaydığı için ilgi gösterilen ağaç türleri arasındadır. Klâsik dönemlerden beri bu ağaç ve ondan elde edilen ürünlerin yokluğa meydan okuduğu ve ebedî olarak kaldığı düşünülür. Bu yüzden heykel, gemi ve su dolaplarının yapımında daha çok bu ağaç kullanılır. Tevrat’a göre, Nuh Peygamberin gemisi de sedir ya da servi ağacından yapılmıştır.

Tarihimizde meşhur servi ağaçları bulunmaktadır. Zincirli servi, tarihe geçen meşhur ağaçlardandır. Bizanslılar devrinden kalan bugün kurumuş bir şekilde Koca Mustafapaşa Camii ile Sümbül Efendi Türbesi avlusunda duran servi ağacıdır. Zamanla ihtiyarlayan servinin altına destek yapılmış, dallarını taşıyabilmesi için gövdeye zincirlerle bağlanmıştı. Ağaç bu zincirleri de taşıyamayacak kadar yaşlanınca zincirler toplanarak Şehir Müzesine kaldırılmıştır (Hayat Ansiklopedisi, “Ağaç”, C.1: 46).

daha çok bunlarla anlaşılırmış. Leventler de eşyalarına servi nakşettirirler ve onların alâmeti servidir (Onay, 2007: 213).

Çemen, gülzâr, gülistân ve benzerleri gibi mekânlar içinde yer alan servi umumiyetle suya yakın bir yerdedir. Böylece su, servinin ayağını öpen bir kişi olarak tasavvur olunur. Dîvân edebiyatında servi bazen tek başına sevgili, bazen de sevgilinin herhangi bir uzvuna teşbih edilir. Servinin uzun ve düzgün olması sevgilinin boyuna (serv-i sehî, serv-i bülend, sanem-i serv-kad); rüzgârda salınması yürüyüşüne (serv-i hırâmân, serv-i revân, serv-i sehî-reftâr vb.); yüksek olması ve yüksekten bakmasıyla dik başlı insana ve yaprakları dolayısıyla da elbise giymiş bir kişiye teşbih edilir (Altunbaş, 1987: 86).

4.3.15.1. Servi ile Đlgili Tasavvurlar 4.3.15.1.1. Âşık

Şair, serviye benzetilen âşığa istifham yoluyla neden uyukladığını sormaktadır. O da “Sevgilinin gönül alan boyunun hayranıyım.” diyerek sevgilinin boyunu düşününce kendisinden geçtiğini söyler:

Serve didüm kim uyuklarsın nedür hâlün senün

Didi anun kâmet-i dil-cûsınun hayrânıyam (C.2, G.1003/4)

4.3.15.1.2. Bâlâ (Kadd, Kâmet, Mevzûn)

Servi, ağaçlar içerisinde boyu en uzun olanlardandır. Uzun ve ince boy, sevgilide aranan vasıflardandır. Bu bakımdan servi ile boy arasında ilgi kurulur. Servinin uzun ömürlü bir ağaç olması nedeniyle beyitte “dırâz” kelimesi kullanılmıştır. Âşık, sevgilisi için dua etmekte ve ömrün de bir servi gibi uzun olsun, demektedir. Sevgilinin boyu, doğru, düzgün olarak tasavvur edilir. Kadd-togrı kelimeleri birbiriyle ilişki içerisindedir. “Togrı” kelimesi ayrıca bu dünyada sevgili kadar dürüst biri bulunmadığını ifade etmek için kullanılmıştır:

Hak Te‘âlâ ‘ömrin ey serv-i revân kılsun dırâz

Sevgilinin servi gibi düzgün boyu, şekil benzerliğinden dolayı elife teşbih edilmiştir. Sevgili, kırmızı hil’at giymiştir ve bu nedenle kırmızı mürekkeple yazılmış elif gibi görünmektedir. Beyitte “gûyiyâ” kelimesi aracılığıyla şibh-i hüsn-i ta‘lil yapılmıştır: Al hıl’atlerle ol serv-i sihî-kaddün senün

Gûyîyâ sürh ile yazılmış elifdür ey nigâr (C.1, G.368/3)

“Ey servi boylu sevgili! Sen öyle bir padişahsın ki, senin yüce boyun el uzatsa dokuz feleğe değer.” şeklinde nesre çevirebileceğimiz aşağıdaki beyitte mübalağa-i gulüvv sanatı yapılmıştır:

Hey ne şehsin kim nüh tâk-ı bülende rif’atün

El uzadursa eger ey serv-i hôş-bâlâ deger (C.1, G.391/4)

Servinin boyu yedi kat göğe erişse bile sevgilinin boyu ile kıyaslandığında ondan alçaktadır:

Yedi kat göke irse kâmet-i serv

Kadd-i dil-ber katında alçakdur (C.1, G.397/5)

Sevgilinin nazı âşığı usandırmıştır ve âşık “Onun düzgün boyu gibi nazını da mevzûn eyle.” diyerek Allah’a dua etmektedir. Aşağıdaki beyitte aynı kökten gelen “vezn” ve “mevzûn” kelimeleri ile iştikak sanatı yapılmıştır:

Aşurdı nâzını hadden beni nâz ile öldürdi

Đlâhî nâzını vezne getür ol serv-i mevzûnun (C.2, G.785/4)

“Kim âşığa sevgilinin servi boyu gibi düzgün, doğru haber verirse onu Allahu Teâlâ kıyamet korkusundan kurtarsın.” şeklinde nesre çevirebileceğimiz beyitte âşık, servi boylu sevgilisinden haber beklemektedir:

Bana her kim virür togrı haber ol serv-kâmetden

Halâs olsun Đlâhî göreyin hevl-i kıyâmetden (C.3, G.1028/1) (Bu beyte C.3, G.1210/2’de de yer verilmiştir.)

Zâtî’nin hüsn-i ta‘lil yaptığı aşağıdaki beyitte servi boylu sevgilinin okuyla yaralanan ve kan içinde kalan âşıkların siyah elbiseler giydikleri ve yas tuttukları sanılmaktadır:

Sanurlar kara kana gark olubdur kara geymişdür

Tutarlar ‘âşıklarun ol serv-kâmet okı yasını (C.3, G.1589/4)

4.3.15.1.3. Başı Taşra-Taşra

Servinin yüksekliği diğer ağaçlarla yan yana geldiğinde daha açık bir şekilde görülür. Diğer ağaçların arasından başını çıkarmış gibi başı hepsinin üzerindedir. Başı taşra tabiri, gözü dışarıda, aklı havada, vefasız anlamlarına gelmektedir. Aşağıdaki beyte göre sevgilinin başı taşra olmasının sebebi, onun küçük yaşlardan beri naz ile büyütülmesindendir. Beyitte “büyük” ve “küçük” kelimeleri tezat sanatını oluşturmuştur:

Olsa nola ol serv-i sihînün başı taşra

Küççükden anı nâz ile ohşayi büyütdük (C.2, G.714/3)

Aşağıdaki beyitte sevgilinin gözü dışarıdadır. Ona “başı taşra” diyenler, tıpkı sevgilinin boyu gibi doğru söz söylemiş olurlar. Beyitte “togrı” ve “egri” kelimeleri tezat içerisindedir:

Râstî togrı didi söylemedi egri kelâm

Başı taşra diyen ol serv-i hırâmânum içün (C.3, G.1203/3)

“Ey servi! Sevgilinin düzgün boyuna özenip çok laf söylersin; (ama) senin de canın var ise bostandan bir adım dışarı çık.” Servi, sevgilinin dimdik boyuna özenip laf söylemekte, onu kıskanmaktadır. Oysa ki, onun sevgiliye söz söylemeye hakkı yoktur. Çünkü servi sabittir, yürüyemez; sevgili ise dışarıya çıkıp salınarak yürüyebilmektedir: Râstî çok lâf urursın öykinüb ey serv ana

Bir adım çık bôstândan taşra cânun var ise (C.3, G.1476/4)

4.3.15.1.4. Bende (Gulâm, Kul, Köle)

Âzâde, tek mısra anlamına gelmektedir. Tam bir mana ifade eden böyle mısralara, ikinci bir mısraya muhtaç olmaktan kurtuldukları için âzâde tabir olunmuştur. Bu anlamının dışında hür, serbest anlamları da vardır (Kürkçüoğlu, 1973: 18).

Eskiden savaşlarda ele geçirilen veya herhangi bir sûretle ele geçirilip satın alınan erkeklere köle denirdi. Esir, bende, çâker, gulâm ya da kul kelimeleri de zaman zaman köle anlamında kullanılır. Kölelik tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu söylenir.

