• Sonuç bulunamadı

2. JAPON KÜLTÜRÜNDE KORKU

2.1. Mitoloji ve İnanç Sistemlerinde Korku

2.1.2. Japonya’da İnanç Sistemleri

Japonların kendilerini din dışı bir toplum olarak değerlendirdikleri bilinmektedir. Japonya’da Batıda olduğu gibi tüm kurumları ve yapılanmasıyla bir din anlayışına rastlamak mümkün değildir. Daha çok ritüel uygulamalarıyla varlığını gösteren, bu dünya ile ilişkili ve fayda amacına hizmet eden, ayrıca manevi boşlukları doldurmaya yarayan çeşitli yaklaşımların toplamıdır. Bu bütünü oluşturan başlıca kaynaklar da Shinto, Budizm ve Konfüçyüsçülüktür.121

Shinto sözcüğü ilk kez Nihongi’de karşımıza çıkar. Bu kaynağa Çinlilerin İ- Ching’inden (Dönüşümler Kitabı) geçmiştir. Çince sözcük anlamıyla tanrısal yolu ve hareket tarzını ifade eder. Japonya’daki Shinto’ya ise hükümdarın tanrısallığı

121 Janet E. Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, 1853’ten Günümüze, Çev: Müfit Günay, İmge

eklenmiştir (bu da Çin’deki kutsal hükümdar anlayışından gelir). Tanrılar etkinliği anlamına gelip sadece Japonya’nın yerel tanrılarıyla sınırlı değildir. 122

Japonya’daki yerel tanrı anlayışı, tanrıların insanların üzerinde olması ancak yine de her şeye kadir ve her yerde mevcut olmamaları şeklindedir. Dikkat çekmek ve saygı görmek için insanlara felaketler, salgınlar, afetler gönderirler. Tanrısal öfkeyi üzerine çeken insanlar da tanrıların ne yapabileceklerini önceden kestiremediklerinden kurban ve tapınma gibi yollarla onları hoş tutma yoluna gider. Yerel tapınaklar basit bir biçimde işaretlenen ve yerel ilahın sembolünü içeren nesneler barındıran sade mekanlardır. Bu tür basit kült mekanlarına günümüz Japonya’sında da rastlanabilmektedir. Vaktiyle yiyecek, içecek, sake ve canlı hayvan kurban edilen bu mekanlarda Budizmin gelişi ile canlı hayvan öldürülmesi yasaklanmıştır.123

Ruh kavramının belirsizliğinin yanında, Shinto’nun amacı aynı anda her yerde olmak duygusudur. Kişileştirmelerin zayıf olma nedeni de bu her yerde olma durumundan kaynaklanmaktadır ve zaten amaçlanan da budur. Tapınılan için yapılan adlandırma “kami”dir. Kami tam olarak tanrı anlamına gelmez, ama çoğu çeviride tanrı olarak geçer. İçinde ruh kavramını da barındıran bir tanımlamadır. Budizmin tapınma nesnesi ise “hotoke”dir. Japonlar kami ve hotoke’ye fark gözetmeksizin aynı anda tapınabilirler. İkisini de reddetmeden bağdaştırmışlardır. Campbell bunun nedenini Japon’ların akılcı olana karşın duygusal olanı tercih edip atmosferin etkisine kolayca kapılmaları olarak göstermektedir.124

Bugün Shinto olarak sınıflandırılan yerli inançların geçmişi şamanist, animist ve tarih öncesi tapınma uygulamalarına uzanmaktadır. Tanrı ya da ruh olarak çevirilerine rastladığımız “kami”lerin sayısı ölçülemez boyutlardadır. Bu da genel olarak evrenin kutsal oluşuna işaret eder. Bu tanrısallaştırma, 8. yüzyıldan itibaren imparatorluk ailesinin taht iddialarını güçlendirmek amacıyla kullanılmıştır.125

Sadece insanlar değil, sahip oldukları güç ve etkileriyle hayvan, bitki, ağaç, deniz dağlar da birer kami olarak adlandırılabilirler. Gökgürültüsü, ejderha, yankı, tilki, kurt, kaplan, şeftali ve mücevherlerin kami olarak adlandırılmalarına mit ve efsanelerde rastlanmaktadır. Kami olarak adlandırılmış pek çok dağ ve deniz de bulunmaktadır. Burada öne çıkan özellikleri ruhsal tarafları değil, korkutuculuklarıdır.

