• Sonuç bulunamadı

Başkaları ile İletişim Kurmak

4.3. İletişim Kurmak

4.3.2. Başkaları ile İletişim Kurmak

İnsan dünya içindeki durumunu, algılamaktan ya da herhangi bir fikre sahip olmaktan daha kapsamlı bir kavrayış ile bilebilmektedir. Dolayısıyla kişinin dünyada ol- ma tarzı yani dünya içinde olma durumu Heidegger’in ifadesiyle kaygıdan başka bir şey değildir. Çünkü insanoğlu bu dünyada Robinson Crusoe’laşmış yalıtık bir varlık olsay- dı, yüzeysel ve hafif bir varlık olacaktı. Bunun için Kierkegaard, insanın yaşamında ka- yıtsızlık olmaması gerektiğini düşünür. Ona göre bu paradokslu yaşamın ilginç dürtüle- rini yadsımamalı, gündelik varlığa sevgiyle eğilmelidir. Ayrıcalı yaşama geçiş yani sa- hih varoluş denilen bu hayatta kalmaya geçiş, gündelik varoluş sıkıntısı yaratmamalıdır. Zira Kierkegaard’a göre içselliği yetersiz bir iman bile, varolanın sonlu dünyaya karşı kayıtsız kalmasını istemek anlamına gelir. Oysa bunun yerine insan hem dindar olmayı bilmeli, hem de lunapark’a gidebilmelidir. İçselliğin saltık aşkınlığını özellikle göstere- bilmek için gizli içsellik şövalyesi öteki insanlarla aynı yaşamı sürmelidir. Kierke- gaard’ın, insan ilişkileri konusunda görüş açısı, kuşkucunun görüş açısını, onun biraz yukardan bakan konformizmini anımsatır. Bunu Pascal’da daha önce öğütlemekteydi: bu öğüt kendi fikrini koruyarak göreneği izlemekti (Mounier, 2007: 110).

Bu bağlamda diyebiliriz ki, insanın dünya ile olan ‘etkileşim’ diyebileceğimiz ilişkisi yanında, kendisi gibi birer somut varoluşa sahip olan diğer bilinçli varlıklarla da iletişimi vardır. Bu ‘ben’ler arası iletişim problemi ise Sartre’ın felsefesinde çok önemli bir yere sahiptir. “Özneler-arası adını vereceğimiz bir evren buluyoruz karşımızda. İşte bu evren içindedir ki insan kendinin ve başkalarının ne olduğunu anlıyor” (Sartre, 1997a: 85). Yani insanın insan olarak, ancak topluluk içinde, başkaları ile yaşadığı hayatta ancak kendini gerçekleştirebileceği ve bir benliğe sahip olabileceğidir. Bu du- rumda Ben’in karşısında, ona anlamını veren bir Başkası yani bir sen vardır. Sartre ben'ler arası iletişimi Varlık ve Hiçlik adlı eserinin odak noktalarından birini oluşturan ‘bakış’ fenomeninden hareket ederek ele alır. Bununla başka insanlarla olan birlikteliği- mizin boyutlarını göstermeye çalışır. Sartre’a göre, bakış kişiye yalnızca başkalarını aç- makla kalmaz, kendi benliğinin de içeriğini keşfetme imkânı verir. Kişi, kendi varlığını tam olarak anlayabilmek için kendi dışındaki başkasına ihtiyacı vardır. (Koç, 1999: 336- 337). Çünkü kişinin başka insanlar olmadan kendini tanıması ve bir benlik haline gelmesi mümkün değildir. Sartre’ın ifade ettiği gibi, başkasının bakışının üzerimde odaklaştığını fark eder etmez başkasının bakışlarına teslim olup, dikkatimi dış dünyadan kendi üzerime çeviririm. “…kişi başkası için nesne olduğu ölçüde bilinç ona mevcuttur. Bunun anlamı şudur: benin bilincine kendimden kurtularak aniden sahip olurum…” (Sartre, 2009: 353).

Özetlersek, kendimizle ilgili bir gerçeğe varabilmemiz için başkaları gereklidir. “Başkası hem varoluşum, hem de kendimi bilişim için gereklidir” (Sartre, 1997a: 85). Çünkü insanlar başkaları tarafından nasıl göründüklerini önemserler hatta kendilerini bu yüzden değiştirirler. “Başkaları kendini zeki, kötü, kıskanç saymayınca gerçekten zeki, kötü kıskanç olamıyor; ama sayınca da sahiden öyle oluyor. Yani, kendisiyle ilgili bir gerçeğe varması için başkalarından geçmesi gerekiyor” (a.g.e., 85). Sartre, bunu Bulantı adlı romanında şöyle ifade eder; romanın başkahramanı Roquentin kendi yüzünün anlamsız olmasını yalnız bir insan olmasına ve hiç dostunun olmamasına bağlamaktadır. “Yalnız bir insan olduğumdan mı böyle acaba? Toplum içinde yaşayan insanlar, kendi- lerini aynalarda dostlarına göründükleri gibi görmeye alışmışlardır. Benimse dostum yok” (Sartre, 1997b: 23). Çünkü bizler başkalarının bizim hakkımızdaki değerlendirme- lerini, çoğu zaman kendi değerlendirmelerimiz gibi kabul ederiz.

