• Sonuç bulunamadı

Japon SavaĢ Tarihi 1

SAVAġ PRENSĠPLERĠ

7.1 Uzak Doğu SavaĢ Stratejileri ve Sun Tzu

7.1.1 Japon SavaĢ Tarihi 1

Japon Savaş Tarihine genel bir bakış, Japonların savaşçı kimliklerini ve strateji kültürlerini nasıl oluşturduklarını ve dolayısıyla savaş stratejilerini nasıl geliştirdiklerini görmek açısından yararlı olabilecek bir nitelik taşımaktadır.

Japon tarihine bakıldığında klanlardan oluşan feodal düzenden tek bir devlet olgusuna geçme sürecinin oldukça uzun ve kanlı savaşlar sonunda olduğu görülmektedir. Bu süreçte, önceleri Japon klanları kendi aralarında bir iktidar mücadelesine girişmiş ve bu süreç boyunca kılıç kullanımı ve dövüş sanatları oldukça gelişmiştir. O zamandaki sınıflar arasında da bir rekabeti körüklemişti. Bu rekabetin temel amaçlarından biri de belirli klanların birleşik Japonya‟yı kurma idealinin, kendi klanları tarafından gerçekleştirilmesini istemeleriydi. Birleştirme çabalarında bazı klanlar ortak hareket etmekteydi ve bu ortaklık rahipler klanını İmparatorluk sarayı olarak belirlemişti. Ancak bu yeni merkezi hükümet, Japonya‟daki tüm klanlar üzerinde tam bir otorite sağlamayı başaramamıştı. Bu devletin kurulmasından sonra, Japon savaşçı elitleri, eyalet valileri ve yerlerinde bulunmayan toprak sahipleri toplum içindeki yerlerini korumuşlardı. Ancak, sağlanamayan otorite ve toplumdaki eşitsizliklerin etkisiyle bölgesel savaşlar kızışmaktaydı. Otoritenin sağlanamamasında iktidar içindeki bölünmelerin de etkisi büyüktü. Bu durum 10. ve 11. yüzyıllar boyunca devam etti. Taşra eyaletlerindeki savaşçı seçkinler yavaş yavaş toprak gelirleri üzerindeki hak taleplerini artırarak,

1

175

toprak üzerinde yasal hakları ellerinde tutan saray aristokratlarıyla bir iktidar ve servet idaresine giriştiler. Bu siyasal hareketler aynı zamanda savaşçıları kendi alanlarında da rekabete itiyordu.

1100‟de Heian/Kyoto çevresinin dışındaki Japonya‟nın büyük bölümü, yerel askeri denetim altındaydı. 12. yüzyıl neredeyse kesintisiz iç savaşlar içinde geçti. 1185‟te savaşçı klanların en güçlüsü merkezi bir askeri hükümet oluşturdu; bu izleyen yıllarda Japon toplum, siyaset ve kültürünü yönetecek üç benzeri rejimden ilkiydi. Japonya‟nın iç tarihine damgasını vuran güçlü askeri varlık savaşçı kimliğinin kimi unsurlarını Japon düşünce ve toplumun önemli alanlarına, özgün savaş sanatının çok ötelerine taşıdı. Samuray, yüzlerce yıl boyunca yalnızca ulusun siyasal yazgısının efendileri olmakla kalmadı, aynı zamanda hak vicdanının önderleri sayıldı. Savaşçının moral ve ruhu, toplum üzerindeki etkileri bakımından en az maddi güçleri ölçüsünde önemliydi.

Kendi ulusal hırslarını beslemek üzere Tang Hanedanı‟nın Çin Kültürünü ithal edişlerinden birkaç yüzyıl sonra, Japon İmparatorluk sarayı ve saray çevresindeki soylu aileler, imparatorluk başkenti ve çevresinde lüks bir yaşam sürerken, bir yandan da tüm Japonya‟da geniş toprakları ellerinde bulunduruyordu. Aristokratların mülklerini yönetip koruyan üst sınıf savaşçıları zamanla verdikleri hizmet karşılığı tazmin taleplerini artırmaya başladılar ve yüzyıllar boyunca kitlesel toprak ve toprak hakları Samuray‟ın denetimine geçti. 12. yüzyıl sonuna doğru, merkezi Shogun‟luk rütbesi resmen tanınarak Doğu Japonya‟da kendi başkenti olan askeri bir yarı hükümet oluşturdu.

Japonya‟nın yeni Samuray liderleri, 13. yüzyıl boyunca esinlenmek üzere gözlerini Çin‟e çevirdiler ve o dönemde kurumsallaşmış düşünce tarzları olan Zen-Budizm ve Yeni-Konfüçyüslükle ilgilenmeye başladılar.