Đslâmiyet’ten, özellikle fetihlerden sonra ele geçirilen kadın ve erkek tüm esirler, ganimet malı addolunur ve askerler arasında taksim olunurdu. Hatta esirlerin çok olduğu dönemlerde boyunlarına mühür basılarak hisse hisse taksim olundukları dahi rivayet edilir. Böylelikle köle sahibi olan kimse, onu hizmetinde kullanmak, satmak ya da azad etmek haklarına sahipti. Đslâmiyet’te köle azad etmek, kölenin salâh ve takvâ ehli olması ve din hükümlerine bağlı bulunması gibi nedenlerle olurdu. Đslâmiyet’te köle azad etmek, sürekli teşvik edilmiş, bazı günahlardan kurtulmaya vesile sayılmıştır (Pakalın, 1993: 301–302).

Serv-i âzâd, dalları uzunlamasına giden servidir. Servinin alt tarafındaki dallar ve pul yaprakları eksildikçe alttan tabiî şekilde budanmış gibi olup yukarı doğru yeşilliği artar. Bu durum onun yere olan bağlılıktan kurtulup göklere doğru yükselen bir görünümde olmasını sağlar (Çulpan, 1961: 22). Aşağıdaki beyitte serv-i âzâd, sevgilinin boyunun kölesidir. Sevgilinin boyuna köle olanlar, onun güneşe benzeyen yüzünü görünce az da olsa derdini unutmakta, gönlü ferahlamaktadır. Beyitteki “gulâm” ve “âzâd” kelimeleri tezat oluşturmuştur:

Gulâm-ı kâmetündür serv-i azâd

Gören hôrşîdüni olur ferâh şâd (C.1, G.123/1)

Dîvân şiirinde sevgilinin zülfü, şekil yönünden zinciri andırır. Zâtî, sevgilinin, zincir olarak tasavvur edilen zülfünü çözerse herkesi kendine boynu bağlı köle edeceğini söylemektedir. Burada kölelerin zincire vurulması âdeti hatırlatılmaktadır. “Çözmek-bağlamak”, “kul-âzâd” kelimeleri tezat içerisindedir:

Çözmesün zencîr-i zülfin yohsa halk-ı ‘âlemi

Boynı baglı kul ider ol serv-i âzâdum benüm (C.2, G.889/6)

Âşık, sevgilinin bitmek tükenmek bilmeyen eziyetlerine memnuniyetle katlanmaktadır. Çünkü sevgilinin cefâ etmesi, âşığı hatırlaması anlamına gelmektedir. Bu yüzden âşık, her ne kadar sevgilinin kölesi olsa da “gamdan âzâde”dir:

Düşelden mihr-i hôrşidün dile ey meh ferâh şâdem

Olaldan bende-i servün efendi gamdan âzâdem (C.2, G.908/1)

Zâtî’nin aşağıdaki beytinde âşık, yüce serviye benzetilen sevgilisi varken dertten âzâde olduğunu söylemektedir. Sevgili öyle bir efendidir ki, onun yanında padişahlar bile ancak kul olabilirler. Beyitte “var iken” redifi tekrir sanatını oluşturur. “Şâh-kul-efendi-âzâde” kelimeleri tenasüp oluşturmuşlardır:

Gussadan âzâdeyin serv-i bülendim var iken

Şâhlar kul olmaga lâyık efendim var iken (C.3, G.1166/1)

Âşık, bu beyitte de köleye teşbih edilmiştir. Efendiye benzetilen servi boylu sevgiliden ayrı düşmemeyi, uzak olmamayı Allah’tan niyaz etmektedir. Beyitteki “Cüdâ” ve “Hudâ” kelimeleri cinaslıdır. “Efendi-bende”, “cüdâ-dûr” ise tenasüplü olarak kullanılmış, “Göstermesün” ile de tekrir sanatı yapılmıştır:

Dûr olam bende efendümden Hudâ göstermesün

Düştügüm serv-i bülendümden cüdâ göstermesün (C.3, G.1206/1)

4.3.15.1.5. Cennet

“Ey sôfî! Gülistân meclisinde öyle bir gümüş bedenli servi (sevgili) var ki, o, yüce cennetteki bin serviye denktir.” diyen Zâtî, aşağıdaki beytinde mübalağa-i gulüvv yapmıştır:

Sôfîyâ bin serv-i Firdevs-i berîne dik gelür

Gül-sitân-ı meclisün bir serv-i sîm-endâmı var (C.1, G.229/3)

