• Sonuç bulunamadı

3. İz Sürme sanatı ve Haber Almada Kullanım Yönleri

3.2. Haberleşme Alanında Kullanımı

İnceledeğimiz haberleşme konusu açısından bu yönteme baktığımızda, Hz. Peygamber (s) ve ardından gelenlerin bizzat kendi katıldıkları ya da katılmayıp görevlendirdikleri hemen hemen tüm seferlerde iz sürücüsü kullandıklarını görmekteyiz. Bu hem güvenlik hem istihbarat hemde ulaşılacak hedef hakkında önceden bilgi sahibi olabilme açısından son derece önemle üzerinde durulan bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Araştırmamız esnasında konu ile ilgili sayısız örneğe rastladık. Hepsini zikretmek mümkün değil ama bazılarını kanaatimizi desteklemek üzere aktarmak istiyoruz.

Bilindiği üzere Mekkeliler ticaret ehli olan kimselerdi ve yazın Şam, kışında Habeşistan’a yolculuk yaparlardı.∗ Ancak hicretten sonra Medine’deki Müslümanların kervanlarına zarar vermelerinden çekinerek artık Şam ticaretini yapamaz olmuşlardı. Bu yüzden Esved b. Muttalib, onlar için Irak yolu üzerinden, Necid çöllerinden iz sürme ve yol bulma maharetiyle ünlü Furat b. Hayyânü’l-İclî’yi müşriklerin ticaret kervanı için yol kılavuzu olarak gösterdi. O, kendi ifadesi ile “Hiç kimsenin inmeyi göze alamayacağı Necid arazisi ve çöllerinden” onları istedikleri yere ulaştırabilecek yetenekte idi. Yola çıktıklarında bunu haber alan Hz. Peygamber (s) hemen bir seriyye göndererek onları engelledi ve ticaret mallarına da el koydu. Kılavuz Furat’ı da İslâm’a dâvet etti ve o mahir kişi dâvete icabet ederek müslüman oldu.450

Uhud savaşından sonra Mekkelilerin Medine’ye baskın için geri gelecekleri haberleri üzerine Hz. Peygamber (s) istihbarat edinmek, bölgeye gözcü ve ajanlar çıkartmak istemişti.

Taberî, Târîh, II/247; İbn Kesîr, Bidâye, III/182.

449 İbn Hişâm, Sîre, II/490; Diyarbekrî, Târîh, I/332; Zehebî, Târîh, I/271–272; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II/106. bkz. Kureyş, 106/1–4.

Bu sırada Adal ve Kâre kabilelerinin kendilerine din öğretmeni isteklerini fırsat kabul ederek ashaptan altı-yedi kişi belirledi. Bunlar görünüşte din öğretimi için gidecek olsalar da bölgeden bilgiler toplayıp Medine’ye ulaştırmak asıl görevleri idi. Ancak yolda Hüzeyl okçuları bu sahâbilerin farkına vardılar. Yolda Medine hurması çekirdekleri bulup onları takip ederek, iz sürmeye başladılar. Sonunda ashâbın sığındığı dağın başında onları sıkıştırarak, yakalayıp esir etmek ve Müşriklere satmak üzere hücum ettiler. İçlerinde Hubeyb b. Adiy, Zeyd b. Desinne ve Abdullah b. Târık’ın dışındakileri şehit ettiler.451 Böylelikle bu yolla elde edilecek bir istihbarat bilgisinden mahrum kalınmış oldu. Yakalanmalarında en çok yedikleri Medine hurması çekirdeklerini gelişi güzel yola atarak izlerinin sürülmesine fırsat vermeleri etkili olmuştur. Bu ajanlık yapacak, gizli bilgiler götürüp getirme işini yerine getirecek kimselerin uygulaması gereken bir casusluk kuralı idi. Yapılan hata acı bir sona sebep olmuştur. Bu durum daha önce ifade ettiğimiz gibi Bedir harbinden öncede yaşanan bir olayda aynen cereyan etmiş ve amaca ulaşılamamasında etkin rol olmuştu. Hatırlanacağı gibi vaatlerle haber alma başlığında zikrettiğimiz üzere Bedir harbi öncesinde Ebû Süfyân tedbir ve keşif için kervandan önce Bedir’e gelmiş, hareketlilik hakkında bilgi edinmeye çalışmış, görmüş olduğu Mecdî b. Amr’a veballer vererek “Muhammed’in gözcülerinden kimse gördün