122 Naumann, a.g.e., 313- 314 s. 123 y.a.g.e., 25-26 s.

124 Campbell, a.g.e., 451 s. 125 Hunter, a.g.e., 254 s.

Genellikle iyi kamiler korku uyandırmazlar, aksine insanların ihtiyaçlarını karşılayıp onları korur ve gözetirler.126

İnsan tanrı sistemi, goryo-shin (kötü ruh) inancına dönüşmüştür. İlk kez 8. yüzyılda Nara Dönemi (645-783) belge kayıtlarında görülür. Aslen, politik entrikalar içinde ölen soylu kişilerin kötü niyetli ruhları inancından oluşur. Bu ruhlar Shinto tapınaklarında tanrısal varlıklar olarak saygı görür. Kızgın ruhlarını yatıştırmak için onlara, Shinto, Taoizm ve Budizmin karışımı olan özel festivaller, anma törenleri adanmıştır. Statüsü ne olursa olsun herkes kendi tanrısallaşmasının olasılığını merak eder. Bu farkındalık, transa geçme yoluyla çeşitli ruhlarla bağlantı kuran köy şamanları tarafından daha da ileriye götürülmüştür.127

Japon takımadalarında sadece bir kültür karışımı değil, ırk karışımı da olmuştur. Kore’den gelen soylu sınıfın, demir çağının fetihleriyle Japonya’ya getirdiği gelenekler, nehir, dağ, ejderha tanrılarına ilişkin dinsel inançlar söz konusu olmuştur. Japonya’nın artan temasları ile hem mitolojileri değişmiş, hem de inanç sistemlerine Budist ve Çin unsurları eklenmiştir.128

M.S. 552 yılında Japon Yamato Sarayına Kore’den altın bir Buda heykeli gönderilir. Gelen bu tanrı heykeline tapınma konusunda tereddüt edilir ve tartışmalar başlar. Japonya’da iki önemli kabile bu konuda ters düşer. Biri tüm batıda kabul edilen bu tanrıyı Yamato’nun reddetmesini yanlış bulurken diğeri bu tapınmanın yerel kamilere karşı bir saygısızlık olacağını ve bunun cezasını çekeceklerini savunur. Sonunda denemeye karar verirler ve gelen bu tanrıya kendi tanrılarına uyguladıkları prosedürü uygularlar. Shinto anlayışıyla yorumlayıp kurbanlar sunarak saygılarını belirtirler. Japonların bu yeni tanrıya tapınmaları yerel tanrılarını kızdırır ve bir salgın hastalık meydana gelir. Bunun üzerine heykeli ortadan kaldırırlar. Ancak bu kez de sarayda yangın çıkar. Böylece Buda kendini inanç sisteminin içine sokmuş olur. Budizm tek kabilenin diniyken, Prens Shotoku döneminde imparatorluğun dini haline gelir.129

Budizm, M.Ö. 6 yüzyılın ikinci yarısında Hindistan-Nepal’den yayılıp Çin- Hindi’ne, Çin’e ve Kore üzerinden de Japonya’ya ulaşmıştır. Burada Zen Budizmiyle bünyesine yeni özellikler katmış, Tokugawa döneminde de ülkenin resmi dini olmuştur. Meici döneminde yerine resmi Shinto konmak istense de tam olarak

126 Donald A. Mackenzie, Çin ve Japon Mitolojisi, Çev: Koray Akten, İmge Kitabevi, Ankara 1996, 83-

285 s.

