• Sonuç bulunamadı

İsrâiliyatın Kur’anî, Nebevî ve Sosyokültürel Temelleri 

KLASİK DÖNEM İSRÂİLİYAT PROBLEMLERİ 

1.2. İsrâiliyatın Kur’anî, Nebevî ve Sosyokültürel Temelleri 

İsrâiliyat konusunun genel çerçevesi; bu bilgilere niçin ihtiyaç duyulduğu, bu bilgilerin hangi kaynaklardan intikal ettiği, nasıl bir süreçten geçerek İslâmî kaynaklara girdiği, Müslümanların bunları alırken herhangi bir kriter gözetip gözetmedikleri veya hangi kriterlerin gözetilmesi gerektiği, bu bilgilerin Müslümanlar üzerindeki müspet ve menfi etkileri ve nihayet isrâiliyat konusuna eleştirel yaklaşımlar biçiminde çizilebilir.

İsrâiliyata niçin ihtiyaç duyulduğu sorusuna çeşitli şekillerde cevap bulunabilir. Mesele öncelikle Kur’an-ı Kerim’in “diğer kitapları tasdik edici” olarak gelmesi ve vahiy silsilesinin son halkası olmasıyla alakalıdır. Kur’an’ın kendinden önceki ilahî kitaplarla hem bazı ahkam ayetleri hem de kıssa ayetleri yönünden çeşitli benzerlikleri vardır.1 Mesela ahkâm ayetlerindeki benzerliklere, zinanın her türlüsünün yasaklanmış olması, âdet hâlinde kadına yaklaşmanın haramlığı, (Tevrat ve Kur’an’da) boşanma serbestliğinin varlığı, kısasa kısas gibi örnekler verilebilir. Kıssalardaki benzerlikler ise daha dikkat çekicidir. Tevrat’ta yer alan Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Musa gibi peygamber hikayerleri Kur’an’da da yer almıştır.

Esasen mesele, doğrudan Kur’an’ın içyapısıyla da alakalıdır. Kur’an-ı Kerim’in yarısı, bir bakış açısına göre dörtte üçü kıssalardan oluşmaktadır.2 Bu kıssaların bir kısmı, konu itibariyle Kitab-ı Mukaddes’te anlatılan kıssalarla aynıdır. Ne var ki bu kıssalar, Kitab-ı Mukaddes’te olduğu gibi kronolojik bir sıra takip etmez. Kıssalar çeşitli surelerde konular arasına serpiştirilmiştir. Kıssalar konusuna göre, tafsilatlı bir şekilde anlatıldığı gibi, telmih yollu, üstü kapalı anlatımlara da sahiptir. Bu telmih yollu anlatımların da genellikle, İsrailoğulları peygamberleri ve onların yaşadıkları bazı olaylar hakkında olduğu görülmektedir. Sözgelimi, Hz. Davud ve Süleyman’ın hakemlik olayı,3 Hz. Davud ve davacılar,4 Hz. Süleyman’ın kürsüsüne bırakılan ceset,5

      

1 Bunun yanında, recm ve iddet gibi konularda şeriatlerde bir benzerlik söz konusudur. Bkz. Baki Adam,

“Kur’an’ın Anlaşılmasında Tevrat’ın Rolü”, İslâmî Araştırmalar, cilt: 9, sayı: 3, 1996, s. 171, 174.

2 Muhammed Abduh, Kur’an’ın dörtte üçünün kıssalardan olduğu görüşündedir. Fatiha Tefsiri (tr.

Abdülkadir Şener-Mustafa Fayda), AÜİFD, XVI, 1968, s. 29; Tahsin Görgün, “Kur’an Kıssalarının Neliği (Mahiyeti) Üzerine”, Kur’an Kıssalarının Anlam ve Değeri, IV. Kur’an Haftası Kur’an Sempozyumu, Fecr, Ankara, 1998, s. 20, 21.