mü?” diye sormuş, onun ise gözcü olarak kimseyi görmediği ancak iki kişinin gelerek Bedir

kuyularından su ihtiyacını giderdikten sonra gittiklerini söylemişti. Ebû Süfyân kuyu başına gelip develerin terslerini elleri ile ufalayarak Medine hurması çekirdeklerini görünce durumu anlamış ve hemen kervanın yanına vararak yönünü Bedir’den çevirmiş ve oradan uzaklaşmıştı.452

Uhud harbi öncesinde ise İslâm ordusu savaş meydanına doğru giderken içlerinden münafık grubu orduyu terk ettiğinde İslâm ordusu yara almıştı. Yol konusunda da sıkıntı yaşanmakta idi. Bu sırada Hz. Peygamber (s); “Bize kılavuz olup, müşriklere uğratmadan,

yakın bir yoldan onların yanına kadar götürecek kim var” dediğinde Ebû Hayseme yolu

bildiğini ve kendilerini götürebileceğini söyledi. Onun kılavuzluğunda yola devam edildi.453 Hz. Peygamber (s), H.3/M.625 yılında, Ğatafânlı bazı kabilelerin toplanarak, Medine çevresini vurmaya, yağmalamaya hazırlandıkları haberini alınca, hemen hazırladığı ordu ile yola çıktı. Yolda rastladığı ve kendisinin iz sürme konusunda mahir olduğunu anladığı o bölge

451 Vâkıdî, Meğâzî, I/354; Abdurrezzâk, el-Musannef, V/353; İbn Sa’d, Tabakât, II/55; Ahmed b. Hanbel, II/294;

Taberî, Târîh, III/39; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II/167, Üsdü’l-Gâbe, II/120; İbn Kesîr, Bidâye, IV/63.

452 İbn Hişâm, Sîre, II/269; Vâkıdî, Meğâzî, I/41; Taberî, Târîh, II/275; İbn Kesîr, Bidâye, III/265. 453 İbn Hişâm, Sîre, III/69; Taberî, Târîh, III/13; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II/151; İbn Kesîr, Bidâye, IV/14.

halkından olan bir şahıstan durum hakkında bilgi aldı. O’nunla müslümanların geldiklerini haber aldıklarında muhariplerin saklanabileceği gizli yerleri göstermek üzere anlaştı. O’nun kılavuzluğunda saklandıkları yere kadar vardılar.454 Bu şahıs, o bölgelerde saklanılacak yerleri ve gidenlerin izlerini bulmada mahir olduğu için Hz. Peygamber (s) tarafından anlaşılmış bir kimse idi. Ona müslüman olması teklif edildiğinde O, bunu da kabul etmiş ve Bilâl-i Habeşî ona İslâm’ı öğretmekle görevlendirilmişti.455 Hz. Peygamber (s), Bişr b. Sa’d’ı Cinâb’da toplanan Ğatafânlı başka kabilelerin üzerine gönderdiği başka bir birlik içinde yanlarına Huseyl b. Nüveyr’i kılavuz olarak vermişti. O önden giderek tam bir yer tespiti yapmış, akabinde baskın gerçekleştirilmişti.456