127 Ichiro Hori, “Japanese Folk Beliefs”, American Antropologist, New Series, Vol. 61, No.3,

Jun.,1959, 419 s., http://links.jstor.org/sici?sici=0002-

7294%28195906%292%3A61%3A3%3C405%3AJF%3E2.0.CO%3B2-D 128 Mackenzie, a.g.e., 270 s.

başarı sağlanamamıştır. Japon Budizmi, ilk yıllarından itibaren yerel inanç ve uygulamalarla, belli toplumsal işlevlerle uyuşmak durumunda kalmıştır. Günümüzde Budizmin varlığını gösterdiği alanlar; cenaze törenleri, ölü anma törenleridir.130

Yerli kamilerin Budist anlayışa dahil edilmesine “iki yönlü Shinto” denmiş; iki taraflı bir etkileşimle büyü ve şaman geleneği de eklenmiştir. Böylece Japonya kendine has bir Budizm yaratmaya başlamıştır.131

İnsanın ruhunun ölümden sonra nereye gittiği sorusu oldukça temel bir sorudur. Batı’da ölenlerin ruhu hayalete dönüşürken, Japon inançlarında hayaletin böylesi bir benzeri yoktur. Genellikle hayalet olarak çevrilen “bakemono” tabiri kullanılır. Kelime anlamı da aslında “dönüşüme uğramış şey”dir ve sadece ölümle ilişkili değildir. Kamiler, ruhlar ve şeytanlar da biçim değiştirirler. Ölen adamın bedeni imha edilse de, ruhu yaşamayı sürdürecektir. Ölüm aslında mutlak bir son değildir.132

Budizmin getirdiği öteki dünya, ölümden sonra gidilecek mekan tasvirleri ise oldukça farklıdır ve bu tasvirler de inanç unsurları içinde kabul görmektedir. Bu tasvirleri en açık şekliyle Japonya’da Heian döneminde yapılmış Budist cehennem resimlerini içeren “emakimono”larda görebilmek mümkündür.

Budist anlayışa göre cehennem, yerin altındaki sekiz yanan cehennem, sekiz donan cehennem ve üç de terk edilmiş cehennemden oluşur. Bu cehennemlerin tanımlamaları Budist yazılı kaynakların versiyonlarına göre çeşitlilik gösterse de insanlar öldükten sonra ruhları, yaşarken yaptıklarına göre değerlendirilerek şu altı dünyadan birine gider:

“1-Cehennem 2-Aç ruhların dünyası 3-Hayvanların dünyası

4-Kötü niyetli, savaşan ruhların dünyası 5-İnsani varoluşun dünyası

6-İlahi varoluşun dünyası(ya da cennet)”133

Görüldüğü gibi ölümden sonra yaşam anlayışındaki çeşitlilikle birlikte ruh anlayışı da hem bu dünyaya hem de öteki dünyaya ait farklı şekillerde yansıyarak

130 Bozkurt Güvenç, Japon Kültürü, (6. Basım),Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Şubat

2002, 147, 148 s.

131 Campbell, a.g.e., 461 s.

132Fanny Hagin Mayer, “Religious Concepts in the Japanese Folk Tale”, Japanese Journal of

Religious Studies, 1/1, March 1974, 89 s.,http://www.nanzan- u.ac.jp/SHUBUNKEN/publications/jjrs/pdf/3.pdf

133Fernando G. Guiterrez, “Emakimono Depicting The Pains of the Damned”, Monumenta Niponica,

Vol.22, No:3/4, 1967, 280-281 s.,http://links.jstor.org/sici?sici=0027- 0741%281967%2922%3A3%2F4%3C278%3AEDTPOT%3E2.0.CO%3B2-R

karmaşık bir hale gelmekte ve bu da söz konusu dünyalar arasındaki sınırı belirsiz hale getirebilmektedir.

Japonya’da bir de, Zen Budizmi kaynaklı bir ölüm felsefesi söz konusudur. Zen Budizmi, ölüme karşı onurlu ve cesur bir tavırdadır. Ölümün yaşama ve insana yakışır biçimde, onurlu bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. Göz kırpmadan ölüme gidebilen kişi saygınlık kazanır, suçlu bile olsa bağışlanır.134

Tokugawa döneminde, resmi dini sistem zaten Çin uygarlığı ile Japonya’ya girmiş bulunan Konfüçyüsçülük olmuştur. 12. yüzyıldan sonra Konfüçyüsçülük de değişime uğrayarak “Yeni Konfüçyüsçülük” halinde Japonlaştırılır. Bu haliyle öne çıkan değerler, ana-baba bağlılığı, sadakat ile toplumsal düzenin varlığının onaylanmasıdır. Toplumsal hiyerarşiye uygun biçimde düzenlenmiş ahlaki kurallar ve davranışlar sistemi olarak işlev görmesi istenmiştir.135

