• Sonuç bulunamadı

İSLÂM EDEBİYATI GELENEĞİ VE SÂMİHA AYVERDİ

Belgede Samiha Ayverdi... (sayfa 103-107)

Yılmaz Öztuna

İSLÂM EDEBİYATI GELENEĞİ VE SÂMİHA AYVERDİ

dîs, Fıkıh, Kelâm, Siyer gibi klâsik İslâmî ilimlerin prensip ve meselelerini okuyup öğrenirken; bir taraftan da Târih, Edebi­ yat, Güzel Sanatlar, Edebî Sanatlar gibi insanı uzaktan yakın­ dan ilgilendiren bütün sâhalara dâir temel kitapların, ilgi ala­ nımız içine alınması, her fırsatta söylenegeldi.

Bu tavsiyelere, tamâmen değilse de, büyük ölçüde uyma gayreti gösterirken, Sâmiha Ayverdi adlı yazarın eserleri de karşımıza çıktı. Onun eserleri ile karşılaşmamızın otuz senelik bir mazisi oluyor. Galibâ ilk okuduğum eseri, «İnsan ve Şey­ tan» adlı romanı idi. Kırmızı kalemle kelime, cümle ve parag­ raf altlarını çizmiş durmuşum. Zaman içinde neşredilen diğer eserlerini de, ders kitabı okur gibi olmasa da, aynı ciddiyetle tâkîb etme gayretinde olmuşuzdur.

* ★

Bir hadisçinin, «İslâm Edebiyâtı Geleneği» konusunda söz söylemeye kalkışmasının, haddini bilmezlik gibi telâkki edile­ bileceğini bildiğim için, bizim yaptığımızın, bir sınır tecâvüzü değil, sâdece dirsek temâsı olduğunu belirtmem gerekecektir.

M e v 1 â n â başta olmak üzere, günümüze doğru, geniş tesir sâhası olan klâsik ve modern müellif-yazarların eserleri üzerinde, kullandıkları H a d î s malzemesi ve malzemeyi kulla­ nış üslûpları bakımından yaptığımız değerlendirme çalışmala­ rı, bize, bu eserlerle ilgili bir karşılaştırma imkânı bahşetmek­ tedir.

Bizim tesbitlerimize göre, klâsik ve modern dönem eserle­ ri arasında iki tânesi vardır ki, bunlar, ayniyete yakın bir ben­ zerlik arzetmektedirler: Mevlânâ’nın Mesnevî’si ve Sâmiha A y ­ v e r d i ’nin, özellikle, son on beş senelik eserleri: Bir Dünyâ­ dan Bir Dünyâya, Dost, Hâtıralarla Başbaşa, Rahmet Kapısı, Bağ Bozumu, Ne İdik Ne Olduk, Hey Gidi Günler Hey ve diğer­ leri.

Yazılarındaki Türkçe’ye hâkimiyet, üslûb ve tahkiye mü­ kemmelliği, birçoklarının ifâde ettiği gibi, A y v e r d i ’nin ye­ gâne özelliği değildir. Bu husus, bir yazının şeklî unsurları dik­ kate alındığı takdirde doğrudur.

Sâmiha Ayverdi, « b i i t ü n » ü gören ve b ü t ü n ’de fânîle- şen bir idrâkin insanı olarak karşımıza çıkmaktadır. O, bu hu­

susu, «tevhîd inanışı», «vahdet inancı», «birlik fikri» gibi ifâ­ delerle sık sık dile getirmiştir.

Tasavvufun fikri cephesinden ziyâde, onun amelî (pratik) yönü ile ilgilenen A y v e r d i , bu tavrını şöyle ifadelendirmiş­ im «Tasavvuf, bir zıtlar âbidesi olan insan bünyesini, rûlıen de yekpâreleştirerek, bütünlüğe götüren yoldur. B ü t ü n ’ün zır­ hı içine ise, ne cennet iştiyâkı, ne cehennem korkusu, ne mev­ ki ne para hırsı, kinler, düşmanlıklar, menfeate dayalı dost­ luklar girebilir. Çünkü bütün bunlar, insanoğlunun d c r û n î v a h d e t ’ini zedeleyen ııefsânî hançerlerdir. Görünüşte kü­ çük, hakikatte ise büyük olan insanın, yaradılışındaki gaye v ah d e t ’tir, vahdete ulaşmaktır. Bu yekpâreliği ise, ancak müşterek mânevi değerler meydana getirebilir.»

Kaleme aldığı konularda, son derece hassas bir t e r k i p sezilmektedir. Roman formunda da yazsa, makale ve hâtırat kılığında da zuhûr etse, onun, bu bütünlük fikrinden hiç uzak­ laşmadığı görülür. Zîrâ her yazısında, okuyucuyu alıp götür­ düğü yer, Vahdet Kapısı’dır.

Onun yazılarında, nisbetleri farklı olmak üzere, b ü t ü n ’ü teşkil eden unsurlar tamâmen vardır: Dîn var, îmân var; Kur’ ân var, Hadîs var; aşk var, muhabbet var; ahlâk var, terbiye var, edeb var; haram-helâl var, sevap-günâh var; vatan sev­ gisi var, devlete sadâkat, millete hizmet var; târih var, örf-âdet- gelenek var; Allah’a ve kendi kendine karşı sorumluluk şuûru var; eksikliği, bütünlüğe halel getirecek her şey var; ve niha­ yet, «Yârabbi, kazancımız sen ol. Ve bize, bir emânetçi oldu­ ğumuzu unutturma!.» niyâzı var.

