• Sonuç bulunamadı

2.2. MİLLİYETÇİLİK KURAMLARI

2.2.1. İlkçi Yaklaşım

İlkçi (primordalist) yaklaşım özünde tamamen homojen ve belirli sınırları olan bir teoriden ziyade bir bakış açısı olarak anlaşılabilir. İleride de kullanılacak olan bu

kavramsallaştırmalar aslında bazı ortak noktalara haiz olan çeşitli düşünceleri nitelemek amacıyla kullanılmaktadır. Bu bağlamda ilkçi yaklaşımın en ciddi belirleyeni milletleri birer doğal yapılar olarak görmeleri olacaktır (Özkırımlı, 2013: 79).

İlkçi (primordialist) kavramına ilk olarak Edward Shils’in özellikle gemeinshaft ve gesellshaft kavramlarını etnik bağlamda tartışmasıyla ilgi çekici olan 1957 tarihli Primordial, Personal, Sacred and Civil Ties isimli makalesinde rastlanmaktadır. Shils’e göre birincil olan şey yani her şeyden önce yaratılmış ve belli bir bağlamda verili olan olarak anlaşılan, bu münasebetle de hep varmış gibi algılanan bir ilişkiye işaret eder (Shils, 1957: 142). Makalede, bütünün sosyal ilişkileri tanımlarken mistik bir hava yaratılması Eller ve Coughlan’ın dikkatini çekmiştir ki düşünürün din sosyolojisinden etkilendiklerini iddia etmişlerdir (Özkırımlı, 2013: 80; Eller ve Coughlan, 1993: 184) .

Bu bağlamda, ilkçi kurama toplumsal yaşamın sadece verili olmadığını ileri sürmektedir. İlkçilik içerisinde toplumsal olanın verili olarak kabul edildiğine dair yaklaşımı da barındırır. Geertz’in ifadesiyle primordial bağdan kasıt verili olan –ya da daha kesin olarak verili olanla karışmış, verili olduğu varsayılan- öğelerden kaynaklanmaktadır. Ona göre bu bağlar özellikle yakınlık ve akrabalık ilişkileri çerçevesinde ancak onların verili olmasının da ötesindedir. Bunların verili sayılması belirli bir dini inanışın, dilin, hatta lehçenin ve sosyal pratiklerin içerisinde doğulmuş olunmasından kaynaklanır (Geertz, 1973: 259).

Bu yaklaşım, ifade edilen manada, alt-milli –etniste, ırk v.b. gibi- öğeleri konu alan ve neticesi itibariyle milliyetçi teorilere konu olan bir düşünme biçimi olarak karşımıza çıkar. İlkçi yaklaşım için millet, milliyetçilik veya ulus devlet kavramları kimi açılardan ikincil veya ilgisiz iken (Smith, 1998: 157), kimi açılardan belirli bir dışsallık olarak kabul edilebilir. Kendi içerisinde; araçsalcı (instrumentalist), eskilci (perennalist), ilkçi (primordialist) modernist tartışmaları güden bu kuram kültürel- biyolojik bir birliktelik olarak etnistenin modern ulusların bir alt basamağı olup olmadığı noktasında çeşitli yaklaşımlara sahiptir.

İlkçiliği üç farklı düzeyde incelemek mümkündür. Özkırımlı (2013: 82) bu düzeyleri doğalcı, biyolojik ve kültürel olarak adlandırsa da, söz konusu ayrımlar farklı

çalışmalarda faklı şekilde isimlendirilmiş veya aynılarının başka bağlamlarda kullanılmıştır.

İlk olarak, doğalcı olarak adlandırılan düzeyin en radikal düşünme biçimi olduğunu ileri sürülebilir. Genelde sık sık ilkçilik ve doğalcılık birbirine karıştırılır ve ilkçilikten doğalcılık anlaşılır. Ancak ilkçilik, doğalcılık ve rakiplerini de içine alan daha genel bir anlayışı işaret etmektedir. Bu görüşe göre doğalcılık; etnik kimliği konuşma, tat alma, görme ya da cinsiyet v.b. gibi doğal ve verili olarak kavrar (Özkırımlı, 2013: 82). Bu gruplar, etnik kimlik çerçevesinde, ben ve öteki temeline dayanan bir kamplaşmaya yatkındır (Smith, 1998: 157). Bir diğer anlamda, etniste verilidir; insanlığın her bir çağı ve coğrafi parçasında farklı özellikler göstermiş olsa bile etnik bağlar şiddetinde bir değişme olsa da, farklı biçimlere bürünse de ve değişik şekillerde karşılansa da doğaldır ve zamanın dışında vardır ve var olacaktır (Smith, 2002: 267; Smith, 2016: 39-40). Bu bağlamda, insanlık tarihi etnik bağlılıklarla ve dolaylı olarak milliyet ve milliyetçilikle alakalıdır22.

