• Sonuç bulunamadı

Medine YILMAZ

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi

Betül AKTAŞ

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi

Banu MUTLU

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi

Nazife KAPLAN

İzmir Katip Çelebi Üniversitesi

ÖZET

Amaç: Bu literatürün incelenmesinin amacı, Tamamlayıcı ve Tlternatif Tedavi Töntemlerinin (TAT) kullanımı ile ilgili hemşirelik alanında yapılan ve Türkçe yayınlanan çalışmaları inceleyerek, bu alandaki gereksinimleri ve gelecekte yapılacak çalışmalar için araştırma önceliklerini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Tamamlayıcı ve Alternatif Tedaviler ile ilgili Ocak 2000- Aralık 2014 yılları arasında hemşirelik alanında ve hemşireler tarafından yapılan, Türkçe yayınlanan çalışmalar “Web of Sciences, Science Direct, Türk Tıp Dizini, Scopus, Google Akademik ve YÖK tez tarama, Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi Merkezi” arama motorları kullanılarak taranmıştır. Taramada “Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi, Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp, Geleneksel Uygulamalar, Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi Tipleri, Tamamlayıcı ve Alternatif Tedavi Uygulamaları, Hemşirelik” anahtar kelimeleri kullanılmıştır. Ayrıca ulusal kongre kitap ve CD’leri de taranmıştır. Taramalar sonucu elde edilen bilgiler doğrultusunda nicel araştırmalar araştırma tipi, örneklem özelliği, konu alanı, hemşirelik anabilim dalı yönünden değerlendirilmiştir.

Bulgular: Literatür incelemesi sonucu TAT ile ilgili çalışmaların 97’sinin derleme, 3’ünün nitel araştırma ve 154’ünün nicel araştırma olduğu, bu nicel araştırmaların %77.3’ünün (119 çalışma) tanımlayıcı, % 22.7’sinin (35 çalışma) deneysel/yarı deneysel tipte yürütüldüğü belirlenmiştir. Araştırmaların % 45.5’inin TAT/ geleneksel yönteme ilişkin bilgi ve görüş saptama, % 31.8’inin TAT yöntemleri kullanım oranını belirleme, %22.7’sinin kullanılan çeşitli TAT yöntemleri ile ilgili alanlarda olduğu saptanmıştır. Araştırma örneklemlerinin % 21.4’ünün kadınlardan, % 21.4’ünün kronik hastalıklı bireylerden, % 16.9’unun annelerden, % 9.7’sinin yetişkin bireyler, %9.4’ünün hemşirelik öğrencilerinden, %7.1’inin sağlık personelinden, %5.2’sinin gebelerden, %3.9’unun yenidoğan ve pretermlerden, %3.9’unun cerrahi hastalarından, % 2.5’sinin diğer gruplardan (yoğun bakım hastası, çocuk, üniversite öğrencileri) oluştuğu belirlenmiştir. Konu dağılımları ise %18.8’i çocuk bakımı ve beslenmesi, %23.4’ü TAT yöntemlerine ilişkin bilgi, görüş ve kullanımı, %15.5’i semptom yönetimi, % 14.9’u gebelik, doğum, lohusalık dönemi uygulamaları, %14.3’ü kronik hastalıklarda TAT kullanımı, % 13’ü ağrıyı azaltma ve ağrı kontrolü ile ilgilidir. TAT yöntemlerinin etkisinin araştırıldığı 35 çalışmanın % 37.1’i (13 çalışma) manipülatif ve beden temelli tedaviler (masaj, refleksoloji, egzersiz uygulamaları vb), % 28.6’sı (10 çalışma) zihin ve beden temelli tedaviler (gevşeme teknikleri, müzik, sanat vb) ve % 14.3’ü (5 çalışma) biyolojik ve bitkisel temelli yöntemler, % 11.4’ü (4 çalışma) enerji temelli tedaviler (reiki, terapötik dokunma) ve % 8.6 ‘sı (3 çalışma) diğer yöntemlerdir. Araştırmaların %22.1’inin Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği,

ULUSLARARASI KATILIMLI III. KÜLTÜRLERARASI HEMŞİRELİK KONGRESİ 21-25 MAYIS 2015 155 %21.4’ünün İç Hastalıkları Hemşireliği, %20.8’inin Kadın Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği, %16.9’unun Halk Sağlığı Hemşireliği %9.7’sinin Hemşirelik Esasları, %8.4’ünün Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği ve %0.6’sının Ruh Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği anabilim dallarınca yürütüldüğü görülmüştür.

