• Sonuç bulunamadı

Din İle İdeoloji Arasında İsrâiliyat Teriminin Etimoloji ve Tarihçesi 

KLASİK DÖNEM İSRÂİLİYAT PROBLEMLERİ 

1.1. Din İle İdeoloji Arasında İsrâiliyat Teriminin Etimoloji ve Tarihçesi 

Kavramlar, bilginin temel dayanaklarından biridir. Düşünce ve tecrübelerin dile aktarılması, zihinsel tasavvurların ve olayların anlamlandırılma ve açıklanabilmesi için var olan kavramlar üzerinde durmak ya da kavram üretmek bir zorunluluktur.

Bir bilgi sistemi, ancak kendi kavram dünyası içinde okunur ve anlaşılır. Bu bakımdan nazarî idrakin kullandığı kavramların muhtevalarını, üretildikleri tarihî bağlamdaki medlûlleriyle göz önünde bulundurmak; bu kavramlara yöneltilen eleştirileri de, geçmişi bugünün kavramlarını verecek şekilde düşünmeden yine tarihî bağlamı içerisinde anlamak esastır. Ele alınan kavramın sözlük anlamı, terim anlamı ve referansı yanında kavramın yaşı, katmanları, hangi bağlamda ortaya çıktığı, ister haricî ister zihnî hangi olgu ve olaya ad olduğu; neyi çözmek için üretildiği gibi hususlar da dikkate alınmalıdır.1

Bu amaçla modern dönemde “kavramlar tarihi” adı altında yöntemsel bir faaliyet geliştirilmiştir. İçinde doğdukları ortamın şartları, insanların düşünce yapıları gibi kavramı doğuran etkenler; kavram ve içeriği arasındaki farklılık, anlam kayması ve kazanımları gibi kavramların tarihî süreç içinde uğradıkları değişimler bu yöntemin muhtevasını oluşturur. Bu yöntem bir anlamda kavram semantiği yapma ve kavramlardaki evrilmenin tarihî seyrinin izini sürme amacındadır.2

      

1 İhsan Fazlıoğlu, “Osmanlı Dönemi Türk Felsefe-Bilim Hayatının Çerçevesi”, Türkiye’de/Türkçede

Felsefe Üzerine Konuşmalar, Küre, İstanbul, 2010, s. 206, 212.

2 Bkz. Reinhart Koselleck, Kavramlar Tarihi (tr. Atilla Dirim), İletişim, İstanbul, 2009, s. 58-69, 101-

105. Koselleck, “Kavramlar Tarihi” ifadesinin çok büyük ihtimalle Hegel’e ait olduğunu söyler. Koselleck, Kavramlar Tarihi, s. 10; Ancak “Kavramlar Tarihi/Begriffsgeschichte/Conceptual History” yöntemi daha çok Reinhart Koselleck adıyla özdeşleştirilmiş, bir yöntem olarak onun tarafından sistemleştirilmiştir. Bkz. Gencer, İslam’da Modernleşme, s. 101, 102, (ayrıca Şerif Mardin’in değerlendirmesi, s. 12, 13).

Kanaatimizce, zihinlerde daha çok olumsuz bir kullanıma sahip olan isrâiliyat kavramı da bu çerçevede ele alınarak, kavramın tarihi süreç içinde geçirdiği değişim takip edilmelidir. Bu, çağdaş dönemde isrâiliyata yaklaşımın sınırlarını çizmek için bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

“İsrâiliyat” kavramından söz ederken, öncelikle isrâiliyat kelimesi ve terimi üzerinde durmamız gerekecektir. Ancak hemen ifade etmeliyiz ki kelimenin terim olarak tefsir literatüründe bu denli sık bir kullanıma sahip olması, çağdaş bir olgudur. Her ne kadar ilk dönemlere ait bazı eserlerde bu kelimeye rastlanıyorsa da, klasik tefsir

ve ulûmu’l-Kur’an eserlerinde bunun herhangi etimolojik bir tahlili ve tanımlaması

yapılmamıştır. Dolayısıyla kelimenin etimolojik tahlil ve tanımlamaları, bütünüyle çağdaş araştırmacılara aittir.

