• Sonuç bulunamadı

AYVERDİ’NİN ESERLERİNDE BATILILAŞMA VE MEDENİYET KRİZİ

Belgede Samiha Ayverdi... (sayfa 147-152)

Yılmaz Öztuna

BATILILAŞMA VE MEDENİYET KRİZİ

S. AYVERDİ’NİN ESERLERİNDE BATILILAŞMA VE MEDENİYET KRİZİ

şikte iken Şark’ın sesini dinleye dinleye büyümüş, Haçlı sefer­ leri ile ondan çok şey kazanmıştır. Zamanla cehalet ve karar­ sızlığın pençesinden çıkmış, asırlar süren derebeylik, krallık, ve kilise mücâdelesini neticelendirmiş organize bir cemiyet, or­ ganize bir teoloji ve organize bir asalet sınıfının barajı altında, kendisini emniyete almıştır. Şark medeniyeti ise son derece asil ve rafine bir medeniyettir. Bu ince medeniyet makinenin ayakları altında un ufak olacağını asla düşünmemiştir. Osman­

lI kuvvetli zamanlarında, organik bir ahengin mahsûlüdür. Ama

zamanla bu vahbdet ve yekpâreliğini kaybetmiş, siyâsi, içti­ mâi, hukûkî ve İktisâdi organizmayı birbirine lehimleyen dev­ letin ana prensipleri çürümüştür. En büyük hatâsı Garp me­ deniyeti ile boy ölçüşmeyi bir haysiyetsizlik saymasındadır. Bü­ tün bunlara Garb’m siyâsi ve iktisadi baskısı ile kendi gafil zümresinin taassubu eklenince, üstünlüğünü tamâmen kaybet­ miştir. Bugün iki medeniyet birbirinden çok ayrı görülmekte­ dir. Biri maddeyi kudrete tahvil etmiştir ve bu yüzden mânâ­ dan uzaktır. Diğeri ise madde ve teknikten uzaktır, harap, ba­ şıbozuk ve sistemsizdir. En acısı da, bu iki âlem arasındaki ku­ tuplaşma, insanlarının dengesini bozmuştur. Yazar, Doğu-Batı meselesini şu sonuca bağlar: «Dünyâ için ne otomat adamla­ rın kurdukları medeniyet, 11e de madde düşmanlarının korku­

lu mübalâğası gerekti.» (Mesihpaşa İmamı, s. 115) Bu ikisi ara­ sında kurulacak muvâzene, insanlığı ve insanı kurtaracaktır. Sâmiha Ayverdi, Batı ile bizim aramızdaki ilim ve teknik eksikliğinin kapatılmasından tarafadır. Ama Avrupa’nın arka kapısından kovulmuş fikirlerin, bizimkilerle uzlaşmayı kabul etmeden, bayram, seyran, düğün, din, îman, gelenek, eskiden kalma ne varsa bir kalemde süpürmesine karşı çıkar.

Sâmiha Ayverdi’nin eserlerinde Batılılaşma, üzerinde tar­ tışılan mücerred bir mesele olduğu kadar, müşahhas olarak da görülür: Roman kahramanlarının onu benimseme ölçüleri­ ne göre, hareketlerinde, diyaloglarında, birbirleriyle münâse­ betlerinde önemli bir rol oynar. Eserde çatışma unsurunu ya­ ratır ve roman vak’alarmın kurulmasına yol açar.

Bu romanlardaki köksüz alafranga tiplerin ortak özellikle­ rini Yolcu Nereye Gidiyorsun?’dan alınmış şu sözlerle hülâsa et­ mek mümkündür: «Geçmişin üstüne oturmuş, ezip çiğnemiş, geleceği bir pula satmış köksüz türediler. (...) Zaman geçmek-