3 Enbiya 21/78-79. 4 Sâd 38/21-26. 5 Sâd 38/34-35

Hz. Eyyub’un yemini,6 Hz. İlyas,7 Hz. Elyasa8 gibi peygamberlerin kimlikleri vb. konular Kur’an’da oldukça mücmel bir üslupla anlatılmıştır.

Kur’an bu kıssaları anlatırken veya bu telmihleri yaparken, çoğu zaman tarihî bir bilgi verme amacı taşımaz. Kur’an, ilgilendiği bir kıssa ile olayların kendisinden ziyade, ilgili olayların dinî değerlerine ve mesajlarına önem verir.9 Kur’an, kıssadan alınacak dinî dersleri önemsemesine rağmen, bazen kıssanın kendisini somut bir şekilde kaydetmek oldukça güçtür. Bu durumda, Kur’an metni bazı anlatıların evveliyatı ve detayları hakkında pek çok soruyu zihne getirmektedir. İşte ilk Müslüman nesiller, bu soruları cevaplamaya çalışmışlardır.10

İsrâiliyat konusu üzerinde duran araştırmacılara göre, Müslümanlar Kur’an’ın bu çok özlü ifadeleri karşısında meraklarını yenememişler ve eski çağlara ait bilgi noksanlıklarını telafi edebilmek için çeşitli çarelere başvurmuşlardır.11 Bu noktada Müslümanlar tabii olarak Kur’an’ın sık sık referansta bulunduğu Kitab-ı Mukaddes ve Kitab-ı Mukaddes etrafında oluşmuş gerek kitabî gerekse şifahî edebiyatla yakın bir ilişkiye girme ihtiyacı duymuşlardır.12

Aslında konu bir merak duygusundan öte, yukarıda işaret edilen birkaç örnekte olduğu gibi, olay bilinmeden ayetin anlaşılmayacağı anlayışına dayanmaktadır. Nitekim İbn Atıyye (ö. 541/1147), kısa mukaddimesinde, tefsirinin adına da uygun olarak, kısa ve öz bir tefsir telif etmeyi amaçladığını ve ayet, kıssa nakledilmeden anlaşılamayacaksa ancak o zaman kıssaları zikrettiğini söylemiştir.13 Buna örnek olarak İbn Atıyye’nin, oldukça netameli bir konu olan Davud ve ve davacılar kıssasında söyledikleri zikredilebilir: “İnsanların, burada uzun uzadıya anlattıkları kıssalar vardır, rivayetler de muhteliftir; biz bunlardan sadece ayetin tefsirinin mümkün olması için

      

6 Sâd 38/41-44.

7 En’am 6/85; Sâffât 37/123-136. 8 En’am 6/86; Sâd 38/48.

9 Bkz. İdris Şengül, “Kıssa”, DİA, XXV, s. 500.

10 Bkz. Jansen, Kur’an’a Yaklaşımlar, s. 55, Şimşek, Kur’an Kıssalarına Giriş, s. 133; krş. M. Zâhid el-

Kevserî, Makâlâtü’l-Kevserî, el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Kahire, 1414-1994, s. 129; H.A.R. Gibb, Moddern Trends in Islam, s.74; İsmail Albayrak, Re-evaluting the Notion of İsrâiliyat” DEÜİFD, XIII-XIV, İzmir, 2001, s. 71.

11 Bkz. Muhammed Hamidullah, “İslamî İlimlerde İsrâiliyat Yahut Gayr-i İslamî Menşeli Rivayetler” (tr.

İbrahim Canan), İİFD, sy. 2, 1977; Goldziher, Mezâhibü’t-Tefsîri’l-İslâmî, s. 75; M. Watt, Müslüman

Hıristiyan Diyaloğu (tr. Fuat Aydın), Birey, 2000, s. 54, 55; Franz Rosenthal, “The Influence of the

Biblical Tradition on the Muslim Historiography,” Historians of the Middle East, (ed.) Bernard Lewis- P.M. Holt, London Oxford University Press, Newyork Toronto, 1962, s. 42, 43.