“İsrâîl” Hazret-i Yakub’un ismi veya lakabı olup Kur’an’da bu anlamıyla iki kez geçmektedir.3 Kur’an’da ona ve oğullarına istinaden, Hz. Musa’nın müntesipleri “Benû

İsrâil” diye isimlendirilmiştir.4 Dolayısıyla “Yahudi kaynaklı bilgileri” ifade etmek için

İsrail’e veya Benû İsrâîl’e nispet olarak5, “İsrâîliyye” kullanılmış, ancak daha çok kelimenin çoğulu olan “isrâîliyyât” yaygınlık kazanmıştır. “İsrâîliyye”, genellikle “er- rivâyâtü’l-isrâîliyye”, “el-ahbâru’l-isrâîliyye”, “el-hikâyât el-isrâîliyye”, “el-ehâdîsü’l- isrâîliyye” gibi terkiplerle kullanılırken, “isrâîliyyât” mutlak olarak kullanılmaktadır.

“İsrâiliyat”ı sahanın en önde gelen isimlerinden M. Hüseyin ez-Zehebî: “İsrâilî kaynaktan rivayet edilen kıssa veya hadise”6 şeklinde tarif etmektedir. Zehebî, bu tanımı tamamlayıcı mahiyette şu izaha yer vermektedir: “İsrâiliyat kelimesi, tefsir ve hadis âlimlerinin terminolojisinde, tefsir ve hadise karışan, aslı Yahudi, Hıristiyan ve başka kaynaklara dayanan eski mitolojileri ifade etmektedir.”7

      

3 Âl-i İmrân 2/93; Meryem 19/58. “İsrâîl”in Hz. Yakup olduğuyla ilgili bkz. Muhammed İbn Cerîr et-

Taberî, Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kurân (thk. Ahmed M. Şâkir), Müessesetü’r-Risâle, 1420/2000, VI, 7; Hüseyn b. Mes’ûd el-Beğavî, Meâlîmü’t-Tenzîl fî Tefsîri’l-Kur’ân (thk. Muhammed Abdullah en-Nemr) Dâru Tîbe, 1417-1997, I, 469; Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâıkı Ğavâmıdı’t-Tenzîl, Dâru’l-Kitâb el-arabî, Beyrut, 1407, I, 385. Remzi Na’nâa, 20. Yüzyıl Ansiklopedisi’ne dayanarak,

“İsrâ”nın “kul”; “îl”in ise, “Allah” anlamına geldiğini dolayısıyla bu ismin “Allah’ın kulu” demek

olduğunu ifade eder. Na’nâa, el-İsrâîliyyât, s. 72. Ancak Albayrak, bunun çok da ikna edici olmadığını zira Kitab-ı Mukaddes’te “isrâ” kelimesinin üç kez kullanıldığını her üçünde de, Tanrı ile Yakub’un güreşmesinden söz edildiğini ifade eder. Dolayısıyla kelime “tanrıyla güreşen” demektir. İsmail Albayrak, “Reading the Bible in the Light of Muslim Sources: From Isrâ’îliyyât to Islâmiyyât”, Islam

and Christian-Muslim Relations, cilt: 23, sayı 2, Nisan 2012, s. 113, dn. 2.

4 Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhı’l-Buhâri, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1379, VI, 489. 5 Hatiboğlu, “İsrâiliyat”, XXIII, 196. Muhammed Ebu Şehbe, İsâîliyye’deki nispetin Benû isrâil’e olduğu,

buradaki nispetin, mürekkep izafetin baş tarafına değil, son tarafına yapıldığı kanaatindedir. el-İsrâîliyyât

ve’l-Mevdûât fî Kütübi’t-Tefsîr, Mektebetü’s-Sünne, 1408, s. 12.

