• Sonuç bulunamadı

2.1. Türkiye’de Dönemsel Seçmen Davranışları

2.1.2. İdeolojik Parçalanma ve Kutuplaşma Dönemi: 1961-1980

1960 yılında rejimin kesintiye uğramasıyla Türk parti sisteminin evriminde yeni bir aşamaya geçilmiştir. Yaklaşık bir yıllık askeri yönetimin ardından 1961 yılının sonlarına doğru seçim ve siyasal faaliyetler kaldığı yerden yeniden başlamıştır. Ancak önceki on yılda iki-partili sistemin baskın partisini oluşturan DP artık siyaset sahnesinde değildir. Bu partinin faaliyetleri ve önemli liderleri anayasal suç işledikleri savıyla askeri yönetim tarafından engellenmişti. DP’nin doğal olmayan yollarla siyaset sahnesinden çekilmesi ve 1961 yılında yapılan Nispi Temsil Seçim Sistemiyle birlikte Türkiye’deki parti sisteminin 1960’ların ilk yarısından itibaren parçalanmaya doğru eğilimi artmaya başlamıştır. 1961’den 1965’e kadar DP’nin oyları üzerinde birkaç partinin sert rekabeti söz konusu olmuştur. Bu partiler DP’nin mirasına sahip olmak için yoğun bir çaba harcamışlar sonunda 1965 seçimlerinde Adalet Partisi (AP), DP’nin hem seçmenini hem de organizasyon ağını kendi çatısı altında birleştirmeyi başarmıştır. AP, Süleyman Demirel’in liderliğinde, Nispi Temsil Seçim Sistemine rağmen 1965 ve 1969 parlamento seçimlerinde parlamento çoğunluğunu elde edebilmiştir. Doğal olarak AP 1965’ten 1971’e kadar olan dönemde, 1950’li yıllardaki baskın tek parti sistemini ve parlamento çoğunluğunu tek partinin elinde tutması ve kontrol etmesi geleneğini devam ettirebilmiştir. AP’nin bu dönemin sonundaki durumu da aynı DP gibi olmuştur. 1971 yılında verilen bir askeri muhtırayla Süleyman Demirel başbakanlıktan istifa ettirilmiştir (Sayarı, 2002: 9-32).

1961 ve 1980 yılları arasında Türk parti sistemini en güçlü iki partisi olarak AP ve CHP varlıklarını devam ettirmişlerdir. 1960’ların ikinci yarısında AP, 1970’lerde ise CHP dikkate değer seçim başarıları elde etmişlerdir. Ancak bu dönemde parti sistemindeki iki-partili yapının gittikçe zorlandığına ve bu partilerin seçmen tabanı olarak zayıfladıklarına dair pek çok işaret mevcuttur. Bu durum doğal olarak

81

Türkiye’de iki-partili sistemin yavaş yavaş yok olduğunun göstergesidir. Bu durumu kanıtlayacak iki önemli neden ileri sürülebilir: (1) Birincisi; 1961’den 1977’ye kadar yapılan beş parlamento seçiminde bu iki partinin toplamda elde ettikleri oy oranı % 73’e kadar gerilemiştir. Buna gerilemeye rağmen bu iki parti hala parlamentodaki sandalyelerin % 80’ini kontrol edebilmişlerdir. Ancak sistemdeki büyük partilerin baskısına ve seçim sistemlerine rağmen kimi küçük partiler hem seçimlerde hem de parlamentoda gittikçe güçlenmeye başlamışlar ve siyasal arenada önemli sayılabilecek yol kat edebilmişlerdir. (2) İkinci neden olarak da; Türkiye'de milletvekilliklerinin partilerin oy oranıyla çakışacak biçimde paylaşılmasını sağlayan milli bakiye ilkesine dayalı bir nispi temsil sisteminin kabulünden sonra 1965'e değin kurulan koalisyon hükümetleri güçlü ve istikrarlı bir yürütme organının oluşabilmesini zorlaştırmıştır. Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümeti 20 Kasım 1961'de İsmet İnönü başkanlığında Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet Partisi arasında kuruldu. 1961-1965 arasında koalisyon hükümetleriyle geçen bir dönemden sonra nispi temsilde milli bakiye uygulamasının kaldırılıp d'Hont sisteminin getirilmesinden sonra 1965-71 arasında tek parti çoğunluğuna dayalı hükümetler kurulabildi. 1970’li yıllarda bazen iki bazen de dört parti arasında kurulan koalisyon hükümetleri genel olarak merkez soldaki CHP ya da merkez sağdaki AP’nin önderliğinde kurulmuştur ki bu durum Türk parti sistemindeki bu dönemin iki alternatifli koalisyon yapısını da göstermektedir (Sayarı, 1980: 75).