Şam ticaret yollarından birisinin üzerinde bulunan ve büyük bir pazarın kurulduğu yer olan Dûmetu’l-Cendel halkının, Medine bölgesine doğru bir baskın hazırlığı içinde olduğunu Hz. Peygamber (s) işitince, o bölge yollarını ve iz sürme işini iyi bilen Uzre oğullarından Mezkûr adında kişinin kılavuzluğu ile yerine Sibâ’ b. Urfutâtu’l-Ğıfârî’yi vekil bırakarak, H.5/M.627 yılında yola çıkmıştı. Geceleri yürüdüler, gündüzleri gizlendiler. Kılavuz Mezkûr, Dûmetu’l-Cendel halkının deve, sığır ve davar izlerini buldu, bunun üzerine baskın yapıldı.457 Hz. Peygamber (s), Hayber’i muhasara için Medine’den ayrılacağı esnada da Eşcâ’ kabilesinden Huseyl b. Hârice ile Abdullah b. Nuaym’ı yol göstermeleri için kılavuz olarak tayin emişti.458 Hz. Peygamber (s) kılavuzlara yola çıkmadan önce kendilerini Hayber’e götürürken “Öyle bir yoldan götürün ki, Hayber ile Şam arasında olacağımız bir yerden

Hayber’e ulaşalım” demişti. Bununla amacı, Hayber ile Şam arasında bulunarak Yahudilerin

müttefiki olan Gatafanlıların arasına girmek ve oradan alabilecekleri bir yardımı engellemekti.459 Huseyl o an için henüz Müslüman olmamıştı. Davar satmak için Medine’ye gelmiş, davarlarını sattıktan sonra Hz. Peygamber (s) ile karşılaşmış, Hz. Peygamber (s) kendisine yirmi sa’ hurma verme karşılığında orduyu Hayber’e kadar götürmek üzere, kılavuzluk yapması konusunda teklifini sunmuş, o da kabul etmişti. Bu görevi yerine getirip, Hayber zaferi elde edildikten sonra ücreti olan yirmi sa’ hurma kendisine ödenmiş ve bu

454 Vâkıdî, Meğâzî, I/94; İbn Sa’d, Tabakât, II/35. 455 Vâkıdî, Meğâzî, I/94; İbn Sa’d, Tabakât, II/35.

456 Vâkıdî, Meğâzî, II/728; İbn Sa’d, Tabakât, II/120; Taberî, Târîh, III/99; İbn Seyyid, Uyûn, II/148; İbnü’l-

Kayyım, Zâdu’l-Meâd, II/166.

457 Vâkıdî, Meğâzî, I/402–403; İbn Sa’d, Tabakât, II/62; Belâzürî, Ensâb, I/341; Taberî, Târîh, III/43; İbn Seyyid,

Uyûn, II/54.

458 Vâkıdî, Meğâzî, II/638.

esnada da Müslüman olmuştu.460 Hz. Peygamber (s), bu harb esnasında Müslümanlara Yahudilerle birlik yaparak ihanet eden Hevâzin kabilesine mensup Türebe’deki oymakların üzerine Hz. Ömer’in komutasında bir birlik çıkardığında da yanlarına Hilaloğullarından bir kılavuz vermişti.461 Ğâlib b. Abdillah el-Leysî’yi Meyfâ bölgesine Uvâl ve Abd-i Sa’lebe kabileleri üzerine bir birlik ile gönderdiğinde de kendi isteği ile o bölgeleri iyi bildiğini ifade eden Habeşli ve yeni Müslüman olmuş olan Yesâr’ı kılavuz tayin etmişti. Onun kılavuzluğu ile gizli geçitlerden bu kabile mensup ve gözcülerinin hiç farkına varamadıkları bir şekilde o mıntıkaya sızmışlar ve ani bir baskınla zafere ulaşmışlardı.462

Müşriklerin Hendek savaşından sonra Medine’ye yaptıkları bir baskın öncesinde Ebû Katâde, atının hareketlerine bakarak “Allah’a yemin ederim ki, at, süvari kokusu almıştır” demişti. Bir baskına maruz kalabileceklerini annesine ifade etmiş, annesinin kendisine “Biz

cahiliye devrinde bile kâhinlik etmez, gâibten yalan yanlış haber vermeye kalkışmazdık”

diyerek kendisini azarlamaya başlamasına rağmen söylediklerini ısrarla tekrar etmişti.463 Gerçekten de çok geçmeden “Yâ Sabâhâh! Baskın var!” bağrışmaları duyuldu.464 Bu durum, Ebû Katâde’nin iz sürme konusundaki maharetini bize göstermektedir.