12 Goldziher, Muslim Studies, I, 165; Jansen, Kur’an’a Yaklaşımlar, s. 55 13 İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz, I, 34.

zikretmemiz gerekenleri nakledeceğiz.”14 İbn Atıyye, Davud ve Urya kıssasını zikrettikten ve diğer görüşleri verdikten sonra şöyle der: “Birinci rivayeti aktaranlar çoğunluktadır. İsrailoğulları’nın kitaplarında bu kıssanın yakışıksız tasvirleri vardır. Bu kıssayı bu ümmetin ilk dönemlerinde kıssacılar anlatmışlardır.”15 İbn Atıyye’nin bu tavrından, ayetlerin bu kıssa çerçevesinde anlaşılacağı ve fakat olayın İsrailoğulları tarafından çeşitli ziyadelerle yakışıksız bir hal aldığını ifade etmek istediği anlaşılmaktadır. Nitekim Zemahşerî, ayetleri yine kıssa çerçevesinde anlamaya çalışmış, burada “müvasât”tan yani, Medine’de Ensar’ın yaptığı gibi, eşinden kardeşinin yararına vazgeçmesinden söz etmiştir. Buna göre, Davud zamanında, birisi bir başkasının eşini beğenirse, ona teklif eder o da uygun görürse, onu boşar, diğeri onu alırdı. Zemahşerî, Hz. Davud’un Urya’nın karısını beğendiğini ve ona böyle bir teklifte bulunduğunu, onun da Davud’un sözü altında ezilip tek bir eşi olmasına rağmen, bunu kabul ettiğini ve görüş üzerinde ittifak edildiğini söyler.16

Benzer şekilde Hz. Süleyman’ın kürsüsüne bırakılan cesedi anlatan ayet de, rivayetlere başvurulmaksızın anlaşılmayacak bir özelliğe sahiptir.17 Nitekim Mevdûdî, bu ayetin Kur’an’ın en müşkil ayeti olduğunu ifade etmiştir.18 Bu sebeple konuyla çeşitli rivayetlere başvurulma gereği duyulmuştur ki bunlar arasında en meşhuru Hz. Süleyman’a bir şeytanın musallat edildiğini, bu şeytanın onun saltanatını bir süre ele geçirdiğini anlatan rivayettir. Bu rivayet çeşitli müşkiller içermesine rağmen, ilk dönem tefsirlerinin büyük çoğunluğunda yer almış, İbn Abbas, Mücahid, Said b. Cübeyr, Hasan ve Katade vb. selef âlimlerinin neredeyse tamamı, bu rivayetin ana hatları üzerinde ittifak etmişlerdir.19 Nitekim İbn Atıyye, Süleyman’ın imtihan edilmesini,“İşte Süleyman’ın düştüğü sıkıntı ve sınanma budur” diyerek ayeti bu kıssa ile tefsir eder. İbn Atıyye, “İnsanlar Süleyman’ın tahtına atılan ceset hakkında ihtilaf etmişlerdir. Cumhur, ‘O, söz konusu cindir, ceset diye adlandırılmıştır, çünkü o olmadığı halde, Süleyman’ın kılığına girmiştir’ görüşündedir. Bu en sağlam görüş ve anlamca en açık olandır” diyerek tercihini ifade eder. Sonra ayetin diğer muhtemel anlamları üzerinde durup

      

14(ﻪﺑ ﻻإ ﺔﻳﻵا ﲑﺴﻔﺗ مﻮﻘﻳ ﻻ ﺎﻣ ﻪﻨﻣ ﺮﻛﺬﻧ نأ ﺪﺑ ﻻو) İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz, IV, 498. 15 İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz, IV, 499.

16 Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 80. Bu görüşü Âlûsî de tekrarlayacaktır; Rûhu’l-Meânî, XII, 177. 17 Sâd 38/34, 35.

18 Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, V, 76.

