• Sonuç bulunamadı

MODERN TOPLUMDA DİSİPLİNİN KÖKLERİ VE YAYILIŞ

C. İktidar ve Şiddet Tekel

Elias, incelemesinin ikinci cildinde devletin merkezîleşmesini ve şiddet tekelini ele geçirmesini anlatır210. Bu merkezîleşme ve şiddet tekeli, bireylerin pasifize edilmesinde önemli bir rol oynar. Bireylerin öfke, cinsellik ve şiddet gibi güdülerini kontrol altına almaları modern toplumun işleyişi için elzemdir. Merkezîleşme ve şiddet tekelinin sağlanması yanında, iletişim ve ulaşımın artması, kapitalist sistemin yeni pazarlar bulma ihtiyacı, birbirine yabancı pek çok insanın da bir araya gelmesine yol açtı. Yabancılarla tanışmak ve iş yapmak, kişilerin daha kontrollü davranmalarının bir başka sebebidir211

. Egemenlik biçimindeki değişim ve iktidarın ve şiddet araçlarının belli süreçte mutlakıyetçi krallıkların elinde toplanmaya başlaması yukarıda anlatılanlara paralel bir gelişmedir212

.

Orta Çağ‟ın sonundan itibaren yavaşça oluşmaya başlayan, yalnızca ötede bir saray toplumu, beride bir saray toplumu değildir. Bu, tüm Batı‟yı kapsayan, merkezi Paris‟te, şubeleri tüm diğer saraylarda, uzantıları tüm diğer muhitlerde, özellikle de burjuvazinin üst tabakasında, kısmen de orta tabakanın geniş kesimlerinde “dünyaya” ve “topluma” dâhil olma iddiasındaki bir saray aristokrasisidir.213

208 Elias I, s. 321.

209 Krieken, Violence, http://www-personal.usyd.edu.au/~robertvk/papers/violence.HTML (erişim

19.01.2011). ―Uygarlaşmış günlük yaşamda bastırılan, toplumsal olarak lanetlenen dürtü patlamalarını, öldürmekten ve yok etmekten alınan zevki, büyük kitlelerde yeniden ortaya çıkarabilmek ve meşrulaştırabilmek için muazzam bir toplumsal huzursuzluk, sefalet ve hepsinden önemlisi bilinçli olarak yönetilen bir propaganda faaliyeti gerekir.‖ Elias I, s. 321.

210 ―Şiddet tekeli insan türünün sosyo-teknik bir buluşudur.‖ Norbert Elias, ―Şiddet ve Medeniyet:

Fiziki Şiddet Üzerindeki Devlet Tekeli ve Bunun İhlali‖, Çev. Ahmet Çiğdem-Levent Köker, Birikim

Dergisi, Sayı: 38-39,

http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=38&dyid=1317&dergiyazi=%DE iddet%20ve%20Medeniyet:%20Fiziki%20%DEiddet%20%DCzerindeki%20Devlet%20Tekeli%20ve %20Bunun%20%DDhlali

211

Jackson, s. 299–300. ―Davranışlarda ve dürtüsel yaşantıda ‗uygarlaşma‘ adını verdiğimiz değişim, insanların daha fazla eklemlenmeleriyle ve birbirine bağımlılıklarının artmasıyla çok yakından ilgilidir.‖ Elias II, s. 78.

212 Elias II, ss. 12-13. Bu gelişme 15 ile 18. yüzyıllar arasında Fransa, Avusturya, Prusya, İspanya gibi

pek çok yerde mutlak monarkların ortaya çıkması ve artan bir şekilde iktidarın bu monarkların elinde temerküz etmesi sonucudur. Bu temerküz Prusya örneğinde merkezî bir bürokrasi ve daimî bir ordu gibi temel gereçlerin oluşturulmasını sağladı. Thompson, s. 83.

