• Sonuç bulunamadı

2. Haberleşmenin İnsanlık tarihindeki Önemi ve Haberleşme usullerinin Tarihçesi

2.2. Haberleşmede Kullanılan Usullerin Tarihi Gelişimi

2.2.3. İslâm Dininin Haberleşmeye Bakış Açısı

İslâm dini tüm insanlığı birlikte yaşamaya çağıran bir dindir. Bu sebeple de insanların bir arada yaşayacakları kuralları vaz etmiştir. Birbirleri ile geçimlerini temin etmek üzere iyi, güzel şeyleri emretmiş, zararı dokunacak şeyleri ise yasaklamıştır. Bu ilahi öğretilerini tebliğ yani haber etme, uyarma şekli ile tüm insanlığa ulaştırmayı hedeflemiştir. İşte Peygamberliğin özü de burada yatmaktadır. O’nun görevi insanları haberdar etmek ve insanlara örnek olmaktır. Diğer bir ifade ile Peygamberliğin temeli Allah’tan alınan vahyi insanlara haber vermek üzere bina edilmiştir. Durum böyle olunca Hz. Âdem (as)’dan Hz. Muhammed (s)’e gelinceye kadar bütün peygamberler yaşadıkları asrın tüm iletişim imkanlarını kullanarak haber ulaştırma çabasını göstermişlerdir. Bir örnek olma açısından Kur’an-ı Kerimde Hz. Nuh (as)’ın bu konudaki durumu şöyle ifade edilmiştir;

“Nuh şöyle dedi: “Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) dâvet ettim. Fakat benim dâvetim ancak onların kaçışını artırdı.”

“Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her dâvet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerini büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler. Sonra ben onları açık açık dâvet ettim. Sonra onlarla, hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum. Dedim ki; Rabbinizden bağışlanma dileyin; Çünkü O, çok bağışlayandır.” (Nuh, 71/5–10.)

Hz. Muhammed (s) de bu haber verme görevini gerek şifahi gerekse yazılı olarak en güzel şekilde yerine getirmiştir.93 Hz. Peygamber (s)’in tüm insanlığa ve cinler âlemine Rabbinin vahyini haber verme görevi Kur’anın birçok ayetinde beyan edilmiştir.* Bu sebeple Hz Peygamber (s), her türlü yolu kullanarak (Hitâbet, hutbe, şiir, mektup, elçi, ulak, ilân vs.) haber verme işleminde bulunmuştur.

Kur’an’da “Haber” kelimesi iki ayette, çoğulu “Ahbâr” üç ayette, “Bir nesneyi gereği

gibi bilmek için yoklayıp sınamak, bir şeyin iç yüzünden haberdar olmak” manasındaki

“Hubr” mastarı iki ayette ve Esmâ-i Hüsnâ’dan olup “Her şeyin iç yüzünden haberdar olan” manasındaki “Habîr” kelimesi kırk dört ayette yer almaktadır. Bir ayette de “Bilen, vâkıf

olan” anlamında kula nispet edilmektedir. “Nebe” kelimesi çoğulu “Enbâu” ile birlikte yirmi

93 Abdulvahâb Hallâf, İslâm Teşri’ Tarihi, s.14.

* “(ey Muhammed!), Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et….”

dokuz ayette geçmektedir.94 Bu tespitler ışığında Kur’an’a göre haber şöyle tanımlanabilir:

“Haber, muayyen bir zamanda vukûa gelen veya vukûa gelecek olan ve toplumda çok sayıda insanı ilgilendiren ve etkileyen olaylara ilişkin, doğruya da yalana da ihtimali bulunan, doğruluğu tahkike tabi kılınan, önem arz eden ve fayda sağlamak amacıyla başkalarına nakledilen her tür bilgidir.”95