19 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 35; Müsâid b. Süleyman et-Tayyâr, Makâlât fî Ulûmi’l-Kur’ân ve Usûli’t-Tefsîr,

Dâru’l-Muhaddis, Riyad, 1425, s. 198. Tayyâr’ın bu kitabında yer alan ve bizim çalışmamız boyunca referansta bulunduğumuz “Ra’yün Âhar fi’l-İsrâiîliyyât fî Kütübi’t-Tefsîr” adlı makale tarafımızdan “Tefsirde İsrailiyyata Farklı Bir Yaklaşım” adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Marife, yıl: 13 sayı: 1, Bahar 2013, s. 199-213.

bunların hiç birinin ayetin anlamıyla bağlantılı olmadığını söyler.20 İbn Atıyye’den sonra bu rivayetlere çeşitli tenkitler yöneltilmişse de o döneme kadar ayetin tefsirinde bu rivayetlere başvurmak bir ihtiyaç olarak görülmüştür.21

Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın hakemlik olayı, Hz. Eyyub’un yemini de aynı şekilde rivayetlere başvurulmadan anlaşılamayacak niteliktedir. Bilindiği gibi Kur’an’ın bu tür mücmel ayetlerini açıklamak için ya Kur’an-ı Kerim’in bir başka ayetinde bu konuya ilişkin açıklamalara başvurulacak ya da Hz. Peygamber’den gelen bir hadisin olup olmadığına bakılacaktır. Sahabeden itibaren ilk dönem müfessirleri, Kur’an ve hadislerde bilgi bulunmayan durumlarda bu gibi mücmel ayetleri, Ehl-i Kitap kökenli rivayetlere başvurarak tefsir etme yoluna gitmişlerdir. Bir başka ifadeyle, sahabe ve tabiînin tefsir kaynakları arasında Ehl-i Kitab’a müracaat da bulunmaktadır.22 Bu da o gün için bu rivayetlere bir ihtiyacın ürünü olarak bakıldığını göstermektedir.

Nitekim doğrudan bu tür kıssaları kastetmemekle birlikte Veliyyullah Dihlevî (ö. 1176/1762) de benzer bir görüş ortaya koymaktadır: [Müfessirin bilmesi gereken ilimlerden biri de] “Ayet-i kerimelerin değindiği kıssaları bilmektir; çünkü bu ayetlerin ima ve işaretlerini anlamak, ancak bu kıssaları bilmekle mümkündür.”23 Dihlevî aynı kitabında, mücmel olan kıssaların açıklanması konusunda bazı mülahazalarda bulunmuştur: “Tefsir kitaplarında nekledilen rivayetler arasında, Kur’an’da olayın aslına gönderme yapılan mücmel kıssaların tafsilatını içerenler vardır. Müfessirler bu kıssaların tafsilatlarını, isrâilî rivayetlerden, tarih ve siyer kitaplarından aldıkları bilgilerle açıklamışlardır.”24 Dehlevî bu tespitine ilaveten isrâilî rivayetleri nakletmek için iki temel prensip zikretmiştir. İlk prensip, Kur’anî atıfların ve mücmel kıssalara işaretlerin açıklamaları sünnette olduğu müddetçe isrâilî rivayetlere müracaat edilmemesi gerektiğidir. Dihlevî, İbn Atıyye’nin aksine Hz. Süleyman’ın imtihan edilmesi olayında Sahr adlı şeytan kıssasının zikredilemeyeceğini ifade etmektedir. İkinci prensip ise: “Zaruretler kendi mikdarlarınca takdir olunur” fehvasınca, Kur’an’ın atıfta bulunduğu olayı, Kur’an’ın şehadet ettiği bu olayı tasdik etmek amacıyla, zaruret

      

20 İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz, IV, 504, 505.

21 Diğer müfessirlerin görüşleri, “İsrâiliyata Yönelik Sistematik Eleştirel Yaklaşımın Doğuşu ve

Gelişimi” başlığı altında değerlendirilmiştir.

22 Bkz. İbn Teymiyye, Mukaddime, s. 20; Tayyâr, el-Fusûl fî Usûli’t-Tefsîr, Dâru İbn Cevzî, 1433, es-

Suûdiyye, s. 48, 55.