Fransız sarayının yoğun etkisinde ve birbiriyle etkileşim halindeki bu ―eklemli toplum‖, 18. yüzyılda orta sınıfların gittikçe güçlenmesi ile ulus-devlete geçilirken yavaşa yavaş birbirinden kopar. Fransızcanın etkisi kırılarak ulusal diller güç kazanır. Bu büyümede para ekonomisin büyümesi ile gelirin bazı gruplar ve vergi yoluyla da kralın lehine artması etkilidir. Feodal beylerin güç ve gelir kaybına uğraması, soylu olmayan savaşçıların önem kazanması kralların güçlenmesinde önemlidir214. Burada ayrıntısını uzun uzadıya anlatmak gereksiz olan, kapitalist ekonomik üretim biçiminin tüm Avrupa‘ya yayılması, soyluların güç ve gelir kaybederken burjuva tabakalarının zenginleşmesi –bu iki grup arasındaki denge durumuna gelemeyen mücadele- her zaman krallığın işine yaramıştır.

Öz-denetim (self-control), öz-kısıtlama (self-constraint) ve öz-disiplin (self-

discipline) ya da ―medenî‖ bireyin sahip olduğu ―ruhsal kendini zorlama aygıtı‖nın

oluşumu, şiddetin tekelleşmesi ile çok yakından ilişkilidir. Yukarıda kısaca anlatılan modernlik öncesi dönemlerdeki görece serbest bireysel şiddet, bu yolla pasifize edilerek kontrol altına alınmıştır. Bu tarz bir mekanizmanın kurulabilmesi istikrarlı bir şeklide işleyen tekel kurumlarının varlığına bağlıdır. Bireyde bu dışsal baskının (social constraint) içselleşerek iç-denetime (self-constraint) dönüşebilmesi ve otomatik işleyen bir alışkanlıklar ve davranışlar bütününe (second nature) dönüşmesi ancak bu sayede olur215. Geleneksel devlet yapıları kişiler arası şiddet konusunda genellikle kayıtsızdır. Vergilendirmeyi engellemediği ve genel anlamda bir düzensizliğe yol açmadığı sürece, devlet, toplumun hemen her kesiminde ortaya çıkan ve sürekli bir hâl almış şiddet eylemlerine müdahale etmezdi216

. Yani Giddens‘ın deyişiyle geleneksel devletler, modern anlamda yönetmezler217

; hatta bugün devletin görev alanında yer alan hemen hiçbir hizmeti de sunmazlar.

―İstikrarlı şiddet tekelinin‖ bir başka sonucu, Durkheim'ın uzun uzadıya anlattığı organik ya da karmaşık işbölümünün işleyebilir olmasıdır. Weber‘in terminolojisiyle hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik ya da rasyonellik gerektiren bu

214

Elias II, s. 19 vd.

215 Elias II, s. 308.

216 Giddens, Ulus-Devlet, s. 86-87.Tilly de devletler arası şiddetin tarihin hiçbir döneminde olmadığı

kadar arttığını buna mukabil kişiler arası şiddetin de eski toplumlarla kıyaslanamayacak kadar düşük olduğunu ileri sürüyor. Meselâ ―İngiltere‘de öldürme oranları bugünün on katı ve on altı ve on yedinci yüzyıllarda herhalde iki katıydı. Charles Tilly, Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Yay., Ankara, 2001, s. 125.

toplumsal işleyiş biçimi, Elias'a göre hem bireyi ani saldırılar karşısında korunaklı kılar hem de bireyin saldırı güdüsünü baskılamasına yol açar. Bu sayede karmaşık biçimde uzayan ―eylemler zinciri‖ içinde öngörülebilir ekonomik ve insanî ilişkiler gelişir218. Hâlbuki sürekli şiddet tehlikesi altında yaşayan ve ―bağımlılıklar zincirinin‖ kısa olduğu Orta Çağ toplumunda güdü, dürtü ve duyguların bastırılması ―ne gereklidir, ne mümkündür, ne de yararlıdır‖219. Hatta belki de hayatta kalmanın yolu bu içgüdüleri korumaktır. Modern toplum şartlarındaki işbölümü ve bireyleri birbirine sıkıca bağlayan toplumsal bağlar, bireysel ya da bedensel güç ile değil hukukî mekanizmalar yoluyla yürütülür ve korunur; dolayısıyla da kişisellikten uzaklaşır.