İlkçiliğin bu radikal versiyonunda bir diğer yaklaşımdan daha bahsetmek mümkündür. Smith’in milliyetçilik literatürüne kazandırdığı “eskilci”23 (perennialist) kavramı doğalcı olarak adlandırılan yaklaşımın bir nevi eleştirisi olarak kavranabilir. Smith’in yaptığı bu ayrım aslında etnik birlikteliğin çok eski çağlara dayanmasının onun verili olmasını gerektirmediği düşüncesine sahip bir takım yazarların çalışmalarına dayanır. Eskilci yaklaşıma göre etniste ve ulus arasında ya yakın akrabalık vardır ya da tamamıyla aynı şeylerdir. Bu şekilde aslında ulusun modern bir mefhum olduğunu kabul eder ancak aynı zamanda modern ulusun kadim etnik toplulukların ya da kolektif kültürel kimliklerin güncellenmiş bir versiyonu olduğunu da savunur. Yani biçim değişir ancak milli öz sürekli aynı kalır. Diğer taraftan milletleri veya etnisteyi verili olarak kabul etmez. Onlara göre bu tip fenomenler kesinlikle tarihsel ve sosyolojiktirler. Buna rağmen söz konusu kimlikler bilinen tarih boyunca kurucu etkiye sahip olmuşlardır bu yüzden verili gibi, hep var olmuş gibi algılanmaktadır (Smith, 1998: 159). Onlara göre eğer böyle bir öz tarihin ayak oyunları neticesinde uykuya dalarsa milliyetçiler onu uyandırmakla mükelleftir (Özkırımlı, 2013: 85). Eskilci yaklaşım bu

22 Ayrıntılı bilgi için Bknz: Smith, Anthony D, (1986), History and Liberty, Dilemmas of Loyalty in

Western Democraties, Ethnic and Racial Studies, No: 1, s. 43-65

23Perennialist kelimesi bazı kaynaklarda kadimci, süreklilikçi gibi kelimelerle de karşılanmıştır ancak

duruma örnek olarak Hitler, Mussolini, Mao v.b. gibi aktörleri gösterir (Smith, 1998: 161).

İlkçiliğin bir diğer düzeyi olan biyolojik yaklaşım ise milliyetçiliğe ve millet mefhumuna daha fiziksel yaklaşmaktadır. Etniste ve milliyetçilik kavramlarını sosyo- biyolojik bir yaklaşımla ele alan biyolojik düzlem temelinde üreme-çoğalma ikilisini barındırır. Üreme- çoğalma eyleminde başarıya ulaşmak için kendisine benzer olana yönelen aktörler, en uygun eşi bulmak amacıyla, etnik/kültürel değerleri rehber edinmek suretiyle, en doğru gen havuzunu ararlar. Kan bağı ve akrabalık bu sayede önem kazanır ve güçlü milli duyguların temellerini oluştururlar.

Bunu açıklamak için Pierre van den Berhge’nin üçlü sınıflandırmasına kısaca bakmak gerekmektedir. Yazar toplumsal formasyonlarda üç faklı ilişki belirler. Akrabanın seçilmesi (kin selection), zorlama (coercion) ve karşılıklılık (reciprocity) olarak tanımlanan bu ilişkiler primordial bağların temel özellikleri olarak da anlaşılabilir (Berghe, 1987: 11). Akrabanın seçilmesi üreme-çoğalma çerçevesinde en benzer gen havuzuna yönelme olarak tarif edilebilir, karşılıklılık ise insanların bir nevi iş birliği içerisinde olması gerektiği fikrinden yola çıkar, zorlama ise bu karşılıklı faydanın tek taraflı fayda ile yer değiştirmiş hali olarak görülebilir (Berghe, 1987: 11-12).

Berghe’ye göre etnik guruplar bu bağlamda birer süper-aile oldukları için bahsedilen özellikleri kapsarlar. Yani bir klanın ya da aşiretin şefi/ağası ya da bir köyün yöneticisi bir “süper aile”nin (superfamily) “süper baba”sı (superfather) olarak hüküm sahibi olur. Bu bağlamda bir halkın kolektif ruhu ve birikiminin hayat bulmuş halinden farksızdır. (Berghe, 1987: 66-67). Yazar bir nevi Jean Bodinvari bir analoji, kurarak XIV. Louis’in ünlü sözüne dikkat çeker: L’état c’est moi, La nation c’est moi24.

Son düzlem olarak “kültürel ilkçilik” genelde Geertz ve Shils’in çalışmaları ile bağdaşmakla beraber söz konusu düşüncelere dayanak olacak üç sacayağı üzerine inşa edilmiştir (Özkırımlı, 2013: 89). Eller ve Coughlan (1993: 187) bu üç sacayağını The Poverty of Primordialismisimli çalışmalarında şu şekilde özetlerler;

1. Bütün ilkçi bağlar verili ve bu anlamda da a pirori bir öze haizdir. Dolaylı olarak ilkçi ilişki ve bağlılıklar sosyolojik olmaktan ziyade doğal ve hatta tinseldir25 (spiritual).