İki-partili yapının güçsüzleşmesi ve çoğunluğu elde eden AP ve CHP’nin oy oranlarının gittikçe düşmesi Türkiye’de küçük partilerin önemini arttırmış; bu durum Türk siyasal yapısının parçalanmasına neden olmuştur. Bu parçalanmanın temelde birkaç sebebi vardır. 1960 askeri müdahalesinden sonra DP’nin siyaset yapmasının engellenmesi, bu partinin seçmeninin üç parti arasında bölünmesine neden olmuştur ki, bu partilerden ikisi darbeden sonra kurulan partilerdir. DP’nin miras meselesi AP’nin kurularak ve kendisini açıkça DP’nin devamı sayması ve 1965 yılında önemli bir başarı elde etmesine rağmen 1970’li yılların ilk yarısına kadar devam etmiştir. Bu yıllarda kurulan kimi partiler seçmen kaynağı olarak DP’nin devamı olduklarını iddia ederek politika geliştirmişlerdir. Diğer taraftan parti politikalarında değişen yasal- anayasal çatı ve ülke siyasetinde yükselen dinsel, seküler ve radikal düşünceler;

82

sağda ve solda bu düşüncelere hitap edecek partilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu tip partiler aynı zamanda kimi zamanlar siyasette ağırlıklarını hissettirmişler ve parlamentoda da temsil olanağı sağlamışlardır.

Marksist Türkiye İşçi Partisi (TİP), aşırı sağ kanattaki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), kendisini açıkça İslamcı olarak tanımlayan Milli Nizam Partisi (MNP) ve onun takipçisi Milli Selamet Partisi (MSP) ve Alevi temelli Birlik Partisi (BP), 1960 ve 1970’lerdeki ideolojik ve siyasal parçalanmadan ve siyasal spektrumun genişlemesinden dolayı ortaya çıkan ve önemli ölçüdeki seçmen kitlesinin temsilciliğini yapan partilerdir. Parti sisteminde ve siyasal yapılanmada gerçekleşen bu önemli değişim dinamikleri özellikle koalisyon hükümetlerinin formasyonunda ve çözülmesinde önemli rol oynamıştır. Bundan daha ötesi 1961 yılından itibaren uygulanan Nispi Temsil Seçim sistemi Türkiye’nin parti siyasetindeki bu parçalanmanın artmasını kolaylaştırmıştır. Yeni seçim sistemi küçük partilerin parlamentoda temsilcilik kazanmalarını kolaylaştırmaktaydı. Yeni partilerin ortaya çıkması ve bu partilerden ortaya çıkan hiziplerin etkisi açıkça kendisini parlamento yapısı ve parti sistemi üzerinde hissettirmiştir (Sayarı, 2002: 14).