“Muhâbere”, “Berîd”, “Tecessüs” ve benzeri kelimelerle Hz. Peygamber (s) döneminden beri İslâm’da idare hukûku bahislerini içine alan “Ahkâm-ı Sultâniye” kitapları ile İslâm tarihlerinin ilgili bölümlerinde sözü edilen bu kavram modern Arapça’da yaygın olarak “İ’lam” ve “İttisal” kelimeleriyle de ifade edilmektedir. Ayrıca “İstihbarat” sözcüğü de farklı manalarda olmak üzere bu alanda hem Arapça’da hem de Türkçe’de kullanılmaktadır. Aralarında anlam farklılıkları olsa da bu kavramların hepsinde ortak olan mana haberleşmedir. Yani bunlar haber alma ve verme işleminin bir tür ifadeleridir. Hz. Peygamber (s) Medine’ye geldikten sonra derhal siyasî organizasyona girişerek, kuracak olduğu devletin temellerini atmaya yönelmiştir.96 Bu maksatla Arap, Yahudi, az sayıda Hıristiyan ve çeşitli topluluklardan oluşan Müslim ve Gayr-i Müslimlerin temsilcilerini, Enes b. Mâlik’in evinde toplayarak onlarla istişare etmiş ve Medine’de bir site-devletinin kurulması teklifinde bulunmuştur.97 Bu faaliyetler Hz. Peygamber (s)’in sadece dini meseleler değil, idârî işlerle ilgili de girişimlerde bulunduğunu göstermektedir. İncelediğimiz konu bağlamında bu bilgi, bizim için Hz. Peygamber (s)’in tavrını göstermesi açısından önem arz etmektedir.

Bu giriş bilgilerinden sonra İslâm dini açısından toplum içi ve toplumlar arası haberleşmenin büyük önem arz ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bundan ötürü İslâm, haber alma ve haber verme konularında belirli şartlar getirmiştir. Önem atfettiği bu konuda uyulması gereken kurallar koymuş, konunun titizlikle cereyan etmesini sağlamıştır. Bu sebeple şu soruların cevapları bu açıdan önemlidir.

1) İslâm’a göre haberleşme hürriyetinin çerçevesi nedir?

2) Bu hürriyetin ferde ve devlete tanıdığı haklar ve yüklediği ödevler nelerdir?

3) Kamu yararı için ferdin haberleşme özgürlüğü kısıtlanabilir mi veya tamamen serbest bırakılmalı mıdır? Bu husustaki ölçüler nelerdir?

94 Çanga, Kur’an-ı Kerîm Lügâti, s.162, 495.

95 Gündüz, Eren, İslâm Hukûkunda Haberleşme ve Haberleşme Hürriyeti, s.11. 96 Hamîdullah, Muhammed, Hz. Peygamberin Savaşları, s.52.

4) Kişi veya devlet haberleşme faaliyetini yürütürken hangi sınırlar içinde hareket etmelidir? Devlet haber almada ve yaymada sadece kendi yararını gözeterek ferdin sahip olması gereken özgürlük alanına girebilir mi?

5) Haberleşme faaliyeti ahlakî ve hukûkî değerlerden bağımsız bir kazanç yolu olabilir mi?

İslâm’a göre insan şerefli (mükerrem) bir varlıktır. Her insanın kendine özgü bir kişiliği ve kişiliğine bağlı bir takım hakları vardır. Bu hakların neler ve ne kadar oldukları İslâm Hukûkunda belirlenmemiştir. İslâmî hükümlerle yasaklanmayan her konuda insanın hakları vardır. Bu hakların korunması ile ilgili İslâm Hukûkunda pek çok hüküm bulunmaktadır. Hz. Peygamber (s), meşhur Veda Hutbesinde bu hakların teminat altına alındığını ilân etmiştir. İslâm Hukûkunun genel maksadı da canı, malı, ırz ve namusu korumaktır. Dolayısıyla haberleşme yoluyla kişilik haklarına tecavüz anlamına gelebilecek eylemler -aşağıda ele alınacak zarûret halleri dışında- genel olarak İslâm Hukûkunda yasaklanmıştır. Bu açıdan başkalarının ayıp ve kusurlarının araştırılması (tecessüs), gıybet, koğuculuk, iftira, gizli konuşmaların dinlenilmesi ve başkalarına nakledilmesi, özel hayat alanına ilişkin haberlerin alınması ve yayılması, yargı kararıyla suçu sabit olmadıkça bir kimseye suçlu denilmesi, sanıklardan ve şâhitlerden işkence ve tehdit ile ifade almak gibi fiiller caiz değildir. Ancak bu fiillerden işlenmesinin hukûka aykırı görülmediği bazı haller vardır ve bu hallerin dikkatli bir şekilde tespit edilmesin gerekmektedir.98