6 Zehebî, el-İsrâîliyyât, s. 13. Benzer bir izah için bkz. Na’nâa, el-İsrâîliyyât ve Eseruhâ fî Kütübi’t-

Tefsîr, Dâru’l-Kalem, Dimeşk, Dâru’z-zıya’, Beyrut, 1970,s. 72, 73.

Remzi Na’nâa da kelimenin çeşitli tanımlarını nakletmiştir. Naklettiği bu tanımları: “Bu lafız, (Yahudilikten ve diğer dinlerden) tefsire dâhil edilen her şeyi, özellikle de mübalağa, entrika, yalan, tahrif içeren şeyleri içine alacak biçimde geniş bir mefhuma sahiptir. Bunlar, İsrailliler dışındakilerden nakledilmiş olsa veya isrâilî olmayan kıssalarla ilgili olsa da fark etmemektedir” biçiminde bir değerlendirme yaparak özetlemiştir.8

Ülkemizde yapılan çalışmalarda da kelimenin tarifi benzer şekil ve vurgulara sahiptir: “Kelime her ne kadar tefsire girmiş Yahudi kültürünü ifade ediyorsa da, bunda bir inhisar düşünülemez. İslam’a ve özellikle tefsire girmiş olan Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntılarıyla, dinin gerek lehine gerekse aleyhine uydurulup Hz. Peygamber’e ve onun muasırları olan sahabe ve müteakip nesillere izafe edilen her türlü haber, isrâiliyat kelimesinin manası içine girer. Tek kelime ile İslam’a yabancı olan her şey, bu kelimenin bünyesinde mütalaa edilmelidir.”9

Şu tanımlama da isrâiliyata yüklenen anlamı kapsamlı bir şekilde ifade etmektedir: “Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin yanı sıra geçmişlerin mitolojilerinden tefsir ve hadis kitaplarına sokuşturulan haberlerin tamamı[dır].”10

Batılı araştırmacılar da isrâiliyatı çeşitli şekillerde tanımlamışlardır. Bunların en başında Goldziher gelmektedir. Goldziher, kelimeyi Muhammedanische Studien adlı çalışmasında ilk zikreden kimsedir. Burada kıssacılardan söz ederken isrâiliyatı: “Kitab-ı Mukaddes şahsiyetleri etrafında uydurulmuş hikâyeler” ve “çok ciddi tefsir eserlerine bile girmiş bulunan İsrailliler dönemindeki şahısların efsaneleri” olarak tanımlamıştır.11

Daha sonraki dönemlerde oryantalistler tarafından daha farklı tarifler de yapılmıştır: “Yahudilerin dinî edebiyat ve efsanelerinden oluşan unsurları içine alan haberler ve rivayetleri içerir. Fakat daha kapsamlı ve daha genel düşünüldüğünde terim, Hıristiyan, Zerdüşt ve diğer Yakın Doğu halklarına dayanan unsurları da içerir. Bir başka ifadeyle, tefsirlerde bulunan bütün yabancı unsurlar, isrâiliyat olarak adlandırılır.”12

İsrâiliyatın içine gelecekle ilgili rivayetler de dâhil edilir. Bu konular da şu tarifte dile getirilmiştir: “Önceki peygamberlerin ve (son) peygamberin ortaya çıkışı ile ilgili

      

8 Na’nâa, el-İsrâîliyyât, s. 73, 74.

9 Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyat, Beyan, İstanbul, 2000, s. 30. 10 M. Sait Şimşek, Kur’an Kıssalarına Giriş, Yöneliş, İstanbul, 1998, s. 129. 11 I. Goldziher, Muslim Studies (ed. S. M. Ster), London, 1971, II, 156.