1868’deki Meiji restorasyonu ile saf Japon ruhunun uyandırılmasını amaçlayan milliyetçi çabalar hedefine ulaşmıştır. Ardından dini yeniden yapılandırma çalışmaları başladı ve kült mekanlar dinsel niteliklerini yitirerek sadece resmi Shinto törenlerine hizmet eder oldular. Daha sonra da dini olmayan resmi Shinto tesis edildi. Çünkü vatandaşlar törenlere katılmakla yükümlüydü. Kült törenleri yeniden düzenlendi. Bu dönemde salt milliyetçi amaçlarla mitolojiye bir yeniden yönelme gerçekleşmiştir. Tüm bunlar beraberinde ultra milliyetçiliği, savaş ve yenilgiyi getirdi. Resmi mitolojiye ve resmi Shinto’ya son veren Amerikan işgali oldu.136

Bozkurt Güvenç, Kültür İşleri Kurumu’nun 1972 yılı raporunda çeşitli dini kurumlara üye olan Japon sayısının ülke nüfusunun iki katı olarak çıkmakta olduğunu belirtir. yani her Japon en az 2-3 dine mensuptur. Bu bile dinsel ortamın karmaşıklığını ortaya koymaktadır. Öte yandan halkın dini inanç uygulamalarında içinde ilkel kalıntılar olabilecek büyü ve batıl inançlar, dini sayılamayacak animistik (canlıda ruh bulunması), şamanist (büyü, iyileştirme) uygulamalar da bulunmaktadır. Dinin yaptırımı ise, bireyin ailesi ve geleneğe olan saygısı ve bağlılığıdır.137

Japon dini uygulamalar bütününde Shinto, Budizm ve Konfüçyüsçülük, ayrı alanlarda da varlıklarını koruyarak birbirlerini tamamlamışlardır. Temel olarak Budizm, doğaüstüne ve ölümden sonraki yaşama ilişkin soruları cevaplarken, Konfüçyüsçülük töreye dayalı yasaları, Shinto da gündelik yaşam faaliyetlerini ve

134 Güvenç, a.g.e., 201 s. 135 Hunter, a.g.e., 255-256 s: 136 Naumann, a.g.e., 319-320 s. 137 Güvenç, a.g.e., 151-157 s.

adetlerini kapsamına almıştır. Bunun yanı sıra zamanla iç içe geçmeler ve karşılıklı etkileşimler de kaçınılmaz hale gelmiştir.138

Tarihi boyunca kültürel etkiler alan Japonya, dinsel anlamda da gelen dış etkileri sindirmiştir. Budizm Japonya’yı etkisi altına almadan, Budizmin inanç, sanat ve düşüncesi benimsenerek Japonya’da yeni bir Budist anlayış yapılandırılmıştır. Zen Budizmi ve Hristiyanlığa da benzer biçimde bir yaklaşım söz konusudur. Ancak Hristiyanlaşmanın Japonya’yı dışa bağımlı hale getirdiğini fark etmeleri üzerine sömürgeleşme korkusuyla bu ilişkiyi kesme yoluna gitmişlerdir.139

Hristiyan misyonerlerin ülkeye ilk girişi 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Hristiyanlık Tokugawa döneminde yasaklanmış, Meici döneminde ise baskı biraz hafiflemişti. Misyonerler de artık resmi olarak daha mesafeli yaklaşılan Hristiyanlık üzerinde durmak yerine etkinliklerini eğitim ve tıp alanlarına doğru kaydırmışlardır. 1860’dan sonra ise Hristiyan okulları özellikle kadınların eğitimi için kaynak oluşturmuştur. Bu dönemlerde Hristiyanlığın Japonya’yı yıkıcı bir unsur olarak algılanması sağlanarak eğitime yönelik işlevleriyle sınırlı kalması ve Japon yerli değerlerine geri dönüşün gerçekleşmesi amaçlanmıştır.140

Japon halk inançları üzerinde yukarıda bahsettiğimiz gibi pek çok karmaşık inanç ve algı sisteminin etkisi söz konusu olmuştur. Bu etkiler bütün bir gündelik yaşam pratiğini yönlendiren, yer yer de onun içinde şekillenen uygulamaları doğurmuştur.