Kur’an’da başkalarının gizli hallerine nüfuz etmeğe çalışmayı (Hucurât, 49/12) ve başkalarının evlerine sahibinden izin almaksızın girmeyi yasaklayan (Nûr, 24/27) ve evlere normal kapılarından girmeyi (Bakara, 2/189), gözleri bakılması yasak olandan çevirmeyi (Nûr, 24/30–31) emreden hükümler yer almaktadır. Ancak bazı durumlarda istisnalar ve zorunluluklar devreye girmektedir.

Ali Haydar Efendi tarafından “Bir kimse memnû’u tenâvül etmediği takdirde helâki

müstelzim olan haldir” diye tanımlanan zarûret halinin oluşması için İslâm Hukûkçuları şu

şartları ileri sürmüşlerdir:

1) Tehlikenin mevcut olması, 2) Tehlikenin fiilen mevcut olması, 3) Tehlikenin kaçınılmaz olması,

98 Türkmen, Ali, İslâm İletişim Hukûku, s.328–331; Acar, H. İbrahim, “Özel Hayatın Gizliliği ve Korunması”,

4) Tehlikenin mülci olması,

5) Helal yoldan giderme imkânı olmaması,

6) Tehlikenin bulunduğuna kesin kanaat sahibi olunması.99 Zarûret halinde işlenen fiilde ise şu iki şart aranır:

1) İşlenen fiilin hukûkî esaslara uygun olması, 2) Zarûret miktarını aşmamak.100

Hz. Peygamber (s)’in ve Râşid halifelerinin tecessüs mevzuundaki tatbikatı ve İslâm Hukûkçularının bunlarla ilgili ortaya koydukları görüşler101 incelendiğinde, zarûret kavramının tecessüsün (haber alma hakkının) meşru sınırını belirlemede temel bir ölçü olduğunu göstermektedir. Dinin, ferdin, toplumun ve devletin yararına olacak bilgilerin toplanması, yani haber elde etme ve yine aynı gerekçelerle haberler ulaştırmanın doğal olarak bir uygulama sahası açtığı görülmektedir.

Gelinen bu noktada, haber alma ve yayma haklarının kişilik haklarıyla çakıştığı durumlarda kamu yararının üstünlüğü yanında ölçüleri yukarıda tespit edilen zarûret prensibine göre hareket edilmesi hukûka uygun olacaktır. İslâm Hukûkunda kamu yararı gereği haberleşme hürriyetinin sınırlandırılabileceğine dair hükümler de vardır. Ali Türkmen tarafından yapılan bir doktora tezinde bir araya getirilen bu hükümler incelendikten sonra kamu yararının gerektirdiği sınırlamaların doğurduğu yasaklar şöylece sıralanmıştır:

a. Dinleri tahkir etmek,

b. Ülkenin güvenliğini tehlikeye düşürecek haberleri yayınlamak, c. Devletin askerî ve idârî sırlarını ifşa etmek,

d. Kamu nizamını ihlal sonucunu doğurabilecek yalan haberleri yayınlamak, e. Milleti ve yabancı milletleri tahkir etmek,

f. Toplumu, meşru amme nizamına karşı isyana teşvik etmek, g. Anarşizmi ve suç işlemeyi teşvik etmek,

h. Askerleri itaatsizliğe teşvik etmek,

99 Baktır, Mustafa, s.231–250. 100 Baktır, Mustafa, s.250–256.

ı. Adâletin tecellisini engellemek için hakimleri ve mahkemeleri etkileyecek yayınlarda bulunmak,

i. Aile hayatının mahremiyetini ihlal etmek, toplum ahlakını tahrip edici, edep ve iffete aykırı ve gençleri ahlaksızlığa yöneltici yayınlarda bulunmak,

k. Kamunun sağlığını olumsuz yönde etkileyici yayın yapmak.102

Haberleşme hürriyeti içerik olarak haber, düşünce, fikir ve kanaatleri bilmek, öğrenmek, bunlara ulaşmak, bunları toplamak, yorumlamak, eleştirebilmek ve iletişim araçlarıyla yayabilmek haklarını kapsamaktadır.103

