• Sonuç bulunamadı

4.4. İman Etmek

4.4.4. İman Hakikattir

Bana ihsan ettikleri için hiçbir zaman Tanrı’ya yeterince şükredemem (Kierkegaard,2005c:582). Beni Tanrı’ya yaklaştıran İşkencelerden… gurur duyuyorum. Çok yoğun acılar çekiyorum, ancak ben bu acılar içinde başkalarının asla hissedemeyeceği bir mutluluk da duydum (a.g.e.,585). Dindarlığı mutsuz âşık olma bağlamında gerçekleştirdiğimi düşünmek ne kadar da ironik! […] (a.g.e.,516).

4.4.4. İman Hakikattir

Kierkegaard için varoluş, hakikatin içinde kendini gerçekleştirmedir. Varoluş, öznellik olarak hakikattir. Ona göre hakikat, varolma istencidir, nesnellik değildir. Öznenin kendisiyle ilişkisi içinde kendine sahip çıkma gerekliliğidir. Hakikat, nesnel olarak yani öznel ilişki dışında varolamaz. Dinsel bir hakikati de hakikat yapan şey; sonsuzluğu istemek ve nesnel bir hakikat olmayanla öznel ilişkidir. Hakikatle olan öznel ilişkinin niteliği ise paradoks üzerine temellenmiştir. Paradoks, hakikat olan içselliğin ifadesi olan nesnel belirsizliktir. Aslında nesnel belirsizlik içindeki öznel belirliliktir. Hakikatle olan öznel ilişki ise sonsuzluk tutkusudur (Cauly, 2006: 70-73). Sonsuzluk tutkusu, kişinin kendisiyle ilişki kurmasıdır. Eğer kişi dışsallıkla ilişki kurarsa o zaman hakikatlikten çıkar. Çünkü uyanış ve yaşam olan bu hakikat yalnızca tekil bireyler içindir.

Kierkegaard’a göre varolana verilmiş olan hakikatin, kesinlik ile değil de imanla kavranması onun doğasındandır. Çünkü kesinlik tutkuyu ortadan kaldırır (Mounier, 2007: 159). Felsefede özne terimi bilen, düşünen özne olarak, genel ve evrensel bireyi temsil eder. Oysa Kierkegaard’ın ‘hakikat öznelliktir’ derken kastettiği, akıl değil tutku- dur. Onun için hakikat, insan olarak varolma tarzıdır. Kierkegaard, bireyin varoluşunun sadece düşünülmesine karşıdır. Ona göre fikir, gerçekliği temsil ettiğinde değil, birey tarafından kabul edilip yaşandığında, içsel olarak inandığımız şeye uygun davrandı- ğımızda hakikat olur ki, zaten dinsel bir yaşam için gerekli olan da budur.

Bu yüzden Kierkegaard için hakikat imandır ve insanın içindedir, ona dışarıdan sunulan bir şey değildir. Bu durumda hakikati ancak Tanrı insana vermiş olmalıdır. Demek ki eğer bir kişi hakikatten yoksunsa bu onun suçudur, kendi içinde zaten varolan

hakikati göremediği için. Bu nedenle hakikat yoksunluğunu ancak kişinin kendisi keşfe- debilir (Kierkegaard, 2005a: 13-19). Dolayısıyla Kierkegaard için hakikat, epistemolo- jik bir sorun değil, bireyin kendi varoluşu ile ilgili bir sorundur. Bu nedenle Kierke- gaard, konuyu inanılan şeyin kendisinden, bireyin inanılan şeyle ilişkisine çevirerek, nesnel hakikatten öznel hakikate geçiş yapar. Onun için önemli olan kişinin inandığı şeyle uygun ve tutkulu bir ilişki kurup kurmadığıdır. “Sen okuyucu! Neye inanırsan inan, ne bildiğini iddia edersen et, korku ve titreme ile hatırla ki bu inanca sahipsin ve bu tamamen, senin kendi kararından daha öte bir garanti olmaksızın, riski sana ait olmak üzere ve kendi sorumluluğunda, bunu seçme özgürlüğünün gücüne dayanır” (aktaran Gödelek, 2010: 78).