12 Gordon Newby, ‘Tafsir Isra’iliyyat’, Journal of the American Academy of Religion, Thematic Issue,

kehanetleri; Müslüman toplumun, halifeler ve isyanlar, hanedanların çöküşü, Mehdî ve kıyamet alametleri gibi konularla ilgili tasvirlerini içeren bu rivayetlere genellikle “İsrâiliyat”adı verilir.”13

Tariflerden, kapsam olarak isrâiliyatın daha çok tarihî bilgi, efsane ve mitolojileri içine aldığı anlaşılmaktadır. Peygamber kıssaları (kısasu’l-enbiyâ), özellikle de Kitab-ı Mukaddes’te zikri geçen peygamberlerle ilgili bilgiler, bunlar içinde önemli bir yer tutmaktadır.14 Daha açık bir ifadeyle, peygamberler ve onların uyarıları ile ilgili kıssalar, İsrailoğulları’nın irtikap ettiği günahlar ve onlara verilen cezalar, salih insanların çektiği ıztıraplar ve Allah tarafından onlara verilen mükafatlar vb. bu rivayetlerin kapsamına girmektedir.15

İkinci olarak kâinatın, dünyanın ve insanın yaratılışı (kozmogoni) hakkındaki bilgiler isrâiliyatı oluşturan diğer unsurlardır.16 Bunların yanında, isrâiliyatın geçmiş milletlere dair folklorik bilgileri de ihtiva ettiği ileri sürülmektedir.17

Son olaraksa, kıyamet alametleri, ahiret ve ahiret halleriyle ilgili bilgiler yani fiten ve melâhimle18 ilgili rivayetler, isrâiliyat içinde değerlendirilmektedir.19 Esasen bu iki maddenin, İbn Haldûn tarafından, Ehl-i Kitap’tan Müslüman olanların İslam’a girerken getirdikleri bilgilere örnek olarak zikredildiği görülmektedir.20 İbn Haldûn, bu bağlamda doğrudan isrâiliyat demese de, “yaratılışın başlangıcı” ve “melâhim” türü bilgilerden söz ederek, zımnen isrâiliyatın muhtevasına işaret etmiş olmaktadır.

Melâhim türü rivayetlerin isrâiliyat içine dâhil edilmesi, İslamî literatürdeki ahir zaman ve kıyamet alametleri hakkındaki rivayetlerle, benzer bir muhtevaya sahip olan

Yahudilerin apokaliptik literatürünün21 birbirleriyle olan ilişkileri sebebiyledir. Nitekim

      

13 M. J. Kister, “İsrâiloğullarından Nakilde Bulunma Meselesi” (tr. Cemal Ağırman), CÜİFD, 2001, cilt:

5, sayı: 1 s. 132.

14 G. Vajda, ‘Isra’iliyyat’, EI², IV, 211.

15 Kister, “İsrâiloğullarından Nakilde Bulunma Meselesi”, s. 235

16 Bkz. Hüsnî Yusuf Atyâr, el-Bidâyâtü’l-Ûlâ li’l-İsrâîliyyât fi’l-İslâm, Mektebetü’z-Zehra, Kahire,

1412/1991, s. 7.

17 G. Vajda, ‘Isra’iliyyat’ EI², IV, 211; Hatiboğlu, “İsrâiliyat”, XXIII, 196.

18 Fiten ve melâhim: “Gelecekte ortaya çıkacak sosyal kargaşa, iç savaş gibi önemli olaylar ve kıyamet

alâmetlerine dair haberlerle bunlara ilişkin literatürü ifade eden terim”; İlyas Çelebi, “Fiten ve Melâhim”,

DİA, XIII, 149.

19 Özcan Hıdır, Yahudi Kültürü ve Hadisler, İnsan, İstanbul, 2006, s. 31; Hatiboğlu, “İsrâiliyat”, XXIII,

195.

20 İbn Haldûn, Mukaddime, Dîvânü’l-Mübtede’ ve’l-Haber fî Târîhı’l-Arab ve’l-Berber, thk. Halil

Şehhate, Dâru’l-fikr, Beyrut, 1408-1988, I, 555; Mukaddime (tr. Halil Kendir), Yeni Şafak, İstanbul, 2004, II, 615.