Haberleşme hürriyeti olumlu ve olumsuz olmak üzere iki anlam içermektedir. Bu hürriyet, kişi ve toplum yararına kullanılabileceği gibi, kişiye ve topluma zarar vermek amacıyla da kullanılmak istenebilir. Bu açıdan onu zararlı unsurlardan temizleyip kişi ve toplum yararı için kullanılabilir hale getirmek, ihlaller karşısında nelerin korunması gerektiğini bilmek için haberleşme hürriyetinin olumlu ve olumsuz muhtevasını tespit etmek gerekmektedir.104

Tecessüs mevzuunda hazırlamış olduğu Yüksek Lisans tezinde Muhammed Râkân Duğmi, meşru olan fiilleri üç madde altında ele alır:

1) Devletin fertler ve topluluklar hakkında onlardan yararlanmak için tecessüste bulunması,

2) Devletin halkın hallerinden haberdar olması ve suçluları takibi, 3) Düşman hakkında bilgi toplama.105

Ahkâm-ı Sultâniye mevzunda yazılmış klasik eserlerde de, sultana halk içinde gözcüler (Uyûn) ve casuslar tutulması tavsiye edilir ve bunun yöneticinin hakkı olduğu belirtilir.106 Bu tür eserlerde casusluk sisteminin halk efkârının umumi durumunu anlamak için gerekli olduğu belirtilmekle kalmaz, aynı zamanda hükümdarın önemli mevkilere tayin ettiği memurların vazifelerini nasıl ifa ettiklerini kendisine bildirmesi için onların yanına meçhul kişiler görevlendirmesi, her çeşit insanla doğrudan temas edebilmeleri için casuslara

102 Türkmen, Ali, İslâm İletişim Hukûku, s.378–379. 103 Dönmezer, Sulhi, Basın ve Hukûku, s.205 vd. 104 Gölcüklü, Feyyaz, Haberleşme Hukûku, s.15.

105 Duğmî, Muhammed Râkân, et-Tecessüs ve Ahkâmuhû fî’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, s.117–139.

“tacir, seyyah derviş, yolcu ve ilaç satıcısı” kıyafetinde giyinmelerini tavsiye edilir ve bununla devletin elde edeceği menfaatin, icra kuvvetinin başında bulunan kimsenin memurların hareketlerinden devamlı haberdar olması ve muhtelif yönetim birimlerinin çalışmalarında ortaya çıkabilecek bir yolsuzluğa derhal son verebilmesi olduğunu belirtilir.107

Haberin kaynağı konusunda incelenmesi gereken önemli bir konu, dedikodu ve şayianın muteber bir haber kaynağı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususudur. Haberin özellikleri ve tahkik edilmesi ile ilgili verilere bakıldığında, İslâm Hukûkuna göre normal şartlarda dedikodu ve şayiaya itibar edilemeyeceği görülür. Ancak İslâm Savaş Hukûku tatbikatında dedikodu ve şayianın kullanılabileceğini gösteren örnekler vardır. Hendek savaşında meşhur Nuaym b. Mesud olayı üzerine Hz. Peygamber (s)’in, müşriklerle mücadelesinde vecize haline gelen “savaş hile ve tatbikten ibarettir” mealindeki (el-harbu hud’atün)108 hadisi bu konuda temel dayanak durumundadır. Ancak bu hadisteki “Hile” kavramının yalan anlamına gelmediğine dikkat etmek gerekir. Hz. Peygamber (s)’in davranışları incelendiğinde, orada başvurulan yöntemin düşmanı yanıltma olduğu görülür.* Aksine davranışların İslam’da fısk olarak nitelendiğini görmekteyiz. Nitekim Cessas, “fetebeyyenû” (Hucurât, 49/6) ifadesinin, fâsık kimsenin şehâdetinin kesinlikle kabul edilmemesini gerektirdiğini, çünkü bütün şehâdetlerin birer haber olduklarını ve diğer haberlerin de böyle olduklarını, bunun için de hukûkî hiçbir meselede fâsıkın şehâdetinin kabul edilemeyeceğini söyler.109 Kurtubî de, fısk hali tespit edilen kimsenin bütün haberlerde sözünün batıl olduğunu, çünkü haberin bir emanet olduğunu ve fıskın ise onu yok eden bir karîne olduğunu ifade eder.110

