• Sonuç bulunamadı

2.2. MİLLİYETÇİLİK KURAMLARI

2.2.2. Modernist Yaklaşım

2.2.2.1. Eric Hobsbawm: Geleneğin İcadı ve Milliyetçilik

Milliyetçilik literatüründe önemli izler bırakan tarihçi ve milliyetçilik kuramcısı Hobsbawm (1917-2012), Marksist geleneği takip etmek suretiyle yaptığı analizleri tarihsel bağlamlara oturtarak bir tarih profesörü olmasının avantajlarını oldukça verimli ve etkili bir şekilde kullanır. Yazarın milliyetçilik üzerine düşüncelerini iki farklı çalışmasında gözlemlemek mümkündür. İlki Terence Ranger ile beraber 1983’de derlediği ve bu bölüme ismini veren “geleneğin icadı” terminolojisini tartıştığı The Invention of Tradition27isimli çalışması, ikincisi ise millet ve milliyetçilik kavramlarına dair analizlerini topladığı ilk baskısını 1990 yılında yapan ve Türkçeye 1993 yılında Milletler ve Milliyetçilik ismi ile çevrilen Nations and Nationalism since 1780 isimli kitabıdır.

Hobsbawm’ın diğer modernist düşünürlerle bir tür rabıta içerisinde olduğu ileri sürülebilir. Öyle ki, bir sonraki bölümde tartışılacak olan E. Gellner’in düşüncelerinin etkileri sık sık metine yansımaktadır. Daha sonraki bölümde ele alınacak olan B. Anderson’un “hayali cemaatler” kavramına ise atıfları görmek mümkündür. Bunun yanında E. Kedourie’nun (1961: 1) milliyetçiliği bir icat olarak kavrayan tavrı, J. Breuilly’in (1993: 1-2) iktidar mücadelesi sürecinde bir meşruiyet aracı olarak milliyetçiliği ele alış şekli yer yer kendini ele vermektedir. Bu bağlamda düşünecek

27(Ing.) Geleneğin İcadı. Bu derlemede Hobsbawm; Invention of Tradition ve Mass-Producing Traditions: Europe, 1870-1914 isimli iki kitap bölümü yazmıştır.

olursak tüm bu çeşitlilik içerisinde Hobsbawm’ın görüşleri tek başına bir teori olmasından ziyade sunduğu perspektif çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.

Invention of Tradition isimli çalışmasında Hobsbawm, önce gelenek (tradition) ve örf28 (custom) arasında bir ayrım yapar. Gelenek eski olduğunu iddia etmesine rağmen sıklıkla yeni meydana gelmiş ve bazen de “icat edilmiş”tir. En çok gelenek icat edilen dönem ise 1870-1914 arasıdır. Bunun sebebi ise gelişen iletişim teknolojileri ile demokrasinin ve buna bağlı olarak politik olmayan kitlelerin politize olmasını gösterir. Bu bağlamda geleneğin icadı modern cumhuriyetlerin devamlılığı ve de inşası için temel bir rol oynar, toplumu sosyalist veya diğer sağ düşüncelerden korur (Hobsbawm, 1983: 168-270).

İcat edilenler dâhil tüm geleneklerin ortak karakteristik özelliği değişmezliktir ancak örf değişmezliği kaldıramaz. Ortak kurallar olarak örf ise esneklik ve formal grup üyeliğinin bir karışımıdır. Yani gelenek sık sık tekrarlanması ve kurumsallaşması gereken – bir İngiliz yargıcın peruğu gibi- bir yapıda iken örf her döneme kendini adapte edebilen, daha soyut bir şeye gönderme yapar (Hobwsbawm, 1983a: 1-2-3).

Bu ayrımın ardından icat edilen bir geleneğin özelliklerini sıralamak mümkündür. Onun en önemli özelliği sembolik, ritüelleştirilmiş, bunlarla beraber bir takım davranış veya değer yargıların tekrarlanması yöntemiyle onların sürekli telkin edilmiş olması olarak formülize edilebilir (Hobsbwam, 1983a: 1). Sürekli tekrar edilen ritüeller sayesinde geçmiş ve bugün, hatta gelecek arasında bir bağlantı kurulur bu da bir “süreklilik” hissinin oluşması ile neticelenir (Özkırımlı, 2013: 142-143). Yazar buna örnek olarak XIX. yüzyılda yeniden inşa edilen İngiliz Parlamentosu’nda gotik mimarinin benimsenmesi hatırlatır (Hobsbawm, 1983a: 1-2).Bu örnek aslında düşünürün, belirli bazı ahlaki konumların, folklorun, ritüellerin veya sembolik değeri olan başka unsurların ödünç alınıp yeni geleneğin eski geleneğe kolayca dönüştürülebileceğine dair görüşünü de destekler niteliktedir (Hobsbawm, 1983a).