4.3.15.1.6. Devlet

Âşık, devlet büyüğüne benzetilen sevgilinin elini öpmek istemektedir; ancak o ele ulaşamamaktadır. Beyitte sevgili aracılığıyla devletten, düzenin işleyişinden şikâyet edilmektedir. Devlet, fakire teşbih edilmiş olan âşığa el vermemektedir. Servinin ele benzeyen dalları yukarı doğrudur ve ona ulaşmak pek de mümkün değildir. El vermek deyimi, yardım etmek manasına gelir. Deyim burada tevriyeli olarak kullanılmıştır: O servün dest-bûsına meded öldüm elüm irmez

4.3.15.1.7. Dolap

Servi, yıllara meydan okuyan bir ağaç olduğu için su dolaplarının yapımında tercih edilen bir ağaç olmuştur. Servi ile dolap arasındaki ilişki bu yöndedir. Dolap, su çıkarmaya yarayan bir alettir. “Ey serv-i revân! Dolap Zâtî gibi inledi ve bostancı onu döne döne çekip çevirdi.” şeklinde nesredebileceğimiz aşağıdaki beyitte dolap, Zâtî gibi sevgilinin hasretinden inlemektedir. Bostancı ise onu döne döne çekip çevirmiştir. Beyitte “dôlâb-revân-bôstâncı” kelimeleriyle tenasüp kurulmuştur:

Zâtî-sıfat ey serv-i revân inledi dôlâb

Bôstâncı anı döne döne çekdi çevürdi (C.3, G.1504/7)

4.3.15.1.8. Dûd (Duhân)

Dûd ve duhân, duman anlamına gelmektedir. Dîvân şiirinde âşığın ettiği âhlardan bir duman çıkar ve göğe yükselip Allah katına ulaşır. Sevgilinin rakip ile bir arada olması, âşığın görmeyi hiç istemediği bir manzaradır. Servi boylu güzelin nazlı nazlı salınarak rakiple gezdiğini gören âşık, üzüntüsünden âh etmektedir. Şair, âşığın âh dumanını serv-i ser-efrâza benzetmiştir. Onun âh dumanı (feryadı), başı yükseklere kadar ulaşan bir servi gibidir:

Nâz ile ol serv-kadler salınub agyâr ile

Dûd-ı âhın ‘âşıkun serv-i ser-efrâz itdiler (C.1, G.156/4)

Âşığın âhı, servinin boyu gibi uzundur. Servi ile duman arasında gökyüzüne yükselmeleri ve koyu rengi bakımından benzerlik kurulmuştur. Serv-i nâz, yeni yetişmiş bir servi fidanıdır. Dalları her tarafa eğilir. Aşağıdaki beyitte de servi, rakibe doğru eğilmiştir:

Âhum duhânı bana yeter serv-i ser-firâz

4.3.15.1.9. Elif

Arap asıllı Türk alfabesinin ilk harfi olan elif, “Allah” isminin de ilk harfi olduğu için yüzyıllar boyunca kutsal bir kıymet taşımıştır ve bazı durumlarda, yine kutsal inançlarla yüz tuvalet ve makyajına girmiştir (Koçu, 1969: 101).

Beyitte servi düzgünlüğünden ve uzunluğundan dolayı elife teşbih edilmiştir. Ayrıca sevgilinin attığı cefâ okları elif olarak tahayyül edilmiştir. Âşık, göğsüne isabet eden bu okları saygıyla karşılar ve sevgiliye “Senin yerin benim kalbimdedir.” der:

Didi ta’zîm idüb rûhum iricek sîneme tîrün

Benüm servüm elif gibi senün cân içredür yirün (C.2, G.758/1)

Serv, tasavvufta vahdettir. “Bir” şeklindedir ve doğrudur, eğilmez. Yer aldığı tasavvurlarda servi, elif harfine benzetilir. Bunda etken olan özellik, elifin ince ve uzun olmasıdır. Aşağıdaki beyitte sevgilinin yüzü mushafa benzetilmiştir. Bu beyitte de sevgilinin yerinin candan ötede olduğu belirtilmiştir. “Cân” kelimesi ile tekrir sanatı oluşturulmuştur:

Cemâlün mushafı hakkı benüm servüm elif gibi

Senün cân içredür yirün degül cân gibi ten içre (C.3, G.1440/3)