Sonuç; Türkçe yayınlarla sınırlandırılan bu literatür incelemesi sonucunda Türkçe yayınlanan Tamamlayıcı ve Alternatif Tedaviler ile ilgili hemşirelik çalışmalarının ağırlıklı olarak tanımlayıcı tipte olduğu görülmüştür. Gelecekte planlanacak çalışmaların kanıta dayalı uygulamalara ışık tutacak yönde yarı deneysel ve deneysel tipte planlanmasının bu alan ile ilgili bilgi alanının gelişmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Anahtar Sözcükler: Tamamlayıcı ve alternatif tıp, geleneksel uygulamalar, tamamlayıcı ve alternatif tedavi tipleri, tamamlayıcı ve alternatif tedavi uygulamaları, hemşirelik

ULUSLARARASI KATILIMLI III. KÜLTÜRLERARASI HEMŞİRELİK KONGRESİ 21-25 MAYIS 2015 156

AĞRIYA KÜLTÜREL YAKLAŞIM

Pınar TEKİNSOY KARTIN

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

Gülsüm Nihal GÜLESER

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

ÖZET

Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı tarafından "belirgin bir nedene bağlı olan veya olmayan, insanın geçmişindeki tüm deneyimleriyle ilgili olan hoş olmayan bir duygu" şeklinde tanımlanan ağrıyı diğer tıp bulgularından ayıran en önemli özellik ağrının öznel olması, yani kişiden kişiye farklılık göstermesidir. Ağrının tanımında yer alan geçmişteki tüm deneyimlerle ilgili olma özelliği ağrının birçok toplumsal ve kültürel özellikleri de kapsadığı anlamına gelmektedir. Kişisel özellikler, kültürel alt yapı, din, cinsiyet ve sosyal çevre gibi etkenler ağrı bilincini oluşturur. Ağrı bilincinin gelişmesi ile insanlar ağrıya birbirlerinden farklı yanıtlar verirler. Rahim-Williams ve arkadaşları tarafından yapılan bir meta analiz çalışmasında farklı etnik gruplarda ağrının değerlendirildiği 472 çalışma taranmış ve ağrı deneyimlerine dayalı 26 çalışma incelenmiştir. Çalışmaların çoğunluğunda Afrikalı Amerikalılar ve Beyazlar arasında ağrı durumu karşılaştırılmış ve Afrikalı Amerikalılarda ağrı toleransı daha düşük bulunmuştur. Beyazlar ve diğer etnik gruplarlar arasında yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda da ağrı eşiği ve toleransı arasında değişik farklılıklar bulunmuştur. Dawlon ve ark yaptığı çalışmada genetik olarak etnik grupların belirli ağrı uyarılarına yönelik ağrı esiklerinin ve toleranslarının değiştiği, ağrının bir statü kaynağı olarak görülmesinden, bir ceza olarak değerlendirilmesine kadar farklı anlamlar yüklendiği belirlenmiştir. Hastanın bakımı ve tedavisinde önemli role sahip olan hemşirenin ağrının sebebini belirlemesi ve tedavisini yapabilmesi için bireylerin kültürel özelliklerini bilmesi gerekmektedir.

Kültür; kuşaktan kuşağa aktarılan, toplumundaki bireyler arasında paylaşılan, doğuştan itibaren farkındalık olmaksızın öğrenilen güçlü bir bağdır. Kültür aynı toplum içerisindeki bireylerin ortak dilidir. Kültür toplumu oluşturan bireyler tarafından etkilendiği gibi bireylerin yaşadığı coğrafik konum ve çevre koşullarından da etkilenmektedir. Kişilerin davranışları, kişilerin sağlık ve hastalık durumunda bakım alma, hizmeti talep etme ve tedaviye uyum gibi tüm sağlık uygulamalarına yön verir. Hemşirenin bireylerin dili, eğitimi, yaşadığı bölge, yaşam standartları, gece ve gündüz ritmi, beslenme alışkanlıkları, sağlık davranışları, mahremiyete ilişkin kültürel değerlendirmeleri, beklentileri, norm ve tabuları, batıl inançları, dünya görüşü, kültürel farklılık ve benzerlikleri, dokunma, zamanla ilgili yaklaşımlarını öğrenmesi gerekmektedir. Kültürel faktörler göz önünde bulundurulmadan yapılan hemşirelik bakımı etik bir uygulama değildir. Ülkemiz gibi çok kültürlü toplumlarda, ağrısı olduğunu ifade eden bir bireye yaklaşırken her şeyden önce kültürel bir değerlendirmenin yapılması şarttır. Bu kültürel değerlendirmede; bireyin dini inançları ve onlara uyulmasının derecesi, kültürel tabuları ve önyargıları, ait olduğu sosyokültürel grupların tabuları, öz kontrol düzeyi, bireysel otonomisi, doğaya bakışı, zaman ve gerçeklik algısı gibi birçok faktör göz önünde bulundurulmalıdır. Hasta bakımında hasta memnuniyetinin sağlanması için kültürel bileşenlerin iyi belirlenmesi gerekmektedir. Hemşireler kendi düşünce ve duygularını baskın kabul etmemeli diğer insanların duygu ve düşüncelerini önemsemelidir.