le bu yollarını şaşırmış zümreler artacak eksilmeyecek, belki her devirde bir başka kaftana bürünerek meydanı tutacaklar.» (s. 128) Bu radikal tipler, kendilerini ve fikirlerini haklı, mü- bah ve gerekli görürler. Dînî ve örfî değerlerimizi toptan red­ dederler ve onlara bağlı olanları küçümseyip alay ederler. İn­ san ve Şeytan’da Lâle, Muhtar ve Ferhad gibi alafranga tipler, önlerinde sohbet ederek yürüyen ve ilerlemelerine engel olan köylülere kızarlar. Köylülerin mazeretleri memleket lâkırdısı ederken, arkalarında gelenleri unutacak kadar kendilerinden geçmiş olmalarıdır. Bu özür, alafrangaları kahkahalarla güldü­ rür. Onlarda köklerine bağlılık olmadığı gibi estetik duygu da yoktur. Yaşayan Ölii’deki Mâcid için tabiat câhil ve görgüsüz bir kadından farksızdır. Poker masasının yeşil örtüsü, tabiatın yeşil örtüsünden daha câziptir. Onlar etraflarında olup biten esassız olaylar ile fazla alâkalıdır. Dedikodular, skandallar, mâ- cerâlar ya ortalığa döktükleri, yâhut yarattıkları hâdiselerdir. Metheddikleri kimsenin sitayişi dudaklarında silinmeden, aynı kimseyi bir paçavra gibi yere sererler. Batmayan Gün’deki Fik­ riye Hanım ile Hüsnü gibi. Kolay başarı ve şöhret peşindedir­ ler. Yaşayan Ölü’deki Seniye gibi. Bu tiplerin hiçbir derinlikleri yoktur. «İçleri ile değil, etleri ile yaşarlar.» (Ateş Ağacı, s. 19) Batılı tipler hâin ve tehlikelidir. Zararları, önce yakın çevrele­ rine, sonra cemiyete, nihayet kendilerine olur. Batmayan Gün’­ deki Hüsnü kendisinin olmayan Aliye’yi öldürmek ister. Neti­ cede karısı çıldırır, kendisi intihar eder. İnsan ve Şeytan’daki Lâle, kendisine iyilik yapıp evine alan âileyi dağıtır. Şeytânî ta­ rafları ile şerefli âile reisini baştan çıkarır, onu mânevi bir uçu­ ruma yuvarlar, sonunda da bir uçurumdan düşerek ölür. Yolcu Nereye Gidiyorsun?’un kahramanlarından Rıdvan, parasız bir mirasyedi, Jále ise bir Beyoğlu bebeği olmuştur. Sonunda Rıd­ van annesinin mücevherlerini zorla alıp kaçarak Avrupa’ya gi­ der ve orada kaybolur. Jale benliğini ve Batılı fantezilerini bes­ leyecek biri ile evlenir. Bu evlilik boşanma ile neticelenir ve ha­ yâta küser. Bu tipler iki yüzlü ve sahtekârdır. İyi bir evlat gibi görünürken, yaşlı insanların hırslarını besleyerek aldatırlar ve servetlerini tüketirler. Mesihpaşa İmamı’ndaki Ferhad gibi. Bu tiplerin etraflarına zarar vermeleri tiynetlerindeki kötülük ka­ dar, millî ve dînî terbiye yoksunluğundan, hilelerinin tedbir­ sizliğinden, mürebbiyelerin kötü tesirinden ileri gelir. Ayver-

S. AYVERDİ’NİN ESERLERİNDE BATILILAŞMA VE MEDENİYET KRİZİ

di’ye göre bu terbiye meselesi çok önemlidir. Yolcu Nereye Gi- diyorsun’un müspet kahramanlarından Nâzım Bey, meselenin buudlarmı genişleterek memleket gerçeklerinden uzak çocuk yetiştirmeyi vatan hainliği ile bir tutar.

