• Sonuç bulunamadı

DEVAM VE BEKA SIRRI»

Belgede Samiha Ayverdi... (sayfa 139-146)

Yılmaz Öztuna

DEVAM VE BEKA SIRRI»

Bize göre îman da gelişir, derinleşir, yeni tecrübelerle ol­ gunlaşır. Ancak îman, birikimlerini müşahhaslaştırmak için yeni tecellî sahalarına muhtaçtır. Çünkü kuvvedeki inkişaf için bazen mevcut yapı kâfi gelmeyebilir. Faraza Bursa Ulu Camii, mimarimizde bir merhaledir; Süleymâniye’yi vücûda getiren birikimin kaynaklarından sayılır. Fakat Süleymâniye’yi meyda­ na getirmek için yeniden Ulu Câmii’n arsası kullanılamaz. Sü- leymâniye için yeni bir mimar, arsa, şehir vs. lâzımdır. Fakat önce Fâtih lâzımdır.

Fâtih lâzımdır. Çünkü Fâtih olmasa, îman, geldiği merha­ lede enerjisini boşaltamayıp donacak, hareketsizlik zamanla katılaşma ve atâlete sebep olarak mevcut enerjinin menfî mâ­ nâda deşarjını berâberinde getirecektir. Menfi deşarj, yâni kendi kendini tahrip. Yâni fesada uğrama, kokuşma...

Bu noktada «fetih» îmâna yeni tecellî sâhaları açarken, açı­ lan tefessüh etmiş sâhaya tekrar hayat bahşetmek misyonun- nun adı olmaktadır. Yâni fetih, Muhterem Ayverdi’nin eserle­ rinde çok sık temas ettiği «devam ve beka sırrı»m bünyesinde taşıyan bir ilâhı operasyon mâhiyetindedir. Burada fethi sâ­ dece belde ve ülkelerin zabtı diye anlamamalıdır. Fikir, ilim ve mânâ ufuklarını genişletmek, müesseselere yeni bir ruh ka­ zandırmak da fethin mânâlarına katılmak gerekir.

Fetih ihtiyâcı, aslında o ihtiyâcı taleb eden kütlelerdeki iç yapılanmanın tazyiki ile zuhûr etmektedir. Ancak o talebi ger­ çekleştirmek, talep sâhibi kütleler nâmına harekete geçecek kahramanların işidir. Aziz Ayverdi bunu kütlenin ortak alt şuurundaki talebin bir şahısta müşahhaslaşması diye târif edi­ yor ve misal olarak da Fâtih’i veriyor. Fâtih kütle alt şuurun­ daki kuvveyi fiile çeviren ana şartel, istikâmet ve muhtevâ ka­ zandıran beyin mesâbesinde, hareket kazandıran dinamo mev­ kiindedir. Çünkü tabiat durgunluğu sevmeyen, sukut eden uz­ vu tasfiyeden bir an bile geri durmayan yaradılıştadır.

Beşeri sistemlerdeki mevcut fesat unsurları, müsbet faali­ yet yavaşladığı yâhut durduğu anda iç yapıyı kemirip çökert­ mek istidâdım derhal icrâ ettiğinden dâimâ kontrol altında tu­ tulmaları gerekir. Fesadı emniyetle kontrol etmek —tabiat ha­ reketsizlik ve boşluğu kaldırmadığı için— müspet aksiyonun de- vâmına bağlıdır. Müsbet yöndeki aksiyon aldı selime dayalı ha­ yâtın teminâtıdır.

İşte Fâtih bu aksiyonun insanıdır. Fetih de bu mânânın kristalize misâli...

İstanbul’un fethi hem tükenmiş Bizans’ı yeni bir mânâ ve terkib elinde diriltmiş, bu coğrafyayı beşeriyete tekrar kazan­ dırmış, Osmanlı’ya coğrafi vahdet ve Hristiyan Batı’mn en mü­ kemmel örneği «Bizans’a gâlip medeniyet» psikolojisi ile de Türk-İslâm medeniyetine yeni bir moral getirmiştir. Bizce Fâ­ tih bu sebeplerle de fevkalâde mühimdir.

Ancak II. Sultan Mehmed, sâdece İstanbul Fâtihi olarak ehemmiyet taşımaz. O daha çok Türk târihinin en dikkate de­ ğer üç büyük terkip hazırlama devrinden birisini temsil etme­ siyle mühimdir. Fâtihliği İstanbul ve diğer memâliki zabtın­ dan başka, ilim, fikir, san’at, hukuk, müesseseleşme ve îman sâhalarında da tecellî etmiştir.