28 Tradition kelimesi ile Custom kelimesi birbirinin içine geçmiş ve aşağı yukarı aynı anlama ifade eden

kelimelerdir. Tradition kelimesi daha önceden başka kaynaklarda “gelenek” olarak çevrildiği için bu şekilde kalması uygun görülmüştür. Diğer taraftan hem yazarın yaptığı açıklamalar hem de Türkçede var olan kelime dağarı göz önünde bulundurularak “custom” kelimesinin çevrisi “örf” şeklinde yapılmıştır. Bu keklimde “anane” veya “görenek” olarak da çevirmek mümkündür. Ancak bu tip çevriler Hobsbawm’ın kullandığı anlamda bir manada akışkan, değişebilen ve soyut bir fenomeni, kapsamakta yeterli performansı gösteremezler.

Hobsbawm daha sonra üç tip icat edilmiş gelenekten bahseder. Bunlar; a.) yeni kurumları oluşturan icat edilmiş gelenek (spor, sendikalar v.b.), b.) yeni statü ve sosyalleşme tarzları üreten icat edilmiş gelenek (hiyerarşik eğitim sistemi ya da kraliyet törenleri), c.) gerçek ya da yapay grupların bütünlüğünü belirleyen ve simgeleyen topluluklar üreten icat edilmiş gelenektir (millet gibi) (Hobsbawm, 1983a: 8; Özkırımlı, 2013: 144).

Bir gelenek icat edildiğinde toplumsal değerlerin doğası, grup üyeliğine dair haklar ve zorunluluklar gibi konularda eskisine göre daha belirsiz ve bulanıktır. Daha çok vatanseverlik, sadakat ve görev gibi tanımı belirsiz telkinlerde bulunur. Bu çerçevede, yazara göre, icat edilen “yeni” gelenekler eskisine göre toplumsal hayatta çok daha fazla yer kaplarlar (Hobsbawm, 1983a: 10-11).

Millet ya da milliyetçilik kavramına döndüğümüzde, Hobsbawm’ın görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür. Ona göre en yaygın ve en önemli icat edilmiş gelenek millet ve buna bağlı olarak milliyetçiliktir. Bu kavramlar ve bununla ilintili olan değişkenler –tarih, dil v.b.- toplumsal mühendislik ürünüdür (Hobsbawm, 1983a: 13). Bu noktada yazar E. Gellner’i onaylar; “ulusçuluk öncelikle siyasal birim ile ulusal birimin çakışmalarını öngören siyasal bir ilkedir” (Hobsbawm, 2014: 24; Gellner, 2013: 71). İlkçi yaklaşımın savunduğu etnistenin ve bununla berber milletin tinsel, doğal ve verili bir fenomen olduğu yaklaşımını reddeden düşünür bunu açıklamak için Gellner’in düşünceleriyle irtibat kurar. Yani o milletin verili ve doğal ve bir politik kader olduğu iddiasını reddeder. Özetle analitik düzlemde milliyetçilik milletten önce gelir. Milliyetçilik milleti ve ulus devletleri “icat” eder (Hobsbawm, 2014: 24-25-100).

Çalışmasında milliyetçiliğin iki farklı aktör gözünden incelenmesinin gerekliliğine dikkat çekerken diğer düşünürleri bu açıdan eleştirir. Milliyetçilik hem hükümetler hem de onların iktidarlarına muhatap olan sosyal biçimler açısından ayrı ayrı incelenmelidir (Hobsbawm, 2014: 25).

Özellikle dil ve tarihin icat edilmesi konularına yoğunlaşan yazar dil ve tarihin nasıl icat edildiğine dair değerlendirmelerde bulunur. Aslında milliyetçiliği; açıkça öyle olmadığı bilinen bir şeye sıkı sıkı bağlanmak (Hobsbawm, 2014: 27) olarak tanımlandığında dil ve tarih gibi milli bilincin ana motoru görevini yapan iki değişken

ister istemez “kurgu29 kategorisinde nitelendirilecektir. Dil üzerindeki değerlendirmeleri çalışmalarında ciddi yer işgal eden düşünüre göre milli diller daima yarı kurgu veya yer yer –modern İbranice gibi- bütünüyle icat edilmişlerdir. Milli dillerin kuruluşundaki asıl mesele ise var olan değişik lehçelerden hangisinin homojenleştirilmiş bir dilin temeli olacağı sorunudur30 (Hobsbawm 2014: 73). Bu tip icat edilmiş dillere Yunanca, Hırvatça, Fransızca, İtalyanca ve Almanca gibi dilleri örnek gösterir31. Aslında bir anlamda şunu söylemektedir; diller devletlerle çoğalır devletler dillerle çoğalmaz (Hobsbawm, 2014: 83).