Avrupa’dan yâhut Beyoğlu’ndan esen ve mâzîmize âit ne varsa süpürmek isteyen Batılılaşma rüzgârı, Sâmiha Ayverdi’- nin romanlarındaki bâzı kahramanları bozmuştu. Ama îman, dirâyet, terbiye ve kültür, bâzı fertleri bu yağmadan kurtarır. Bâzı romanlarda züppe alafranga tipin veyâ aşırı muhâfaza- kârların karşısında, hem rûh iklimini korumasını bilen, hem de çağının îcablarma yabancı kalmayan şahsiyetler yaratır. Bu iki zümrenin karşılaşması, eserlerindeki çatışmayı meydana geti­ rir. Mesihpaşa İmamı’ndaki Remzi şöyle der: «İnkılâb bir me­ deniyeti yıkmak değil, onu dâimâ canlı tutmak ve her devrin temposuna göre formunu yenilemekle hakikî ifâdesini bulmuş olur. Bizi ilerlemekten alakoyan inat hâlindeki kör taassub yı­ kılmalı. Ama bir milletin rûhuna, zevkine, san’atma ve duygu­ larına sûikast edip onu bir başka milletin harsi ve hissi boyun­ duruğuna bağlamak tehlikelidir.» (s. 69). Batmayan Güıı’den îti- bâren müspet şahıslar bu düstur ile hareket ederler.

Sâmiha Ayverdi’nin kadın veyâ erkek olumlu kahramanla­ rının hepsi Batı ilim disiplini ile yetişmiş, metod görüp meslek sâhibi olmuş insanlardır. Batmayan Giin’deki Kerim doktordur, Aliye felsefe tahsili yapar. Ateş Ağacı’nda Cemil iktisad ve hu­ kuk doktorası yapmıştır. İnsan ve Şeytan’da Murat doktor, Ya­ şayan Ölü’de Ekmel Haydar yazar, Ayşe müzehhib, Leylâ öğ­ retmendir. Son Menzil’de Seniha tiyatro oyuncusu, Melek res­ sam, Aziz mimardır. Yolcu Nereye Gidiyorsun’da Nâzım subay, Sinan ve Adlî hukukçudur. Hepsinde akıl ile kalbin, şekil ile rûhun muvâzenesi mevcuttur. Yabancı dil bilirler, Avrupa’da rahatça yaşar ve yabancı dostları kendilerine hayran ederler. Feminizm ve Freudizm gibi Avrupa’dan gelmiş cereyanları ce­ miyetimiz için faydalı bulmazlar. Buna mukabil Eflatun, Pisa- gor, Marc Aurel ve Shakespeare gibi sâdece Batılı değil insan­ lığın temsilcisi olmuş şahısların fikirlerini beğenirler. Ama mil­ letimizin yarattığı ve inandığı değerlere ters düşmezler. Ne di­ ni, ne de örfü ihmal ederler. Bilâkis onları yaşatmanın çârele­ rini ararlar. Ressam Boğaziçi’nin güzelliklerini resmeder, ya­ zar Garplı türleri denerken, Şark hikâyeleri gibi kıssadan his­

se çıkarır. Tiyatro san’atçısmm en başarılı olduğu sahne, oğ­ lunu cenge gönderirken ettiği ve kendi annesinde gördüğünden hiç farklı olmayan duâ sahnesidir. Mimar ve müzehhib «bize maziden uzayıp gelmiş bir zevk zincirinin asil çizgisi lâzım.» (Son Menzil, s. 69) diye düşünür. Doktorlar en modern cihaz­ larla, en yeni bilgilerle hasta tedavi ederken, buna şefkat un­ surunu ilâve etmeyi unutmazlar.