Bedensel şiddetin tekel örgütlenmesi tekil insanı normal şartlarda dolaysız bir tehdit yoluyla zorlamaz. Tekil kişiye uyguladığı, çok çeşitli şekillerde dolayımlanan ve büyük ölçüde öngörülebilir bir zorlama ya da baskıdır. Büyük ölçüde, kişinin kendi akıl yürütmesi aracılığıyla işler. Kendisi ise toplum içinde normal şartlarda yalnızca kuvve olarak, denetim mercii olarak bulunur; fiili zorlama ise, tekil kişinin eylemlerinin bir dizi eylem eklemlenmeleri boyunca yaratacağı sonuçlarıyla ilgili artık sahip bulunduğu bilgi ya da çocukluğunda ruhsal aygıtını şekillendirmiş olan yetişkin jestlerine dayalı olarak kendi kendine uyguladığı bir zorlamadır. Bedensel şiddetin tekelleşmesi, silahların ve silahlıların tek elde yoğunlaşması, şiddet uygulamasını az ya da çok öngörülebilir kılar ve pasifize olmuş alanlardaki silahsız insanları ileriyi görerek ya da akıl yürüterek kendini tutmaya zorlar; bu insanları daha az ya da daha çok ölçüde zorladığı şey, tek kelimeyle, özdenetimdir.220

Bu alıntı, tez açısından oldukça önemlidir. Şiddet bağlamı daha genişçe bir şekilde algılandığında, bireyin modern toplum şartlarında hukuka uymasını sağlayan süreç çok veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Toplumsal davranış normları ile hukuk ve şiddet tekelini bir arada düşündüğümüzde, modern toplumda insanın ―özgür birey‖ olmak üzere nasıl kuşatıldığını görüyoruz. Tam da bu sebeple artık hukuka ―itaat‖ten değil ―uyma‖dan bahsediyoruz. ―İtaat‖ ve ―uyma‖ arasındaki ilişki sadece basit bir terminolojik tercih meselesi değildir. İtaat, iradenin belli korku ya da tehditle sürekli bir biçimde baskılanması veya belli yönde zorlanmasıdır; dolayısıyla da tehdit

218 Elias II, s. 309. 219 Elias II, s. 310. 220

Elias II, ss. 313-314. Çünkü Avrupa‘da çok uzun bir dönem sıradan insanlar ve soylular ölümcül silahlara sahiptiler. Yerel ve bölgesel iktidar sahipleri bir devlete baskın çıkabilecek denli güce sahip olabiliyorlardı. 17. yüzyılla birlikte sivil halkın silahsızlandırılması süreci başlamış ve (ABD hariç) yaygın olarak uygulanmıştır. Tilly, s. 126.

ortadan kalktığında davranış da aslına rücu eder. ―Normal‖ davranış kalıpları da, kahhar ekseriyetin hukuka ―uyma‖sı da bir emrin zorlaması ile gerçekleşmez. İhlâl halinde itaatsizlikten değil, sapmadan söz ederiz. ―Pasifize olmuş alanlardaki silahsız insanlar ileriyi görerek ya da akıl yürüterek‖ kendilerini normal sınırlar içinde tutmak isterler. Rasyonel olan budur; toplumun bütünü bu rasyonelliğe dâhil olduğunda Durkheim'ın organik işbölümü, öngörülebilirlik, hesaplanabilirlik ve bireyselleşmiş toplum gerçekleşir.

Aslında Orta Çağda ya da daha eski dönemlerde bu kontrol mekanizmaları vardı; manastırlar, uzak doğu dinleri ve öğretileri bunun uygulandığı yerlerdir221

. Ancak bunlar oldukça sınırlı mekânlarda ve az sayıda keşiş ya da rahibin bildiği ya da sahip olduğu niteliklerdir; kitlesel ya da yaygın olarak görülmez. Yine şüphesiz Orta Çağ toplumlarında özdenetim mekanizmaları belli ölçüde vardır. Ancak bunlarda istikrar yoktur; süper-egonun terbiyesi şiddete dayalıdır ve zorla sürdürülür. Modern pasifize edilmiş bireydeki geriye itilmiş otomatik mekanizma oluşmamıştır. Dolayısıyla dışarıdan gelen ya da gelebilecek olan fiziksel zorlama/şiddet sebebiyle ―normal‖e aykırı ya da sapma davranışından kaçınılır. Bütün bir toplumun tedricî dönüşümü için, diğer toplumsal iktidarları kontrol edebilen tekelci bir güç gerekli olmuştur. Bir anlamda Hobbes haklı çıkmıştır. Şiddet ve vergi tekelini ele geçiren merkezî iktidarlar disciplina yoluyla bireyleri yeni toplum düzenine uygun hale getirmişlerdir.

