• Sonuç bulunamadı

3. JAPON SİNEMASINDA KORKU

3.2. Japon Korku sinemasının Tarihçesi ve Alt Türleri

3.2.2. İşkence Filmleri

Dünya sinemasının en rahatsız edici türlerinden biri olan işkence filmlerinin Japonya’daki popülerliği uzun süre devam etmiştir. Batıdaki korku filmi meraklıları da bu şiddet ve bolca kan içerikli türe ilgi göstermişler, “chanbara eiga” (samuray filmleri) ve “pinku eiga” (hafif erotik filmler)den esinlenilerek bu filmlerde tecavüz ve ayinleştirilmiş şiddet pek çok anlatıya geleneksel estetiği de kullanarak toplumsal konuları dahil etmiştir. Kasıtlı biçimde erotikleştirilerek kullanılan kadın bedenine, harakiri adı verilen Japon ritüeline benzer bir biçimde kadının kurban edildiği eski uygulamalarla işkence edilir. 295

Koji Wakamatsu’nun yönettiği 1967 tarihli “Okasareta Byakui” (Tecavüze Uğramış Melekler) gibi filmlerde erkekler kadınlara tecavüz ve işkence etmekte, ardından da yine onların annelik şefkati ile teselli ve huzur bulmaktadırlar. Teruo Ishii’nin işkence filmlerinde ise Tokugawa döneminde kurallara uymayıp cinsel asilikleri için ceza gören suçlu kadınlar yer alır. Onlara çektirilen acı ile saflaşıp iyileşirler. Japon yeraltı sinemasının önemli bir ismi kabul edilen yönetmen, Japon “pinku eiga” ve sado-mazışist sinemasının öncülerindendir. Tarihsel olarak tabu sayılan konulara el atmış ve bu konulara sanatsal açıdan yetersiz görülen yaklaşımıyla defalarca hükümet sansürüyle karşılaşmıştır. Thomas ve Yuko Mihara Weisser, “Japanese Cinema Encyclopedia” adlı çalışmalarında filmin bir başyapıt olmadığını ancak gişe başarısıyla popüler Japon sinemasında toleransın sınırlarını değiştirmesi bakımından önem taşıdığını belirtmektedir. Aynı yönetmenin aynı yıl

293 y.a.g.e., 334 s. 294 McRoy, a.g.e., 4 s. 295 y.a.g.e., 7 s.

gerçekleştirdiği “Nihon Boko Ankokushi Bogyakuma” (Japon Tecavüzcünün Karanlık Hikayesi) adlı filmi ise, 2. Dünya Savaşı sonrasında sokaklarda dolaşan bir tecavüzcüyü anlatır. Filmin detayları ve savaş sonrasını ele alış biçiminin büyük stüdyo filmleriyle yarışabilecek düzeyde olduğu belirtilmektedir. Bu iki film de kapitalizmin Japon davranışı üzerine getirdiği sapkınlığı ele almaktadır. 296

Budist ve Shinto inançlarında adet kanı kirlenmeyle ilişkilidir. Bu yüzden kadınlar özünde kirlidir. Kadınların cinselliği tecavüz yoluyla arındırılabilir ve filmlerde tecavüz edilenler, öğrenci kız, hemşire, yen, evli ev hanımı gibi masumiyet simgeleridir. Bu masum kurbanlar, tecavüzcülerine ilgi duyarlar ve bu da kadınlardaki kalıtsal kirliliği gösterir. Kadınlar bir yandan tecavüz edilmeleriyle kötü kadın damgasını yerken bir yandan da âşıklarını rahatlatan iyi anne, eş misyonundadırlar. Bu da Japon toplumunun kadından beklentisine uyar. 297

Genel olarak 1970’ler Japon sinemasında yaygın bir olgu da “ilgisiz baba” olmuştur. 1960’ların çalışma ülküsüyle çocuklarına yeterli zamanı ayıramayan babaların konumu 1970’lere gelindiğinde sorgulanmaya başlanmış ve korku sinemasına da yansıtılmıştır. “Dabide no Hoshi: Bishoujo–gari” (David’in Yıldızı: Güzellik Avı” (1979) adlı film bu türden baba eleştirilerini barındıran ve bir manga uyarlaması olan seks-korku karışımı bir filmdir. Vahşice bir tecavüz sonucu doğan bir erkek çocuğun öyküsüdür. Baba, anneyi suçlayarak işkenceler etmeye başlar. Tüm bunların içinde büyüyen oğul da, bir yetişkin olduğunda evinin alt katına yaptırdığı zindanda kadınlara işkenceler etmeye başlar. Film aşırı sadist eylemler ve oldukça sert cinsel fanteziler içeren, içerisine aile dramının da yedirildiği, erkek cinselliğinin canavarlığına ilişkin korkunç bir örnektir. 298