2. Bu tip bağlar linguistik çabalarla bir başkasına aktarılamaz, kelimelerle tarif edilemez olmakla beraber baskın nitelikte ve zorlayıcı güçtedir.

3. İlkçi bağlılıkların doğası duygudur. Yani primordial ilişkilerin bilgisinden ziyaden duygusu onun ontolojik özüdür. Bu yönüyle sınıfsal aidiyetler gibi diğer aidiyet biçimlerinden ayrılır (Smith, 1998: 155; Eller & Coughlan: 1993: 187; Özkırımlı, 2013: 89).

Özetleyecek olursak ilkçi yaklaşım çerçevesinde 4 farklı bakış açısının öne çıktığı gözlenmektedir. Etnik kimliği verili ve doğuştan gelen bir özellik olarak savunan doğalcı yaklaşımın yanı sıra, bu kimliklerin verili olduğundan ziyade verili olarak kabul edildiğini çünkü tarihsel kökenlerinin çok eskiye dayandığını, bu çerçevede milli özün biçimi değişse de kendisinin kadim bir fenomen olarak varlığını devam ettireceğini savunan eskilci yaklaşımın da ilkçi kategoriye ait olduğu yukarıda özetlenmiştir. Bununla beraber etnik kimliği doğru gen havuzuna yönelmenin neticesinde birer süper aile olarak tanımlayan biyolojik ilkçi yorumu ile etnik kimliğin sıkı sıkıya bağlı olduğu kolektif inanç, dil ve ahlak sistemleri gibi değişkenlerin tanrısal denilebilecek bir özellikle öncesiz ve sonrasız bir ilk olarak var olduğuna dair duyulan sıkı inanç olarak kültürel ilkçiliğin ana hatlarına kısaca değinilmiştir. Bu durum milliyetçilik çalışmalarına etniste çalışmalarından devşirilen ilkçilikte iki uç olduğunu gösterir. Birinci uç etnik kimliklerin verili, tinsel, ve mistik olduğuna dair kesin inançlara sahip iken diğeri milliyetçiliğin –Durkeim’in dinin sürekli belirli ritüellerle beslenmesine atıfta bulunarak- etnik kimliğin sürekli beslenmesi gerektiğini ve bu bağlamda da onun durumsal, değişken bir yapıya sahip olduğunu iddia eder (Eller ve Coughlan, 1993: 192- 193). Aslında etnik kimliklerdeki bu besleme mevzu ileride modern milletlerin döneminde de Michael Billig’in ifadesi ile banal (sıradan) olarak sürekli bir hale gelecektir26. Diğer taraftan bir kültür olarak etnik topluluğun bu değişkenliği onu araçsal

25 Spiritual kelimesi “ruahni “ olarak çevrilebileceği gibi Hegel’in “geist” kavramına denk düşen “tin”

olarak da çevrilebilir ancak Eller ve Coughlan’ın kullandığı bağlam itibariyle “nihai, sonsuz ve kendinde bir öze sahip olan” olarak anlaşılan “tin”in ruhani kelimesinden çok daha bir çeviri olacağı düşünüldüğü için bu şekilde çevrilmiştir.

26 Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz: Billig, Michael, (2002), Banal Milliyetçilik, (Çev. Cem Şişkolar), Gelenek

olarak siyasal iktidarların çıkarına kullanılabilmesine de imkan tanır (Smith, 2016: 39- 40-41; Smith 1998: 153-154)

Tüm bunların yanında özellikle odaklanılması gereken şey millet/ulus mefhumu ile ilgili ilkçilerin yaklaşımlarıdır. Milletleri etnik toplulukların birer uzantısı olarak kadim ve tinsel bir konuma yerleştiren ilkçiler bu konuda eleştirilerden kaçamamışlardır. Özellikle etno-sembolizmin köşe taşı Anthony D. Smith, Sami Zubaida ve Jhon Breuilly gibi kalemler bu konuya eğilmişlerdir. Özellikle Smith Milli Kimlik(2016)isimli eserinde bugünkü milliyetçiliğin kökenlerini tarih öncesi çağlarda yaşamış olan Yunan, Mısır ve Yahudi medeniyetlerini incelemek suretiyle aramıştır. Ancak buna en yakın olarak etnik devlet konseptinden başka bir şey elde edebildiğini iddia etmek güçtür.

Eller ve Coughlan ilkçiliğin marjinalleştiği artık milliyetçi propagandalar dışında bir bilimsel değeri kalmadığını ve bu yüzden söz konusu kavramın sosyolojiden dışlanılması gerektiğini iddia edecek kadar sert bir tutuma sahipken (Eller ve Coughlan, 1993: 200), Smith ve Brass gibi yazarlar her ne kadar kendi başına bir anlamı olmasa da bir takım açmazları kavramak adına uygun bakış açılarını oluşturabildiğini savunur (Özkırımlı, 2013: 101).