ULUSLARARASI KATILIMLI III. KÜLTÜRLERARASI HEMŞİRELİK KONGRESİ 21-25 MAYIS 2015 157 Hemşirelik bireylere anlamlı, uygun, kültürel değerlere ve yaşam biçimine saygılı, insana yakışır bir hizmet sunmayı amaçlayan transkültürel hizmet veren bir meslektir. Hemşirelerin hizmet verdikleri toplumun kültürel yapısını tanıması ve değerlendirmesi, vereceği hemşirelik bakım kalitesinin yükseltilmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

ULUSLARARASI KATILIMLI III. KÜLTÜRLERARASI HEMŞİRELİK KONGRESİ 21-25 MAYIS 2015 158

GİGER VE DAVİDHİZARS’IN TRANSKÜLTÜREL DEĞERLENDİRME

MODELİNE GÖRE HEMŞİRELİK BAKINDA YAŞANILAN DENEYİMLER

Sebahat ALTUNDAĞ

Pamukkale Üniversitesi

Nazan ÇALBAYRAM

Ankara Üniversitesi

ÖZET

Giriş ve amaç: Farklı kültürlerdeki insanların kendi kültürel varlıklarını açıkça belirtmeleri temel insan hakkıdır, saygı duyulmalıdır. Günümüzde hemşireler, bireylere bakım verirken kültürel farklılıklar, benzerlikler hakkında bilgi sahibi olmalı, duyarlı davranmalıdır. Sağlık çalışanları, farklı kültürdeki bireylerin özelliklerini bilmelidirler. Hemşirelerin tanılamada, temel kültürel verileri yeterince toplamaları önemli ve gereklidir. Giger ve Davidhizar’ın modelinde her bir birey eşsiz kabul edilip altı kültürel boyutta değerlendirilmektedir. İletişim, yakınlık/uzaklık, sosyal organizasyon, zaman, çevresel kontrol ve biyolojik değişkenlerdir. Kültürel model-rehberlerin kullanılması, hemşirelerin bakım verdikleri toplumun kültürel özelliklerini değerlendirmesinde, kültürel verilere daha sistematik, standardize yollarla ulaşmasında ve kültürlerarası hemşirelik alanında bilgi birikiminin artmasında yararlı olmaktadır.

Yöntem: Bu araştırma, bir üniversite hastanesinde pediyatri kliniklerinde (çocuk hematoloji-onkoloji, çocuk cerrahisi, genel pediatri, yenidoğan, acil) çalışan, çalışmaya katılmayı kabul eden hemşirelerin Giger Ve Davidhizars’ın Transkültürel Değerlendirme Modeline Göre Hemşirelik Bakında Yaşanılan Deneyimlerini belirlemek amacıyla nitel olarak yapılmıştır.