Ashaptan Tuleyb b. Umeyr’in karısı, Tayyi kabilesinden Velîd b. Züheyr’in yeğeni idi. Medine’ye yeğenini ziyarete geldiğinde Esed oğulları kabilesinden Huveylid’in oğlu Tuleyha ve Seleme’nin kendi kavimlerini ve kendilerine bağlı bulunan kabileleri Müslümanlara kaşı savaşmaya dâvet edip, teşebbüslerde bulunduğunu söylemişti. Bu haberi kısa sürede Medine’de yayıldı, Hz. Peygamber (s)’in kulağına kadar geldi. Hz. Peygamber (s) hemen bir ordu hazırlayıp başına Ebû Seleme b. Abdulesed’i komutan tayin etti. Birliğe yol kılavuzu olarak da Velîd b. Züheyr’i seçti. O, bu bölgenin gizli ve güvenilir yollarını iyi biliyordu. Nitekim birliği çok kısa bir sürede Esed oğullarının topraklarına ulaştırdı. Sahrada Esed oğullarından üç çoban ele geçirildi ise de birisi kaçarak durumu toplanmış olan kabilesine haber verince gerek Esed oğulları gerekse toplanan diğer kavimler dağ başlarına kaçıp dağıldılar.465 Burada bir haberin kulaktan kulağa hızla yayılışı, iz sürmede mahir kimselerin kılavuzluğu ile kısa sürede gelen haberlerin değerlendirilerek alınan tedbir ve karşı

460 İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II/17; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, VI/148.

461 Vâkıdî, Meğâzî, II/722; İbn Sa’d, Tabakât, II/117; Taberî, Târîh, III/99; İbn Seyyid, Uyûn, II/145. 462 Vâkıdî, Meğâzî, II/138; İbn Sa’d, Tabakât, II/31; Taberî, Târîh, III/99; İbn Seyyid, Uyûn, II/147. 463 Beyhakî, Delâil, IV/191; Süyûtî, Hasâis, II/8–49.

464 Vâkıdî, Meğâzî, II/544; Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ’, II/321.

465 Vâkıdî, Meğâzî, I/341–342; İbn Sa’d, Tabakât, II/50; Beyhakî, Delâil, III/320–321; İbn Seyyid, Uyûn, II/38;

kuvvetlerin daha savaşılmadan dağıtılması oldukça önemlidir.

Hz. Peygamber (s)’in bir bölgeye birlik gönderdiğinde çoğunlukla o bölgeyi iyi bilen, yollar hakkında bilgisi olan ve iz ve alametler hakkında bilgisi bulunan yani kâiflik yapabilen kimseleri birliğin yanına verdiğini ifade etmiştik. Buna bir örnek de; Hz. Ali’yi Füls putunu yıkmak üzere Tayyi kabilesinin üzerine gönderdiğinde Hureys isminde bir kılavuzu da yanlarına vermesidir. Bu kılavuz Feyd yolunun tutulmasını istemişti. Birliğin hedefe ulaşılmasına bir günlük mesafe kalınca da bu şekilde gidilirse gündüz vakti oraya varılacağını, belki çoban ve ilk görülen kimselere baskın yapılabileceğini ama haberin kabile merkezine hemen ulaşacağı ve başarının elde edilemeyeceğini ifade ederek birliği bekletti. Gece birliği gizlice istenilen noktaya ulaştıracağını ve ani bir baskın yapılabileceğini söyledi. Bu teklif birlik komutanı ve birlikte bulunanlar tarafından uygun görüldü.466 Bu bize kılavuzun yerine göre ordu komutanından bile etkili bir konuma sahip olup, orduyu yönlendirebildiğini göstermektedir.