23ﺺﺼﻘﻟا ﻚﻠﺗ ﺔﻓﺮﻌﲟ ﻻإ ﺮﺴﻴﺘﻳ ﻻ ﺎ رﺎﺷإو تﺎﻳﻵا ﻩﺬﻫ ءﺎﳝإ ﻢﻬﻓ نﺈﻓ ﺎ ﺾﻳﺮﻌﺘﻟا ﺔﳝﺮﻜﻟا تﺎﻳﻵا ﻦﻤﻀﺘﺗ ﱵﻟا ﺺﺼﻘﻟا ﻚﻠﺗ ﺔﻓﺮﻌﻣ

Dihlevî, el-Fevzü’l-Kebîr, s. 97.

miktarınca izah edilmeli, üzerine çok fazla ziyadelerde bulunmaktan kaçınılmalıdır.25 Dihlevî bunu açıklamayı müfessirin bir mesuliyeti olarak görürken, İsrailoğulları’nın ineğinin veya Ashab-ı Kehfin köpeğinin özellikleri gibi konuları bu kapsamın dışında tutmakta, bunları anlamsız girişim ve işgüzarlıklar olarak nitelendirmektedir.26 Burada onun bazı ayetlerin anlaşılmasında Kur’an’ın referansta bulunduğu kıssaların aslını öğrenmenin zaruretinden söz etmiş olması, konunun sadece merak duygusuyla alakalı olmadığını göstermesi bakımından önem arzetmektedir.

Öte yandan, Kuran-ı Kerim’de gerek Tevrat’a gerekse İncil’e, onları tasdik etme ve onların üzerinde müheymin olma sıfatının bir gereği olarak, müspet referanslarda bulunulmaktadır.27 Bu noktada Hz. Musa’ya verilen kitap “insanlar için hidayet ve

nur”,28 yine Tevrat ve İncil de “insanlar için hidayet”29 olarak nitelendirilmiştir.

Kur’an’ın diğer semavî kitaplara müspet referanslarının önemli bir kısmını da, kendi hakikatini ikrar ettirmek üzere, onlara müracaatı salık verdiği ayetler oluşturmaktadır. Bu meyanda Kur’an’da gerek “Ehl-i Kitaba sorma”, gerekse, “Kitabı okuma” çağrıları yer almaktadır. “Zikir ehline sorun…”,30 “Senden önce göndermiş olduklarımıza

sor…”,31 “Senden önce kitabı indirdiklerimize sor…”,32 “İsrail oğullarına sor…”,33

“De ki: Tevrat’ı getirin ve onu okuyun”34 ifadeleri bunlara örnek olarak zikredilebilir.

Bu ayetler, Hz. Peygamber’e (s.a) veya ona tabi olan Müslümanlara, Ehl-i Kitab’ın sahip olduğu hakikatleri elde etmek için onlara soru sormanın cevazına işaret etmektedir.35

Kıssaları, özlü ifadeleri, referansları ve teşvikleri yanında, Kur’an’ın Ehl-i Kitab’ın bazı ihtilaflarını naklettiği de görülmektedir. İbn Teymiyye (ö. 728/1327) buna, Kur’an’da Ashab-ı Kehf’in sayıları hakkındaki ihtilaftan söz edilmesini örnek vermektedir. Buna göre, Allah Teâlâ bu konuda üç görüş haber vermiş, ikisini zayıf addetmiş, üçüncüsünde ise sükût etmiştir; bu da onun doğruluğuna işaret etmektedir.36 İbn Teymiyye bu örnekten hareketle, Ehl-i Kitap âlimlerinin ihtilaflarını nakletmenin

      