Bulgular: Görüşme formu içerik analizinde veriler, Giger ve Davidhizars’ın Transkültürel Değerlendirme Modeli temel alınarak, modeldeki bireyin (eşsizdir) değerlendirdiği altı boyutta kategorilerine ayrılmıştır. Bunlar; İletişim; “Vanlı bir ailede gözlemlediğim babanın üç yaşındaki oğluyla iletişimi ilginçti. Yapılan tetkikler için babanın yeterince bilgilendirilmesine rağmen sanki sağlıklı olan çocuğu sağlık ekibi hasta etmeye çalışıyormuş gibi davranıyordu.” “Bakım verdiğim hastanın ailesi sürekli Allah Razı olsun diye tekrarlıyordu.” “Yoğun bakımda damar yolu için kafa derisindeki saçları kazıdığımızda saçların saklanmasını istiyorlar.” Mesafe yakınlık/uzaklık; “Uzun zaman hastanede kaldıkları için hasta ve yakınlarının aile içi süreçlerde bozulmalardan dolayı çok fazla ilgiye ihtiyaçları oluyor. Çok fazla konuşma ihtiyacı içinde oldukları için her gördüklerinde sohbet etmeye çalışıyorlar. Buda mesafeyi korumayı zorlaştırıyor.” “Çocuk hastalarda bakım ve tedavi anında yakın mesafeler bakımı zorlamıyor. Ancak hasta yakınları çocuğu bir işlem için tutarken mesafeyle ilgili sıkıntılar oluyor hatta hasta yakınları ile vücutlarımız kollarımız temas halinde oluyor. Bu da beni rahatsız ediyor.” Sosyal organizasyon; “10 yaşındaki bir hastam namaz kılan insan resimleri çiziyordu. Ne kadar dua ederse o kadar çabuk iyileşeceğine inanıyordu” “Hastan sürekli dua ediyor ve Allah şükür kavramlarını kullanıyor. Hastam 11 yaşında” Zaman; “Bakım verdiğim hastalar ileride iyileşecekleri düşüncesiyle hastanedeki tedavi süresiyle baş etmeye çalışıyorlar.” “Kader böyleymiş ne yapalım diyen hasta yakınlarım oldu.” “Bazı hasta yakınları çocuğunun hasta olması geçmişte yaptıkları hatalar nedeniyle olduğunu belirtiyorlar. Bu durumda

ULUSLARARASI KATILIMLI III. KÜLTÜRLERARASI HEMŞİRELİK KONGRESİ 21-25 MAYIS 2015 159 onların geçmiş zamana odaklı yaşadıklarını gösteriyor.” Çevresel kontrol; “Çalıştığım bölümdeki hastaların yaşı küçük oldukları için yeterince tedavi aldıklarında iyileşeceklerine inanıyorlar.” “Kırkı çıkmadan çocuğu yıkattırmıyorlar. Böyle bir durumda çocukların iyileşmeyeceğini düşünüyorlar.” “Çocuklarına nazarlık, muska takmak isteyen ailelerim var. Böylelikle çocuklarını nazardan koruyacaklarına inanıyorlar.” Biyolojik değişkenler; “Yeni doğan bebeklerin tırnakların kesilmesini kesinlikle istemiyorlar.” “Sünnet olan çocukların aileler sünnet derilerini istiyorlar.” “Aynı odada aynı ameliyatı olan hastalar oluyor. Bazıları erken beslenmeye geçebiliyor, tolere edebiliyor verilenleri. Bu durumda diğer aileler neden biz hala beslenmeye geçemedik diye belirtiyorlar.”

Sonuç ve öneriler: Birey eşsizdir, kendi kültürel değerlerini hastane ortamında da yansıtmaktadır. Hastalara bakım vermede kültürel değerlere saygı duyulmalı, yaşadığı kültürel değerleriyle birlikte kabul edilip, hemşirelik bakımının bu doğrultuda verilmesi bakım kalitesinin yükseltilmesinde önemli rol oynayacaktır.