Hz. Peygamber (s), Tebûk seferine çıkacağında da ordu için Huzaa kabilesinden Alkame b. Fağvâ’yı kılavuz olarak seçmiştir.467 Harekât için sefer emri verdiği son birlik olan Üsâme b. Zeyd komutasındaki birliğe direktif olarak “Yanına kılavuzlar al, casus ve gözcüleri

önden ilerlet, sonra savaşa çık, Allah’ı inkâr edenlerle çarpış!” demişti. Bu emrinde ifade

edilen kılavuz ve casusların orduda bulundurulması, o günlerde uygulanan bir işleyiş olarak bunun varlığını ve önemini bize göstermektedir.468

Hz. Peygamber (s) döneminde olduğu gibi sonrasında da yapılan fetih hareketlerinde fethedilecek yöreleri ve yolları iyi bilen kimselerin kılavuzluğundan istifade edilmesi işine hep devam edile geldiğini görmekteyiz. Ünlü komutan Hâlid b. Velîd, fetih hareketlerinde bulunurken zaman zaman bu kılavuzlardan istifade etmiştir. Örneğin, O, Dûmetu’l-Cendel’i fethettikten sonra, Kurakır ve Sûva yoluyla, beş günlük çetin bir çöl yolculuğun ardından Suriye’ye ulaştığı seferde Tayyi kabilesinden Râfî b. Amr’ı kılavuz edinmişti.469 Hâlid b. Velîd o dönem için haberleşme ve düzenli ilerleme sağlama konusunda kılauzluğun ne kadar önemli olduğunu iyi kavramış, kendisi yanında yol bilenler, iz sürücüler bulundurduğu gibi fethettiği bölge halkı ile yaptığı antlaşmaların çoğuna Müslümanların daha sonra

466 Vâkıdî, Meğâzî, III/984–987; İbn Sa’d, Tabakât, II/164; İbn Seyyid, Uyûn, II/207; Taberî, Târîh, III/148;

İbnü’l-Esîr, Kâmil, II/285; İbnü’l-Kayyım, Zâdu’l-Meâd, II/227.

467 Vâkıdî, Meğâzî, III/99; İbn Sa’d, Tabakât, II/167. 468 Vâkıdî, Meğâzî, III/1117; İbn Sa’d, Tabakât, II/189–190.

kendilerinden kılavuzluk istediklerinde bunu gerçekleştireceklerine dair maddeler koydurmuştur.470

Bu bölümün sonunda genel bir değerlendirme olarak; tarih içerisindeki tüm devlet ve toplumlarda olduğu gibi İlk Dönem İslâm Tarihinde de çeşitli istihbarat faaliyetleri, ticaret yol ve kervanları ve iz sürme yöntemi ile haber elde edilmiş olduğunu ifade edebiliriz. Hz. Peygamber (s) ve kendisinden sonra gelen ilk halifeler inşa edilen toplum için sadece dini hayatı ilgilendiren bir yapılanma ile yetinmemişler, devlet idâresi için gerekli olan her türlü yol ve yöntemi kullanarak tüm İslâm âlemine örnek olmuşlardır. Bu açıdan Müslümanların yaşadıkları toplum ve devletlerde güvenlik ve emniyet için gerekli olan haberleşme ağını oluşturmaları, bunun için bir istihbarat yapılanmasını hayat geçirmeleri, her türlü yöntemden istifade etmeleri, teknolojik gelişmeleri bu sahalarda kullanmaları kaçınılmaz bir zorunluluk, dini bir gelenektir.

İKİNCİ BÖLÜM

İLK DÖNEM İSLÂM TARİHİNDE HABER ULAŞTIRMADA KULLANILAN USULLER

1. Haber Ulaştırma Yöntemi Olarak Parola ve Bayrak Kullanma Usulü

Toplum ve devletler farklı amaçlar için parola kullanmışlar, çoğunlukla kendilerini ifade etmek üzere bayraklar edinmişlerdir. Parolaları sadece kendi aralarında anlaşmalarını, bu sayede mahrem bilgileri karşı tarafa duyurmamış olmak üzere kullanmışlarken, bazı zamanlarda söyledikleri kelime ve tabirlerle karşı tarafa kendilerini ifade etmişlerdir. Aynı şekilde kendi simge ve kutsallarını ifade etmek üzere edindikleri bayraklarını, kullandıkları şekil ve renklerle anlamlandırmışlar, farklı zaman ve şartlarda sallama şekline göre değişik manaları bu bayraklarına yüklemişlerdir.