Japonya’da feminist olarak nitelendirilen bu türden filmlerin batılı anlamda feminist olmaktan çok kadınlar etrafında gelişen öyküleri anlatan filmler olduğunu belirten Pete Tombs, kadınların 1970’lerden itibaren toplumsal sorunların anlatımındaki aracı olduğunu dile getirmektedir. Özellikle Takashi Ishii’nin filmlerinin bu türden feminist filmler olduğunu söylemektedir. Ishii, önce bir manga çizeri olarak başlamış, romantik porno filmlere yetişmiş ve onlarda çalışmış, yaptığı filmlerde bunların hepsini kullanmıştır. Modern yaşamın yabancılaşması, pembe filmler, cinsellik bağlantılı şiddet gibi konular filmlerinde yer edinmiştir. Toshihoru İkeda ve Ishii, modern Japon korku filmleri içinde en rahatsız edicilerinden biri olan “Shiryo no Wana” (Evil Dead Trap - Şeytani Ölüm Tuzağı) adlı film serisinin ilkinde birleşirler.

296 Weisser, a.g.e., 58, 255 s. ; Tombs, a.g.e., 301 s. 297 Morean, a.g.e., 141 s.

Reality tv programı, gerçek tecavüz-cinayet gibi çekilmiş snuff filmler, korku dehşet, işkence, tecavüz, ölümler bolca kanlı cinayetleri işler. Filmde Cronenberg etkisi, Dario Argento etkileri ve intikamın anneye odaklanmasıyla klasik bir Japon temasının kullanılması da ihmal edilmemiştir. 299

Bu filmler, cinsiyet rollerinin paylaştırılış biçimine işaret ederler, geleneksel cinsiyetin kararlı yapısını ve sınıf temelli ayrımları gözler önüne sererler. Bu filmlerde kadınları kötüye kullanan her zaman erkeklerdir ve kadınlar bu fallik eylemin alıcısı olarak tecavüze ya da başka türden bedensel şiddete maruz kalırlar. Tüm bunları kapsayan “Guinea Pig” (Kobay) serisi filmleri yapılmıştır. Bu filmler çoğunlukla video olarak çekilir, bilinmeyen aktörler temel rolleri oynar ve belgesel tarzını andırır. Kurgusu, iç burkucu mizansenleri, özel efekt denemeleri ile bu filmler herhangi bir batılı örnekten radikal biçimde farklıdır. 300

“Shiryo No Wana” (1988) serisi filmlerinden ilki, Amerikan slasher filmlerine benzer. Gece yayınlanan bir talk showun sunucusu olan Nami‘ye bir snuff video kaseti gelmesiyle başlar. Tüm ekip kasetteki işkence gören genç kadının izini bulamaya karar verirler ve bu girişimleri tüm ekibin teker teker öldürülmeleriyle sonuçlanır. “Shiryo No Wana 2: Hideki” (1991) filminde ise yaşadığı yerin yakınlarındaki bir sinemada makinist olan ve fahişeleri öldürüp parçalara ayıran Aki adındaki kadının hikayesi anlatılır. “Shiryo No Wana 3: Chigireta Ai No Satsujin” (Evil Dead Trap 2: Broken Love Killer- Şeytani Ölüm Tuzağı 2: Kırık Aşk Katili) (1993) adlı serinin son filminde, polis Nami, bir üniversite öğrencisinin intiharını araştırırken gizemli olaylarla birlikte bir seri katile ulaşır. Birbirinden oldukça farklı bu üç film, Avrupa korku ve gerilimi ve Amerikan filmlerinden çokça etkilenmiştir. 301

Japonya’nın video endüstrisi de korku şiddet ve seks içerikli filmler için geniş bir pazardır. Filmlerini doğrudan video pazarına yönelik yapan ve kariyerlerine bu şekilde devam eden pek çok yönetmen vardır. Genellikle 1960’ların cinsel istismar filmleriyle, 1970 ve 80’lerin yetişkin mangalarının izlediği bir çizgiden gelen yönetmenlerdir. “Guinea Pig” (Kobay) serisi filmleri bu konuda en kötü üne sahip sansasyonel filmlerdir. Birkaç bölümü mangacı Hideshi Hino tarafından çekilmiştir. Bu filmlerin batıda gerçek snuff filmler olarak değerlendirildiği bile olmuştur. Videoda

