• Sonuç bulunamadı

İzdivaç Programlarında Katılım ve Söyleme Davet

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. Gerçeklik Televizyonu Örneği Olarak İzdivaç Programları

3.4. İzdivaç Programlarında Katılım ve Söyleme Davet

İzdivaç programlarında katılım klasik anlamıyla politika yapma yolu olarak değil bireylerin kendilerini kamusal alanda görünür kılabilmeleri ve söylemek istediklerini söyleyebilmeleri şeklinde kurulmaktadır. İzdivaç programlarının bir gerçeklik televizyonu örneği olarak katılımcılarına sunduğu vaat, her birinin birer şöhret olarak kamusal konuşma edimine ortak olabileceği ve hayallerindeki eşe ulaşma imkânı yakalayabileceğidir. Böylece mahrem yaşamın kamusal tartışma malzemesi haline gelmesi yalnızca şöhretli kamusal şahsiyetlere değil sıradan insanlara da açık hale gelmiş olmaktadır. İzdivaç programları vasıtasıyla izleyici konumunda olan insanlar

147

evlenmek amacıyla bu programlara katıldıklarında, evlilik gibi toplumsal ve bireysel açıdan büyük öneme sahip bir konu hakkında kendi düşüncelerini ve deneyimlerini geniş bir izleyici kitlesiyle paylaşabilmektedir.

Televizyon aracılığıyla sağlanan bu kamusal katılım, bireylerin özel duygu ve düşüncelerini sunarak kendilerini metalaştırmalarına neden olmakla birlikte, evlilik adaylarının bu katılıma coşkuyla iştirak ettikleri görülmektedir. Kadın ve erkek adayların kendi duygu ve düşüncelerini paylaşırken sergilediği içtenlik ve samimiyet, ekran başındaki izleyiciyi ekrana bağlayan en önemli unsurlar arasında bulunmaktadır. Adayların, izleyicilerin ilgisini ve sevgisini kazanmaya önem vermeleri, kendini göstermenin ve şöhretin önemine işaret etmektedir. İzdivaç programlarında adayların ve sunucuların sergilediği içtenlik ve samimiyet, bu programlara katılanların aile bireyi olarak görüldüğüne yapılan vurgular, izleyiciler arasındaki evlenmeye hevesli kadın ve erkekleri bu programlarda aday olmaya ve söyleme iştirak etmeye davet etmektedir.

İzdivaç programlarında adayları ve izleyicileri söyleme iştirak etmeye çağıran davetin bir tür “söyleme kışkırtma” olduğu söylenebilir. Foucault’nun ifadesiyle “söyleme kışkırtma” belirli olaylar veya durumlar karşısında herkesin belli bir söyleme katılması için oluşturulan bir baskı türüdür. Gürbilek’e göre “söyleme kışkırtma” bir “söz patlaması”na neden olmaktadır. Gürbilek, Foucault’nun kavramından yola çıkarak 1980’lerin Türkiye’sini değerlendirirken, o yıllardaki kültürel değişim sürecinde ortaya çıkan, devletin yasaklayıcı söyleminin dışında çok daha kısmi düzeyde kendini gösteren, yasaklayıcı olmaktan çok çağırıcı, baskıcı olmaktan çok kışkırtıcı bir söz siyasetinin ortaya çıktığını gözler önüne serer.

Böylece bir zamanlar normalleştirmeyi mümkün kılmak için gerek duyulan kurum ve pratiklerin yerine getirdiği denetleme işlevi, sözün kendisine sinmiştir. Bu yüzden söze dökmek denetlenmeye razı olmaktır; neyi nerede söylediği önemli olan birileri tarafından değil, sahipsiz kalmış bir sözün öznesi

148

olabilecek herkes tarafından. (…) Artık önemli olan yapılıp edilenler, yaşananlar hatta hissedilenler değil, onların bir iç dökme söylemi içerisinde nasıl dile getirildiğidir (Gürbilek, 2011, s. 45)

1980’lerde yaşanan baskı döneminin hızla söze dökülmesiyle ortaya çıkan söz patlaması, yakın zamana kadar mahrem kabul edilen birçok şeyin dışa açılması olarak görülebilir. Bu açılma, mahrem olanın habere, enformasyona, görüntüye dönüşmesi, bir kamuoyu meselesi haline gelmesi, özel ve kamusal alanlar arasındaki ayrımın belirsizleşmesine ve bir tür “özel hayat endüstrisi”nin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öznelliğin alanının kitle iletişim araçları tarafından kuşatılmasıyla, insanların yabancılardan uzak tuttukları alanın kapıları açılmış, kamusal alandaki boşluk mahrem olanın kamusal bir değer kazanmasıyla doldurulmuştur.