25 Dihlevî, el-Fevzü’l-Kebîr, s. 179, 180. 26 Dihlevî, el-Fevzü’l-Kebîr, s. 177. 27 Maide 5/48; En’am 6/92; Fatır 35/31. 28 En’am 6/91; Mâide 5/44. 29 Âl-i İmran 3/3, 4. 30 Enbiya 21/7; Nahl 16/43. 31 Zuhruf 43/45. 32 Yunus 10/94. 33 Bakara 2/211; İsra 17/101. 34 Âl-i İmrân 2/93. 35 Zehebî, el-İsrâîliyyât, s. 45. 36 Kehf 18/22.

caiz olduğu görüşünü dile getirir. Buna, Ashab-ı Kehf’in, Hz. İbrahim için diriltilen kuşların isimleri, inekten maktule vurulan parçanın, Allah’ın Hz. Musa’ya konuştuğu ağacın ne olduğu gibi Kur’an’da müphem bırakılan şeyleri de ilave eder.37

Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra Hz. Peygamber (s.a) de zaman zaman geçmiş ümmetler hakkında kıssalar anlatmıştır. Nitekim Abdullah b. Amr’dan, “Hz. Peygamber

bize, sabaha kadar farz namazları kılmak üzere kalktığı anlar dışında

İsrailoğulları’ndan anlatmaya devam ederdi” rivayeti nakledilmiştir.38 Buhârî’nin

rivayet ettiği ve Kur’an’da anlatılandan daha teferruatlı bir anlatıma sahip olan Hz. Musa ve Hızır kıssası,39 İsrailoğulları’ndan özürlü üç insanın ve Cüreyc isimli salih bir kimsenin hikâyeleri40 buna örnek olarak verilebilir.

Hz. Peygamber (s.a), Kur’an’ın ahkâm ve diğer konularla ilgili ayetlerinin yanı sıra, tarihi olaylara ait bazı kapalı hususları da açıklamıştır. Mesela, “Ey iman edenler!

Musa'yı (hakkında dedikodu çıkararak) üzenler gibi (siz de peygamberinizi üzenler) olmayın. Nitekim Allah, onların dedikodularından Musa’yı aklayıp temize çıkarmıştı.

Doğrusu Musa Allah yanında çok saygın/çok itibarlı idi”41 ayet-i kerimesi hakkında

Allah Rasûlü’nden (s.a) bir olay nakledilmiştir. Buna göre Hz. Musa çok hayâlı, çok örtünen bir insandır. Bu sebeple çok örtünmektedir. İsrailoğulları ona iftira edip vücudunda bir kusur olduğu dedikodusunu yayarlar. Allah Teâlâ Hz. Musa’yı bir vesileyle temize çıkarıp bu dedikoduyu reddeder.42 İkinci bir rivayet de, “Ancak oraya

kapısından secde ederek/saygıyla eğilerek girin ve bağışlanma dileyin (hıtta deyin)”43

ayet-i kerimesiyle ilgilidir. Hz. Peygamber onların bu sözü değiştirdiklerini, arkaları üzerinde sürünerek şehre girip “hıtta” yerine “hınta” (buğday) dediklerini haber verir.44 Bu rivayetlerde, Allah Rasûlü (s.a) Kur’an’ın telmihte bulunduğu konuların ayrıntılarını anlatmış, muhatabın aklına takılabilecek noktalara ışık tutmuştur.45

      

37 İbn Teymiyye, Mukaddime, s. 45; Müsâid b. Süleyman et-Tayyâr, Şerhu Mukaddime li-Usûli’t-Tefsîr

li-İbn Teymiyye, Dâru İbni’l-Cevzî, Suud, 1428, s. 152-155.

38 Ebu Dâvud, İlim, 11; Ahmed, Müsned, IV, 437; Bağdâdî, el-Câmi’,II, 115, 116. İbn Huzeyme, Hz. Ebu

Bekir’den Elbânî’nin “sahih” hükmünü verdiği bir başka rivayet daha zikrederek, konunun yatsı namazlarından sonra oturmayı men eden hadislerle olan alakasını değerlendirir. Sahîh, II, 292.