Reşid Rıza -ikinci bölümde ayrıntılarıyla işleneceği gibi- fiten ve melâhim hadisleriyle isrâiliyat arasında sık sık ilişki kurmaktadır.22

Aslında Reşid Rıza (ö. 1935), Müslüman alimler tarafından yapılacak bütün tariflere yön verecek ve isrâiliyatın kapsamını ortaya koyacak biçimde isrâiliyatla ilgili çeşitli görüşler serdetmiştir. Sözgelimi tefsirinin en başında rivayet tefsirlerinden söz ederken isrâiliyatın kapsamına da işaret etmektedir:

Rivayet tefsiri olarak gelen bilgilerin çoğu, Hafız İbn Kesîr’in de dediği gibi, Yahudi, Fars asıllı zındıkların ve Ehl-i Kitap’tan ihtida edenlerin rivayetlerine dayanmaktadır. Bu kıssaların çoğunluğu, peygamber ve kavimleriyle ilgili kıssalar, onların kitap ve mucizeleri; onların dışındaki Ashab-ı Kehf, sütunlu İrem şehri, Babil sihri, Uc b. Unuk gibi konular; kıyamet alâmetleri ve kıyamet sırasında ve sonrasında oluşacak olaylar hakkındadır. Bunların çoğunluğu ravilerin hatta bazı sahabilerin bile tasdik ettiği uydurma hurâfelerdir.23

Tanımlarda isrâiliyatın, etimolojisine uygun olarak daha çok, Yahudi kültüründen İslam kültürüne nüfuz eden malzemeleri ifade ettiği düşüncesi ön plana çıkmaktadır. Zira Yahudiler, Ehl-i Kitap olarak tanımlanmalarının bir gereği olarak, kadim bir dinî geleneğe, geniş bir kültürel birikime sahiplerdir. Bu sebeple, İslam kültürüne geçen bilgilerin daha çok, Yahudilerden geçtiği düşünülmektedir. Ancak Yahudiliğin yanında, İslam kültürü içindeki diğer bütün dinî ve kültürel ögeler, bu bilgi türünün içine girmektedir. Burada da, İslam kültürüne diğer kültürlerden geçen bilgilerin yine Yahudiler kanalıyla geçtiği, dolayısıyla bunların da isrâiliyat kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşleri dile getirilmiştir.24

Çağdaş dönemde isrâiliyyât kelimesinin yanı sıra, Hıristiyan kaynaklı bilgileri ayırmak için “Mesîhiyyât” ve “nasrâniyyât” kelimeleri kullanışmışsa da, bu kelimeler yaygın bir kullanıma sahip olamamıştır.25 Bu terimlerin yaygınlık kazanamamasının sebebi, Ebu Şehbe’nin ifadesine göre, Hıristiyan kaynaklı bilgilerin Yahudi kaynaklı bilgilere göre daha az bir orana sahip olması, isrâiliyat kadar “yıkıcı” tesirlerinin bulunmamasıdır. Zira bunların çoğu ahlak, öğüt, nefis terbiyesi ve gönül tezkiyesi gibi konular hakkındadır.26

      

22 Reşid Rıza’nın ayrıntılı bir değerlendirmesi için bkz. Rıza, el-Menâr, IX, 476-507. 23 Rıza, el-Menâr, I, 7, 8.

24 Ebu Şehbe, el-İsrâîliyyât, s. 13; Na’nâa, el-İsrâîliyyât, s. 73.

25 Mahmud Ebu Reyye, Edvâ’ ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye, Kahire, ts. s. 154; Ahmed Emin, Fecru’l-

İslâm, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1969,s. 205.