Günümüzde, gerçeklik televizyonu programları, mahrem olanı kamusal alana taşıyan “özel hayat endüstrisi” aracı olarak işlemektedir. Bugün “mahrem”in karşılığı olarak kullanılan “özel” sözcüğü, yalnız bir kişiyi ilgilendiren ve bir kişiye ait olan şeyi nitelendirmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, izdivaç programlarına katılan kadınların ve erkeklerin evlilikle ve eş adaylarıyla ilgili özel düşüncelerini ekranda dile getirmeleri, evlilik kriterlerinin kamusal bir söylem haline dönüşerek pekiştirilmesini sağlamış olmaktadır. Kültürel olarak kabul edilen ve onaylanan söylemlerin adaylar tarafından özel olarak söze dökülmesi kadına ve erkeğe ait toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirilmesine neden olmaktadır.

149 3.4.1. Sunucular, Uzmanlar ve Adaylar

İzdivaç programlarının sunucuları programı sunma ve yönetme dışında pek çok rol üstlenmiştir. Sunucular, fikirlerine değer verilen, hayranlık duyulan bir çeşit kanaat önderi ve programa katılanların özel durumlarını paylaşabileceği birer sırdaş, arkadaş ve konuşmacı konumundadırlar. Sunucuların böylesi bir pozisyonda olmaları izdivaç programlarının niteliği dolayısıyla gereklidir. Çünkü sunucuların, evlenmek isteyen “sıradan” izleyiciyi programa katılım konusunda teşvik etmeleri ve programa katıldıklarında sıcaklık, yakınlık ve anlayış göreceklerine inandırmaları gerekmektedir. Sunucular, evlilik adaylarının sorunlarını anladıkları ve tutarlı davrandıkları ölçüde izleyiciden destek alacaklarının bilincindedirler. Bu bilinçle yürütülen programlar sunucuların şöhretini ve programın izlenme oranlarını arttırdığı gibi programa katılmak isteyen adayların sayısını da arttırmaktadır.

İzdivaç programı sunucuları izleyicilerin hayranlık duyduğu bir “yıldız” olarak yoğun bir hayran kitlesi sahibi olmalarına rağmen, kendileri ile stüdyodaki adaylar arasındaki sınıf farkını yok sayan tutumlar sergilemeye özen gösterirler. Her fırsatta özel hayatlarında yaşadıkları üzüntü ve sıkıntıları ya da ev işleri ve çocukla ilgili deneyimlerini paylaşarak adayların ve izleyicilerin kendileriyle ilgili “işte bizden biri” demelerini sağlamaya çalışırlar. Esra Erol’un ve Songül Karlı’nın, izleyicilerin sempatisini kazanmak amacıyla ev işleri ve çocuklarla ilgili düşünce ve deneyimlerinden sıkça bahsettikleri görülmektedir.

Sunucular, izdivaç programlarının hayranlık duyulan kahramanları olmalarının yanı sıra düşüncelerine ve sözlerine değer verilen bir uzman pozisyonundadırlar. Livingstone ve Lunt (1994) Amerika ve İngiltere’deki Talk Show programlarını karşılaştırdıkları bir çalışmada, uzmanların programlardaki konumlarıyla ilgili önemli

150

saptamalar yapmışlardır. Amerika Talk Show’larında uzmanlar ve sıradan konuklar sahnede oturmaktadır. Böylece sıradan insan hem uzman hem de ünlü konumunda olma şansına sahip olmaktadır. İngiltere’deki programlarda ise uzmanlar ve konuklar izleyiciler arasında oturtularak, uzmanların da sıradan insanlardan farklı olmadığı mesajı verilmektedir.