Türk târihinin bizce üç büyük terkib devri vardır.

Birincisi: Motun (Mete) ’un 24 lü Oğuz Boy Teşkilâtı ile te­ sirleri hâlâ günümüz ordularında süren 10 lu askerî sistemi ku­ rarak, Türk milletine yüzlerce yıllık bir dinamizm kazandırdı­ ğı büyük milletleşme devridir.

İkincisi- X. asrın ilk yarısında İslâm dînine girmemizle baş­ layıp Anadolu Selçukluları’na kadar uzanan yeni yapılanma

devridir, ki en güzel müesseselerini Anadolu’da 4 lü teşkilât sis­ temiyle (Anadolu Ahileri, Bacıları, Abdalları, Gâzileri) vermiş­ tir. Bu devrin tesirleri ve kurulan müesseseler, dünyâyı kasıp kavuran Moğol istilâlarına rağmen Fâtih devrine kadar Ana­ dolu Türklüğünü ayakta tutmaya yetmiştir.

Ancak Fâtih devri artık yeni bir terkibe ihtiyâcın tekrar gün ışığına çıktığı bir asra isâbet eder. Meşhur Timur felâketi, ardından uzun bir Fetret devri sebebiyle içtimâi yapıdaki zaaf­ ların bütün vahâmetiyle su yüzüne çıkması, Fâtih devrinde bünyeye yeni bir ruh üfleme, bir seri hamle yapma gereğini doğurmuştur.

İstanbul’un fethi, devleti tam orta yerindeki bir düşman­ dan kurtarmak yönü de dâhil edilse bile bu hamlelerden yal­ nız ilkidir. Belki diğer hamleler yanında basit bile kalır. Ama

«DEVAM VE BEKA SIRRI»

fetih, II. Sultan Mehmed’in dehâsıyla beraber îman ve aksiyo­ nuna saha açmıştır.

Fâtih devri kanunnâmeleri, târihimizde OsmanlI’nın gele­ cek asırlardaki İmparatorluk şemalarını taşımakta; mîmârî ve şehircilik anlayışı, medeniyetimizin mekân fikrindeki tevhide giden tekâmül çizgisini ortaya koymakta; ilim, fikir ve san’at anlayışındak ileri görüşlü samîmi politikaları cemiyetin derûnî inkişâfının mekanizmalarını kurmaktaydı.

Ne yazık ki Fâtih’den sonra başka fâtih çıkmadı ve onun düşünceleri gerçek değeriyle hayat sahnesinde yerini alamadı. Ama fikirlerinden tahakkuk edenleri bile, Osmanlı Devleti’ni imparatorluk yapmaya yetti.

Bugün hâlâ Türk ve İslâm âlemi onun prensiplerine muh­ taçtır. Meselâ:

Coğrâfi vahdet fikrine muhtaçtır.

Devlet politikasında dünyâyı kendisine bağlanmak zorun­ da bırakan dâhiyâne siyâsetine muhtaçtır.

İlim, fikir ve san’atta koyduğu serbest ve hürmetkâr tavra muhtaçtır.

Müsâmahasına muhtaçtır.

Milli hukuk anlayışına muhtaçtır.

Belki de en mühimi, İslâm’a hizmet idealizmi ile saf, taas- subsuz tevhîd anlayışına muhtaçtır.

Bu listeyi uzatmak mümkün. Ama onun imânını aksiyona tercüme edişine, yâni taşıdığı Fetih rûhuna muhtaçtır ki han­ gisinden vaz geçelim?

Burada hep söylenegelen Fetih Hadisinden, Fâtih’in Röne­ sans’ı başlatan çağ açıcılığından, Şahi toplarından, atını denize sürmesinden, gemilerini karadan yürütüşünden... söz etmeyi­ şimiz; Uzun Hasanlardan, patriklerden uzak duruşumuz hem yer darlığından hem de o vak’aların anafikirlerine temas edil­ diğine inandığımızdandır.

Hulâsa:

OsmanlI’da Fâtih’i tanımak biraz da potansiyel ruh ener­ jimizi, fıtratımızda gizli millî kudretimizi tanımak gibidir.

AYVERDİ ANNE’nin FÂTİH üzerinde onca duruşu ve Os­ manlI büyüklerinden sâdece Fâtih hakkında müstakil bir eser* vücûda getirmesi, kendi misyonu ile onun misyonu arasındaki mânâ birliğinin icâbıdır diye düşünüyoruz.