Kur’an’da, pek çok ayette sözü dinleyip güzeline uyma (Zümer, 39/18), haberleri tahkik etme (Hucurât, 49/6), çirkin sözlere kulak vermeme ve zandan kaçınma (Necm, 53/28; Hucurât, 49/12) gereğine temas edilir. Haberi alan kişi, onu hemen kabul etmek yerine araştırmalı, kaynağını tahkik etmeli, mesajın mahiyetini ve amacını kavramaya çalışarak onu iyi anlayabilmeli, doğru haber alma yeteneğine sahip olmalıdır. Bir haber karşısında onu alan kişinin tepkisinin ne olması gerektiği ile ilgili olarak, Hz. Âişe’ye zina iftirasında bulunulduğu meşhur İfk hadisesi üzerine inen şu ayetler oldukça çarpıcıdır:

107 Şirvani, Hârun Han, İslâm’da Siyasî Düşünce ve İdare Üzerine Araştırmalar, s.160. 108 Buhârî, Cihâd, 157; Müslim, Cihâd, 18.

* Hz. Peygamber (s)’in başvurduğu hilenin vasıfları için bkz. Hamîdullah, Muhammed, İslâm Peygamberi,

s.1039.

109 Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, V/278.

“Siz onu ağızdan ağza alıp veriyorsunuz ve hakkında hiç bilginiz olmayan bir şeyi düşünüp taşınmadan hemen ağzınıza alıyorsunuz ve onu önemsiz bir şey sanıyorsunuz. Oysa o, Allah yanında büyük bir günahtır. Onu işittiğiniz zaman, “bunu konuşmamız bize yakışmaz, hâşâ bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?” (Nûr, 24/15–16)

“Onu işittikleri zaman, inanan erkek ve kadınların, kendiliklerinden güzel bir zanda bulunup, “bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?” (Nûr, 24/12)

Başka ayet ve hadislerde de haber verme, haber yayma konusunda titiz davranılması gerektiği vurgulanmıştır. Örneğin, “İyice bilmediğin şeyin ardına düşme...” (İsra, 17/36)

“Güneşi görür gibi şâhitlik ediniz”111 , “...Her hangi bir kimseye karşı nefretiniz, sizi

adâletten sapma günahına itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya en yakın olan davranıştır. Ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide, 5/8), “Bir kimsenin duyduğu her şeyi başkalarına nakletmesi, ona yalan/günah olarak yeter”112, “...Yalan kötülüğe, kötülük de

cehenneme götürür.”113

Bazı hallerde yalan söylenebileceğine delâlet ettiği ileri sürülen hadislerin de “zarûretler mahzurları mubah kılar” ve “zarûretler kendi miktarlarınca takdir olunurlar” kaideleri ışığında yorumlanması daha doğru gözükmektedir. Asl olan doğru bilginin alınıp verilmesidir.

Haberin kaynakları; düzenli ve kurumsal haberin kaynakları ile düzensiz haberin kaynakları olarak ikiye ayrılabilir. İkinci grupta ise dedikodu ve şayia başta gelir.114 Kur’an-ı Kerîm’de haberlerin, kaynakları araştırılmak suretiyle doğruluklarının tespit edilmesi gerektiğine işaret eden ayetler vardır. Hucurât Suresinin altıncı ayetinde fâsık bir kimsenin getirdiği haberin araştırılması emredilir. ( Hucurât, 49/6) Aksi halde ona itimat edilemez.