Marcel'e göre de, insan varlığını anlamak için, insan ilişkilerinden yola çıkılma- lıdır. Zaten yaşamın amacı da insanlar arasında olduğu gibi insanla Tanrı arasındaki ‘iletişim’dir; ancak bu ilişkiler, bireylerin özgürlüğüne ve biricikliğine dayanmalıdır. Kişinin başkalarıyla bağlantı kurması kendi ben’ini daha açık bir biçimde anlamasına yardımcı olur (Bozkurt, 1998: 139, 137). Bu nedenle Marcel ‘ben kimim?’ sorusunun ancak ‘başkası’ ile birlikte ve onlarla paylaştığı ilişki sayesinde gerçek anlamını bulabi- leceğini ifade eder. Yani kişinin kendini gerçekleştirebilmesi, kendini başka varlıklara açmasına ve onlarla karşılıklı ilişki kurabilmesine bağlıdır. “Ben kendimi başkalarında yaratırım ve başkalarının da kendi özgürlüklerini yaratmasına yardım ederim. Bu ilişki- lerin özü sadakattir” (aktaran Bochenski, 1997: 216). Çünkü Marcel’e göre ben kendisi- ni ancak ötekilerin başkalıklarından dolayı, ‘başkaları olmayan’ olarak kavrar. Başka bir ifadeyle başkalarının varoluşu, kişinin bireysel varlığının farkına varabilmesine temel oluşturur. Ona göre eğer başkaları varolmuyorsa, o zaman kişinin kendisi de varolamaz (Koç, 2004: 142 143).

Bu nedenle başkası kişinin sınırı değil, tersine kaynağıdır. Marcel, ‘ben-başkası’ ilişkisinde başkasını; yeri başka biriyle değiştirilebilen, bizzat muhatabımız olmayan, doğrudan ilişki kurmadığımız rastgele bir insan olarak değil, tanıdığım, yakınlık kurdu- ğum, içten ilişkiler yaşadığım, somut bir bağ kurduğum ve kişi için ‘sen’ haline gelen insan olarak ele alır. Kısaca Marcel başkasını, sen seviyesinde düşünür Ona göre sen, kendisinde kendimizi keşfettiğimiz ve kendisi aracılığıyla yükseldiğimiz kişidir. Çünkü Marcel’e göre kişi ancak bir ‘sen’ ile ilişki kurabilirse varlık olabilecektir. Başkasıyla da sen olarak ilişki kurabilmemiz ancak özgürlük ile mümkündür (a.g.e., 140-144). Başka bir şekilde söyleyecek olursak, varlıklar arasında bu biçimde kavranan ilişki temelinde bir ‘ben’ ile bir ‘sen’ arasındaki karşılıklı ilişki özünde bir diyalog niteliğindedir. ‘Ben’ in karşısındaki de bir ‘nesne’ değil, bir ‘varlık’, bir ‘gizemli varlık’tr. Böyle bir ilişki ki- şinin, hem kendisi olmayana açılmaya hazır olmasını, yani hazırlıklı, ulaşılabilir olma- sını, hem de kendisini tam olarak vererek ilişkiye katılmasını, yani kendisini bağlayabil- mesini gerektirir. Bunun tersi ise, yani kişinin kendini açarak bağlanmak istememesi, güvensizliğe, umutsuzluğa, çaresizliğe ve giderek intihara sürüklenmesine yol açar.

İlişki kurmak, gerçekte kendi olmak kadar -ötekinin kaderi bizim ellerimizdey- miş gibi- ben’in öteki için sorumluluğunu da dile getirir. Ben varoluşunun zirvesine

ötekindeki her şey onu ilgilendirdiğinde ulaşır (Demirhan, 2003: 66). Heiddegger’de de bu birliktelik fikrini görüyoruz. Ona göre dünya içinde varolmak demek, başkalarıyla paylaştığım ya da birlikte olduğum dünya demektir. “… yalıtılmış bir ben de ötekiler ol- madan verili değildir” (Heidegger, 2011: 122). Bu nedenle Heidegger, insan’ın, araçla- rın tersine yalnızca bir ‘için-varlık’ değil, bir Mitsein, ‘birlikte-varlık’ olduğunu düşü- nür. “… Dasein öz olarak bizatihi birlikte-olmadır” (a.g.e., 126).