299 Pete Tombs, “Fantastik Filmler, Uzakdoğu’dan Güney Amerika’ya”, Çev: Nilgün Birgül, Kabalcı

Yayınevi, İstanbul, 2004, s: 303, 304

300 McRoy, a.g.e., 7 s. 301 Weisser, a.g.e., 74-76 s.

ünlü olan diğer bir yönetmen de Takao Nakano olmuştur. “Kadın Cinci” adlı serisiyle korku türüne girmiş, cinsellik ve teknoloji öğelerini de filmlerine dahil etmiştir. 302

1970’lerde gelenekselden uzaklaşılıp politik huzursuzluğun izlerini taşıyan filmlere yönelim gerçekleşmiştir ve bu filmlerde kan gövdeyi götürmektedir. 1980’lerde ise Amerikan ve Avrupa splatter filmlerinin de etkisiyle, eski korku filmlerinin kalıntıları dışarı atılıp bol kanlı sahnelere yer verme eğilimi sürdürülmüştür. Dönemin korku filmleri diğer ülkelerdeki benzerleri gibidir ancak benzer öğelerin daha aşırı kullanımları söz konusudur. Bunları “Guinea Pig” ve “Shiryo no Wana” seri filmlerinde bunu açıkça görmek mümkündür. Rucka’ya göre aşırı şiddet, cinsellik, intikam içeren bu filmler de tıpkı porno filmler gibi ticari eğilimle yapılmaktadır. Bu filmler zaten iyi durumda olmayan stüdyo sistemine karşı bir tepki gibidir ve yeni şeyler aranan bir dönemde ortaya çıkmışlardır. 303

Alt türün bir diğer kapsamı ise tecavüz intikam örneğindeki filmlerdir. Bunlardan Takashi Ishii’nin yönetmenliğini yaptığı “Freze Me” (Dondur Beni) (2000) günümüze daha yakın bir örnektir. Bu tür filmlerde yapının gayet kurallı olduğunu dile getiren Carol Clover, filmlerde ilk bölümün kadının uğradığı sürekli tecavüz ve saldırıdan, ikinci bölümün ise bu saldırıyı gerçekleştirenlerden intikam alıp öldürmesinden oluştuğunu belirtir. Filmde, Tokyo’da yaşayan Nogami’nin başına gelenler anlatılır. Ona beş yıl önce saldıran adamlar yeniden izini bulurlar ve tekrar saldırarak defalarca tecavüz ederler. Nogami, bir tecavüzcüden intikamcıya dönüşür ve adamları öldürerek dondurucuya koyar. “Freze Me” filmi, erkeğin kadın üzerindeki şiddetinin en uç noktasını ortaya koyar, ayrıca kadınların ataerkil ideolojik düzendeki yabancılaşmalarını ortaya koymaktadır. Ancak kadınların haklarına dair bir söylem içermez. 304

Japon toplumu antropologlarca uyum ve grup özdeşleşmesi toplumu olarak değerlendirilir. Japon sineması ve popüler kültürü eleştirmenleri de nihilizm ve şiddete değinirler. İdeoloji uyuma dayalıyken popüler kültür ürünlerinin uyumsuz faaliyetlerden bahsetmesi çelişkilidir ve çok bahsedilen bir konu değildir. Ian Buruma, bu tür bir şiddetin toplumun boşalma mekanizması görevini görerek sağlıklı bir işlev taşıdığını belirtir. Filmlerde ve popüler edebiyatta mazoşizm, sadizm, işkenceye bolca yer verilir ancak gündelik hayatta halk kibar ve itaatkâr olmaya zorlanır. Ona göre bu da popüler kültür ürünlerinin halkın fantezilerinden ibaret olup,

302 Tombs, a.g.e., 306 -307 s.

303 Rucka, a.g.e., http://www.midnighteye.com/features/death-of-j-horror.shtml

304 Frank Lafond, “Case Study: Ishii Takashi’s Freze Me and the Rape-Revenge Film”, Japanese

şiddetin normal gündelik davranışın ters çevrilmesinden ibaret olduğunu göstermektedir. 305