İslâmî açıdan haberin kaynağının güvenilirlik şartları, yerli veya yabancı oluşunda değil, haber veren kişinin (muhabir) veya kurumun vasıflarında şekillenir. Haberleşme sürecinin hangi aşamasında olursa olsun, muhabirin kişiliği ve insanlar arasındaki güvenilirliği, verdiği haberin kabul edilirliğini büyük ölçüde belirlemektedir. Muhabir gerekli şartları taşıyorsa haber metni üzerindeki incelemeye geçilebilir. İslâm Hukûkunda haberin

111 Askalânî, Bülûğu’l-Merâm, Şehâdât, 1433. 112 Ebû Dâvûd, Edep, 4340.

113 Buhârî, Edep, 69; Müslim, Birr, 103. 114 Türkmen, Ali, İslâm İletişim Hukûku, s.310.

güvenilirlik şartları, hadis rivayetinde Müslümanların bulup geliştirdikleri “İsnat Sistemi”nde oldukça ileri bir seviyede incelenmiş bulunmaktadır.115 İslâm âlimlerinin isnat sistemiyle hadisler için uyguladıkları ölçüler sadece hadis nakli ile sınırlı tutulmamalıdır. Aynı ölçüler önem taşıyan bütün haberlerin tahkiki için de uygulanabilir.

Bu bilgilerden hareketle İslâm’a göre haber alma ve haber ulaştırmada belirli kurallara uymak, gelen haberleri değerlendirirken gerekli kıstasları uygulamak gerekmektedir. İslâm kaynaklarına göre haberleşmede temel kıstaslar şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:

a. Müslümanları, çevrelerinde olup biten olaylar hakkında bilgilendirmek, b. Müslümanları iç ve dış tehlikelerden haberdar etmek,

c. İslâm’ın mesajını bütün insanlara duyurmak, dâvet ve tebliğ görevini yerine getirmek, İslâmî hükümleri tanıtmak,

d. Haksızlık, zulüm ve fitneye karşı mücadele edenlere destek olmak, e. Müslümanlara zarar veren yayınlara karşı durmak,

f. İslâm düşmanlarının işine yarayacak haberlerin neşrine engel olmak.116

İşte bu sebeplerle İslâm’a göre; “meşru tüm yollardan ciddi, güvenilir, hızlı, örgütlü

bir haberleşme ağının kurulması gerekmektedir.” görüşünün konu ile ilgili söylenebilecek bir

sonuç olduğu karşımıza çıkmaktadır. Zira İslâm’ın ilk uygulayıcısı durumunda bulunan Hz. Peygamber (s)’in döneminin şartlarında mevcut, kullanılabilir tüm yollarla haberleştiğini görmekteyiz. İleride yeri geldiğinde detaylı açıklayacağımız üzere O, mevcut yöntemlerin (elçi, ulak, casus, mektup, ateş yakma, hutbe, ilân ederek haber verme, istihbarat, şiir vs.) birçoğundan istifade ederek bu işlemi gerçekleştirmiştir.

115 Yardım, Ali, Hadis, s.164.

BİRİNCİ BÖLÜM

İLK DÖNEM İSLÂM TARİHİNDE HABER ALMADA KULLANILAN USULLER 1. İstihbarat Faaliyetleri ile Haber Alma Usulleri

Devlet ve toplumların güvenlikleri için etrafları ile sürekli ilgilenmeleri gerekmektedir. Civar devlet ve toplumların hertürlü hareketlerini takip etmeleri hayatî bir meseledir. Bu nedenle çeşitli yöntemler kullanılarak haberler elde etme faaliyetleri hiç terk edilmeden devam ettirilmiştir. İstihbarat faaliyetlerinin temelinde de bu etken bulunmaktadır. Bu başlık altında tarih içerisinde devletlerin konu ile ilgili tutumları ile özellikle incelediğimiz dönem ve bölgelerdeki faaliyetler irdelenecektir.

1.1. İslâm Öncesi Dönem ve Bu Dönemdeki Uygulamalar