Şimdi isrâiliyat kelimesinin tarihçesini ele alıp, kelimenin ne zaman kullanılmaya başlandığının kısaca izini sürelim.27 İsrâiliyat kelimesi İslamî literatürde ilk kez, Mes’ûdî’nin (ö. 345/957) Murûcu’z-Zeheb’inde görülmektedir. Mes’ûdî, atın yaratılışıyla ilgili rivayetleri incelerken, bu ve benzeri konularda İsrailoğulları ve diğerlerinin rivayetleriyle gelen pek çok hikâye nakledildiğini ifade eder. Mes’ûdî, âlimlerin meşhur-mütevatir haberle amel etmenin zorunlu olduğu görüşünde olduklarını, ancak kendisinin atın yaratılışı ve diğer bazı konularda naklettiği bilgilerin bu kategoriye girmediğini, dinleyenlerin de bunları kabul etmek veya doğruluklarına inanmak zorunda olmadıklarını söyler. Ona göre bu bilgiler caiz ve mümkün kategorisinde olup, varlıkları ve yoklukları zorunlu (vâcip ve mümteni) değildir. Mes’ûdî, isrâîliyyât türünden haberleri ve denizlerin harikaları hakkındaki hikâyeleri de bu kategoriye dâhil edip isrâiliyat türü bilgilere Temîm ed-Dârî’den nakledilen Cessâse hadisini örnek vermektedir.28 Ancak Mes’ûdî’nin terimi bu tür bilgileri zikrettiği her

yerde kullanmadığı görülür. Dolayısıyla terim olarak isrâiliyat, o dönemde henüz sistematik bir kullanıma sahip değildir. Bir kez geçmiş olmasına rağmen, Mes’ûdî’nin

Murûcü’z-Zeheb’indeki bu pasaj çok önemlidir; zira bu, açıkça isrâîliyyât teriminin

IV/X. asırda bilindiğini, bunun yaratılış ve diğer bazı konularda mütevatir rivayetler gibi kabulü zorunlu olmayan bilgileri ifade ettiğini göstermektedir.29

Gazzâlî (ö. 505/1111) de İhyâ’da, anlamlarında kayma (tahrif) olan kelimeleri işlerken, “tezkîr”den söz eder ve kelimenin bugünkü isrâiliyatı kapsayacak bir anlama çekildiğini söyler: “[Kıssacılar] ‘tezkîr’ ismini hurâfelerine uyarladılar. Övülen zikir yolundan uzaklaştılar. Çeşitli ihtilaflara, ziyade ve noksanlıklara uğrayan, Kur’an’da sözü edilen kıssaların dışında olan ve onların üzerine eklemeler yapılan kıssalarla meşgul oldular.”30 Gazzâlî’nin isrâiliyyât kelimesini zaman zaman -daha sonra İbnü’l- Arabî ve Kurtubî’nin kullanacağı gibi-: “ve ruviye fi’l-isrâiliyyât/ve yurvâ fi’l- isrâiliyyât/ve fi’l-isrâîliyyât”31 formuyla ifade ettiği görülmektedir. Ancak Gazzâlî diğer

      

27 Kelimenin, tarihçesiyle daha çok Batılı araştırmacılar ilgilenmişler, konuyla ilgili bazı çalışmalar

yapmışlardır. Bu araştırmacılardan Roberto Tottoli, “Origin and Use of the Term Isrâ'îliyyât in Muslim Literature” Arabica, 46 (1999) s. 193-200, adlı makalesinde, diğer bazı oryantalistlerin görüşlerine de yer vererek bazı tespitlerde bulunmuştur. Makale tarafımızdan “İslamî Literatürde İsrâîliyyât Teriminin Kökeni ve Kullanımı” adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Marife, yıl: 10, sayı: 2, 2010, s. 201-215.

28 Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher (thk. Esad Dâğır), Dâru’l-Hicre, Kum, 1409, II, 214-

217.

29 Krş. Tottoli, ‘Origin and Use of the Term Isrâ'îliyyât”, s. 194. 30 Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, ts. I, 35.

bazı müellifler gibi, zikredeceği rivayetin kaynağına işaret etmek için bunları kullanmış, kelimeye herhangi menfi bir anlam yüklememiştir.