39 Buhârî, İlim, 17, Enbiya, 27; Tefsir, Kehf, 60. 40 Buhârî, Enbiya, 50.

41 Ahzâb 33/69. Çalışmamızda yer vereceğimiz ayetlerin meâllerinde, -işlediğimiz konunun siyakının

gerektirdiği bazı küçük tasarruflarla birlikte- Yusuf Işıcık’ın, Kur’an Meâli (Konya İlahiyat Derneği, Konya, 2010) esas alınacaktır.

42 Buhârî, Enbiya, 27. 43 Bakara 2/58. 44 Buhârî, Enbiya, 27.

45 Hz. Peygamber’in Va’z, nasihat ve kıssalarıyla ilgili değerlendirmeler için bkz. Mücteba Uğur, “Va’z,

İsrâiliyat eksenli tartışmalarda, Hz. Peygamber’in bu anlatımlarından ziyade, Ehl-i Kitap’tan nakilde bulunmaya cevaz veren hadisler gündeme gelmektedir. Sözgelimi İbn Teymiyye, isrâiliyatı nakletmenin meşrûiyetine dair delillerini sıralarken, yukarıda değindiğimiz ayetler yanında, “İsrailoğulları’ndan nakledin, bunda bir sakınca yoktur” hadisini zikretmektedir.46 Bu hadis, sahabe dönemi isrâiliyat telakkisinde önemli yerleri olan iki sahabîden, Ebu Hureyre ve Abdullah İbn Amr’dan nakledilmiştir. Hadis, başta İmam Şâfiî’nin (ö. 204/819) er-Risâle’si ve Müsned’inde olmak üzere, Buhârî, Ebu Davud, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel’in kitaplarında nakledilmiştir.47

İbn Hacer (ö. 852/1448) hadisin şerhinde İmam Mâlik’in (ö. 179/795) görüşünü nakletmiştir. İmam Mâlik’e göre hadis: “Onlardan güzel olan şeylerin nakledilmesinin caiz, yalan yanlış şeylerin nakledilmesinin caiz olmadığını” ifade eder.48 Nitekim İbnü’l-Arabî (ö. 543/1148) de, Mâlik b. Enes’in, isrâiliyat haberlerinden Kur’an, sünnet, ve hikmetle uyumlu olan yahut şeriatlerin ihtilaf etmediği ve maslahatın gerektirdiği konuları zikrettiğini söylemektedir.49 İbn Hacer’in verdiği diğer yorumlarda da hadisin

“onlardan nakletmenin cevazı”na işaret ettiği görüşü ön plana çıkmaktadır. Hatta bu yorumların birinde, “hadisin İsrailoğulları’ndan nakledilen haberlerde, “inkita” ve “belağ” vaki olabileceği, bunlarda İslamî hükümlerin aksine “ittisal” aranmayacağı, çünkü zamanın yakınlığı dolayısıyla İslamî hükümlerin naklinde esas olanın ittisal olduğu” görüşüne yer verilir.50 Bu görüş daha önce Hattâbî (ö. 388/998)51 ve İbnü’l-Esîr (ö. 606/1209) tarafından daha çok isrâilî haberler merkeze konularak belirtilmiştir. Buna göre, söz konusu olaylar doğru olsun olmasın, İsrailoğulları ile ilgili rivayetlerin, söylendiği gibi nakledilmesinde herhangi bir günah veya sakınca yoktur. Olayın vukû bulduğu an ile anlatıldığı zaman arasındaki uzaklık, yani İsrailoğulları ile Müslümanlar arasındaki süre, rivayette anlatılan olayı doğrulamayı imkansız hale getirir ve râvî de bunun güvenilirliğinden sorumlu olmaz.52

      

46 İbn Teymiyye, Mukaddime, s. 44.