1960 ve 1970’li yıllar boyunca siyasal yapılanmada ve parti sistemindeki parçalanma sürecinde Türkiye’deki parti politikaları aynı zamanda sağ ve sol arasında ideolojik kutuplaşmaya da maruz kalmıştır. Bu durum Türkiye’de o dönemdeki ya lokal bir takım gelişmelerden ya da soğuk savaş döneminin getirmiş olduğu gerginlikten dolayı söz konusu olmuştur. 1961 anayasasının getirmiş olduğu liberal özgürlükler ve özgürlük ortamı parçalanmanın ve kutuplaşmanın yerel nedenlerini oluşturduğu ileri sürülebilir. Diğer taraftan soğuk savaş döneminin ortaya çıkarmış olduğu ABD veya Sovyet karşıtlığının Türk siyasetinde yansıma bulması da bu parçalanma ve kutuplaşmanın tetikleyicisi olmuştur. Radikal soldaki TİP’in ve aşırı milliyetçi MHP’nin parlamentoya temsilci sokması Türk parti sistemindeki spektrumun daha da genişlemesine yol açmıştır. Radikal soldaki TİP politik konumlanmasını sürekli olarak ABD politikaları ve Ankara-Washington ilişkilerinin eleştirisi üzerine inşa etmiş; diğer taraftan aşırı sağ uçtaki MHP ve MSP Sovyetler

83

Birliğinin Türk ve Müslümanlar üzerindeki politikalarını eleştirerek politika geliştirmişlerdir. Dünya siyasetindeki Doğu-Batı rekabetinin ve iki süper gücün arasındaki mücadelenin Türk siyasetine yansıması ideolojik kutuplaşmanın daha da artması ve derinleşmesi yönünde olmuştur (Sayarı, 2002: 34).

1960’ların ortalarına kadar Türkiye’nin iki büyük partisi kendi kendilerini merkezin hemen sağında ve solunda pozisyon alacak şekilde konumlandırmışlardı. Bununla birlikte, Marksist ve aşırı milliyetçi ideolojilerin politik yaşamda yer alması ve dikkate değer ölçüde kendilerini belli etmeleri bu büyük partilerin kendi ideolojik oryantasyonlarını modifiye etmeye zorlamıştır. Bülent Ecevit liderliğindeki CHP kendisini daha sola taşımış ve işçi ve köylüleri temsil edecek ve onların kitlesel desteğini sağlayacak bir retorik geliştirmeye başlamıştır. Bu pozisyon doğal olarak sağ kanattaki hareketlerin ve partilerin –özellikle MHP- sert eleştirilerine maruz kalmıştır. Kendisini merkez sağda konumlandıran AP ise bu süreçte sol siyaseti daha çok eleştiren söylemler geliştirerek biraz daha sağa kaymıştır. Tabii ki, 1974 ve 1977 yılları arasındaki Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetlerini kurmasının bu konumlanmada önemli etkisinin olduğu yadsınamaz. 1975’ten sonra Türkiye’de siyasal ve ekonomik krizle birlikte siyasal şiddet ve terörizm artmaya başlamıştır. Bu durum doğal olarak Türk parti sistemini Sartori’nin (Sartori, 1976) sınıflandırmasından hareketle Ilımlı Çok Parti sisteminden Aşırı Çok Parti sistemine doğru taşımıştır.

Aşırı derecede parçalanmış ve kutuplaşmış parti sisteminin doğal olarak demokratik rejime ciddi biçimde meydan okumaları söz konusu olmuştur. Siyasal spektrumun her iki ucundaki aşırı güçler sistem karşıtı terör eylemlerine yönelmişler ve bu durum 1970’lin sonlarına doğru Türkiye’de ekonomik ve siyasal krizin gittikçe artmasına yol açmıştır. Diğer taraftan iki büyük partinin aşırı uçtaki partiler ve terörist gruplara karşı işbirliğine yanaşmamaları ve temel konularda anlaşma sağlamamaları, Türkiye’de krizin rejimin işleyişini tehdit edecek boyutlarda derinleşmesine neden olmuştur. CHP ve AP’nin bu süreçte takip ettiği politikalar ve taktikler Türk toplumunun aşırı kutuplaşmasını tetiklemiş, pek çok kurum işlemez hale gelmiş, siyasal şiddet ve terör eylemleri toplumun büyük bir kesimine yayılmış

84

ve sonunda ordu daha önce yaptığı gibi Eylül 1980’de yeniden yönetime el koyarak tüm siyasal ve parlamenter faaliyetlere son vermiştir (Sayarı, 2002: 15).