• Sonuç bulunamadı

4.4. İman Etmek

4.4.5. İmanın Özellikleri

4.4.5.5. İmanın Sırrı

Kierkegaard’a göre ‘Sır’ -kurban etme olayından hiç kimseye bahsedemeyen ve bir sır olarak kalan- İbrahim kıssasında ele alınması gereken önemli noktalardan birisi- dir. Aslında İbrahim bunun sır olmasından değil de, söyleyemediği saçmalığın anlaşıla- mayacağından, etik karşısında yargılanan duruma düşmekten korktuğu için söyleyemez. Çünkü bu sır imandan değil, etikten kaynaklanan bir sır olduğu için İbrahim’in genel ahlak yasası karşısında suskun kalmasını gerektirir. Bunun sebebi de genel olan etiğin Ben’in sırrını içermemesi ve ifade edememesidir (Demirhan, 2003: 21-22). İşte der Kierkegaard aslında bizden beklenen bu sırrı kavramak değil, belki de böyle bir sırrın olduğunu bilmek ve anlamaktır

Gerçek anlamda sır -mysterium tremendum (huşu uyandıran) anlamında, kor- kunç bir gizem, seni titreten sır anlamında- ancak dini alanda geçerlidir. Kierkegaard’a

göre mysterium tremendum’da bizi titreten şey, bizi gören Tanrı’yı göremememizdir. Aziz Paul, tilmizlerinden korku ve titreme ile kurtuluşları için gayret etmelerini ister. Kierkegaard, burada karar verenin Tanrı olduğunu bile bile onların kurtuluşları için çalışmaları gerektiği üzerinde durur. Çünkü bizler kurtuluşumuz için çabalarken özgür olsak da, aslında iradesini, bizden istediklerinin nedenlerini ve bizimle ilgili vereceği kararları da bilmediğimiz bir Tanrı’nın ellerindeyizdir (a.g.e., 72). Bu nedenle karar verirken sorumlu da olsak, faaliyet gösterirken, hayatımızı ve ölümümüzü yüklenmede özgür de olsak, bizim için karar veren Tanrı’nın sırrını bilememekten dolayı korkar ve titreriz.

Ancak bu titremenin kökeninde çok daha ciddi olan şey, itaat edildiği anda Tanrı’nın gaip, gizli, sessiz ve sır olmasıdır. Tanrı nedenlerini sunmak zorunda değildir. Zaten öyle olsaydı Tanrı olmazdı. Çünkü nedenlerini açıklayarak onları bizimle paylaş- saydı, herhangi bir sır olmaksızın her zaman bizimle konuşsaydı, o zaman Tanrı ile in- san türdeş olurdu. Oysa insanlarla olduğu gibi Tanrı’yla konuşamayız. Gerçekte sır gizli, gaip ya da gizemli bir Tanrı’nın nedenlerini açıklamaksızın İbrahim’den en gad- dar, imkânsız ve savunulamaz davranışı -oğlu İshak’ı kurban olarak sunmasını- isteme- sidir (a.g.e., 74). Her şey sır içinde gerçekleşir. Tanrı nedenleri konusunda sessiz kalır. İbrahim’de öyle, hatta Kierkegaard’ta. Bu nedenden dolayı Kierkegaard Korku ve

Titreme adlı eserini kendi adıyla değil, Johannes De Silentio (sessizlik) adıyla yayınlar.

Bu takma isim sessizliği ifade eder. Çünkü sır, sessiz kalmaktır.

Kurban yaklaşımında İbrahim’in bize öğrettiği şey, etiğin genelliğinin sorumsuz- luğu teşvik etmesi, konuşmaya, cevap vermeye, her şey için hesap vermeye ve böylece de kavram vasıtasıyla tekliği çözmeye zorlamasıdır. Oysa sır sorumluluğu üstlenmeyi, mutlak tekliği, böylece de telafi etmemeyi, tekerrür etmemeyi, sessizliği, talep eder. Onun nihai sorumluluğudur, bu sırrı saklamak. Eğer konuşursa nihai sorumluluğunu yitirecek, sır olan mutlak sorumluluğunu kaybedecektir. Çünkü mutlak sorumluluk kav- ranılamaz ve düşünülemez (a.g.e., 78-79). Bu nedenle İbrahim’in yalnızlığının çaresi yoktur. Onun yalnızlığı gönlünde bulunan korkunç sırdan kaynaklanmaktadır. Sır payla- şılamaz; İbrahim’in Tanrısına itaate hazır olması ve korkunç ödevi yerine getirmesi, insani kavrayışa sığmaz ve insanı konuşamaz hale getirir. İbrahim imkânsız olanın mey- dana geleceği ve bütün beşeri hesabın terk edileceği saçma adına inanmıştır (a.g.e., 102,

104). Böylece İbrahim, oğlu İshak’ı kurban etmek için evinden çıkıp Moria dağına doğru yolculuğuna başlar ve arkasında kalan evine dönüp bakmaz bile. Hatta bu uğurda bütün mülkünden, ailesinden ve komşularından vazgeçer ve sadece imanıyla kalır. Üste- lik bütün bu olan bitenlere ve hissettiklerine rağmen hiçbir zaman kaybettiklerinin yası- nı da tutmaz. Çünkü o, bunu neden yaptığını ya da yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Ancak saçma göründüğü, akla ve mantığa sığmadığı için hiç kimseye anlatamıyordu.

Sır okunmaz, deşifre edilemez. Trajik kahraman nesilden nesile hayranlık uyan- dırıp büyük ve efsanevi olurken, İbrahim bizi ağlatmaz ve hayranlık uyandırmaz: daha ziyade korkuyu, sırda olan bir dehşeti uyandırır. Peki, bir sırrı paylaşmak ne demektir? Ötekinin bildiği şeyi bilme meselesi değildir, çünkü İbrahim herhangi bir şeyi bilmez. Sır imanını paylaşma meselesi de değildir, çünkü iman mutlak tekliğin başlatıcısıdır. Böylece İbrahim ile paylaşılamayanı paylaşırız, hakkında ne onun ne de bizim hiçbir şey bilmediğimiz bir sırırı paylaşmak, sırrı bilmek ya da ifşa etmek değildir, ne oldu- ğunu bilmediğimizi paylaşmaktır. Bu durum sırra bağlı olan imanın normal koşuludur. Bu nedenle inananlar hep yeniden başlamalı, her bir nesil tarafından yeniden başlatıl- malı, kendinden önceki nesli hesap etmeksizin her adımda yolu yeniden keşfetmelidir (a.g.e., 98-99). Burada anlatılmak istenen eğer ‘sır’ olmasaydı, o zaman her çağda dün- yaya yeni gelenlerin Tanrı’yı ve doğal olarak kendisini keşfetme çabasına gerek kalma- yacağıdır. Zira her şey zaten bilinmiş olacaktı. Oysa böylece ‘sır’ dünyaya gelen her bir tekil insan için, yaşamların da bir amaç olduğunu göstermiş olur. Onları bu dünyaya boşuna ya da öylesine geldikleri gibi bir düşünceden yani anlamsızlıktan ve bunalıma düşmekten kurtarır. Hayatın bir ‘hiçlik’ olmadığı aksine keşfedilmesi gereken bir sır olduğunu anlamalarını sağlayarak onlara yaşama nedeni verir. Sonunda Tanrı’yı bulmuş olanlar içinde, O’na sorgusuz, sualsiz teslim olmayı öğretir.