ULUSLARARASI KATILIMLI III. KÜLTÜRLERARASI HEMŞİRELİK KONGRESİ 21-25 MAYIS 2015 160

POSTPARTUM DÖNEMDEKİ CİNSEL YAŞAM ÜZERİNE KÜLTÜRÜN ETKİSİ

Arzu AKPINAR

Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi

Hatice BALCI YANGIN

Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi

ÖZET

Cinsellik, bireysel yaşamın sürdürülmesi için zorunlu olmayan fakat türün devamı için gerekli olan bir gereksinim ve dürtüdür. Cinsellik; biyolojik işlevler kadar düşünce, duygu, sosyal bağlar, bilinç ve görevleri içeren oldukça kompleks bir olaydır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ne göre cinsellik; fiziksel, duygusal, entelektüel ve sosyal yönlerin kişiliği, iletişimi ve aşkı zenginleştirici etkilerinin bileşiminden oluşur. Cinsellik, bireysel (fizyolojik ve psikolojik) etkenlerin yanında, sosyal ve kültürel etkenlerin etkileşimi ile şekillenen bir süreç olduğu için bireyin cinsel davranışının gelişimindeki en önemli unsur, bireyin içinde yetiştiği kültürel yapının, toplumun cinselliğe karşı bakış açısıdır. Kadın hayatında, cinsellik üzerinde çeşitli etkileri olabilecek bazı özel dönemler bulunmaktadır. Gebelik, doğum sonu dönem, laktasyon ve menopoz gibi üretkenlikle ilgili dönemler bunlar arasındadır. Bu dönemlerde kadınlar fizyolojik olarak değişim ve adaptasyon sürecindeyken aynı zamanda kültürel ve toplumsal beklentilere de yanıt vermek durumundadırlar. Bu durum, kadınların cinsellikle ilgili düşünce ve inanışlarını, bunların davranışlarına yansımasını etkileyebilmektedir. Hipp, Low ve van Anders'in 2012'de yaptıkları çalışmada doğum sonu cinsel yaşamın fiziksel etkilenmeden çok kadınların eşlerinin cinselliğiyle ilgili algılarından etkilendiğini ortaya koymaktadır. Kadınların eşleriyle aralarındaki etkileşimde de kültür önemli rol oynamaktadır. Türk toplumu; sosyal ve kültürel yapısı itibarıyla, cinselliğin tabu olarak görüldüğü ve cinsel konuların açık olarak konuşulmadığı toplumlardan biridir. Ülkemizde cinselliğin nasıl yaşanacağı konusunda sosyokültürel özelliklerden özellikle dinin etkisi belirgindir. Kuran'da da kadının cinselliğini nasıl yaşayacağı kesin hükümlerle ortaya konmuştur. Bu hükümler toplumsal ve kültürel yapıyla desteklenip; günah, haram ayıp gibi yaptırımlarla denetlenmektedir. Şahin çalışmasında (2009) Türkiye'de kadınların doğum sonu cinsel ilişkiye başlamada geleneksel 40 gün kuralına uyduklarını belirtmektedir. TNSA-2013 verileri de bu kültürel yapıyı yansıtmaktadır; doğum sonrası süreçte kadınların % 83.5'i ilk iki ay, % 17.9'u üç aya kadar ve %5.3'ü altıncı aya kadar cinsel perhiz uygulamaktadır. Gölbaşı ve Eğri'nin 400 kadınla yaptıkları çalışmada da (2010) kadınların %90.8'inin doğum sonu 40 gün cinsel ilişkiden kaçındıkları belirlenmiştir. Doğum sonu cinsellikle ilgili yeterli değerlendirme yapılması ve kişilerin bilgi ve inanışlarının belirlenerek doğru olanların desteklenmesi ve yanlış olanların düzeltilmesi önemlidir. Bu nedenle bu dönemlerde kadınların cinsel gereksinimlerinin özel olarak ele alınması gerekir. Gölbaşı ve Evcili'nin 2013'te yapmış oldukları derlemede de kadınların cinselliği konuşmak için en çok tercih ettikleri sağlık personelinin hemşireler olduğu bildirilmektedir. Ancak genelde olduğu gibi doğum sonu dönemde de cinselliğin değerlendirilmesi konusunda hemşirelerin de eksiklikleri bulunmaktadır. Sezer, Öztürk ve Gönenç; son sınıf 75 hemşirelik ve 77 ebelik öğrencisiyle yaptıkları çalışmada (2012) hemşirelik öğrencilerinin %77.8’inin, ebelik öğrencilerinin %91.7’sinin postpartum dönemde taburculuk eğitimi sırasında cinsel sağlık konusunda bilgi verdiğini saptamışlardır. Saunamaki, Andersson ve Engström'ün İsveç'te

ULUSLARARASI KATILIMLI III. KÜLTÜRLERARASI HEMŞİRELİK KONGRESİ 21-25 MAYIS 2015 161 yaptığı çalışmada (2010) ise hemşirelerin üçte ikisinin cinselliği değerlendirmeyi bir sorumluluk olarak kabul edip konuşurken rahat davranabildikleri ancak %80'inin cinselliği konuşmak için zaman ayırmadıkları, %60'ının ise cinsellik konuşurken kendine güvenmediği belirlenmiştir.

Ülkemizde yapılan sınırlı sayıda çalışmayla doğum sonu cinsellik üzerinde kültürün etkisi ortaya konmakla birlikte bu konuda yapılan çalışmaların arttırılması, kültürel özelliklerin de göz önünde bulundurularak kadınların doğum sonu dönemde cinselliklerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Hemşirelerin de bu konuda daha donanımlı olmaları ve kendilerine güvenmelerinin sağlanması bu sorunun çözümü için önerilebilir.

ULUSLARARASI KATILIMLI III. KÜLTÜRLERARASI HEMŞİRELİK KONGRESİ 21-25 MAYIS 2015 162

KAMP DIŞINDAKİ SURİYELİ SIĞINMACILARIN FARKLI BİR KÜLTÜRDE