Kierkegaard, doğru seçim yaptığımızı ancak kendi iç sesimizi dinleyerek anlarız diyerek, öznel bir ölçüt koyar. Ona göre bizler olasılıklardan birisinin bizim için daha uygun olduğunu hissederiz (a.g.e., 82). Aslında Kiekegaard’ın öznelliğe vurgu yapması- nın sebebi, Hıristiyanca bir yaşamın nasıl olduğunu göstermektir. Kierkegaard’ ın asıl derdi, Hıristiyanlığın hakikatidir. Augustine’in izinden giderek ‘inanmazsan anlamaz- sın’ düsturunu savunmuştur. Bu açıdan Kierkegaard’ın felsefesinin temeli, akıl ve inanç arasındaki ilişkidir. Bu çerçevede Kierkegaard’ın felsefesini üç aşamaya ayırabiliriz: Bi- rinci aşama; hakikatin öznelliğin bir işlevi olmasıdır ve buradaki sorun da bilen bireyin hakikatle ilişkisidir. İkinci aşama; öznelliğin paradoksun bir işlevi olmasıdır. Üçüncü aşama; paradoksu kabul etmek inancın bir işlevidir ve bireyin kendisine Tanrı tarafın- dan sağlanmış olan dinsel inanç olmaksızın bir paradoksa inanmasının imkânsız olduğu- dur (a.g.e., 85-88). Örneğin, İncil’in en saçma paradokslarından biri ve Kierkegaard’a göre mutlak paradoks olan ‘Tanrı İsa’dır’ yani Tanrı’nın, insan biçiminde vücut bulma öğretisidir. Çünkü insan Tanrı’nın karşı savıdır (İbanez, 1998: 363).

İsa, çağdaşları için paradoks’tur; başkaları gibi görünen, onlar gibi konu- şan ve normal örf ve adetleri uygulayan belli bir kimsenin Tanrı’nın oğlu olmasıdır… Mutlak paradoks, Tanrı’nın oğlunun insan haline gelip dün- yaya inmesi etrafta pek tanınmadan dolaşması en dar anlamda bireysel insan olması, evlenmesi vs. olmalıdır… Bu nedenle onun çağdaşları en kötü paradoksu yaşadılar. Daha sonraki çağlarda onu Tanrı’nın oğlu olarak sunmak kolaydır, çünkü onu fiziksel gözle görmemişlerdir. İsa’nın çağdaşı olmaya yönelik olan duygusal arzu, çok ciddi bir mesele olan böyle bir paradoksa tanık olmayı gerektirir (Kierkegaard, 2005c: 192, 195, 196).

Kierkegaard’a göre, dinsel hakikatin temeli imandır. Kierkegaard ‘hakikat’ kavramını, imanı haklı göstermek için irdelemiştir. Onun için Hıristiyanlığın hakikatleri için neden ve kanıt bulmak anlamsızdır. Çünkü imana ilişkin yalnızca bir kanıt vardır, o da içsel bir kararlık ile kişinin kendi kanaatine sahip olmasıdır.

[…] benim kanaatim benim için daima akıldan daha güçlüdür… ‘ben inanıyorum’dan daha yüksek söyleyebileceğim hiçbir şey yoktur… kanaat öncülük eder ve kişilik onun peşinden gider… Sonra seçim yapar; Tanrı önündeki sorumluluğun ağırlığı altında Tanrı’nın yardımıyla içinde bir kanaat doğar… O andan itibaren kanaatini savunamaz ya da onu nedenlerle kanıtlayamaz; zira nedenler düşük bir alt düzeye aittir. Artık mesele tamamen kişisel hale gelmiş ya da bir kişilik meselesi olmuştur. Yani kişi kendi kanaatini ancak etiksel, kişisel olarak yani onun uğruna yapmaya istekli olduğu fedakârlıklarla o kanaati sürdürmekteki korku- suzluğuyla savunabilir. Hıristiyanlığın hakikatinin yalnızca bir kanıtı var- dır; içsel kanıt… İçsel tanıklık daha üstündür. Ve sonra 10.ayette şöyle denir: Tanrı’nın oğluna inanan, yüreğinde Tanrı’nın tanıklığına sahiptir (Kierkegaard, 2005c: 481).

Kierkegaard, Hıristiyanların da, hiçbir öğreti kurmamış ve yapılması gerekenleri aktif olarak göstermiş olan İsa gibi yaşamlarıyla, davranışlarıyla kendilerini göstermele- rini istemiştir, sadece konuşarak değil. Çünkü İsa, bir kez gelmiş olmasına rağmen as- lında tüm zamanlar için gelmiş olandır ve paradoks da buradadır. Daha da önemlisi bun- ları nasıl yaptığı, nasıl inandığıdır -tutkulu ve yürekten inanarak mı yapmakta ve söyle- mektedir. İşte öznel ve hakiki bir Hıristiyan olmanın ilk adımı, dinsel ve ruhsal yaşamı- nı sorgulaması ve bunu da sürekli yapmasıdır.