Fakat bunların, parça parça tek başına hiç birisi yok. Durum, Mesnevi için de aynıdır. Bu sebeple, gerek Mesne­ vi türü eserleri, gerekse Ayverdi’nin kitaplarını, muhtevaları bakımından, bir sâhaya mâl etmekte güçlük çekilmektedir.

Bu neviden eserler, seviye kontrolünde mihenk taşı ro­ lünü oynayagelmişlerdir. Mesnevi ve o edebî geleneği devâm ettiren günümüzün diğer eserleri, suyu, sunulan kabına göre değerlendirme alışkanlığında olan çevrelerce yadırganmış, ten­ kit edilmiş, hattâ daha da ileri gidildiği olmuştur. Nitekim, bir tarafta: «Mesnevî’nin dinle îmanla ilgisi yoktur. O, bir hikâye kitabıdır» görüşü ile; öbür tarafta: «Mesnevi, Kur’ân-ı Kerim’in, Mevlânâ çapında bir evliyâ tarafından yapılmış heybetli tef-

İSLÂM EDEBİYATI GELENEĞİ VE SÂMİHA AYVERDİ

sîridir» hükmü, bu durumun bir başka ifâdesidir. Aynı zıt gö­ rüşler, Ayverdi’nin eserleri için de geçerlidir.

P a r ç a , «bütün» zannedildiği müddetçe, herkes haklı gö­ rülecek; fakat iddia sahipleri, hakikati yakalayamadıklarının farkında olmayacaklardır.

İslâmî Edebiyât geleneğinde, âyet ve hadîs’in mazmun ola­ rak kullanılmadığı eser, hemen hemen yok gibidir.

Sâmiha Ayverdi’nin de rastgele, bir eserini (Bağ Bozumu), bu geleneğin ışığı altında gözden geçirdik. Neticede, 10 âyet ve 14 hadîsin tırnak içinde meâlen verildiğini; pek çok hadîsin de mazmun olarak işlendiğini tesbit ettik.

Bu nisbet ve üslûb, aşağı yukarı, Mesnevi’de de aynıdır. Mesnevi; ilim, san’at ve kültür çevrelerince çok yönlü ola­ rak incelenmiş ve İncelenmeğe devâm edilen muhalled eserle­ rimizden biridir. Ayverdi’nin eserleri de —öyle tahmin ediyo­ ruz ki— zaman içerisinde, çeşitli yönlerden « t e z » seviyesin­ de tahlil edilecek ve gerçek yerini alacaktır.

Sâmiha Ayverdi Hanımefendi, esâsen tâ işin başında, yap­ tığı işin adını koymuştur:

«— Kimsin? diye sordular. Bu dünyada işi bitenim, dedim.

Öyle de neden sefere çıkmazsın? dediler.

İşi bitmemiş olanlara yoldaşlık etmem muraddır, dedim.»

Bizim de, Muhterem Sâmiha Ayverdi’nin, dünyâda işi bit­ memiş olanlara yoldaşlık etme uğrunda, daha nice sıhhatli ve feyizli bir ömür sürmesi niyâzımızdır.

Y. Doç Dr. Emin IŞIK

H e r â n ı m illi k ü ltü r e h i z m e t l e g e ç m i ş b ir ö m r ü n e llin c i y ılı m ü n â s e b e t i y l e .

İnsan yığınlarını millet yapan ve millî birliği ayakta tutan sihirli kuvvet millî kültürdür. Yeryüzünde görülen ayrı ayrı mil­ letler, millî kültürlerdeki farklı özellikler yüzünden ortaya çık­ mıştır. Kültürleri ve kültürler arasındaki farkları ortadan kaldı­ rırsanız, geriye beşer yığınları hâlinde bir tortu kalır.

Sosyoloji, milleti meydana getiren maddî ve mânevi unsur­ ları tanıtmaya çalışırken, bunları din, dil, dilek, soy, târih, vatan ve ekonomi birliği olarak ortaya koyar. Yine sosyolojinin verile­ rine göre; bu unsurlardan her biri ne kadar köklü ve kuvvetli ise ve bunlar millet hayâtında ne kadar çok sayıda yer almışsa, mil­ letin millî birliği o ölçüde kuvvetli olur. Aslında millî kültür un­ surlarının hepsi bunlardan ibâret değildir. Bir milletin san’ati; edebiyat, mûsikî, mimârî gibi estetik değerleri ile ahlâkı, töre ve gelenekleriyle topyekûn hayat görüşü de millî kültür konusu içindedir.

Millî kültür, millet hayâtında yaşayan mevcut değerlerden ibâret de değildir. Şu anda yaşamıyor olsa bile târihin belli bir döneminde millet hayâtında yer almış olan eski değerler de mil­ lî kültürün unsurlarından sayılır. Çünkü onların dolaylı tesirle­ ri daha sonraki dönemler içinde de sürüp gitmiştir. İşte bundan dolayıdır ki, milli kültür, geniş anlamıyla bir milletin hayat tec­ rübesi olarak tanınmalıdır.

Belgede Samiha Ayverdi... (sayfa 103-107)