Kelime, benzer tarzda ve dört kez, Turtûşî’nin (ö. 520/1126) Sirâcü’l-Mülûk’unde geçmektedir. Burada da kelime, bilginin Yahudi kaynaklı olduğu vurgulanmak üzere “ve ruviye fi’l-isrâîliyyâtı/ve fi’l-isrâîliyyât” formunda kullanılmıştır.32 Tottoli’nin dikkat çektiği gibi, aslında hem Gazzâlî hem de Turtûşî, meşhur isrâiliyat ravileri, Ka’bu’l-Ahbâr (ö. 32/652) ve Vehb b. Münebbih (ö. 110/728) gibi ravilerin rivayetlerini zikrederken isrâiliyat kelimesini kullanmazlar. Ancak Turtûşî’nin terimi bir kez, “enteresan anlatımları” tanımlamak üzere kullandığı görülür.33

Müfessirlerden, isrâiliyat kelimesini ilk kez, Ebu Bekir İbnü’l-Arabî’nin (ö. 543/1148) kullandığı görülmektedir. İbnü’l-Arabî’nin Gazzâlî’nin ve Turtûşî’nin talebesi olduğu düşünüldüğünde, onun bu kelimeyi kullanması şaşırtıcı değildir.34 Esasen Turtûşî’nin de söz konusu rivayetleri, Gazzâlî’den aldığı anlaşılmaktadır. Zira İbnü’l-Arabî de kelimeyi “ve kad câe fi’l-isrâîliyyât/ve ruviye fi’l-isrâîliyyât/ve fi’l- isrâîliyyât” biçiminde kullanmaktadır.

İbnü’l-Arabî, isrâiliyat terimini verdiği rivayetlerin kaynağına işaret olmak üzere, diğer müelliflere göre daha çok zikretmiştir. Bunlardan üç yerde o, kelimeye menfi bir anlam yüklemektedir. İlkinde, isrâiliyat kelimesini “Suhufü’l-Yehûd”e atfen “Kütübü’l-

İsrâîliyyât” biçiminde kullanır. İbnü’l-Arabî şöyle der: “Tarihçilerden her kim İdris,

Nuh’tan öncedir, derse o vehimde bulunmuştur. Onun gerçekten vehimde bulunduğuna da bu konuda “Yahudilerin sayfalarına” ve “İsrâiliyat Kitapları”na uyması işaret eder.”35 İkincisinde Kur’an kıssalarının güzelliği ve doğruluğuyla isrâiliyatı karşılaştırır ve şunu söyler: “İsrâiliyyat, kıssaları değiştirilmiş ve batıl ziyadeler eklenmiş olarak yahut da nakledilen anlamı tahrif edip eksilterek nakleder.”36 Bir diğerinde ise ifade, “İsrâiliyatta aslı olmayan pek çok şey vardır” (ve fi’l-isrâîliyyâtı kesîrun leyse lehû sebât) şeklindedir. Burada Hz. Âdem ve Havva’ya şirk isnad eden, Tirmizî ve diğer hadis kitaplarında geçen bir rivayetin zayıflığına işaret etmiş, peşi sıra da bu sözü

      

32 Turtûşî, Sirâcu’l-Mülûk, Mısır, 1289/1872, s. 18, 183, 184. 33 Turtûşî, Sirâcu’l-Mülûk, I, 23.

34 İbn Hallikân, Vefeyâtü’l-A’yân (thk. İhsan Abbas), Dâru Sâdır, Beyrut, 1994, IV, 296.

35 Ebu Bekir İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân (nşr. Muhammed Abdülkâdir Ata), Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye,

Beyrut, 1424-2003, II, 315. Mesele, Hz. İdris (a.s)’ın Hz. Nuh’un dedesi Hanok olup olmamasıyla alakalıdır. Nitekim İbn Abbas’tan gelen bir rivayet, Hanok’un İdris Nebi olduğunu söyler: İbnü’l-Esîr, el-

Kâmil, I, 54, 55; krş. Atyâr, el-Bidâyâtü’l-Ûlâ, s. 52. Buhârî, Enbiya, 5. bap başlığında “İdris, Nuh’un

dedesinin babasıdır veya Nuh’un dedesi olduğu söylenir” görüşüne yer verir.

sarfetmiştir.37 İbnü’l-Arabî bir yerde de Mâlik b. Enes’in bazı isrâilî haberleri, Kur’an, sünnet ve hikmete uygun olduğu ya da şeriatlerin herhangi bir ihtilaf etmediği ve maslahatın gerektiği durumlarda zikrettiğini söylemektedir.38