47 Şâfii, er-Risâle (thk. A. M. Şâkir), Mektebetü’l-Halebî, Mısır, 1358/1940, I, 390; Müsnedü’ş-Şâfiî,

Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1400, s. 240; Buhârî, Enbiya, 50; Ebu Dâvud, İlim, 11; Tirmizî, İlim, 13; İbn Hanbel, Müsned, III, 46; Hadisin, rivayet tekniği açısından bir değerlendirmesi için bkz. Veysel Özdemir, “İsrâiliyyât Türü Rivâyetlerin Hükmünü Belirleme Açısından “Ve Haddisû An Benî İsrâile Ve

Lâ Harace…” Hadisi Hakkında Bir Değerlendirme” FÜİFD, 13: 2 (2008), s. 307–325.

48 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI, 499. 49 İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, II, 355. 50 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI, 499.

51 Bkz. Ebu Dâvud, İlim, 11, Çağrı, İstanbul, ts. IV, 70, dn. 1.

52 İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser (thk. Tahir Ahmet ez-Zâvî), el-Mektebetü’l-Ilmiyye,

Beyrut, 1399/1979, I, 361. İbnü’l-Esîr hadise başka bir anlam daha verir. Hz. Peygamber “Benden bir ayet bile nakledin” buyurması vücup ifade eder, ancak bu vücubun içine onlardan nakletmek girmez. Buna göre anlam: “Onlardan nakletmeseniz de bir beis yoktur” şeklinde olur.

İbn Teymiyye konuyla ilgili bir başka hadis daha nakleder: “Ehl-i Kitap size bir

nakilde bulunduğunda onları tasdik de etmeyiniz, tekzip de…”53 Nitekim İbn Hacer de,

bu hadisin, “İsrailoğulları’ndan nakledin, bunda bir sakınca yoktur” hadisinin bir benzeri olduğunu ifade eder.54 İbn Teymiyye ikinci hadisi, Hz. Peygamber’den nakledilenler dışında, Ka’b, Vehb, İbn İshâk gibi Ehl-i Kitap’tan bilgi alanların nakillerini tasdik etmenin de tekzip etmenin de delile bağlı olduğunu ifade sadedinde zikreder.55 Onun bu nakillerinden hareketle, Hz. Peygamber’in (s.a) onlardan nakletmeyi caiz gördüğü, bunu kötü görmediği, buna herhangi bir şart koymadığı; sadece onların anlattıklarında tevakkufu emrettiği ifade edilmiştir.56

Muhammed Hamidullah’a (ö. 2002) göre bu hadisler, İslâmî kaynaklarda yer almayan yabancı meseleler karşısında, Müslümanın takınması gereken tavrı, makul ve hakimane bir tarzda dile getirmiştir.57 Fadl Abbas (ö. 2011) ise bu iki hadiste ilk bakışta bir çelişki gözükse de ikincisinin Kur’an ve hadislerde söz edilmeyen konularla alakalı olduğunu, ilkinin ise Kur’an’da anlatılanlardan dolayı bir âşinalık kazanılan konular hakkında olduğunu ifade eder.58

Bu hadislerle ulema kadar oryantalistler de ilgilenmişlerdir. I. Goldziher, “İsrailoğulları’ndan nakledin, bunda bir sakınca yoktur” hadisinin, II. yüzyıl âlimleri arasında, Yahudilerden bilgi aktarmak konusunda cereyan eden tartışmaların delili olarak hizmet gördüğünü söylemektedir.59 M. Watt da, “Ehl-i kitabı tasdik de etmeyin

tekzip de…” hadisinin yorumunda, “Bu rivayetler Müslümanlara, duydukları şeyler

konusunda tarafsız bir tutum takınmaları gerektiğini öngörmektedir” demektedir.60

“İsrailoğulları’ndan nakledin, bunda bir sakınca yoktur” hadisi hakkında müstakil bir

çalışma yapan Kister, bu hadisin bir uzlaşma havası yarattığı, Yahudi ve Hıristiyan rivayetlerinin nakline imkân verdiği görüşündedir. Bu hadisle verilen izin bir geleneğe dönüşmüş; tefsir, zühd ve âdâb literatüründe bolca yansıtıldığı gibi, bu rivayetler İslamî literatürün bir parçası haline gelmiştir.61