Elias‘ın eleştirisi bu tezin konusu değil. Ancak süreci ―medenîleşme‖ başlığı altında ve belli bir yönde değer yargısı yükleyerek adlandırmak bazı sorunlara yol açmıyor değil. Her ne kadar Weber ya da Foucault'ya göre, Elias'a kendimi daha yakın hissetsem de disipline etme süreçlerindeki iktidar olgusunun Elias tarafından bir parça ihmal edildiğini söyleyebilirim. Medenîleşme, kapitalistleşme, modernleşme, liberalleşme vs. gibi anlatıcının bakış açısına göre çeşitli şekillerde isimlendirilen bu ―süreç‖, Elias'ın ima ettiği gibi otomatik olarak çatışmayı ve şiddeti ortadan kaldırmış ya da demokratikleşmeyi getirmiş değildir222. Şüphesiz Elias'ın

221 Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için şuraya bakılabilir. Dilwyn Knox, ―Disciplina, The Monastic and

Clerical Origins of European Civility‖, Renaissance Society and Culture- Essays in Honor of

Eugene F. Rive Jr. (Ed. John Monfasani and Ronald G. Musto), Italica Press, New York, 1991, pp.

107-135.

222 ―(…) geçimlik düzeyde ekonomik kapasiteye sahip feodal topluma göre daha fazla paylaşacak

bedensel şiddeti ve ani duygu patlamalarının kontrolünü kastettiğini anlıyorum; ancak sanayi devrimi ile birlikte çatışma ve güç kullanma biçimlerinin değişmiş olması şiddetin şekil değiştirmesi değilse nedir? Elias'ın ―kendiliğinden‖ dediği disipline etme ya da Elias gibi söylersek ―medenîleşme süreci‖, belli bir andan itibaren tekelci mekanizmaların bilinçli olarak sürdürdüğü bir toplumsal dönüştürme süreci haline gelmiştir. Esasen bu noktanın Elias tarafından gözden kaçırıldığını da düşünmüyorum; ancak çalışmasının yönü ve sınırları bu yönde bir incelemeyi gerektirmekte.

Şimdi, modern toplumun ve kapitalizmin iki büyük sosyologu Emile Durkheim ve Max Weber‘in modern toplumda disiplini nasıl ele aldığını inceleyelim.

V. MODERN KAPİTALİST TOPLUMDA DİSİPLİN: ÉMILE DURKHEIM VE MAX WEBER

Modern toplumda ahlâk ve disiplin arasındaki bağın ortaya konması gereklidir. Modern toplumda disiplin, bir dizi ahlâk kodunun oluşturulması ve bireye benimsetildiği bir eğitim ve toplumsallaşma sürecidir. Geleneksellikten ayrılan tarafı ise bireyin, özerkliği üstünden topluma katılması olarak karşımıza çıkar Geleneksel toplumda birey özerk değildir; buna ihtiyaç da yoktur. Hâlbuki ―organik‖ toplum her bir unsurdan aktif katılım bekler. Bu katılım bireyin karar ve fikir üretebilmesi ile mümkün olabilir. Aynı zamanda karmaşık toplumsal yapılar da ancak öznelerin kendiliğinden ve belli bir ahlâkî tutumla mekanizma içinde yer almalarıyla işlerlik kazanır.

kapitalizm bireyleri statü bağlarından kurtararak özgürlüğün toplumsal yapıdan kaynaklanan engellerini bertaraf ederken, çatışmanın yeniden ve daha yoğunlaşmış şekilde ortaya çıkmasıyla, bu gelişme otomatik şekilde demokratikleşme ve toplumsal barışı getirmemiştir.‖ Özcan, Hukuk, s. 86.