İki zihniyet arasındaki fark, romanların teferruatlarına da akseder. Batıkların «kâbe»si Beyoğlu’dur. Müspet kahramanlar Boğaziçi’nde, İstanbul’un iç semtlerinde, yâhut Anadolu’nun Bursa, Konya gibi târihî atmosferi olan şehirlerinde yaşarlar. Batılı tipler balo, suare, kumar, yarış gibi eğlencelerden zevk alırlar. Millî karakterler, içinde ciddî meselelerin konuşulduğu sohbetler yaparlar, tabiat içinde dolaşırlar. Alafrangalar her türlü çılgınlığın mübah olduğu danslardan hoşlanırlar. Köklü olanlar Anadolu’nun millî oyunlarını ve Semâ âyinlerini mânâ- lı ve düşündürücü bulurlar. Rigoletto’nun yerini Erzincan tür­ küsü alır. Sefih eğlence ile Semâi kahvelerindeki âşık atışma­ ları mukayese edilebilir. Batıklar için aşk, ten zevki ve ihtiras­ tır. Telifçiler için derin bir duygudur, İlâhî menşelidir. Batılı kadın için çocuk gurur ve fantezidir. Hakîkî Türk anası için fe­ dâkârlıktır, cemiyete hizmettir. Batıcı kendi benliğine ve vücû­ duna hizmet eder. Doğulu Hakk’a ve halka hizmet eder. Batılı taklitçi, Doğulu hem yaratıcı, hem devam zincirinin bir halka­ sıdır. Batıcı tüketici, Doğulu üreticidir. Birinin adı Fifi’dir, di­ ğerinin adı Fatma’dır. Biri misafirine likör, diğeri kahve ikram eder.. Biri şekildir, diğeri hem zarf, hem mazrufdur.

İbrahim Efendi Konağı, Batmayan Gün, Ateş Ağacı ve Yol­ cu Nereye Gidiyorsun gibi eserlerde üzerinde durulan mesele­ lerden biri de hakîkî Batılının bizde ne görmek istediğidir. Tür­ kiye’ye gelen Batılı burada kendisinin zayıf bir kopyasını değil, Şark’m büyüsünü görmek istemektedir. Ateş Ağacı’nın Türk- ler’e hayran kahramânı Jüliyet Moren, Türk dostuna Batılı san’atkârların bizim hakkımızdaki sitâyişkâr sözlerini aktarır: Onlardan birisini buraya alıyoruz. Decamps isimli bir ressam: «Türk’ün rûhunda yaşayan kudretli ışığı tasvir etmek için yet­ miş yıl bile kâfi gelmez» demektedir (s. 97). Yolcu Nereye Gi- diyorsun’da ise bir Türk evini ziyârete gelen yabancılar, Louis Quinze salon takımlarına değil, büyük annenin odasına hayran

S. AYVERDİ’NİN ESERLERİNDE BATILILAŞMA VE MEDENİYET KRİZİ

kalırlar, onu bir şaheserler müzesi olarak vasıflandırırlar. Bu odayı dolduran eşyalardan birkaçını sayıyoruz: Hamayıl deni­ len muska kılıfı, hat kalemi, Lâhur şal, Bilecik kadifesi, Üsküdar yastığı, Yesâri ve Kazasker Mustafa İzzet hattı, murassa nişan­ lar, lâyihalar, liyâkatlar. Hepsi yerli malı, sâdece bize âit olan, hem ince bir zevki, hem yüksek bir felsefeyi, hem de eskiliği ile târihî bir değeri ifâde eden eşyâlar... Ama Batılılaşma rüzgârı âilenin servetini kurutunca bu eşyâlar evden çarşıya, oradan da Avrupa’ya satılır. Sathî Batılılaşma yaratıcı pınarları kurut­ muş, hem âileyi hem eşyâyı târümar etmiştir.

Sâmiha Ayverdi’nin eserlerinde Batılılaşma, eski Müslü­ man-Türk hayâtının vahdetini bozan, san’atım soysuzlaştıran, insanını paramparça eden ve onu fenalıklara götüren tehlikeli bir vâkıa olarak görülür. Aynı zamanda kendi rûh ikliminden kopmamak basiretini gösteren şahıslar için Batılılaşma, onun metodunu ve dinamizmini alarak, «bizim» olana hizmet demek­ tir. Sâmiha Ayverdi 1840-1940 yıllan arasındaki Türkiye’nin pa­ noramasını çizerken, çeşitli cephelerden hayâtı besleyen insan­ ların madde ile rûh arasında denge kurmalannı ister. Ancak bu terkiple kaybettiğimiz güzellikleri yeniden yaratmamız müm­ kün olacaktır.

/

SÂMİHA AYVERDİ'NİN SON ESERLERİNDE

Belgede Samiha Ayverdi... (sayfa 147-152)