4.3.15.1.10. Elif Çekmek

Vücudu yaralamak; üzüntü, matem ve bazen de cesaret göstergesi anlamına gelen bir davranış biçimidir. Elif çekmek, kesici aletlerle göğse yaraların açılması ve sonra da dağlanmasıdır. Bugün bile bazı insanlarda görülen bu davranış, Osmanlı’da genel kabul görmüş bir ritüel olmasa bile görüldüğünde garipsenmeyecek kadar bilinen bir durum idi. Bir seyyah şahit olduğu böyle bir olayı şu şekilde nakletmektedir: “Heyetin en dikkate değer azaları garip bir tarzda süslenmiş delikanlılardı. Bunların çıplak başları bıçak ile çizilerek yaranın içine tüyler sokulmuştu. Tüyler kanla bulaşık idiler. Fakat bu delikanlılar hiç acı duymuyor gibi davranıyorlar, gayet şen ve neşeli görünüyorlardı (…) Kollarının ikisi de dirseklerinin üstünden bizim Prag çakısı dediğimiz bir nevi çakı ile kesilmişti. Beli çıplak, iki böğrünün etlerini iki yerinden yarmıştı. Yaralara bir değnek sokmuştu.” (Şentürk, 1996: 119).

Çocuk iken yahut pek genç yaşta tahta oturtulan padişahların “cülûs” denilen tahta oturma törenindeki muhteşem giyim kuşamları, alınlarının ortasına ve iki kaşın arasına koyu siyah mürekkep ile bir elif harfi yazılarak tamamlanırdı. Çocuk yahut küçük delikanlı padişahın, alnında Allah adının (ism-i Celâlin) ilk harfi ile o gün kendisine sadâkat yemini verecek devlet ve ordu erkânına heybetli, Celâlli görüneceğine inanılırdı (Koçu, 1969: 101).

“Ey salınarak yürüyen servi boylu sevgili! Sineme çektiğin elifler, aşk dinine giren benim için şehadet parmağı gibidir.” diyen Zâtî aşağıdaki beyitlerinde bu davranışı telmih etmektedir. Müslüman olmanın ilk şartı, kelime-i şehâdet getirmektir. Âşık,

şehâdet getirerek aşk dinini kabul etmiştir. Elif, servi ve parmak ince ve uzundur, şekil olarak birbirlerine benzerler:

Ol elif kim sîneme çekdün sen ey serv-i revân

Dîn-i ‘ışka girdüm engüşt-i şehâdetdür bana (C.1, G.40/3)

Her biri servi boylu, gül yanaklı olan güzeller, âşığın yüz parça olan kalbine elif çekmişlerdir:

Her biri bir serv-kad mahbûb-ı gül-ruhdur bana

Her elif kim çekdi tîgün sadr-ı sâd-çâk üstine (C.3, G.1311/4)

Cübbe en üste giyilen geniş ve bol elbisedir. Şemseddin Sâmi Bey “Kamûsî Türkî” de cübbeyi şöyle tarif ediyor: “Arapça isim; ilmiye (medreseliler) kıyafetinde biniş altına giyilen üstlük libas ki, darca olup bunun kısasına abdestlik derler.”

M. Zeki Pakalın “Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri” isimli eserinde Şemseddin Sâmi’nin tarifini aynen alarak şunları ilave ediyor: “Mintan yakası gibi iki santimetre kadar yumuşak yakası vardı. Dizden aşağı gelecek derecede uzun ve düz idi, kolları sâde idi. Her türlü ve her renk kumaştan yapılabilirdi. Kışlıklar alelekser kazmirden, yazlıklar sof yahut şâliden yapılırdı. Düz olmak şartı ile ipekli kumaştan da yaptıranlar vardı. Medreselerde oturanlarla (softalarla) imam ve hatipler cübbe ile gezebildikleri halde ilmiye ricâli dışarıda cübbe ile gezemezler, cübbe yerine lata giyerler idi. Yeniçeri solaklarının üste giydikleri elbiseye de cübbe adı verilirdi. Şam kumaşından veya beyaz ipekten yapılan bu cübbelerin arka etekleri dizden biraz aşağıda, önleri de daha kısa idi.”

Cübbenin yakası, mintanınki gibi iki parmak yükseklikte olup kolları bol, el üstüne düşer uzunlukta olur, etekleri de diz kapağı altına kadar iner. Daima düz renk, bilhassa devetüyü ve siyah kumaşlardan, yazın sofdan veya siyah ketenden, kışın da yünlüden kesilmiştir (Koçu, 1969: 57–58).