Sartre da, kişinin kendi varoluşunu gerçekleştirmesi ve kendini tanıması açısından başkalarının gerekli olduğunu söylemesine rağmen, ortaklaşa öznelerin bağlandığı bir özne-biz varoluşuna inanmaz. Çünkü ona göre “birlikte-varlığımı, biricik bir kişiliğin aynı şekilde biricik olan başka kişiliklerle ilişkisi olarak değil, ‘yeri doldurulmaz varlık- lar’ın karşılıklı bağlantısı olarak da değil,… bireysel öznelerin iletişimsizliği düzlemin- de ortaya koymak…” (Sartre, 2009: 336) gerekir. Çünkü Sartre’a göre ancak bu şekilde otantik ve birey oluruz. Zira Mitsein’ın ilişkisi, başkasının tanınmasında bize hiçbir biçimde yardım edemez. Bu nedenle de Sartre için “bilinçler arasındaki münasebetlerin özü, Mitsein değildir, çatışmadır” (a.g.e., 545). Bu bağlamda Sartre insanın insanlarla ilişkisinde her zaman bir yabancılaşma tehlikesi olduğunu, yabancı olanla temasın, eşyalarla temasta oluşan bulantıya benzer bir bulantı oluşturduğunu söyler. Bu yüzden iletişim umutsuzluğu Sartre’da ortaya çıkar ve bunu da ‘başkası için varlık’ çözümleme- siyle gösterir. Ona göre başkası “bana doğru geldiğini gördüğüm şu kadın, sokaktan ge- çen şu adam, penceremden şarkı söylediğini işittiğim şu dilenci benim için nesnedirler” (a.g.e., 344). Ancak ona göre başkaları da kişinin kendisini, bakışları ile nesne yapar. Yani Sartre’ın ifadesiyle, ‘kendimden çalınırım’, “aniden dünyayı benden çalan bir nes- ne belirmiş olur… başkasının dünya üzerinde görünmesi, bütün evrenin donmuş bir halde kaymasına… tekabül eder’’ (a.g.e., 347). Böyle bir durumda Sartre, artık kişinin kendisi olmadığını, bir kendinde varlık haline geldiğini söyler. Bu nedenle Sartre, baş- kalarını ‘cehennem’ olarak görür. Çünkü kişi kölelik tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ona göre bundan kurtulmanın tek bir yolu vardır; aynı biçimde karşılık vermek ya da bakış- lara kayıtsız kalmak. “Sanki o bana bakıyormuş ve bende onu fark etmemişim gibi ya- parım. Bu durumda, rahatımdır, yabancılaşmış değilimdir, sıkılganlığın ve utancın öte- sindeyimdir. Bu durum, kimileri için -pis herifler- bir yaşam boyu sürebilir” (Mounier, 2007: 128). Buradan çıkartacağımız sonuç, başka bir varlık karşısında durumumuz, yani başka-varlık insan olursa, biz insanlar için iyi bir şey değil. Çünkü başkası bizi kötü

anlamda etkiliyor, değersizleştiriyor, nesneleştiriyor, kendimize yabancılaşmamıza neden oluyor. Oysa Tanrı karşısında olmak, Kierkegaard’ın ifade ettiği gibi bunun tam tersidir. Zira insan, ancak Tanrı karşısında gerçek anlamda özgür olabilmekte, kendini bulabilmekte ve bir benlik olabilmektedir.

Kierkegaard’ın başkalarıyla ilişki kurma konusundaki düşüncesini, Heidegger ve Sartre’ın görüşlerinden yola çıkarak ifade etmeye çalıştık. Çünkü her ikisi de Kierke- gaard’ın düşüncelerinden çok fazla etkilenmiş hatta felsefelerini de onun kavramları üzerine oturtmuşlardır. Kierkegaard, insanlarla çok fazla ilişki kurmayan biridir ve genellikle yalnızlığı tercih eder. Hatta evine uşağından başka hiç kimsenin girmediği söylenir. Zira Kierkegaard, her zaman her şeye ve herkese kaşı muhalif olan biri olduğu için, bir anlamda başkaları ile ilişki kurmanın yarattığı sonuçlar yüzünden, insanlarla - Regine Olsen ile nişanını bozma sebebi de bu olabilir- çok fazla ilişki kurmaz, onların etkisinde kalmamak, onların kölesi olmamak için.