İzdivaç programlarında sunucular, toplumsal değerleri en iyi temsil eden ve gerektiğinde sahip çıkan bir prototip olarak izleyiciyi yönlendirirler. Sunucular, başkalarının da aynı düşüncede olduğu varsayımından hareketle, ortak görüye ve egemen düşünce biçimine uygun bir seslendirme yaparak, son derece rahat, kendinden emin ve yüksek bir ses tonuyla konuşurlar. Sunucuların görevi, sosyal sistemin dile getirdiği söylemi kollayan ve üreten kişiler olarak toplumsal normlara göre belirlenen, iyi ve kötüyü ayıran çizgide durarak hızlı bir yargılama yapmaktır (İmançer ve Sarıgül, 2010, s. 105).

Bu çalışmada incelenen izdivaç programlarından yalnızca Esra Erol’da Evlen Benimle programı uzman bulundurmaktadır. Esra Erol’un programında avukat ve psikolog olan uzmanlar program ekibine dâhil edilmiştir. Her gün, avukat ve psikolog olan uzmanlardan biri dönüşümlü olarak programda yer almaktadır. Uzman, sahnede, evlenmek isteyen adayların oturduğu ve loca olarak adlandırılan bölümde oturmaktadır. Hukuki ya da psikolojik sorunlar söz konusu olduğunda, ya da aday ve talibiyle ilgili yorumlar yapılırken o gün konuk olan uzmanın aday ve talibiyle ilgili görüşleri de alınmaktadır.

İzdivaç programlarında sunucular ve uzmanlar aynı zamanda ideolojik bir işlev üstlenmiştir. Sunucu, televizyonun ideolojisini temsil ederken, uzman bilimsel bilgi aktarımı yapmaktadır. Ancak uzmanın kişisel yorumu genellikle Esra Erol’un

151

söylemlerini destekler nitelikte olmaktadır. Sunucu ve uzman birer otorite olarak stüdyodaki adaylar ve izleyiciler üzerinde bir çeşit hegemonya kurmaktadırlar. Gramsci’nin hegemonyasını Geoff Eley (1992) tüm toplumsal süreçlerde yaşanan hâkim anlamlar ve değerlerce düzenlenmiş, gerçeklik ve mutlaklık etkisi yaratan, politik, ekonomik ve kültürel boyutu olan bir iktidar mekanizması olarak tanımlar. Bu tanıma göre izdivaç programı sunucuları, iktidar mekanizmasının, hegemonyanın başoyuncuları olarak, adaylar ve izleyiciler üzerinde rızanın kurulmasını sağlayan temel unsur olmaktadırlar. Adaylar, sunucuların çizdiği sınırlar içinde kendilerini tanıtıp duygu ve düşüncelerini paylaşırken, sunucular doğrudan bir baskı ya da görünürde itaat içermeyen bir güç oluşturarak “mutlak doğru”yu bilen ve gösteren kişiler olduklarını katılımcıların da rızasını alarak izleyiciye kabul ettirmektedirler.

Bu çalışmada, evlenmek amacıyla programa katılan kadınlar ve erkekler, adaylar olarak tanımlanmaktadır. Adaylar, izdivaç programlarında “sıradan” insanlar olarak yaşadıkları deneyimleri aktarırken, bazen bir kahraman olarak övgü ve alkış toplamakta, bazen locadaki öteki adayların eleştirilerini alan “antikahraman” olabilmektedirler. Deneyimlerini paylaşan adayın övgü ya da yergi toplaması, paylaşılan deneyimin kültürel olarak kabul edilen ya da edilmeyen bir tutum ve davranış olarak değerlendirilmesine bağlıdır. Adayla ilgili yorum yapan öteki adayların sesi, bazen bir arkadaş, bir akraba, bir aile bireyi ya da mahalleden biri olarak nitelendirilebileceği gibi bazen de toplum baskısının bireyle üzerindeki yansıması olabilmektedir. Toplum baskısı ya da eleştirinin söz konusu olduğu durumlarda, adayı o şekilde davranmaya iten zorunluluklar üzerinde konuşulmakta ve stüdyodaki uzmanın fikirlerine başvurulmaktadır. Programa katılan uzmanların, toplumun geleneksel değerlerini yaralamayan bilgi aktarımı yapmaya özen gösterdikleri görülmektedir.

152