* Edebî ve Manevî Dünyâsı İçinde Fâtih, Sâmiha Ayverdi, 4. Baskı, İst. 1983.

Şeb-i Yeldadan Yağmur TUNALI

Yazılmaz, bozulmaz derdimden kim ne bilir, ne söylerse esselâ!

Hancı, s. 18

1

Ö n ü m d e u z a y ı p g i d e n y o l l a r v a r d ı. H e r b iri, b i l m e d i ğ i m b ir s o ­ n a d o ğ r u u z a n ır d ı. S a n ır d ım k i b u s o n , fır tın a lı b ir k ışa b e n z e t t i ğ i m ö l ü m d ü v e tit r e k ü r p e r iş le r le g e lir d i. V e b e n i s ö y l e y e n , ü r k ü t ü c ü g e c e l e r d i . O g e c e l e r d e , u y k u y l a u y a n ı k lı k a r a s ın d a y ıl la r ım g e ç ti . G e ç s i n , n e g a m ! G ü n o ld u , g ü n ü ç a ğ ı r a n ışık la rla b ir s e s e u y u p , e l s i z -a y a k s ı z y o l a d ü ş t ü m . S o n s u z b ir y o l a .. . A d ı n ı d il im e p e l e s e n g e t t i m : D il d e s e n i n , y o l d a ş e n in d i. S e n i g ö r d ü m , b e n i b u l d u m ; d ü ş ­ t ü m , k a ld ır d ın , k a l k t ı m ... d ü ş t ü m .. . B a h tım a g ü n d o ğ m u ş t u : S e n in iç in d ü ş m e k , s e n i n ta r a fın d a n k a l d ı r ı l m a k ... n e s a a d e t! S e s i m e d a ğ la r d a n a k i s le r v a r : N e g ü n d ü z ü m g ü n d ü z ., n e g e c e m g e c e . Z a m a n ı s e n d e k a y b e t ­ tim . A n d o l s ı ı n ! D i z i n d e a ğ la d ı ğ ı m d e m l e r g e l e c e k ! 2 Ş e v k i n e ş i ğ i n d e y a n d ı m . H â s ılım , b ir z e r r e c i k a k k o r d u r . C ih â n ı- m ı y a k ı p k ü l e t m e k , y o l u n d a b ir p u la v e r m e k g e l m e z e li m d e n . H a ­ n ım d a h a n c ıla r o t u r u y o r . 3 D iz l e r i m t i t r i y o r . Ş u fır tın a , b i l m e m h a n g i m a k a m l a r ı d o la ş a r a k d â im i b ir m û s i k i y i d u y u r m a k t a . Ş u a ğ a ç la r , e l b a ğ l a m ı ş , d il b a ğ l a ­ m ış , k ı y a m d a d ı r . Ş u n l a r r ü k û 'd a , ş u n l a r h a z z m a d o y u l m a z b ir s e c ­ d e d e d ir le r . B e n ş a ş k ın ım ., h a y r e t t e y i m ., p e r iş a n ı m ... D iz l e r i m t it r i y o r : K ı y a m a , r ü k û ’a m e c a l i m y o k . S ü c û d u m ? Y a s ü - c û d u m ? Y e r e y ığ ıl ıp k a l m a m a s e c d e m i d e m e l i ? R û h u m ! A ğ a ç l a r g ib i, ö n c e k ı y a m ı ö ğ r e n !

4 « G ö n ü l » m it d e d i m ? H a n g i g ö le , h a n g i d e n i z e v a r a c a ğ ı m b i l m e ­ y e n s u y a n e d e m e l i ? S u v a r , d e n i z b e ğ e n m e z , d e n iz v a r s u b e ğ e n m e z . V e b e n , ta d lıd a n tu z lu , tu z lu d a n ta d il ç ık a r a n d e n i z l e r b ilir im . D e - v e d i k e n i n d e n b a l ç ık a r a n a r ıla r b ilir im . İ ğ n e y a p r a k l ıd a n k o z a la ğ ı, k o z a l a k ta n ç a m ı, ç a m d a n o r m a n ı ta n ıy a n la r b ilir im . V e g a m ı n e ş 'e - d e n , n e ş ’e y i g a m d a n ö r ü l m ü ş b i l e n l e r g ö r d ü m . G a m ı g a m , n e ş ’e y i n e ş ’e b ile n le r e k s i k d e ğ il.