“Ey Zâtî! O serviye benzeyen sevgili göğsüme elif biçiminde yaralar açtı. Can mutluluktan beden elbisesini çekip yırttı.” Âşık cefâ şeklinde de olsa sevgilinin lütfuna ulaştığından yakasını (bedenini) çâk etmiştir. Cübbe beyitte yaka yırtmak davranışını anlatmak için kullanılmış olan bir kıyafettir. Cübbenin yakası, günümüz üstlüklerine nazaran yok sayılabilir:

Elifler çekdi ol serv-i revân sîneme ey Zâtî

Ferahdan cübbe-i cismi yine cân çekdi çâk itdi (C.3, G.1695/5)

4.3.15.1.11. Hançer

Servi, uzun ve uçlara doğru aldığı sivri görünümü ile hançere benzer. Aşağıdaki beyitte bağdaki servi, havanın etkisi ile eğilmiş ve gözleri cellat olan bir hançere benzemiştir. Âşığın gönlü, sevgiliye kavuşma arzusu ile doludur. Ancak bu manzara karşısında emeline ulaşması mümkün görünmemektedir:

Egilmişdür havâdan sanasın kim bâgda bir serv

Bu kalb-i pür hevâda ey gözi cellâd ol hançer (C.1, G.203/2)

4.3.15.1.12. Hz. Muhammed

Beyitte sözü edilen servinin nurdan olması, akla Peygamber Efendimizi getirmektedir. Nur, etrafa ışık saçmaktadır. Hz. Muhammed de etrafını aydınlattığı, insanları bilgilendirdiği, doğruya giden yolu ışığı ile gösterdiği için nurdan bir servidir. Nur zaten bir ışık olduğu için nurdan servinin gölgesinin yere düşmemesi doğaldır:

Kâmetin ey bûstân-ı lâ-mekân pîrâyesi

Nûrdan bir servdir düşmez zemîne sâyesi (C.3, G.1627/1)

Şair, Peygamberimize olan sevgisini aynı gazelin son beytinde tekrar dile getirmiştir. Allah’tan, cennet bahçesinde diğer müminlerle birlikte Hz. Muhammed’in yanında bulunmayı dilemektedir:

Bâg-ı cennetde ümîdüm bu Hudâdan Zâtî’yi

Cümle mü‘minlerle sen servün ide hem-sâyesi (C.3, G.1627/7)

4.3.15.1.13. Kıyâmet

Kıyâmet, bütün insanların dirilerek mahşerde toplanacakları gün, dünyanın sonu, ölümden sonra hayat bulmadır. Kur‘ân-ı Kerîm’de kıyâmet, haşr ve mahşer hakkında birçok âyet mevcuttur. Dîvân şiirinde kıyâmet daha çok “fitne” veya “kıyâm, kad, kâmet” kelimeleriyle anlam ilişkisi kurularak ele alınır (Pala, 2003: 287).

Servi ile kıyamet arasında boya dayalı olarak ilgi kurulmuştur. Aşağıdaki beyitte sevgilinin boyu, kıyamet alâmeti olarak gösterilmiştir; çünkü onun boyu kıyâmet kopmasına sebep olacak kadar mükemmeldir. “Kâmet” kelimesi ile “kıyâmet” aynı köktendir. Bu kelimeler aracılığıyla kıyâmet tasavvurundaki tüm beyitlerde iştikak sanatı yapılmıştır:

Kâmetün rûz-ı kıyâmetden ‘alâmet gösterür

Râstı sen servi ol gâyet kıyâmet gösterür (C.1, G.193/1)

“Güzellik bağındaki servi boylu (sevgili), bizimle bir araya gelirse bu, kıyâmet vaktinin geldiğini gösterir.” diyen Zâtî, sevgilinin âşıklara yüz vermeyişini dile getirmiştir:

Şu kim bâg-ı cemâl içre bu gün bir serv-kâmetdür

Bizümle haşr olursa vaktümüz gâyet kıyâmetdür (C.1, G.248/1)

Cuma, “toplanma” anlamına gelmektedir. Cuma günleri uzakta ve yakındaki Müslümanlar toplanıp Cuma namazına geldiklerinden bu güne verilen bir isimdir. Dünya Cuma günü yaratılmış olup yine bir Cuma günü güneş batıdan doğacak ve