13. yüzyıl sonlarına doğru gerçekleşen Moğol saldırıları Japonlar tarafından püskürtüldü. Ancak Japonlar için alışılagelmiş, savaş sonunda galip gelmenin ödülü olarak görülen toprak kazanma olgusu, bu zaferde geçerli olmadığı için toplumda

176

başlayan huzursuzluk, sürtüşmeleri körükledi ve bunun sonucunda hanedan devrildi. Eski hanedanın yerini başka bir Samuray klanının ve yandaşlarının kurduğu yeni bir Shogun‟luk aldı. Siyasal parçalanmışlık, çatışmaların devamına neden olmaktaydı ve iç savaşlar uzun yıllar devam etti.

Avrupalıların Japonya‟ya ilk gelişleri her iki topluluğun tarihlerinde yeni bir dönemin eşiğinde oldukları Devletler arası Savaşlar Çağı‟nın sonlarına rastlamıştı. Güçlü savaş lordu Oba Nobunage Hıristiyanlar ve Batı teknolojisine kucak açmanın siyasal ve askeri yararlarını kısa zamanda sezinledi. Uzun süren çabalar sonunda Japonya‟yı hemen hemen birleştirmeyi başardı. Kendisinden sonra gelen Toyotomi Hidoyoshi, bundan sonra Avrupalılarla ilişkileri askıya alarak başarısızlıkla sonuçlanan ülke fetihlerine girişti Ardından gelen Tokugawa Ieyasu, Batıyı tümüyle dışladı ve iki buçuk yüzyıl süren bu zihniyet Asya‟nın ve belki de dünya düzeninin gelişimini etkiledi.

1894-1895 yılları arasında Japonya, Çin ile savaşarak Tayvan, Pescadore ve Mançurya‟nın Liadong adasını ele geçirdi, ancak bu girişimde Batılı güçlerin baskısı sonunda Liadong‟u geri vermek zorunda kaldı. 1902 yılına gelindiğinde Japonya‟nın Büyük Britanya ile yaptığı ittifak Batıda Japonya‟ya bakış açısını değiştirdi. Buna 1904-1905‟de Rusya‟yla yaptığı savaşı kazanması eklendiğinde bu prestij ciddi şekilde arttı. Rusya‟nın yenilmesine sevinen Batılı ülkeler, bunun yanında Japonya‟nın askeri yükselişinden de çekinmeye başlamıştı. Japonya 1910‟da da Kore‟yi ilhak etmişti.

Japonya, 1914‟te de Çin'deki Alman topraklarına girerek Almanya‟ya savaş ilan etmişti. İşgalini, Çin Hükümeti‟ne sunduğu taleplerle sürdürmüş ancak bu taleplerden, Batılı ülkelerin müdahalesiyle, Çin‟in siyasetini denetleme girişimi dışındaki taleplerini kabul ettirmeyi başarmıştı. 1918‟de yaptığı gizli bir anlaşma sonucuyla Çin‟deki Alman topraklarının kendilerine devrini de perçinlemişti.

Bu sürecin ardından, ekonomik ve diplomatik girişimleri hızlandırmış ve 1922 yılında Sibirya‟dan çekilmişti. 1923‟te başkentteki deprem, tüketimin hızlanması ve 1929‟da yaşanan ekonomik buhran Japon ekonomisini yeniden yaraladı.

177

Japonya‟daki o devirdeki yaygın görüş, bu sıkıntıların yayılmacılıkla aşılabileceği idi. Bu süreci işleten Japonya, savaş çabalarını destekleyecek sanayi malzemelerini elde etme alt sürecinin İngiltere ve Amerika tarafından kesintiye uğratılmaya çabalarında, bu ülkeler de dahil olmak üzere herkesi karşısına alma hatasını işledi. Savaş sanatının klasik ilkelerine son derece ters olan bu anlayış, Almanya‟nın da yaptığı hataydı.

1945 yılında uğradığı ağır yenilgiyle ve imparatorluğun parçalanmasıyla, Japonların sömürgecilik tehdidi ortadan kalkmış gibi gözükse de Japon militarizminin fanatikliğinin altında yatan ırksal duygular hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır. 1960‟larda dahi dünyayı yönetmenin Japonya‟nın kutsal misyonu olduğunu iddia eden kitaplar yayınlanmaktaydı. 1980‟lerde ise Japon basını tarafından halen Japonya‟nın gerçekten teslim olmadığı vurgulanmaktaydı.

1945 yenilgisinden sonra Japonya, yeni oluşmaya başlayan dünya düzeninde militarist hırslarla bir yere varamayacağını anlamış, konvansiyonel silahlardan kimyasal ve nükleer silahların kullanımına geçiş sürecinin ve bu ilahların caydırıcılığının da etkisiyle hakimiyetini ekonomik başarılarla kanıtlama ve hırsını bu yönde kullanma yoluna gitmiştir. Bu süreçte de oldukça başarılı olmuştur. Başarılı olmasının temelinde, bahsedilen hırsın bireysel olmaktan çok toplumsal bir karaktere sahip olmasının ve ekonomik faaliyetlerin militarist bir yaklaşımla ele alınmasının büyük etkisi vardır.