E y b ild im d i y e n ! S e n i n g ö n l ü n h a n g i s i? 5 D a ğ l a n ö n ü m e s e r d in ! O v a d ı r d i y e y ü r ü m e d i m . O v a l a r ı g e t ir d in k a r ş ım a : U la ş ılm a z y ü c e l i k l e r s a n d ım . B a n a n a sıl d a y a n d ı n ? B e n ki, g ö k y ü z ü n e m e r d i v e n k u r m a n ı i s t e y e c e k k a d a r d o y m a z v e h o d b i n ­ d im . K u r d u ğ u n m e r d i v e n i g ö r m e y e c e k k a d a r k ö r d ü m . İ s t e y e n b e n ­ d im , y a p a m a y a n , e d e m e y e n b e n . B u , b ir d e ğ il, y ü z d e ğ il, b in d e ğ il!..

«M û tû k a b le e n t e m û t û ...» Ö l ü m n e r d e , b e n n e r d e y i m ? S e n n e r - d e s in , b e n n e r d e y i m ?

O

H a r a b ım . H a r a b e m e b ir n a z a r ın d ü ş s ü n ! D i n m e z a ğ r ıla r ım v a r . E ş i ğ i n e y ü z s ü r d ü ğ ü m , i ç im d e k i fır tın a la r ın ş ic ld e tin c e d ir .

Harabım. Harabeme bir nazarın düşsün! 7 B in b ir k u ğ u n u n ş a r k ıs ı b u . K â i n a t b u s e s iç in v a r . Y e m i n o l s u n k i, d ü n y â y a g a m d e v ş i r m e y e g e l d ik ! E v e t , b u s e s , b ir g a m m a h ş e ­ ridir. D o n d u r a n g ü n e ş , b u s e s i d u y u n c a y a n m a ğ a b a şla r . Y a n a n l a r ın y a n d ı r m a , ıs ın a n la r ın ıs ıtm a , s e v e n l e r i n s e v d i r m e g ü c ü o l d u ğ u n u , b iz , o r a d a n b ilir iz . 8 B u s e s , b u s e s !.. E z e l â şin â s ı b u s e s ! Y ılla r ö n c e m i, a s ır la r ö n c e m i d u y d u m ? D u y d u m v e y a n d ı m . 9 H a y d i, v a r g i t g ü z e l ç o c u k ! E lle r in d e y â s e m i n l e r a ç a n ş e n g ü n ü n ­ d ü r . Ş u d ü n y â g u r b e t i n d e ç o k ç a y a ş a n m a z b u .

Doç. Dr. Bayram Yüksele Amerika’da ihtisas yapar­ ken yazılmış bir mektuptan:

/ 3

'i**r*-î

Avi't

<£~./y sfe-'P S

.

V V . V. -ıÎ Uz ^ > y ^ - _ __ t\ K % ¿ t h r i ¿Z~<- atS'U ^L. y YlAc+vj y -¿ ¿ iı /

3

- 'A / iû -r-K j * 7 ¿ ¿ 'S s i s i- ^ y ¿ ¿ s , ¿/ -¿7 > z - '¿ D e V -c '¿ t. ¿>¿1 "g ****% - j ^ ? „ L a ,z s 'T T J ı ¿U ¿Lcl y f?~ 7 d ^2 X?£lJ-rX ¿¿-<¿-1 '

û

> ¿^*1

tıS

7 ^ -2 ¿

t

<

T(y

Cd~ '-2-* l,.-m.-£ ¿■/•'‘-¿y^ / ¿2 nc-tı L— 7 rs ¿ 7 ' *>*i‘t&eıf'<&€c c<2 .s it-v ts l-3

2 i

■ L ^ y' / p i ı ¿?Y 'ttr ¿ t (—£*? ¿* * 4 . y C • ı /(_ A 'is ¿ 7 Al ,/ıs2 ■ ? ; p Z * 7 * 1 ^ ^ ^ 7 / v y ¿scT’^ r 'ı-t'i-. ı-*-<-A.y / s? ' /7 O ^ O K >

0 ^ 7 -¿-O t. ¿ ^ d * ¿ . ¿ f ^ -C L%_ / ( . ^ T - t ) <7U is*x_

¿A- Î ¿-t-Ş- ¿ »-I_c* g;/ -A?y <~rCc-.. ,

7 ¿ 7 : J

Belgede Samiha Ayverdi... (sayfa 139-146)