Bu örnekler göz önünde bulundurulduğunda İbnü’l-Arabî’nin isrâiliyat kelimesini ilk kez teknik anlamda kullanan müfessir olduğu sonucuna ulaşılır.39

Benzer ifadeler, Endülüslü bir diğer müfessir Kurtubî (ö. 672/1273) tarafından da kullanılacaktır. Kurtubî kelimeyi beş kez kullanır. Bunlardan dördü, rivayetin kökenini ifade etmeye yönelik iken sadece biri: “isrâiliyatta sahih olmayan pek çok şey vardır” ve (fi’l-isrâîliyyâtı kesîrun leyse lehû sebât) şeklindedir.40 Esasen bu ifadeler İbnü’l- Arabî’nin yukarıda zikrettiğimiz ifadelerinin aynısıdır.

Diğer bazı müfessirler ise kelimeyi çok nadir kullanmışlar, bunu da rivayetin kökenine işaret etmek için zikretmişlerdir. Sözgelimi Fahreddin Râzî (ö. 606/1209) kelimeyi kullandığı tek yerde: “İsrâiliyatta geçtiğine göre bir adam…” (ve fi’l- isrâîliyyâtı enne racülen) demektedir.41 Hâzin, Hz. Musa ve Bel’am’la ilgili bir kıssa

anlattıktan sonra, yöneltilebilecek itirazlara muhtemel cevaplardan biri olarak, “İsrâiliyattan olması sebebiyle bunun, haberin sıhhatine engel olarak görülebileceğini” ifade sadedinde bir kez zikretmektedir.42 Ebu Hayyân (ö. 745/1344), Hz. Musa’nın sihirbazların imanından sonra Mısır’da ne kadar kaldığıyla ilgili görüşleri zikrederken: “Bu konuda nakledilenlerin kaynağı isrâiliyat olup konuyla ilgili Hz. Peygamber’den herhangi bir şey gelmemiştir” der.43

Tefsirinde çokça isrâiliyat rivayet eden müfessirlerden, Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767) ve Taberî’nin (ö. 310/923) isrâiliyat kelimesini hiç kullanmamış olmaları son derece dikkat çekicidir.44 Daha sonraki Beğavî (ö. 516/1122), Zemahşerî (ö. 538/1143), İbn Atıyye (ö. 541/1147), İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200), Beyzâvî (ö. 691/1292) gibi meşhur müfessirlerin de terimi kullanmadıkları görülmektedir.

Burada İsrâiliyat kökenli rivayetleri ilk kez eleştiriye tâbi tuttuğu öne sürülen45 Endülüslü İbn Atıyye’nin terimi kullanmamış olması da ilginçtir. Ancak, İbn Atıyye’nin

      

37 İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, II, 355.

38 İbnü’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, III, 458. İmam Malik ve isrâiliyatla ilgili bir başka referans için bkz.

III, 506.

39 Bkz. Albayrak, “Re-evaluetign”, s. 83.

40 Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1964, VII, 338. 41Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1420, IV, 7.

42 Hâzin, Lübâbü’t-Te’vil fî Meâni’t-Tenzîl, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, 1415, II, 271.

43 Ebu Hayyân, Bahru’l-Muhît fi’t-Tefsîr (thk. Sıdkı Muhammed Celil), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1420, V,

152.

44 Taberî, İsrâîliyye kelimesini, “İsrâilli kadın” anlamında birkaç kez kullanmıştır. 45 Bu görüşü İbn Haldûn dile getirmiştir: Mukaddime, I, 555; çev., II, 615.

söz konusu rivayetlere farklı ifadelerle dikkat çektiği zikredilmelidir. İbn Atıyye’nin, “Kütübü Benî İsrâîl” ifadesi dikkat çekmekte olup, “İsrailoğulları’nın kitaplarından alınmıştır, bu sebeple bunu zayıf gördüm”;46 “Zannediyorum bu İsrailoğulları’nın