Yazarın “proto-milliyetçilik” dediği unsurlar işte tam bu millileşme sürecinde aranmaktadır. Yani bu kavramdan anlaşılması gereken şey, bir millet olabilme potansiyeli olan ancak zorunlu olarak bir millete ve bu bağlamda milli devlete dönüşmek zorunda olmayan siyasi ve sosyal yapılardır (Hobsbawm, 2014: 64-65-66). Bu bağlamda proto formda bir milliyetçiliğin evirilip modern anlamda milliyetçiliğe dönüşmesi ile etniste arasındaki bağ da aynı şekilde bir icadın ürünüdür. Her ne kadar bir proto milliyetçiliğin işareti olarak kabul edilse de biz ve öteki olarak ayrım yapmaya yarayan kültürel bir birliktelik olarak etnik biçimlerin milliyetçiliği oluşturmada etkisi yazara göre küçüktür (Hobsbawm, 2014: 78). Anlaşılan o ki yazar etnik toplulukların tek başına bir milleti oluşturamayacağını, onların bir sosyal mühendislikle millete dönüştürülmesinin ancak millet ve milliyetçilikle ilgili ciddi bir ilişkiyle neticelenebileceğini ifade etmektedir.

Bir diğer taraftan yazar tebaanın yurttaşa dönüşümünü simgeleyen demokratikleşme sürecini de milliyetçilik ile ilişkilendirir. Ona göre –yukarıda belirttiğimiz gibi- dini ve aşkın olan devlet yapılarının laikleştirilmesinin ardından modern devletin meşruiyet krizini aşacak olan şey yine kendisi olmuştur. Savaşlarda – özellikle I. Dünya savaşı- kendilerini feda eden yüz binleri gören iktidarlar bu sadakat ve adanmışlığı yani yurtseverliği kendilerini söz konusu meşruiyet krizinden

30 Bu noktada “İstanbul Türkçesi” ifadesini ve Kürt örgütlerinin “Kurmançi” lehçesini Kürtlerin yaşadığı

coğrafyaya yaymaya ilişkin çabaları hatırlatılmaya değerdir.

31 Bu konu çok geniş ele alındığı için daha fazla ayrıntıya girmemeyi tercih ediyorum. Ancak Fransızca

için tespitleri inşa’nın nasıl olduğuna dair bir fikir verebilir. 1789’da Fransada Fransızca konuşan insan sayısı toplam nüfusun %’de 50’si kadardı. Toplamda%12-13’ü ise doğru şekilde konuşabiliyordu. Ancak basılı yayın ve ilköğretimin zorunlu olması ve askeri kurumların faaliyetleri Fransızcanın ülkenin bütününe yayılmasını sağlayarak onu milli bir dil haline getirdi. Ayrıntılı bilgi için Hobsbawm, 2014 II. III. ve V. Bölümler.

kurtarabilecek bir araç olarak görmekteydi. Nitekim öncelikle eldeki topluluk –çokluk- önce bir halka dönüştürülmeliydi ki bu hem proto-milliyetçilik hem de yurtseverlik ile alakalı bir durumdu (Hobsbawm, 2014: 110-111-112-113). Diğer bir değişle milliyetçilik, kitlesel demokrasiye geçişin kontrollü yapılması için hayati bir rol yükleniyordu. Bu rolün ifası için ise geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kurulması zorunlu bir hal alıyordu (Özkırımlı, 2013: 147).

Hobsbwam milliyetçiliğin zirvesi olarak faşist milliyetçiliği kast etmez aksine milliyetçiliğin zirvesi olarak gördüğü şey anti-faşist milliyetçiliklerdir (Özkırımlı, 2013: 146). Anlaşılan faşist milliyetçiliği olumsuzlayan yazar “eski özgürleştirici ve birleştirici milliyetçilikten geriye ne kaldı ?” (Hobsbawm, 2014: 167) sorusunu sorarak aslında neden bu şekilde bir tavır takındığının ipuçlarını vermektedir.

Düşünürün XX. yüzyılın sonunda milliyetçiliğin durumu üzerine düşünceleri ise oldukça tartışmalıdır. Ona göre milliyetçilik artık eskisi kadar önemli değildir. Milliyetçilik bir gerileme dönemindedir (Hobsbawm, 2914: 195-201). Bu gerileme döneminin ise neyin habercisi olduğuna dair değerlendirmeleri ise şu şekildedir;

“Peki, yirminci yüzyıl sonu ile yirmi birinci yüzyıl başındaki dünya tarihini de bu çerçevede yazmak mümkün müdür? Bence hiç mümkün değildir. Tersine, bu dönemin tarihi kaçınılmaz biçimde ya politik, ya ekonomik, ya kültürel, hatta ya da dilsel temelde tanımlana geldiği için artık “milletler” ve “milli devletler” sınırlarına hapsedilemeyecek bir dünya tarihi olarak yazılacaktır. Bu dönemin tarihi ağırlıkla üst-milli ve alt-milli bir tarih olacak, ama alt-milliyet bile (mini-milliyetçilik giysisini giysin giymesin) işlerlikli bir birim olarak eski milli devletin gerilemesini yansıtacaktır” ( Hobsbawm, 2014: 226).

Son tahlilde Hobsbawm millet ve milliyetçilik kavramlarından anlaşılan toplumsal biçimler ve kolektif duyguların temsilcisi olma niteliğini kaybettiğine inanır. Yazarın ifadelerine göre; bir gün millet tahayyülü dışında hayal edilebilecek başka aidiyet biçimlerinin siyasal dünyayı domine edecektir ancak bunun yakın bir gelecekte mümkün olmayacağının da bilincindedir (Hobsbawm, 226-227).